7 Eylül 1935 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6

7 Eylül 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CTJMHURÎTET 7 Evlul 1935 Tekinsiz şato Çok sıcak bir eylul günü idi. Bir çocukluk arkadaşım olan Evelinin oğlu Granby Mannersi uzun senelerden sonra o gün tekrar gördüm. Annesi öldiığü zaman Granby daha pek gencdi. Ve annesi bana ölürken vasiyet etmişti: «Oğ lum papasız kalıp ta servetini eline alacak yaşa geldiği zaman rica ederim onu yalnız bırakma. îngilteredeyiz, îngilte rede büyük bir servete tevarüs edecek genclerin başına büyük felâketler gele bilir.» Çocuğun anası ve babası ölmüştü. Ve o da şimdi tam Groyhvood malikânele rine tevarüs etmek üzere bulunuyordu. Tesadüfümüz beni pek memnun etti. Vadimi yerine getirebilecektim. Granby çok zarif giyinmiş, genc bir centilmen olmustu. Akşam yemeğinden sonra ona tesadüf ettiğim kulübün tara çasına çıktık ve konuşmağa basladık: Tesadüfümüz çok iyi oldu diye söze basladım. Eski hatıralarımızı tazeliyebiliriz. Kocaman bir delikanlı ol muşsun Granby. Zannederim yasm da 22 yi buldu. Nasıl kocaman malikâneyi idare etmek seni yoruyor mu?. Evet hakkın var, dedi, çok meşgulüm, çok işlerim var. Bu hususta se ninle konuşmak istiyorum. Karşılıkh hasir koltuklarda oturu yorduk. Bana çiftliklerinde en son ne zaman bulunduğumu sordu. Sevgili annenin ölümünden sonra bir daha oraya gitmedim. Çok güzel bir yerdir.. " Sözümü şiddetle kesti: Ben o malikâneyi hiç sevmıyorum. Ne şatoyu, ne çiftlikleri, ne parkı.. Bilmiyorum amma oradan korkuyorum. Orada basıma gelen şeyi biliyor musun? Hayır. Bundan birçok sene evvel başıma geldi. Esasen ecnebi memleketlerine gidişimin sebebi de budur ya!. Ben şatoda yalnızdım. Ebeveynimle beraber değildim. Annem hasta olduğu için cenubda bulunuyordu. Babam da tabıî onun yanında. Sen bızım satoda peri ve hortlak dolu olduğunu duvmussundur. Canım bütün eski satolar için te kinsizdir derler. Ben böyle şeylere inanmam. Fakat bazıları inanır.. Ben de onlardan biriyim. Dinle başımdan geçe ni. Satoda yalnız kaldığım için fevkalâ de sinirli idim. Binada benden başka bir ahçı kadmla bir uşak Torring vardı. Odaların yarısından fazlası kapalı idi. Gündüzler müthişti. Geceler insanı şıldırtacak kadar uzun sürüyordu. Elımde bir kitab bile yoktu. Her nedense babam kütübhaneyi kilidliyerek gitmişti. Geceleri uykum kaçıyor, deli gibi şatonun odalannı dolaşıyordum. Bir gece öyle fena bir hale geldim ki zili çalıp bizim ihtiyar Torringi yanıma çağırdım. Ve ona geceyi yanımda gecirmesini söyle dim. Torring yüzüme tuhaf tuhaf bak b. Sonra: Sizin yasınızdaki bir çocuk, na<ul korkar? dedi. Bir ayna alınız da kendi nize bakınız. Resim galerisinin en so nunda portresi asılı duran büyük baba nız gibi siz de timarhanede öleceksiniz. Gözlerinize deli bakışı gelmiş. O çıldırmış büyük babamza hakikaten ne çok benziyorsunuz. Bir o resme bakınız da aklınızı başınıza toplayınız. İyi yiyip, ivi içip rahat, rahat uyuyunuz. Ben sizin bakişınızdan korkuyorum. Burada ka lamam. Asağıda ahçı kadınm yanındaki odamda kalmağı tercih ederim, dedi ve söylediği gibi yaptı. Beni yalntz bıra karak aşağı indi. Onun sözünü dinle dim, yatağa yattım. Fakat uyuyamıvordum. Kalktım, elime bir şamdan aldım. Şatonun nihayetsiz koridorlarından sonsuz galerilerinden geçerek kocaman merdivenlerinden inerek asağı kata geldim. Resim galerisindeki büyük babamın resmini görmeğe gittim. Tam şamdanı o resme doğru kaldırmıştım ki... Birden arkamdan birinin bana yaklaştığım hissettim. Bu siyah ve kocaman bir gölğe idi. Kolunu bana doğru uzattı, ve bana: Sen bu odada öleceksin, dedi. Müthiş bir feryad kopararak, düştüm bayıldım. Nasılsa Torring benim sesimi işitmiş, kaldırıp yatağıma yatırmıs. Hastalanmışım, hastalığımı duyunca annem, babam dönmüşler. Sinir rahatsızlığımı geçirtmek üzere beni ecnebi memleketlerine yolladılar. Annemin ve ba bamın ölümünü ben ecnebi memleketinde duydum. Buraya işlerin başına geç mek için de pek kısa bir zamandanberi geldim. Sana garib birsey söyliyeceğim. Sen bizim şatonun parkındaki konu^an meşe ağacı hakkında birsey isittin mi? Evet öyle söylüyorlar. Guya bu meşe şatonun sizden evvelki sahibinin ölümünün hikâyesini anlatırmış. O meşenin kocaman bir dalı babamın ölümünden bir gün ev\el kendi liğinden kopup yere düşmüş. Fırtınadandır. Hayır, fırtına filân yokmuş. Frengi şifa bulur bir hastalıktır! Prof. Gougerant önemli bir konferans verdi Yazma kitablar toplattırılıyor Bunlar ilim şubelerine göre tasnif edilecek Kültür Bakanlığı, şimdiye kadar ötedeberide ihmal edilip kalmış bulunan eski yazma kitablardan istifade etmek için bunların toplatılıp tasnif edilmesine karar vermiş ve bu işin biran evvel ya pılması için öğretmen M. Cevdetin başkanlığında beş kişilik bir komisyon kurmuştu. Bakanlık, komisyonun bu işte, istenilen sürati gösteremediğini görünce Süleymaniye kütübhanesi direktörü Zâhirin başkanlığında on yedi kişilik yeni bir komisyon daha kurmuştur. M. Cevdet ötedenberi rahatsız bulunduğundan her iki komisyon da Zâhırin başkanlı ğında, muhtelif kollara ayrılarak çahş mağa başlamıştır. Komisyon en kısa bir zaman içinde, mevcud bütün yazma kitablan gözden geçirecek, bunlan aid oldukları ilım şubelerine göre rfyıracak, nüshalarının müteaddid olup olmadığı hakkında esaslı cetveller hazırlıyarak Bakanlığa vere cektir. Çocuk gibi bu şeylere inanıyor musun? Evet, inanıyorum. Yüzü adeta sararmıştı. Pek asabiydi. Lâkırdıyı değiştirmek için: Nasıl, dedim, çiftliğin kazancı iyi mi?.. Gayet berbad bir halde, dedi, e sasen dört gün içinde elimden gidiyor. Neden?!. Babam onu rehine koymuş, biz faizleri ödiyemedik. Dört gün sonra 20 bin Ingiliz lirasını veremezsem mal elden gıdıyor. Ona: Granby dedım. Senınle beraber şatoya gidelim. Ve bu meseleleri inceli Wrofesor konferansım verlrken yelim. Bu gibi işlerde sana yardım edeArsıulusal bir şöhreti olan Paris Üniceğimi annene vadetmiştim. Belki ma versitesi emrazı cildiye ve efrenciye prolikâneyi kurtarmak imkânını buluruz. fesörü ve Sen Lüi hastanesi uzmanların *** dan (mütehassıslarından) doktor Gou Şatonun kapısında arabadan indiği geraut dün Tıb Fakültesinde bütün dokmiz zaman adeta iki büklüm bir adam torlarımızca çok önemli sayılan bir kon bizi karsıladı. Gözleri fena bir ışıltı ile ferans vermiş ve frenginın bulunan en yanıyordu. Bu uşak Torringdi ve son tedavi tarzlarını anlatmıştır. SalonGranbynin ebeveyninin hayatta bulun da Rektör Cemil Bilsel, Tıbbiye dekanı duğu zamandan beni tanırdı. Fakat ta Nureddın Ali Berkol, birçok profesörler, nımamazlığa geldi. Şatonun genc sahibi ve doktorlar, süel ve sivıl tıb talebeleri usağa bana bir oda hazırlamasını söy hazır bulunmuşlardır. Cemil Bilsel, proledikten sonra bir mektub gelip gelmefesörün derslerıle, yazılarile, ilmî araştırdiğini sordu. Hayır cevabını aldı. Sonra ma ve buluslarile bütün dünyaca meshur bize kahve hazırlanıncaya kadar parkta dolasmak teklifimi kabul etti. Parka olduğunu, 4 yıl evvel memleketımıze geçıktık. Bu park eski aeaclarile hakikaten lip gezdikten sonra dersleri ve yazılarile harikulâde güzeldi... Nihayet o meshur memleketimizi çok iyi tanıtarak bir Türk meşeye yaklaştık ve o anda genc adam dostu olduğunu gösterdiğini söylemiştir. kolumu tuttu ve boğuk bir sesle: Bir dal kırılmıs! dedi. Yerde yeşil yapraklı kocaman bir dal vardı. Adeta titriyordu. Benim cevabı mı beklemeden: Bu sato sahıbleri ölmeden bir gün evvel bu ağacdan bir dal kırılır. Bu defa şatonun sahibi benim! Ona tam cevab vereceğim, onu bir sey olmadığına ikna edeceğim anda arkamızdan bir ?es duvduk. Allo... Geldiniz mi? Bu yarı köylü kılığında, çok iri dev gibi bir adamdı. Bana tanıttı. Mister Baltimor... O soruyordu: Nasıl bir haber var mı?. Daha gelmemis mektub. Maamafıh dönelim şatoya. Belki posta geltniştir. Dönerken genc dostum kulağıma: îşte şatonun terhin edildiği adam! Diye fısıldadı. Bu adam pek korkunc du. Çok ahlâksız bir adam olduğu kı sık alnında gözlerin içine bakamıyan gezici bakıslarından anlaşılıyordu. Şa toya dönerken dostumdan benim hak kımda malumat aldı. Ve burada kala cağımı isitince adamakıllı sinirlendi. Şatoya döndüğümüz zaman posta gelmişti. Bu bir mektubdu. Dostum Granby bu parayı tedarik etmek için elinde kp'an ve yegâne kıymet olan bir takım eshamı satılığa çıkarmıştı. Ve gelen mektub bu eshamın beş para etmediğini bildiriyordu. Genc adam mektubdan havadis bekliyen alacaklısına: Olmuyor isimiz azıVim, dedi. Dört gün sonra sato sizin olacak Öteki^güldü: Sizin için pek ziyade şayanı tees süf bir hâdise olmasına raâmen doğrusu bu beni sevindirdi, dedi. Bana doğru hain, hain baktı. Bu benim olduktan sonra içine davet edeceğim insanlan dıkkatli seçeceğim! Dedi. Bu adamın bana karşı ne düş manlığı vardı. Herhalde Granbyyi müdafaa etmeğe hazır olduğumu anlamış tı. Nitekim öyle de oldu. Hele bu sözle beni pek sinirlendirmiş olması benim bu arkadaş çocuğuna yardım etmek için duyduğum isteğı kamçılamıştı. Bu akşam Londraya dönüyorum, dedim. Bu parayı bulacağım ve şatoyu bu kaba herife bırakmıyacağım. Gittim. Hazır param yoktu. Fakat bir takım kıymetli kâğıdları terhin ede rek lâzım gelen parayı buldum. Mua meleyi yapmak için bir de avukat bul dum. Geldiğimin ikinci günü akşamı isimiz olmustu. Hemen ertesi günü avukatla Londradan hareket edecektik ve za manından evvel borcu ödiyecektik. Se vincimden hemen genc dostuma bir teıgraf çektim: «Para bulundu, geliyoruz» O gece kulübde akşam yemeği yedim. Fakat saat dokuzda birdenbire içime bir endişe geldi. Baltimore bana dünyanın en ahlâksız adamlarından biri gibi geliyordu. Bu adamın telgrafın muhteviyatından haberi olursa 20 bin Ingiliz lirasından çok daha kıymetli olan bu satoyu elde etmek icin herseyi yapmaktan 2eri kalmazdı. Ergec Manners ortadan kalkarsa para gününde tediye edilemi yecekti. Hemen otomobile bindim. Trene yetiştim. Gecenin karanlığı içinde şatonun bulunduğu istasyona varmıştım. Araba bulamadım. Yaya olarak şatoya geldim. Fevkalâde güzel mehtablı bir gece Profesör Gougeraut Büyük Şefin idaresinde süratle ilerliyen bir ulusun genc üniversitesinde konferans vermekten pek memnun olduğunu söylemiş ve frengi tedavisinde kullanılan muhtelif usullere geçmiştir. Tedavide şifanın nasıl kontrol edilebileceğini izah eden profeBÖr, frenginin kabili tedavi olduğuna inananlardan bulunduğunu, 1000 hastadan belki ancak beş veya altısmın şifa bulmıyabileceğini söyliyerek şöyle demiştir: Tarihî roman : 39 Yazan: M. Turhan Tan Akıncılar, bıyıklarını bükerek ve palalarmi okşıyarak sabırsızlanıyorlardı, diiğün yerine koşmak için son emri bekliyorlardı İran Irak ihtilâfı bitti (Baştarafı birinci bayı Muhiddin, İran konsolosu Ferruh Han ile îran kolonisi tarafından karşılanmıştır. Kâzimî Han Haydarpaşadan Istan bula çeçerek doğru îran konsoloshanesine gitmiş, bir müddet sonra Dolmabahçe sarayını ve Ayasofyayı gezmiştir. İran Dış îşleri Bakanı öğleyin hususî bir motörle Heybeliye giderek Başbakan İsmet înönünü ziyaret etmiştir. Başbakanımız dost îranın Dış Îşleri Bakanı şerefine bir öğle ziyafeti vermiştir. Bu ziya fette İc îşleri Bakanı Şükrü Kaya da bulunmuştur. Ziyafetten sonra Kâzimî Han Istan bula dönerek doğru Floryaya gitmiş, Cumhur Başkanımız Atatürk tarafından kabul edilmiştir. Floryadan döndükten sonra misafirimiz îran konsoloshanesinde istirahat etmiş ve bir müddet sonra semplon ek<nresile Cenevreye gitmıştir. mustafa, kendi marşlan demek olan bu güftenin heyecanile biraz önce benliğini saran bayıltıcı duygulardan sıyrılıvermişti. Yoldaşlarile pürüzsüz bir gönül ve dil birliği içinde ayni besteyi ırlı yordu. Fakat Marya iliklerine kadar işiyen hazdan ve o hazzın doğurduğu sarhoşluktan kurtulamıyordu. Hâlâ kulaklarında sevgilisinin: «Gönülden yüğrük ata mı bindin?» diyen sesi çmlıyordu, hâlâ gözlerinde o soruyu yapan ağzın güzelliği dolaşıyordu, hâlâ yüreğinde vadolu nan sevginin tadı sızlıyordu. O, yeri ve gökü görmüyordu, yaînız « Binaenaleyh bu mesele ailevî, Mustafasilc oyalanıyordu. Kendinden soysal ve neslî felâket doğuran bir mesegeçmek ve yaralı bir kuş gibi çırpına çırle olduğu için benim noktai nazarım hasta pına sevgilisinin kucağına düşmek üze için 10 yıl devam etmesi lâzım gelen bir reydi. Böyle bir düşüş, belki de bir yüksigorta devresi kabul edilmesi gerektir. Bu seliş olacaktı ve onun aradığı kucak, şifa Kâzimî Hanın beyanatı sigorta devreslndo şırınga yapmak şart Hareketinden evvel bir arkadaşımızı ve safa sunan bir yuva halini alacaktı. değildir. Ağızdan veya merhem halinde ünkü Mustafa da, akıncı marşının hekabul eden aziz misafirimiz Kâzimî Han ılâc almak kabıldır. Bunun için de seneyecanını yaşamakla beraber, alevlenmeğe şu beyanatta bulunmuştur: de iki defa bırer tedavi devresi geçirmek « Cenevreye giderken, Ankarada pek elverişli bir durumdaydı, kollan aralâzımdır.» durarak hayranı bulunduğumuz Büyük ma düşecek güzelliği geri itebilecek kudDün geceki şölen Şefinize hürmetlerimi sunmağı kararlaş rette değıldi. Biri atılmak için çırpınan, biri kendi öz Memleketimiz hakkında çok dostane tırmıştım. Bundan baska Şehınşah Hazyazılar yazan bu dünyanın en büyük Der retlerinin kendilerine hürmet ve muhab durumunun farkında olmıyarak başka bir matologueu şerefine dün gece cildiye betlerini, Başbakan îsmet înönüne de se heyecan içinde çalkalanan şu iki yüreğin doktorları tarafından Parkotelde bir şölen lâmlarını bildirmeğe memurdum. Bu bir olması gözlerin küçük bir karşılaşmasına bağlı bulunuyordu. Bu da çok geçverilmiş ve meslekî konuşmalar yapıl gün bu vazifelerimi yaptım. Bildiğiniz veçhile Irakla aramızda bir meden vukua gelecekti. Çünkü ırlanan mıstır. Profesör bir iki güne kadar Bursa kaplıcalarına gidecektir. Profesör, şim hudud ihtilâfı vardı ve Nuri Paşanın baş marş, biraz sonra bitecekti ve belki üzediye kadar cild ve frengi üzerinde Parise kanlığında Tahrana gelen Irak heyetile bu ine bir gönül bestesi atılacaktı. O vakit, incelemeye gitmiş olan bütün Türk dok mesele üzerinde müzakereler cereyan et biri arayan ve biri bekliyen şu iki yüreğin torlarına büyük bir iyi kabul ve kolaylık mişti. Müzakereler bir prensib anlaş birbirlerini bulmaları gayet tabiî idi. Falar göstermiştir. masile neticelendi. Şimdi Cenevreye, Irak kat bu mukadder gibi görünen akibet yüz heyetile buluşarak anlaşmayı parafe ve göstermedi, Maryanın uçmak istiyen yüreği, gene yerinde kaldı, Mustafanın imza etmek için gidiyorum. idi. Şatoya geldiğim zaman koskoca biMuallâkta kalan ikinci derecede bazı gözleri beklenen daveti yapmadan başka nanın karanlık olduğunu gördüm. Bir meseleler ileride Tahran veya Bağdadda bir istikamete çevrildi. kapısı resim galerisine açılan küçük kiliBu değişikliği, kafileye doğru dolu senin önünde idim. Kimseyi uyandırma ayrıca müzakere edilecektir. Muharririmiz dost devlet diplomatı dizgin gelen bir akıncı yaptı. Daha uzakdan belki içeri girebilirim, belki açıktır kapısı diye düşündüm. Tahminimde ya nın İtalyan Habeş ihtilâfı hakkındaki tan önemli bir haber taşıdığını sezdiren bu nılmamışım. Biraz 6onra resim galerisin fikirlerini öğrenmek istemiş. Kâzimî Han atlı, hem ırlanılan marşı kesmiş, hem büde idim. Her taraf zifiri karanlıktı. Bü hâd bir safhaya giren bu vaziyete dair mü tün. akıncıların gözlerini kendi üzerine yük pencereleri ve demir kapakları sıkı cerred bir mütaleada bulunmanın kabil ve çekmişti. Mustafa da yoldaşları gibi medoğru olmadığını söylemiş, bu du raka kapıldığından Maryayı dahi unutsıkı örtülmüştü. rum karşısında îranın hattı hareketi ne muştu, İskender Beyin yanına yaklaşan Fakat galeride ilerledikçe bir gürültü olacağı sualine de: atlının neler fısıldadığını anlamak ihtiyacı duymağa basladım. Bu bir gürültü de « Haricî siyasetimiz ve bütün mua içinde kıvranmıya başlamıştı. Başbuğ ğil, bir hırılh idi. Nedir diye anlamak hedelerimiz tamamen Uluslar Kurumu durduğu için bütün kafıle de durmuştu. üzere dıkkatle önüme bakmca dehşetle prensiblerine istinad eder ve onların tam Atlar bile soluk almıyordu, tutsaklar neolduğum yerde tevakkuf ettim. Kapağı tatbiki gayesile çalısıyoruz» demiştir. feslerini kısarak yorgunluk çıkarıyorlar aralık kalmış bir pencereden süzülen ay dı ve bütün kulaklar öne, en ileriye di ışığında havada basaşağı bir insan kafakilerek bir şeyler sezmeğe savaşıyordu. sının sallandığını görmüştüm. Atlı sözünü bitirir bitirmez selâm veBürhaniyenin KaDaha dikkatle bakmama vakit lcal rip geri çekildi ve îskender Beyin gür sesi madı, odaya büvük elektrik fenerlerile raağaç köyü muh yükseldi: tarı Mustafa 30 aiki insan girdi. İkisini de tanıdım. Biri ğustos bayramı mü Alay beyleri yanıma gelsin! Baltimore, dığeri de uşak Torringdi ve nasebetile Atatür Üç dakika sonra da alay beyleri tabacağından tavana asılmıs sallanıp du • kün yağlıboya res rafından bölükbaşılar çağırıldı, onların aran da genc Granby. Derhal fırladım mini müzayedeye rasında Mustafa da vardı ve artık gelen Ve o dev gibi herifin üstüne atıldım. Hü çıkararak Hava kuhaber, bütün kafileye yayılmış oluyordu: cumum pek anî olduğu için kendıni mü rumuna 82 lira 95 İleride düşman var!.. dafaa edemedi ve yere yıkıldı. Onu üst kuruş temin etmiş Bir akıncı için bu haberin en doğru anlamı «düğün var, şölen var, eğlence üste attığım yumruklarla iyice sersemlet tir. Bu hamiyetli var, donanma var» demekti. Çünkü düştim. Sıra ihtiyar uşağa gelmişti. Onunla vatandaşı tebrik ederiz. Mustafa manla ancak çarpışılırdı. Çarpışmak ise uğraşmağa lüzum yoktu. Onu yalnız ço akıncıların tanıdığı, sevdıği, aradığı ve cuğu kurtarmak için bana yardım etme Bir dolandırıcı yakalandı bulamayınca üzüldüğü şeydi. Kavgasız sini söyledım. Polis, bir banka ile birkaç tecimen geçen bir gün akıncılar için heder demekTam vaktinde yetişmişim. Eğer ço dolandıran bir sahtekân yakalamıştır ti, o günü yaşamadıklannı sanırlardı. Şimcuk beş dakika daha asılı kalsaymış ö Şükrü isminde bir açıkgöz, sahte imza a di ileride düşman bulunduğunu isitince dülürmüş. Getirttiğimiz doktor bunu böylı tarak bir bankadan para almış ve sahte ğüne çağırılmışlar gibi neşelenmişlerdi, bımektublar yazarak piyasadaki tecimensöyledi. yıklarını bükerek ve palalarını okşıyarak İki canî Londra hapisanesinde bulu leri dolandırmıştır. Polis işi vaktinde ha sabırsızlanıyorlardı, düğün yerine koşmak ber alarak dolandırıcıyı yakalamıştır için son emri bekliyorlardı. nuyorlar. Genc Granby insanlardan fe Tahkikat devam etmektedir. nalık gördükten sonra artık perilerden Düşman kimdi?.. Bunu hiçbir kimseÜçüncü kattan düşüp nin sorduğu, araştırdığı yoktu. Çünkü ve hortlaklardan korkmaz oldu. Şarlon yaralandı kesilecek başın, koparılacak kolun, parçaisminde güzel ve zengin bir kızla evlenAzabkapıda 22 sayılı dökmeci dük lanacak belin cinsini, cibilliyetini aramak di. Onun cihazile bana olan borcunu okânında çalışan çırak Hasan, dükkânın yersiz bir işti. Akıncılar için gerekli olan dedi. Şimdi çok mes'uddur. üçüncü katından sokağa düşerek ağır su sey, «düşman» ın kılıç tutabilecek bir Aimancadan çeviren: rette yaralanmıştır. Yaralı Sen Jorj kıratta olmasıydı. Bu değeri taşıyan bir SÜVEYDA H. hastanesine kaldırılmıştır. adamın spyunu, sopunu araştırmak ha Hamiyetli bir köylü tırlarına bile gelmezdi. Gerçi şu v*e>a bu diyar halkının yiğitliklerine, savaşta be cerıkli davrandıklarına dair sözler, hikâyeler işitiliyordu. Lâkin bunların akıncılar çın «masal» olmaktan fazla bir değeri yoktu. Onlar, tavşandan aslana kadar her avın nasıl yakalanacağmı bilen kahra manlardı. Ne tavşanı ürkek, ne aslam cesur tanırlardı. İkisıne de ayni gözle bakarlardı ve ikisini de ayni kolaylıkla yıkarlardı. Düşmanlan da o gözle görüyorlardı. Uzun veya kısa bir zaman içinde yakalanan av zümresinden sayıyor lardı. Bununla beraber kendılerini beklemek nezaketıni gösteren düşmanın kim olduğunu öğrenmekte de gecıkmemişlerdi. Bunlar, Mişel Silâcı ve Greguvar Lâbatan adlı iki büyük şövalyenin kumandası ıltında toplanmış karışık bir kütleydi. İçerinde yarım duzune mıllet içınden gelme sılâhsorlar vardı. , h N ... iskender Bey, alay beyleri. ortTar Aa bölükbaşıları vasıtasıle, başka bir akıncı kafılesi tarafından gönderilmış olan haberi bütün yoldaşlara bıldirdi, Mışel Silâcının Macar tahtında oturan Matyas Korvenin dayısı olduğunu ve onların büyük bir kuvvetle kendılerini Bozaziste beklediklerini yaydı. Bozazis Semendireden otuz bin adım uzaktadır. O sırada Belgrad henüz alınmadığı için Semendire, Türklerin Tuna kıyılarında en önemli bir hareket merkezivdi. Mihal oğlu Ijkender, oradan akına çıkmıstı ve gene oraya dönüyordu. Onun yürüdüğü yol çok zikzaktı, garbe, şarka ve şimale doğru birçok kıvrılışlar yap mış, umulmıyan yerlere kadar ilerlemiş ve umulmıyan yerlerden dönerek Semendire yoTlınu tutmuştu. Mişel Silâcı ile Greguvar Lâbatanın iyi bir hesabla hareket ettikleri anlaşılıyordu. Onlar, ele avuca sığmıyan şu aslanlar alayını Istiryada, Karinitada, Karinbolada, Dalmaçyada, Hırvatistanda kovalamanın, yakalamanm ne kadar güç olduğunu düsün müşlerdi, yurdlarına dönecekleri sırada pusuva düşürülmelerini doğru bulmuş lardı. Yalnız pusunun duyulacağını hesablamamıslardı. Bundan dolayı büyük bir güvenle bekliyorlardı, Mihal oğlunu tuzağa düsüreceklerine inanarak silâhlarını keskinleştiriyorlardı, günleri sayıyorlardı. İskender Bey için şu haberi aldıktan sonra yolunu değiştirmek çok kolay bir isti, kafileyi pusuda bekliyenlere görünmeden Semendireye ulaştırabilirdi. Fa kat o. basbuğluğunu vaptığı yiğitlerden ayrı düsünür, ayrı zevk besler bir adam değildi. Bir yerde düşman bulunduğunu isitİD te üzerine yürümemek onun da elinden gelmezdi. (Arkası var) Bostancıya çift tramvay hattı Suadiyeden Bostancıya kadar yapılmakta olan ikinci tramvay hattının ınşaatı bitmiştir. Bu suretle Suadiyeye kadar olan çift hat Bostancıya kadar uzamış bulunmaktadır. Dünden itibaren tramvaylar Bostancıya çift hat üzerinden işlemeğe başla mışlardır. Bursa (Özel) Bursa öğretmenlerinden 110 kişi beraberlerinde müfettiş ler de olduğu halde İzmirin kurtuluş bayramında bulunmak üzere şehrimizden İzmire hareket etmişlerdır. Bursa öğretmenleri İzmir civarmda tetkikat yapacaklar ve birkaç gün kaldıktan sonra avdet edeceklerdir. İzmire giden Bursa öğretmenleri

Bu sayıdan diğer sayfalar: