30 Kasım 1945 Tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 6

30 Kasım 1945 tarihli Büyük Doğu Dergisi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ADALET NEDİR? Hukuk Doktoru Mukbil OZYORUK B hukuk sisteminin en b diyelim ki, bir “maddedir, bir cisimdir; fakat kimse onu üç buudu ile birlikte görememiştir. Adalet, diyelim ki, bir his- tir, fakat yine kimse onu bütün gerçek- liğiyle hissekürememişti. Bilinen birş*y varsa O adaletin telâkkilere göre nis- biliğidir. Hukukçu W. Burckhardt: “Ada- let bir era yermi ve tıpkı “güzellik,, gibi isbat ra diyo: nlar, allıklar inandıkları, Tin. kurar, yaşatırlar. Bunun için de, adaleti, vermek hususundaki daimi ve sebatkâr iradedir,,. u iradenin hükmü yerine gelsin diye insanlar herşeye razı olurlar. Herşey adalet için yapılır, hattâ çok defa ada- letsizlik bile. Adalet nisbidir, (A) nın âdilâne bir hareketi, görüş değişikliğinden dolayı (B) nin zararına bir hareket olabilir. Hattâ, bir kanunun bütün hükümlerinin kati ve şaşmaz bir şekilde tatbiki bile adaletsizlik doğurabilir, o kanun ki, ada- letin bekçisidir. Binaenaleyh meseleyi daha yumuşak bir şekilde ele almak lâ- zımdır. Adalet bütün insaniyetin değilse bile, nihayet bir kitle, bir camia insanın bir haksızlık karşısındaki hak hislerinin tatmini dâvasıdır. Fakat adalet hâşindir; onu yumuşatmak ve adalet uğruna ada- letsizliğe imkân vermemek lâzımdır. Ka- nun, adalet gerçekleşsin diye emreder; imkân olduğu zaman hilâfına hiçbir ferdi sayar. Fakat netice itibariyle, kendisinin ok mücerret bir zaviyeden hayata yi yle. yapacaksın ve bunda ötesinde hakkaniyetle hükmedeceksin...), «. . Şöyle şöyi der. Hâkime verilen bu takdir hakkı v tanılan hakkaniyet payı da adalet uğru- nadır. Hattâ (jüri) ler, kanunların sert tın muhtelif manzafaları karşısında hukuk m iii bip lann» ve iç âlem- ini bara almak suretiyle, e pe kurulmuş müessese- (Jüri), adalet için . ve adalet yo- kanunun sert ifadesinden Güri) tam bir hakkaniyet mü- essesesi almük iddiasındadır. Fakat hakkaniyetin insanlar arası tam ve sabit şeklini bulabildik mi? Ne- tice itibariyle, (Aristo) nun bu hususta ği tarifi öne sürebiliriz. “Hakkaniyet . (Del sını hukuki (sübjektif) vicdanın Mikpenii zenginliğine temas edilir.,, aniyet (kelimesini Fransız- ların Pm ve İngilizlerin de (eguity) meleri, Sarah se kullanmıştık. Esasını kukünda ve Lâtin dilinde (&guite—eguity) kelimesine vücut veren kelime (aeguitas) dır. (Aeguitas) kelimesi, Romada esas itibariyle müsavat (—ögalite) mânasına gelmektedir. Müsavat ise, bütün fertlerin aynı hukuki muameleye tâbi tutulmaları demektir. Fakat a kelimesi, Roma hu- kukuünda yalnı üsavat t apnilin a gel- mekle kalmaz. Üleimitalii aynı zamanda (us seriptum — yazılı hukuk) mefhumuna tamamen zıt bir mefhum olarak kulla- nıldığını gösterir. (Aeguitas) kökünden gelen (€guite) kelimesi, demek Romada da bir telâkkisi ol- mkün değil. dir. Her şey ve her şey, işte bu telâkkiye bağlıdır. bak- | makta olduğunu kabul eder ve hâkime; - “MEK E desem yalan gibiydi. N vutköyüne da mırıldanıp dururdu. Bir taka İstanbula gider; bir yelkenli, böcek yüklü bize doğru gelirdi. Tepelerden * «Kırk katır mı istersin, kırk satır mı?» di. muştuk. Bu- rü rdü. Bek- lutlar yıldızlara bir şeyler Ni l aydan Sanıklar gelecekti. lerdik. iskelenize bıraktıktan sonra ikinci Sk oturmuş, dünyada ilk yazıyı yazanı düşünüyorum! Şiir, muhakkak ki yazının ta kendisi... Orman, deniz, çiçek, yemiş, böcek, kuş, gü- zel insan olur da şiir olmaz olur mu? Yazıdan sanırım, resim vardı. Yazı gok sonraları şünmüşüz. Yazıyı belki binlerce, milyonlarca insan okuyor. Ama yazı bunun için muşa benzemiyor “pek... O birçokları için yazmadık. Kendimiz olmadan, sesimiz duyulmadan başka birisine, bir tek kişiye bir şey söylemek için birtakım şifre- ler düşündük. Yazı sizin için yazıldı. Bu yüz- den uyduruldu. Bir türlü (Seviyorum!) diye- medik. Belki de ilk defa iki kol resmi, iki dudak resmi, sonraları kalbin: biçimini öğre- nince onun resmine bir ok batırarak derdi- mizi dökmeğe ie RM in edi sair. çoktan riyakâr olm mız lâzim geldiği zaman etini Bu u utan madan yazı doğdu. Ba şbaşa konuşurken ne kadar coştuk, neler söyledikse o kadar da hataya düşüyorduk. “Yalnı ız başımıza oturdu- gumuz zaman kafamız daha Şİ türlü işli- Sait Faik yordu.. Bir az evvel AK ele pişman ünl Bak şimdi ne güzel düş türlü onaramıya- cağımız haltlar karıştırıyorduk. Sonradan ne kadar pişman oluyor; söylediğimiz, hırsla söylediğimiz bir sözden ne kadar utanıyorduk. daha .. Hattâ yazıyla düşündüklerimizi yeni baştan istediğimiz ka- dar da düzeltebiliyorduk. O halde şeylerdi. Bak bugün, dün ri mleimari za yeni baştan düşündüm. Düzeltti Ah builk yazıyı yazân adam! Bu ilk vesikayı bulsam; birçok şey öğrenebilirdim. Acaba iki kişi oturup bir takım remizler mi düşündüler? Eğlence için mi bu işi yaptılar ? Yoksa birinin bir derdi mi vardı? k yazı'bir erkekten mi kadına yazıl- e dak resmi mi vardı? Yoksa iki kol birbirine mi sarılmıştı? İki. işaretten mi ibaretti? Yoksa «Gel kızım» demek için uzun saçlı bir kadına bir adım mı attırıyor, bir küçük ku- lübeyi mi işaret ediyordu? Küçük küçük ço. » cuklar mı yapmı: Ben tı? .böyle bir ilk mektubun ağaç üze- rine yazıldığını görüyor gibiyim. Yazanın da okuyanın da heyecanı bende... Bir erkek ta-

Bu sayıdan diğer sayfalar: