19 Kasım 1935 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

19 Kasım 1935 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

19 İkincltcşrin 1935 CUMHURfYET Yukarıki Ege notları: 3 Biz bize Propaganda Geçen gün, Viyanada çıkan Neue Freie Presse'de şöyle bir haber vardı: «Türkiye Cumhuriyeti hükumeti şimdiye kadar kullanılan bey, ağa, efendi gibi asalet tabirlerini kaldırmış, yerine erkekler için bay, kadınlar için de bayan kelimelerini almıştı. Son zamanlarda bunlann da değiştirilmesine lüzum görülmüş ve başka birşey bulunamadığından fransızcada olduğu gibi Monsieur, Madame ve Mademoiselle kelimelerinin alınmasına karar verilmiştir.» Memleketimiz hakkmda, cevabsız kalan uydurmar ve gülünc yazılar şu yukandaki haberden ibaret değildir. Avrupa gazetelerinde sık sık buna benzer, bazan bundan daha beter iftiralara raslıyoruz. Bu yazılann bir kısmı bizi çekemiyenlerin eseridir. Fakat bence bunların büyük bir ehemmiyeti olamaz. Yabancı memleketlerde neşredilen yanlış yazıları, ora matbuatına Türkiye hakkmda doğru malumat verebilecek bir memba bulunmamasından ileri gelıyor. Birçok milletlerin propaganda bakanlıkları ihdas ettikleri bu zamanda, bız ecnebi matbuatının hakkımızda yazdığı yazıları bıle okumuyoruz. Okusak, yanlışları düzeltmeğe lüzum görmüyoruz. Matbuat Müdürlüğünde bu işten mes'ul bir makam yok mudur? Orada dünyanın bellıbaşlı gazeteleri takib edilmez mi? Bu gazetelere memleketimiz ha.kkında bilinmesi lâzım gelen malumat gönderilmez mi? Bize komşu sayılacak kadar yakın olan Viyanada böyle yazılar çıkarsa, Londrada, Nevyorkta neler yazılmaz! Türkiye için bir propaganda bakanlığına lüzum görmüyorum. Yaptığımız işler propagandaya muhtac olmıyacak kadar büyüktür. Fakat yaptıklarımızın, olduğu gibi görülmesini isteriz ve bunlann ters gösterilmesine tahammül edemeyiz. Bizi dünyaya olduğumuz gibi tanıtmak, hakkımızdaki iftiralan düzeltmeğe çalışmak Basın Direktörlüğünün vazifesidir. Hatırlatıyorum. Afyon için alınan tedbîrler neden fayda vermedi? Mubayaa yerinin Istanbul intihab edilmesi afyon müstahsilinin hiç işine yaramamıştır 934 senesinde Başbakan Ismet İnönü, Ödemişe kadar bir seyahat yapmıslar dı. Gölcük yaylasından verdikleri bir emirle, çiftçi o yıl özlü bir yardım gör müştü. Emir, Inhisar îdaresini, çiftçiden hurda incir almağa sevkediyordu. Bu alışın faydalı olabilmesi için de her hurda bu lunan kasaba ve nahiyelerde birer kantar, daha doğru bir tâbirile hurda olan yer lerde birer alış şubesi açılması lâzımdı. Merkezden ve Izmir Başmüdürlüğünden iki salâhiyettar zat, bu işe memur edilmisti. Bu iki zat, çiftçinin ayağına kadar giderek alınacak mahn nerelerden alınması lâzım geldiğini, mubayaa me murlarının çiftçilerle karşılaşabilmesi için tutulması icab eden yolu ve tertibatı almıslardı. O güne kadar hurda fiati, 70 para idi. Hem de piyasa hiç te sıcak değildi. İnhisar İdaresi fiati 3,5, üç otuz paraya çıkarınca, ikinci ellerin bu vaziyet karşısında alacaklan durumu ve mukabilinde Inhisar İdaresinin aldığı ve yahud alacağı tedbiri öğrenmek için, Ödemiş ve havalisinde teşkilâtı kuran ve çeviren salâhiyettar zate müracaat ettim. Aldığım malumattan anladım ki ted birle tatbik kolkola yürüyecek, koruyanla korunan karşıkarşıya kalacaklardır. Na sıl ki öyle de oldu... Çiftçinin bu koruma keyfiyetinden, e peyce istifade ettiği, 935 senesinde hur daların tekrar alınması için vâki olan müracaatlerden pekâlâ anlaşılmıştır. Fakat afyon için alındığı söylenilen tedbir, maalesef hurda için alınan ted birin tamamen rıddı olmuştur. Çünkü koruyan, korunanın ayağına değil, korunanı ayağına davet etmiştir. Halbuki köylü, çiftçi, afyonu yalnız değil, her mahsulü köyle kasaba arasında ancak satabilmek kudretini haizdir. Daha ılerı içın isteği bile olsa, gücü yetmez. Görülüyor ki afyon mubayaa yerinin Istanbul intihab edilmesi, afyoncunun işine yara madı. Bu da pek tabiidir. Çünkü himaye maksadile açıla»'kollar, varsın istediği kadar koruyucu olsun, korunmak istenilene ulaşamadıktan sonra ne kıymeti olabilir? Vakıâ 30 kilo afyonu bulunan için îstanbul yolu açıktır. Açıktır amma! 30 kilo afyon istihsal eden çiftçi, mem leketimizde âdeta Anka kuşu gibidir. Bü~ tün yurd için konuşamıyacağım, fakat bellibaşlr afyon mıntakası sayılan, yani is tihsal miktan önemli olan (Simav, Af yonkarahi&ar, Burdur) da otuz kilo af yon çıkaran ancak üç çiftçi vardır. Bun ların da ikisi, otuzluk evsafını doldura bilmeleri için beşer kilo ödünç afyon almaları lâzımdır. Sekiz on çiftçi bir araya gelsin de 30 kiloyu doldurSun denebilir. Bunlardan bir ikisini dinlemiş bir insanın ifadesile denebilir ki astarı yüzünden pahalıya mal olmuş işlerden biri de böyle yapmaktır. Mahallinden Istanbula kadar nakliye, tren ücreti, sırayı buluncıya kadar İstanbulda otel, lokanta, şu ve bu masraflan afyon sermayesinin yarısını tırtıklar. Bu belki iyi bir gezinti olabilir, fakat pek sıkıcı bir neticedir ... Hulâsa afyon için alınan tedbirler, hangi yoldan gidilirse gidilsin, hangi tarzda hareket edilirse edilsin çiftçinin zara nna, ikinci, üçüncü ellerin lehinedir. Çünkü kilosu sekiz liraya mal olduğu resmen tesbit edilen afyonun, çiftçinin elinden 250 ilâ 3000 kuruşa çıktığı meydanda dır. Mahsul, sahibinin elinden çıktıktan sonra dilerse 100 liraya satılsın, ne çı kar? Atı alan Usküdan aşmış olacaktır. Korunmak istenilen gene mağdur olduktan sonra, bütün emekler havaya demektir. Bugünkü hudud dahilinde dahi olsa, afyon ve afyoncuları korumak için iki yol görüyoruz: Biri koruyanla korunanın doğrudan doğruya, karşı karşıya gelmeleridir. Diğerıni de baska bir yazıda ızah etmeğe gayret edeceğiz. NEVZAD EKREM Hâl, hâlet, hâlâ, hâlen Etimoloji, morfoloji, fonetik tahlili «Ey, ubay, haldıyanın = ey, amca, HÂL sen kendini pek fazla zorluyorsun, pek fazla üzüyorsun» [ 6 ] . Kelimenin etimolojik şekli: Not: (Hâlet) ile (halad + ..) soz(0 (2) (3) leri arasındaki fark, eklerin biri (et) ve (ah + ağ + al) (1) Ah: Köktür (h = k = katego diğeri (ad) olusudur. rinin diğer harfleri). Burada şu anlam HÂLÂ lar üzerinde durmak lâzımdır: Kelime, (hâl) sözüne (ağ) ekinin ilâAh = Hareket, seyir, cereyan, yürü vesile meydana gelmiştir. (Ağ), keli yüş, gidiş, yaşayış, vaziyet; kuvvet, ta meyi «şümul» anlamı içinde tamamlıyan kat, kudret; zaman. ve onu ifadeye yanyan ektir. Yani, (hal) (2) Ağ: Kök mefhumunu temsil e sözünün ifade ettiği gidiş v. s. anlamla den objeyi gösterir. (Ah + ağ = a nnın tamam olduğunu gösterir. Meselâ: hağ) : «Cereyan, hareket, gidiş, yaşayış» «Hâlâ gelmedi» dediğimiz zaman demektir. Kars havalisinde «cereyan, «gelmesi için icab eden yürüyüş, hare mecra» anlamına (akak) şeklinde kulla ket, kuvvet v.s. tamam oldu, fakat gelnılmaktadır. medi» mânasını kastederiz. (3) Al: (. + 1). ektir: «Geniş, belNot: (Hal) sözünün «gidiş, hareket, li olmıyan, gayrişahsî, her sahada bulu cereyan» mefhumlarında tabiatile (za nur, herşey, şümul» gibi genellik mefhu man) mefhumu vardır. Onun için (hâlâ mile objeyi veya süjeyi vasıflandırır. gelmedi) ifadesini (elân gelmedi) diye Ahağ + al = ahağal = hal: Kök de anlıyabiliriz. olan (ah) sözünün bütün anlamlannı u(Hâlâ) sözünün, (h = k) olmasile, mumî ve şamil bir surette ifade etmiş olu (Kahğ) [7] şekli de vardır. Mânası yor. Meselâ: «elân» demektir. (Ne haldesiniz?) denildiği zaman Türkçede, «Kaltı (kaldı 4" ki) » so«gidişiniz, yaşayışınız, takat ve kuvveti zü, (zaman) mefhumunu işaret eder. niz, kudretiniz, vaziyetiniz nicedır, her Kaltı: «O vakit ki, ne zaman ki, ol noktai nazardan?» mânası kastedılir. dueu vakit, vaktâ ki» anlamlarınadır. «Her noktai nazardan, herşeye şamil» [8] mânasını verdiren (. + 1) ekidir. HÂLEN «Hâl» sözü kırgızcada «vaziyet» deKelime, (hâl) sözüne (en) ekinin mektir. Ayni suretle «halsiz = kuvvetgelmesile vücud bulmuştur: (. 4 n) eki, siz, kudretsiz, takatsiz» demektir; buraherhangi bir sahada bulunan obje, süje daki (hâl) sözü «kuvvet, kudret» anlaveya düşünceyi, esas olan obje veya sü mınadır. [*] jeye yaklaştmr ve o andaki vaziyeti ve (Halsiz) sözünün (kalaş) kullanışı zamanı gösterir. Burada esas obje (hâl) da vardır. «Takatsiz, dermansız, çaresiz, dir; (. 4 n) eki, bu objeye haricden bir miskin» demektir. [ 1 ] düşüncenin temas ve m'dnasebetini gösteKal f ıp kahp [2] : «Kuvvet, riyor ki bunun ifadesi vazifesini, (hâlen) nüfuz, iktidar» demektir. sözü görmektedir. Meselâ bir kimse size (Hâl) kelimesi, «Alus» şeklinde de herhangi bir işin yapılması fikrini, içinde kullanılır; bunun etimolojik şekli: bulunduğunuz vazivete yani «hâl» jni(ağ + al f us) ze temas ettirse ve dese ki: Burada kelimenin başına doğrudan « Siz bu işi yapacak mısınız?» doğruya ana kök olan (ağ) gelmiş, ve Ve siz de: nihayete gelen (us) ekinin kelimeyi uzat«• Hâlen böyle bir şey düşünmiyoması yüzünden baştaki (al) ın vokalile rum». kaynaşmıştır. Derseniz, bu demektir ki: Sizin ha Alus = hâl, şerait [ 3 ] . linize, (. 4 n) ekile haricden bir düşünPekarskinin Yakut Dili lugatinde ce yaklaştınlmıştır; fakat sîz bu Vaziyet(hâl) kelimesi, (hağal) şeklinde görül te iken o işi düşünmemiş olduğunuzu ifamektedir. Mânalan arasında «yaşamak, de ediyorsunuz. gitmek, uzaklaşmak, kaçmak (yani ha Not: (Hâl) kelimesine arabca lugatreket) » mefhumları da vardır. lerde türlü mânalar verilir: 1 «İs, güç, kara balçık. uglancık HÂLET lar çıkrığı ki onunla yürümek öğretirler, Kelıme (hâl) sözünün sonuna (et) ekinin gelmesile hâsıl olmuştur: (. f t) arka yükü» [9], 2 «Her şeydeki vasfı mütegay eki, «yapıcılık, yaptırıcılık, yapılmış olmaklık» , yani kelimenin anlamının ta yir.... dervi'lere an zolan keyfiyet, mamamiyeti ve müsbet olduğu mefhumu zi ile müstakbel arası» [10]. 3 «Şımdıki zaman ve nesnenin olunu anlatır. (Hâl) kelimesinin izahında gördük ki şu ve bulunuşu» [11]. 4 «İnsanın mahüvealeyhi olduğu (1) konsonu, kök mefhumunu «şamil ve mücerred» bir surette vasıflandırmıştı. nesne» [12]. (Hâlâ, hâlet, hâlen) sözlerine de «hal Işte (t) eki, kelimeyi bu umumilikten, mücerredlikten çıkarıp müsbet bir sekle cihetile şimdiki vakitte olmanın ve bulun sokmuştur. Yani mevzuu bahsolacak her manın sureti v. s. v. s.) gibi mânalar vehangi bir süjenin içinde bulunduğu hâl, rilmektedir. belli bir surette göze çarpmaktadır. [*] Sagay ve Uygur lehçelerinde [I] Radolf. ti. «Ça&atay lehçesi»; Babus «Bu ne hâlettir?» dediğimiz zaman [21 Radolf. II. «Kırgız lehçesi». gördüğümüz hâli, müsbet olarak tanı [3] Pavet de Cuorteüle: Şark türkçesl chğımızı ifade etmiş oluyoruz. (Hâlet) sözü, «olmanın ve bulunmanın» ifade lugatl. [4] Lehçei Osman. sidir. Onda hayreti, aceleyi, telâşı anla [5], [6] Pekarskl: Yakut Dili lugati. tan bir mefhum mevcuddur. [7] Radolf. İ t <Uygur lehçesi»; Orhan «Hâlet» in (alât) şekli de vardır. Tekirdağ, Çorlu, Muratlı, Saray, Denizli kitabeleri. [8] Uygur metlnlerl, Paul Pelllot, «T.oung gibi Trakya ve Anadolu bölgelerinde aceleye (alat) dedikleri gibi, (alat) sözü Pao> 1914. [9] Ahterii Kebi. nün «telâş ve acele» mânasına geldiğini [10] Lugati Naci. Lehçei Osmanide de görüyoruz. [II] Tercemanl lugat. (Alat j lamak) : «Acele etmek, istitl2] Kamus tercemesl. cal etmek, telâş etmek» demektir. [4] Halad 4 ıy = haladıy [ 5 ] : «öne [UIus gazetesinin hâl, hâlet, hâlâ, hâlen kelimeleri üzerinde gitmek, ilerilemek için çırpınmak» anlaki tahlil yazıstm naklediyoruz.] mınadır. a Dil üzerinde çalışmalar İngiliz intihabınm verdiği ders ngilterede saylav seçimi sonuna erdi. Baba oğul iki Macdonaldların iskartaya çıkmalarile neticelenen bu seçime dair, İngiliz gazetelerinde gözüme ilişen tafsilâtın içerisinde, herkese ders olacak nice garib hakikatler nazan dikkatimi çekti. Bunlardan biri şudur: 31,800.000 seçiciden, 16,800,000 i kadmmış. Bu suretle, saylavlığa lâyık görülmüş olanlar, bu muvaffakiyetlerini erkeklerden ziya de kadın yurddaşlanna borclu oluyor lar demektir. Bu havadisin karşısında durdum.. Ve düşündüm ki, İngiliz kadınlan elIerine müstesna bir fırsat geçirdikleri halde, Avam Kamarasma hep kendi hemcinslerini dolduracak yerde, bunu apmamışlardır. Mutlak bir ekseriyete sahibken, bundan istifade etmemek, biz erkeklerin hiç bir vakit gösteremiyeceğimiz bir feragat tir. Halbuki ben bunun aleyhindeyim ve doğrusu, ingiliz kadınlarının böyle bir fırsatı kaçırmış olduklarına esef ettim. Zira erkeklerin elinde mutlaka harbe, dövüse sürüklenen siyasayı belki kadmlar ebedî bir banş vasıtası yapmağa muvafak olurlardı. Bahusus Ingiltere, Kraliçe Elizabet e Viktoryanın zamanlannda kadın elile uzun müddet idare olunmağa alışmış ve doğmsunu söylemek lâzım gelirse, bundan zarar görmemiş bir memlekettir. Kadının, idare hususunda, hatta muhakeme hususunda bizlerden ekseriya üstün olduğunu kılıbık kocalann ekserisi umarım ki tasdik ederler. Onun için, düna siyasasının dümenini elinde tutan bir devlet olan Büyük Britanyanm parla mentosunu sırf kadın azadan kurulu görmek hos birşey olacaktı. Ne edelim ki, îngiliz kadınlan bunu düşünmemi«ler, ev bark zevkini, politikanm tehlikeli zevklerine tercih etmiş erdir. Kimbilir? Belki de bu feragatlerini icab ettiren, kendilep'nce daha baska se bebler, düşünceler de vardır. Meselâ, reylerin daima teşettüte uğramak ihtimali gibi.. Zira, dünya yaratılalıdanberi malum olan bir hakikattir ki, birçok kadın bir araya gelebilir, fakat hiçbir zaman ittifak edemezler! Etselerdi, biz erkeklerin vay halimize D N. Rüşvet alırken yakalanan kadın polis tzmir (Özel) Şehrimiz Emniyet sivil memurlarından Fütuhatm Madam Döpulo namında ecnebi bir terzi kadın. dan rüşvet almak cürmile işten uzak laştırılıp Adliyeye verıldığini bildırmiştim. Tahkikat bitirilmek üzeredir. Terzi kadın, küçük san'atler kanunile isten menedılenler mevanmdadır. Kendisini k?nun harici bıraktırmak iste miştir. Fütuhatla tamşmış, iş rüşvete ve pazarlıŞa dökülmüştür. Fütuhat yüz lira istemiş, otuz liraya mutabakat hasıl olmustur. Nıhayet bu paranın ilk taksiti olan on lirayı alırken, kadının Alsancaktaki evinde yakalanmıştır. KÜLTÜR İŞLERİ Bakaloryauan üonen taieDe ŞehrimFz lıselerinîn son sınıfmda bir den fazla dersten muvaffak olamıyarak bakaloryadan dönen talebeler şimdiye kadar son sınıfa devam etmemekte ve kaldıkları gruplardan çalışarak haziran sonunda imtihana girmekte idıler. Halbuki şimdi bu talebelerin devamı mecburî kılınmış olduğundan bu genclerden ka labalık bir grup dün Kültür Direktör lüğüne müracaat ederek durumlarını anlatmışlardır. Ayrıca Kültür Bakanlığına da bir istida ile müracaat ederek şimdiye kadar olduğu gibi son sınıfa devamdan muaf tutulmalarını ve yalnız kaldıklan grubdan imtihan edilmelerini rica etmişlerdir. Süleymaniyede bulunan Bizansa aid bîna dü. Ercümend Ekrem TALV Kömür ucuzluğu Karar dün bütün alâkadarlara bildirildi Taş kömürü fiatlerinin 130 kuruş tenzil edildiği ve bu hususta alınacak ted birlere aid olan tamim dün İlbaylığa tebliğ edilmiştir. İlbaylık bu tamimi derhal alâkadar kömür sosyetelerine ve müesseselerine bildirmiştir. Kömür fiatlerinde bu şekilde yapılmış olan tenzilât yarın sabahtan itibaren başlıyacaktır. Tenzilâtın îstanbulu alâkadar eden kısmı, bilhassa Istanbuldan da gemilere verilecek kömürün aynen Havza dan verilmiş gibi muameleye tâbi tutulması karandır. Diğer taraftan ilbaylık bu tamimi nakil vasıtalan sosyetelerine de bildirmiş tir. Bu sosyetelerin tarifelerde yapılacak tenzilâtın derecesini şimdiden tamim üzerinde takib etmeleri de mümkün olacaktır. Tamimin halkı, bilhassa tstanbul halkını çok yakından alâkadar eden tarafı da budur. Çikolatalar yükseldi îstanbuldaki çikolatacılar fiatleri yükseltmişlerdir. Bunlann söylediklerine göre Istanbulda kakao mevcudu kalmamış gibidir. Bu münasebetle kakao fiatleri yükselmiş ve kakao da yükselınce çıkolata fiatlerine tesir yapmıştır. Kakao en çok Felemenkten gelmektedir. Çikolatacılar Ankaraya bir heyet yollamışlardır. Bir ilkmekteb bahçesine abide dikiyor Fındıklıda geçen sene yeni yapılan 13 üncü mekteb bahçesine bir abide dikilmesine karar verilmiş ve abidenin yaptınlması açık eksiltmeğe konuhnuş tur. Sıvas Erzurum demiryolu tahville rinin ikinci tertibi yann satışa çıkanla Varşova 18 (A.A.) Dün, Çekoslo vakya elçiliği binası önünde gencler caktır. Bu ikinci tertib tahviller 30 miltoplanarak Polonyah izci Delongun yon liralık olan esas istikrazın dört buçuk mahkum edilmesi dolayısile protesto milyon liralık olan kısmıdır. Tahviller I birincikânunun beşine kadar satılacaklır. tezahüratında bulunmuşlardır. Lehistanda Çekoslovakya aleyhinde nümayişler Sıvas tahvilleri tiüleymaniye camisi civannda yapıla» kanalizasyon kazılan sırasında Bizansa aid eski bir binanm izleri bulunduğunu yazmış ve Müze Direktörlüğünün buna önem vererek derhal kazmın genişletilmesi için faaliyete geçtiğini ilâve etmiştik. Resmimiz bulunan binanm bir kısmını göstermektedir. HİÇ Edebî Roman: 52 Odasmda kaldığı geceler daha çok... O gecelerde tahta karyolalı, tahta lâvabolu, kırmızı perde ve kırmızı halılı basit odada, geniş bir koltuğun içinde saatlerce bütün hayatmı düşünüyor. Oda hayatının hatıraları yegâne ar kadaş yalnız onlar, onun odasınm bu kimsesizliği içine hayaller gibi süzülü yorlar. Gecenin loşluğunda odasına süzülen bu insan kalabalığının içerisinde kocası da var, Atıf ta var... Hatta Yusuf bi le... Onu da aradabir hatırlıyor... Sonu gelmemiş, her sonu gelen şey gibi hakikat olmamış, her hakikat olan şey gibi azab vermemiş olan münasebetler hatırası içine tatlı bir teselli gibi süzülüyor. Onun sonu acı olmıyan, göz yaşile, azabla, ıstırabla bitmiyen yegâne hatıra »ı bu... Hatta bazan en azablı hayalle rin içinde iken bile zorla başmı onlardan kurtarmak için hayatının bu ilk devre eini hayalinde yaşatmağa çalı$ıyor..> başka şeyler düşünürken beyni, iğnesi bo acı... arkasını okşarken o: diği bu şehirden bomboş bir kalble çıkızuk bir plâğın çatlağına takılmış bir gra Ben size para yollıyacağım, diyor. yor. O bu şehre bir hayat gibi geldi, bir Bu acıyı, bu acmın mânasını, bu acının mofon gibi içinden hep bu sözü söylüyor. haşmetini yalnız onlar bilirler. Onlar İki üç ayda bir. hayal gibi cıkıyor. O bu sehre bir insan « O öldü, o öldü, o öldü» Siz yollamasanız da ben unutmıya olarak geldi, gölge olarak gidiyor! sevdiklerinin kıymetli vücudlerini uzak *** ülkelerin yabancı toprağında bırakmış o cağım. O mezan ihmal etmiyeceğim. *** O öldü, fakat hayat devam ediyor. lanlar... Yazan: Suad Derviş Seza hıçkırarak ağlıyor ve mezarcı ka 3,75 mark. Günler geçiyor ve bankadaki parası bitVe Seza hergün bu azab içinde.. Bu i dınm toprakla oynamaktan kösele gibi Atıfa karşı kalbinde kalan şey soğuk Buyurunuz.. mek üzere. Hayatında bir tek işe teşebkinci aynlık ona ilk ayrılık kadar acı ge sertleşmiş ellerini iki avucu içinde sıkıyor: bir lâkaydiden başka birşey değil. İçi Şoför otomobilden inen genc kadının büs etmemiş bir kadın için bu yabancı Bana, oğlumu size emanet ediyorlecek, bu ikinci ayrılık daha feci... nin büyük acısı, onun aşkının kırılışile kolunu tutuyor. memlekette bir i; sahibi olmağa imkân Milyonlan banndıran muazzam şehir muşum gibi geliyor. duymuş olduğu ve bir zamanlar acıla yok. Teşekkür ederim. San gözlerin de pınarlanna ya§ birikiçinde bir tek ziyaretçisi olmıyacak o merın en muazzamı diye tasavvur ettiği acıEsasen ecnebiler için bu memlekette Anhalter istasyonu. Işte Mehmedin ti: zar... ya içinde dudak büküyor, o acı ile eğlenasıl bir iş olabilir? elini tutarak indiği merdivenler ve işte... Madam ağlamayınız. «Anne îstanbula gidelim.» niyor. O dönmeğe mecbur. Kendininkile Hayır, hayır, hiç birşey düşünmiye *** O îstanbula gitmek istıyordu. Onu arFakat eğlenilen bu acı, paramparça rin arasına dönmeğe... îstanbula dönmek Otomobil onu mezar kapısından uzak cek, hiç birşey düşünmek istemiyor... tık İstanbula götürmesine imkân yok... bu kalbin bir köşesinde kalan ve kahn lâzım... laştırıp istasyona doğru götürürken o hâMerdivenlerden çıkarak, bagajlannı Mecburiyet ne elim... Valizlerini hakabuklu bir yara izi değil mi?.. îstanbula dönmek, bu soğuk cepheli lâ hıçkınyor. sabahleyin terkettiği yere gidiyor... San zırlamağa başladı. Ev sahibesine ayın Tamamile iyileşmiş mi?.. Kabuk o ka evleri, geniş ve hususiyetsiz sokaklarile Otomobil çok aşinası olduğu yollar bir kâğıdı çantasından çıkararak memura de klişe halinde durmadan tekrarladığı ona her zaman yabancı kalmış olan bu birinde odasını terkedeceğini bildirdi. dan geçerek, Anhalter ganna doğru yak veriyor. Bilet satın alıyor. Pasaportunu yaptıyen bir derdin mevcudiyeti görünmüyor. şehirden kurtulmak... Bir parça da bir laşıyor. nyor ve bütün bunlann içinde hergün geNe büyük bir gar, lokomotifler solu *** hapisten kurtulmağa benziyecek, fakat Ne uzun bir yol bu... Bu yol biran evne hergün Berlinin adeta dışında olan o yor, yeknesak bir sesle bağırarak gai.«.ıC Fakat Seza ne düşünürse düşünsün, ne onu nasıl bırakacak? Onu nasıl götüre kücük mezarlığa, müslüman mezarlığına vel bitse, biran evvel... Bu tekerlekler ü ve şekerleme satan kadınlar geniş arabazerinde yuvarlanan aynlık acısı, şu as tahayyül ederse etsin, ne hatırlarsa hatır cek? Onun toprağından kemiğini nasıl gidiyor larını sürüyerek peronlarda dolaşıyorlar. faltler üzerinde sürünen ıstırab bitse... ayıracak?... lasın, herşeyin önünde bir tek resim var... *** Teropa kumpanyasmın yastıklanm kıîşte Seza buna razı olamıyor.. O miO bu şehre nasıl geldi. O bu şehre gelMehmedin öldüğü anm resmi, ve beyninrahyan on dört, on be? yaşındaki küçük O mezara ben buradaymışım gib diği zaman nasıl dolu idi. Heyecanı, aş de klise halinde tekrarladığı durmadan nimini mezann, tıpkı bir çiçek tarhına benziyen bu mezann sükunetini bozma bakacaksınız. kı, kıskanclığı, ana saadeti, herşeyi, her bir delikanlı en ince bir kadın sesile babu üç heca: «O öldü» ğırıp duruyor. Bundan emın olunuz madam. şeyi vardı. Kafası üç senedir bunu tekrarlamağa ğa cesareti yok. Fakat onu bu soğuk ve Sarı gözlü, basit ve şişman kadın onun O bu şehirden, dopdolu bir kalble gel(Arhmm oar) o kadar alıştı ki, ba§kalarile konuşurken, yabancı diyann toprağında bırakmak ne

Bu sayıdan diğer sayfalar: