25 Eylül 1935 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6

25 Eylül 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CUMHÜRÎYET 25 Eylul 193S Küçükj hikâyeî Siyah Piyeret Modern cerrah Pariste bir Türk doktorunun muvaffakiyeti İki senedenberi Paris Tıb Fakültesinde modern umumî cerrahî ile beraber dimağ cerrahisine de çalışan doktor Bay Cafer Tayyarın modern cerrahî üzerinde bizzat kendi tetkikleri mahsulü olarak tertib ettiği tez kitab halinde de neşrolunmuş ve büyük bir muvaffakiyet kazanmıştır. O kadar ki az zamanda birinci tab'ı satıhp tükenen bu kitabın ikinci bir baskısı daha çıkarılmıştır. Kitabın esası genc Türk doktorunun kendi mesleği ve \\\ üzerinde bir teziydi. Bu tez ilkönce Tıb Fakültesi tez komisyonunca kabul ve tesdik olunmuş ve meclis kararile yurddaşımız asistan ünvanını almıştır. Yurddaşımızm tezi kitab halinde çıkınca her tarafta büyük bir takdir ve rağbetle karşılanmıştır. Doktor Cafer Tayyarın Paris ve diğer Fransız fakültelerinden pek çok tebrik mektublan almış olduğunu öğrenmek bittabi bizler için pek memnun olunacak bir sonucdur. Büyük bir şebeke Bütün memlekette kaçakçılık yapmış Gümrük muhafaza teşkilâtı cenub hududundan başlıyarak büyük bir şebekenin elinde bütün memlekete yayılmış bir kumaş kaçakçılığına el koymuştur. Kaçakçıhğı meydana çıkarmak için gümrük muhafaza teşkilâtı şeflerinden bazıları Bursa, Konya ve cenub vilâ yetlerinden başlıyarak Ankaraya git mişlerdir. Kaçakçılığa bazı fabrikalann da isimleri karışmaktadır. Anlaşıldığına gcre cenub hududlarımızdan memlekete so kulan kumaşlar bu fabrikalarda imal edilmiş gibi gösterilmiştir. Hatta bu fab rikalardan cenubda olan bazıları kaçakçılar tarafından kurulmuştur. Tahkika ta bütün ehemmiyetile devam edilmek tedir. Tarihî roman : 57 Yazan: M. Turhan Tan Vilâd, Maryanm yanında Aldemiri, Aldemirin yanmda da Maryayı düşürüyordu! Fakat adının Aldemir olduğunu söyliyen bu genc Türkte bu yolu sanılacak bir durum, bir tutum vardı. Adım atışı, dönüp dolaşışı, konuşuşu çok zarif ve çok lâtif olmakla beraber bakışı yamandı. Vilâd, onu yanına aldıktan sonra belki yüz defa açılmak, kara ve iğrenc dileklerle dolu içini açmak istemişti. Lâkin Aldemirin o yaman bakışile karşılaşır karşılaşmaz dili tutulmuş, yüreği burkulmuş ve bütün cesareti kınlıvermişti. Kendisile onun durumunu karşılaştırınca erkek bir aslana gönül veren, ona aşk buketleri sunmak istiyen bir dişi tavşan vaziyetinde bulunduğunu sezer gibi oluyordu, hırsından kıvranmıya başlayırodu. Arasıra bu dişi tavşarjlıktan kurtulmak, hiç olmazsa bir dişi kurd kadar boybos sahibi olmak, gür sesile, heybetli yelesile, sonsuz bir güc temsil eden olgun ve dolgun endamile kendini çileden çıkaran aslana yanaşmak isterdi. Fakat ne yapsa, sezdiği gerçeklikten, cılızlıktan sıyrıla mazdı, Aldemire karşı zayıf ve çelimsiz bulunmaktan kurtulamazdı. Ona bu küçüklüğü, bu çelimsizliği, bu dişi tavşanlığı hissettiren hep onun bakışıydı. Elinden gelse Aldemire kalın ve siyah camlı bir gözlük takacak, o büyü püsküren bakıştan kurtulacak ve dişi bir kurd saldırışile aslana yanaşacak, aşk ve merhamet dilenecekti. Lâkin delikanlıdaki nurlu, gururlu bakışlann en kalın camları da deleceğini düşünerek o düşünceden vaz geçiyordu. Fakat atılmak, bir hamle yapmak ta onun için önüne geçilmez bir ihtiyaçtı. Glin geçtikçe kara ve iğrenc dilekleri kabarıyordu, damarlarını parçalıyacak derecede coşkunlaşıyordu. Vilâd, içinde dalgalanıp duran bu kötü ve murdar dilekleri ortaya atmazsa çıldıracağını anlıyordu. Bu sebeble düşünüp taşındı, Aldemiri avlamak için bir tuzak kurmıya karar verdi. Onu Marya ile tanıştıracak, şarab içmeğe ahştıracak ve delikanlının bir taraftan kadın kokusu, bir taraftan şarab dumanile sarhoşlamasından istifade edecekti. Vilâdın böyle bir düşünceye sapma sında ruhî bir ıstırarın da tesiri vardı. Erkek düşkünü bir kadın ihtirasile Aldemir için yanık özlemler taşıyan sefıl adam, ayni zamanda Maryayı da seviyordu, onun önünde kadınlık itiyadlarından ayrılıp ateşli bir erkek oluyordu. Halbuki kıskançtı da Ondan ötürü Maryayı Aldemire göstermiyordu, iki genci birbirinden uzak bulunduruyordu. Bu, kendini de ikiye bölünmek ihtiyacına çarpıyordu. Çünkü Maryanın yanında Aldemiri, delikanlının yanında da genc kadını düşünüyordu. Delikanlının büyü püsküren bakısları önünde duygulannı ve dileklerini haykırmaktan ürkünce bir taşla iki kuş vurmak kabilinden bir plân çizivermişti. Onlan karşılaştırmak ve Aldemiri sarhoşlatmak temeline dayanan bu plânda kızın delikanlıya, onun da kıza uzaktan merhaba demeleri de vardı. Kıskanc sefil, iki sevgilisini bir anda görmek, birine bakıp bozuk ruhunda kökleşen kadmlaşma ihtiyacını *e öbürüne bakıp yaratılışındaki aç sırtlan iştihasını avutmak ve fakat iki genci birbirihe yabancı bırakmak istıyordu. Bu karışık bir plândı. Lâkin Vilâd, kendine güveniyDrdu. Maryanın kamçılanmaktan, hançerlenmekten, Aldemirin de kazıklanmaktan korkarak gencliğin zoruna göğüs gereceklerini, birbirine gönül vermekten çekineceklerini umuyordu. îşte insan hayatında bol bol görünen gafletîerden biri de budur. Kimi debdebesine, kimi servetine, kimi şöhretine güvenen nice insanlar görülmüştür ki tabiatin hükümlerine tahakküm edebileceklerine inanmıslar ve bu yüzden maskara olmuşlardır. Evlerinin bir yanında düzünelerle genc kız, öbür yanında düzünelerle genc erkek bulundurup ta onlardan etek temizliği bekliyen, sonunda bir sürü piçin babası sayılmak durumuna düşen adamların sayısını oranlamak mümkün müdür?. Bunların taç giyen takımı tarihlere de geçmiştir. Sözgelimi Harunürreşid ve Humariveyh!.. Harunürreşidi herkes bilir. O, Çin hududundan Atlasde nizine kadar uzayan bir ülkenin hükümdarıydı. Haznesine su gibi altın, ayaklarının altına gene o bollukta yüzsuyu dökülüyordu. Bir kölesine bir ülke bagışlıyabiliyordu, tacidarlar elinden ülkeler alıyordu. Bu kudret, bu servet ona tabiatin hükümlerini de yenebileceğini umdurdu, candan sevip te her gece yanında bulundurmak istediği Bermek oğlu Caferle kendi kızkardeşi Abbaseyi zifafsız bir nikâhla birleştirmek tuhaflığını yaptı. Onun düşüncesine göre bu nikâh yüzünden Caferle Abbasenin bir yerde buluşmalan mümkün olacaktı. Kendince pek gerekli olan şey de bu idi. İkisini de çok seviyordu ve ikisinin de saz ve şarab meclislerinde yanında bulunmalannı istiyordu. Lâkin bir Halife kızının bir vezirle evlenmesine anane müsaid olmadığından onların karı koca olmalarına da muvafakat edemiyordu. Bundan ötürü zifafsız nikâh çaresini bulmuştu. Caferle Abbasenin kendinden korkup genclik ve nikâhlılık haklarından istifade etmeği düşünmiyeceklerine inanıyordu. Bu inancın ne kadar gülünc olduğunu tarihler yazıyor: Genc Abbase ve genc Cafer, Halifenın sözüne değil, tabiatin hükmüne uydular, aralarında dernek ve gerdek kurdular, iki tane de yavru çıkardılar. Harun, yıllardan sonra bu işi haber aldı, tabiate ceza veremiyeceği için onun sözünü dınlemek zorunda kalan masumlan mahkum etti, parçalattı. Humariveyh Mısırda saltanat süren Türk hükümdarlanndandır, Tulun oğullarındandır. O da sarayında binlerce halayık ve bınlerce köle bulunduruyordu. Kendısi sabahtan akşama kadar durup dinlenmez, yorulup uyumaz kuduz bir kelcbck ^ibi kumral bir saçtan, sivah bir göze, ak bir gerdandan, esmer bir yanağa akıp giden o binlerce dişinin ve erkeğin put gibi duygusuz, hareketsiz kalacaklarını sanıyor du. Halbuki onlar da tabiatin çocuklarıydı, başlarında taçları, altlarında tahtlan yoksa da damarlarında kan, göğüslerinde yürek vardı. Onun icin bir gün, iki gün d;şelrini sıktılar, tabiatin kendılerine aşıladığı ihtiyacları yenmeğe çalıştılar. Sonunda bütün varlıklar gibi o ihtiyaclara boyun iğdiler, dılsiz ve dilmaçsız anlaştılar, hükümdarm iri kilitlerle kapattığı demir kapılan kolayhkla aştılar, birbirlerile buluştular ve sarayda eşsiz bir gerdek âlemi kurdular. Humariveyh te tabiatin kıla » vuzluğile kendi şerefi aleyhine kazanılan bu zaferi pek geç duydu, çoğu ana olmak üzere bulunan halayıklarla onlan bu tabiî zevke kavuşturan erkekleri toptan ölüme mahkum etmek istedi. Lâkin aşkın tadını alan, hayatın öz anlamını sezerek gözleri açılan köleler ve halayıklar onu memnun etmek için ölmek istemedıler ve kendini öldürdüler. Vilâd, kudreti bakımmdan Harunun kölesi, Humariveyhin de belki köpeği olamazdı. Lâkin gaflet ve nefsine güven bakımmdan onlarla bir ayardaydı. O da tabiatin hükümlerine tahakküm edeceğini umuyordu, bu umuşla da iki genci bir arada bulundurmakta mahzur görmüyordu. Bu, ateşten yakmak ve pamuktan yanmak hassasını kaldırmamak istemeği f andıran bir iştir. (Arkan var) Bulgarlar ve Boğazlar (Bas tarafı birinci aahifede) tırıldığını ve bunun için de bu muahedenin değismesi lâzım geldiğini yazarlar. Yani Bulgar dostlarımız işleri iki türlü arşınla ölçerler. Bakınız 20 eylul tarihli Mir gazete sinde, gazetenin Cenevre aytarı (Tür kiye ve Boğazlar meselesi) diye yazdığı bir makalede Dış îşleri Bakammızın Uluslar Kurumunun son içtimaında Boğazlar meselesini yeniden mevzuu bahsetmesi münasebetile şunlan yaz maktadır: cTevfık Rüştünün bu diyevi (beya natı) ne demektır? Tevfik Rüştünün bundan evvelki diyevlerine bakarsak mevcud muahedeler demek Nöyi muahedesi demektir. Türkiye Dış îşleri Bakanının gene bu eski diyevlerine nazaran bu muahedede yapılacak değişik likte 1919 senesinde Bulgaristana zorla kabul ettirilen ve tatbiki artık im kânsız olan süel (askerî) ahkâmm en sonunda değismesi demektir. Tevfık Rüştü bu diyevi ve bundan evvelki diyevlerile Bulgaristana zorla kabul et tirılen Nöyi muahedesinden askerî ahkâmm kalkmasile Türkiyenin 1923 se nesinde Lozanda kendi arzusile kabul ettiği bir muahedeyi birbirine bağla maktadır! Alvers başmı şiddetle salladı: Beni düşündüğünüz için çok tesekkür ederim dostlarım, dedi. Fakat mümkün değil, ben karnavala gidemem! Ve dostları ısrardan vaz geçip te onu kahvede her akşam oturduğu masada en samimî dostu olan doktorla yalnız bıraktıklan zaman Alvers: Biliyor musun, dedi, ben neden karnavala gitmeğe tövbe ettim? Ve onun sormasını beklemeden devam etti: Ellinorun yüzünden ben karnavala gitmiyorum. Ellinorun yüzünden miî diye arkadaşı hayretle sordu. Evet, onun yüzünden! Zaten ötedenberi sana ondan bahsetmek istiyoıdum. Fakat nedense sen şimdiye kadar bir kere bile bana onu sormadın. Sana ondan bahsetmek istemedim de ondan. Esasen onu şimdiye kadar unutmuş olduğunu zannedıyorum. Evet ondan ayrılmanın senin için güç olduğunu biliyordum. Fakat ikiniz için de bu şekil daha hayırlı idi. Aranızda büyük yaş farkı vardı. Muhakkak sonunda sen çok pişman olacaktın. Alvers içini çekti. Kahve tenhaydı. "Kahvenin sahibi olan kadın onlara her akşamki itiyadlan üzere viskılerini getirdi ve hatıratının seüne kapılmış olan Alvers anlatmağa başladı: Hepiniz bu izdivacın olmamasını söylüyordunuz: «Siz ikiniz ayn, ayn âlemlerdensiniz. Yaş farkı var sakın ha» diyordunuz. O da kendisile evlenmek istemediğimi görünce genc bir adamla tanıştı ve onunla evlenmek için benden aynldı. Bir senedenberi ayrılrr.ış bulunuyorduk. Onu kaybetmiştim ve onsiız yaşamak hakikaten önceleri beni çok bedbaht etmıştı. Fakat zamanla insan her şeye alışıyor. Gene böyle bir karnaval gecesiydi. Arkadaşlar istedi, ben de istedim. Baloya gittik... Ben dans etmem bilirsin, masama oturmuş, müthiş içiyordum. Birbiri arkası sıra ve eğleniyorduk. îşte tam bu sırad.a oradaki masalann bırinde Ellinorun kocasını gördüm. Yanmda küçük, sarışın bir kadın vardı. Ko'.unu onun boynuna dolamıştı ve kadın da başını onun omzuna dayamıştı. Kadını tanıdım, onun şerikinin karısıydı. Kocası da baloda bulunuyordu. Belki böyle beraber yanyana oluşlannda bir fevkalâde'ık yoktu. Fakat Ellinorun aralarında bulun mayışı benim nazan dikkatimi celbetti. Bir başkasına sordum. Omuzlarını s'lkti. Bu omuz silkiş, ayni zamanda bosboğazlık etmek ve etmemek istiyen insanların yaptığı bir harekettir. Canım sıkıldı, bu adama kızdım. Ellinorun aldahlması beni hiddhetlendiriyordu. Yerimden kalk tım. Dolaşa, dolaşa bir kenarda yer buldum. Burası baloda dans ederken anlaşıp ta başbaşa kalmak istiyenlerin işine yarıyacak bir yerdi. Kocaman bir masa ve büyük bir kanape... Birdenbire masada oturan siyah bir piyeret nazarı dikkatimi celbetti. Kalbim çarparak ve içim yanarak ona baktım, onu hemen tanjmıştım. Evet bu piyeret benim Ellinoruındu. Kendisini biz de özel çalışmalarile şahsına olduğu kadar ulusal Türk hayatına da kazandırdığı şeref ve itibardan dolayı denbire dudakları hareket etti. Dudaklatebrik ederiz. rı kımıldadı ve nefesi kadar hafif bir sesle bana: «Öp beni» dedi, iğildim, onu öptüm. Fakat sanki bir ölüyü öpmüsüm gibi garib bir his bütün vücudümü deh (Baş taraft birinci aahifede) şetle titretti: Ona bir söz söylemeden maiyetimdeki sübay ve eratın İstanbulun bakmakta devam ediyordum. siyasal, süel, deniz ve uçak başkanlanna Birden yanımda yüksek sesle konusul ve misafirperver şehir ahalisine karşı bize duğunu duydum. Başımı çevirdim, be gösterdikleri mebzul ve samimî tezahünimle beraber baloya gelmiş olan iki ar rattan dolayı derin teşekkürlerimi arzetkadaşım yanımdan geçiyorlardı. Bilmi mek isterim. Bu tezahürat iki ulus arayorum, neden yerimden kalkıp onlara sındaki dostluğun temellerinin mütekabil yaklaşmağa ve onlara bir söz söylemeğe sempati ve takdirkârlık olduğunu gösterkendimi mecbur addettim. Beni görmüş miştir. olduklannı zannetmistir. Halbuki onlar Bilhassa îlbay Muhiddin Üstündağ, beni görmemisler. Arkalarından bir iki îstanbul Süel Komutanı General Halis, adım gittim. Niyetim: «Eve dönüyorum» «Mecidiye» kumandanı İhsan ve demek ve belki de Ellinoru alarak balo Tayyare Komutanı yarbay Şefik dan uzaklaşmaktı. Döndüğüm zaman o ve Tayyare Cemiyeti Başkanı Isnu olduğu yerde bulamadım. Her tarafı mail Hakkının buradaki günleri dolaştım. Hicbir yerde yoktu. Kocasının mizi memnuniyetle geçirmemiz için bi masasma kadar gittim... Yok... Yok... ze gösterdikleri asil ve necib hislere karYoktu. Bir hayal gibi gözümün önünden şı duyduğum memnuniyet ve minnettarkaybolmuştu. lığı da söylemek isterim. Ertesi sabah öğleüstü evime Ellinor Dost devlet mümessillerinin bu teza dan «u mektub geldi: hürleri gibi sübaylar, denizci, uçakçı kıt'a«Benim bırıcık dostum, larımız arasında görülen samımiyet ve arŞimdi her şey geçti. Halbuki sen bana kadaşlık iki milletin dostluk bağlannı kuvher zaman açık olmıyan şeylerden nefret vetlendiriyor. ettiğini söylerdın. Her şeyin ne olduğuBende mevcud olan derin inanclara nu anlamak istiyordun ve daıma bunun tercüman olurken Türk milletinin necib için benimle kavga ediyordun. Çünkü Jıislerini Yunanistana götürmeğe borclu ben sana hiçbir zaman hakikati söylıye olduğumu da hissediyorum. Bu tezahürmemistim. Fakat işte şimdi söylüyorum ve ler Yunan kamoyunda (efkârı umumiyebu ölümümden evvel söylediğim son söz sinde) esasen mevcud olan dostluk temaolacaktır. Ben yalnız seni sevdım. Beni yüllerini daha ziyade kuvvetlendireceğine terkettığin gündenberi de ruhum ölmüş eminim.» tü. Şimdi de bedenim ruhumu takib edeYalanlanan bir haber cek. Evet, yalnız seni sevdim.» Atina 24 (Özel) Siyasal durumun Senin Ellinorun buhranlı olması dolayısile İstanbulda bu Misafirlerimiz gitti Mektub elımden düştü. Bir felâket vuku bulmuştu. Genc kadın muhakkak kendine bir şey yapmıştı. Evlerinin adresini bilmiyordum ki hemen evlerine gideyim. Fakat her türlü ihtiyatı unuUrak kocasını büroda aradım. Büroda yokmuş. Bana evinin adresini verdıler. Eve gittiğim zaman bana kimse kapıyı açmadı. Yalnız tahkikat netıcesınde akşamüstü meseleyi anladım. Kocası baloda arkadaşlarile beraber çıkmış ve sabah kahvesini içmek üzere onları evine davet etmiş ve eve geldıklerı zaman kansını yatağında ölü bulmuş... Böyle bir genc kadının kendisini öldürmesine sebeb nedir diyeceksin... Vallahi bu nevi ölümler bizim tahminimizden çok daha sık oluyor. Onu tanıyan kadınların birçoğu kocası başka bir kadma âsık olduğu için kendini öldürdüğünü söylediler. Diğer taraftan Ellinor ölümünden evvel bana beni sevdiğini yazmış bulunuyordu. Vakıâ bu bir plân olabilirdi. Kimbilir belki de böyle bir mektubun eşini kocasına da yazmıştı. Hem o her akşam uyku ilâcı alırmış.. Belki de yanlışhkla miktarını biraz fazla kaçır mıştı., Herkes bir şey söylüyordu, onun ölümünü bir şekilde izaha çalışıyordu. Yalnız ömrümün sonuna kadar izah edemiyeceğim şey nasıl olup o gece onu baloda görmüş olmamdır. Çünkü hizmetçisine her şeyi sordum. O bana anlattı. Mösyönün karnavala gittiğini, Madamın evde yalnız kaldığını biliyor. On birde bir daVakıâ yüzünde küçük bir maske var kika evden çıkıp posta kutusuna bir mekdı amma yüzünün yarısını kapıyan bu tub atmış, sonra yukarı çıkmış... Ve bir maske nasıl olurdu da bana onu tanıt daha sabaha kadar odasını terketmemiş. mazdı? Onun kocaman siyah gözlerini; Hikâyeyi sessiz, sessiz dinliyen doktor deli gibi sevmiş ve elân sevmekte olduğum güzel gözleri ben nasıl tanımazdım? kendini tutamadı ve arkadaşınm sözünü kesti. îpnotize olmuş bir insan gibi doğru o Fakat bu olur şey değil, dedi. Sen nun yanına gittim ve selâm bile vermeden. onu baloda görmüşsün. konuşmadan masasma oturdum. Gözlerini Evet, fakat bütün gayretime rağbana çevirdi. Bu gözleri bir keder ve men nasıl olup ta ona o karnaval gecesi gözyaşı bulutu örtmüştü. Evet, aramızda baloda rastgeldiğimi izah edemedim.. Oo sessiz mücadele başladığı zamanda olnun evi terketmediği ne kadar muhakduğu gibi bu gözler kederli ve gözyaşlı kaksa, benim ona baloda rastgelışim de idiler. Boğuk bir sesle: «Ellinor» diye o kadar muhakkak... fısıldadım. Damarlarımdaki kan şakakİki dost uzun müddet sustular. Sonra larımı geriyor, boynuma ufak ufak darEllinordan bahsettiler. Fakat karnaval beler vuruyordu. Cevab vermiyordu. Onda gayritabiî bir hal vardı. Bana bak dan artık hiç konuşmadılar. nakta devam ediyor, fakat bir söz söyJemiyordu. Sonra bana öyle geldi ki birDanimarkncadan çeviren: SÜVEYDA H. Biz gene bu sütunlarda bu iki mesele arasında hiçbir bağlantı olmadığını birçok defalar yazdık! Hukukan Türkiye Nöyi muahedesini imzalıyan taraflardan biri değildır! Onun için de mu ahedenin değışmesinde rey sahibi ola maz! Nöyi muahedesinin hiçbir yerinde Bulgaristana zorla kabul ettirilen tak yidatla Boğazlar rejimi arasında bir bağlantı olduğu yazılı değildır! Ne manevî ve ne de siyasa noktai nazarından iki mesele arasında bir bağlantı yok tur! Nöyi muahedesile konulan takyi dat zorla konulmuş ve fevkalâdedir! Lozan muahedesile konulan Boğazlar rejimiyse serbest olarak kabul edilmış, tam normal bir harekettir, çünkü arsıulusal bir yolda herkesin serbestisini ve lunan Yunan fılosunun hemen tersaneye müsavatım temin etmektedir! Onun idönmesi hükumetçe emredildiği hakkında çin de Nöyi muahedesinin askerî ahkâParis radyosunun yaydığı haber resmen mında bugün ve yahud yarın yapılacak yalanlanmıştır. bir değişiklik Boğazlardaki bugünkü rejimin değişmesine asla bağlanamaz! Acaba o zaman Tevfik Rüştü bu diye vile böyle bir hal vukuunda Türkiyenin Boğazlar meselesınde serbest olarak istediği gibi hareket edeceğini mi bize söylemek istiyor?! Biz böyle birşeye ihtimal veremiyoruz! Çünkü serbest olarak kabul edilen muahedelerin bu suretle ihlâl edılmesi zamanı çoktan geçmiştirü Böyle bir hâdise vukuunda Uluslar Kurumunun bu azası, herkesin hücumuna hatta misaktaki ceza tedbirlerinin kendisine karşı tatbikma da maruz kalabilirü (Bulgar dostlarımız galiba bu vazifenin kendılerine veril mesini Uluslar Kurumundan istiyecekler!) Fakat yukarıda da yazdığımız gibi Tevfik Rüştünün diyevinden çıkan mana bu, değıldir! Onun gayesi kanunî yollarla Boğazlardaki bugünkü rejimin değiştirilmesıdır. Fakat böyle bir iş^ icin Nöyi muahedesinden askerî ahkâ mın kaldırılmasını ileri sürmek doğru değildir! Bununla işin hallolunacağı çok şüphelidir! Çünkü her iki muahede arasında hiçbir bağlantı yoktur. Birisi tam bir takım takyidata birisi ise Boğazların serbestısine aiddir!» Hâlâ taş devrinde yaşıyan insanlar 1935 Avrupa güzellik kraliçeleri MEMDUH TALÂT TEZEL ADLfYEDE îki cinayet karan Okyanusya kıt'asmda İngilizlerle Hulandalıların müşterek idaresi altında bulunan <Yeni Kine» adasının sık or manları içinde İngiliz kâşiflerinden Mister Hides yarı vahşi yeni bir insan tipi meydana çıkarmıştır. Resmini gördüğünüz bu adam tıpkı tarihten evvelki taş devrinde yaşıyan insanlardan biri gibidır. Elındeki taş alet te aynen o devirden kalma aletlere benziyor. Bundan bir müddet evvel Süleymarîyede bir gün aralarında çıkan kavga üzerine Hacı Omeri öldürmekle suçlu Karakaş Hüseynin Ağırceza mahkemesinde devam etmekte olan muhakemesi dün bitmiş, on beş sene hapsine karar verilmiştir. Fakat yaşının küçük olması ve affı umumî kanunu gözönüne alınarak bu ceza yedi buçuk seneye indirilmişlir. Geçen sene Usküdarda Cemal ile Rıza isimlerinde iki arkadaş arasında bir alacak yüzünden kavga çıkmış Cemal bu sırada yerden taş alarak Rızanın başına atmıştı. Rıza da başından aldığı yaranın tesirile bir müddet sonra ölmüşlü. Cemalin bu suçtan dolayı Ağırceza mahkemesınde yapılmakta olan muhakemesi dün biterek üç sene hapse konmasına karar verilmiştir. Amerikada 400,000 maden işçisi grev yaptı Nevyork 24 (A.A.) Sendikalist şeflerın haber verdiklerine göre, takriben 400,000 maden işçisi, bitümlü kömür madenleri grevıne iştirak etmişlerdir. Muhtelif A\Tupa milletlerinin 1935 senesi için memleketlerinde yaptıkîarı güzellik müsabakasmda şu genc kızlar kraliçe seçılmişlerdir. Soldan itibaren sıra ile üst sıra: Çekoslovakya, Siberya Rus, İtalya; alt sırada: Çin, Ispanya, Fınlandıya, Yugqslavya güzellik kralıçeleri.

Bu sayıdan diğer sayfalar: