18 Haziran 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

18 Haziran 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

18 Haziran 1936 CUMHURtYET Fransız Başvekilini biraderi tasvir ediyor mes'ud bir Fransa yaratmağa çalışıyor, muvaffak olur*a, 30 senelik siyasetinde umduğu en biiyük mükâfata nail olacaktır» «Kardeşim Leon Blum!» 24 saatte üç vak'a Bir giinde hiç yüziinden beş kişi yaralandı Son yirmi dört saat içinde şehrimizde üç yaralama vak'ası olmuştur. Bu vak'alan sırasile yazıyoruz: Siyasî tarih notları Karacaahmeddeki boğusma Kadıköyde Moda caddesinde o turan Vehbi ve kardeşi Yusuf, evvelki akşam Karacaahmed mezarlığından geçerlerken çoktanberi ailevî bir meseleden dolayı dargın bulundukları dayıları Raşide raslamışlardır. İki kardeş Raşidi görünce küfür et meğe başlamışlardır. Raşid de bunların üstüne hücum etmiştir. Kavga pek ça buk büyümüş, Raşid yanmda bulunan büyük bir kamayı çıkarmış ve Vehbi ile Yusufu muhtelif yerlerinden yarala mıştır. Bu sırada Vehbi kendini topar lıyarak o da bıçağım çıkararak dayı Binı ensekökünden ağır surette yara mıştır. Hâdiseyi duyan polisler vak'a yerine yetişmişler, yaralıları hastaneye kal dırmışlardır. Vehbi ile Yusufun yara ları Raşide nisbeten hafif olduğundan dün akşamüzeri hastaneden çıkmışlar dır. Raşidin yaraları ağırdır. Tarihte Boğazlar meselesi ve Avrupa V. îngiltere bu yolların Rusya ve Fransanm eline geçme»ine mâni olmak için 19 uncu asırda mütemadiyen Osmanlı tmparatorluğunun tamamiyeti mülkiyesi prensipini müdafaa etti li Bizim Hayrullaha birşey yok! üyük şairimiz Abdülhak Hâmidin babası Hayrullah Efendi beşik ulemasındandı. Bu tabir, yüksek rütbeli hocaların sulbünden dünyaya gelip henüz ebe kucağında iken müderris, beşikte sallanırken molla, emeklerken kazasker olanlar hakkında kullanılmak itibarile Hayrullah Efendi için yakışıksızdır, çünkü o, yaşadığı devre şeref veren büyük alimlerdendir, ayni zamanda değerli bir şairdir, kıymetli bir müverrihtir, saygı değer diplomatlardandır. Bununla beraber beşik ulemasından da sayılabilir. Çünkü her rütbeye ve her mevkie likayat sahibi olduğu müsellem ise de uzun zaman okuyup ilmini, kemalini muhitine kabul ettirmeden önce tafra yolile ilmiye mesleğinde dereceler ka zanmıştı. Sözün kısası Hayrullah Efendi ilkin rütbeler aldı, sonra o rütbelere liyakat kazandı. Kendisine beşik ulemasından dememizin sebebi budur. Bu zatı tafra yolile ve pek gencken yüksek derecelere çıkartan babası Abdülhak Molladır. Dâhi şairimin hem dedesi, hem adaşı olan Abdülhak Molla sarayda Başhekimdi. Bu haysiyetle oğlunu beşik uleması arasına sokmuştu. Sık sık tafra yaptırıyordu. Fakat babalık şefkati çok galib olduğu için Hayrullah Efendinin yılda iki üç rütbe almasile gözü doymu yordu ve onu bir hamlede Şeyhülislâmlık payesine çıkarmak istiyordu. Abdülhak Mollanın bu taşkın şefkatini canlandırmak için şu fıkrayı rivayet ederler. Guva o, her muharrem aymın birinci günü devletçe yapılan ilmiye tev cıhatını gösteren cetvelı eline alır ve yüzlerce adama da^ıtılan rütbeleri, memuriyetleri birer birer gözden geçirdikten sonra oğluna bir yılda üç rütbe aldığını ve bu muharrem defterinin ancak kimsesizlere mahsus bulunduğunu düşünmiyerekyanin^ki'ere su yolda derd vanarmış: Bütün cihan sevinmiş. Bizim Hayrullaha birşey yok!.. Ben de yeni çıkan Iş Kanununu kelime kelime okudum ve her maddeyi bitirdıkçe biraz zayıflıyan ümidımi arkadan gelen maddenın kucağına devrederek biz yazıcılar hakkmda bir kayid arad'm. Fakat bulamayınca Abdülhak Molla gib: yan'k vanık söylendim: Bütün amele sevindirilmiş. Genf bize birev vok! Şimdive kadar bize «tahrir amelesi» diyen'er bu serefli unvana lâyık olmadığımızı artık anlamış olsalar gerek. Çünkü biz de ame'e olsavd'k şu güzel ve gerçekten sa^eser olan îş Kanununda adımız ^cerdi. Biz amele de&il, nihayet iğneyiz; başkalannın siveceği kumaslann dikilmesinde kullan'lan ve çahsırken kırılıp çöplüğe atılan terzi iğnesiyiz. Amele yanmda ver mi alabiliriz?.. M TTJRHAN TAN Jiletle yaralanan sarhoş Beyoğlunda Yeniçarşıda Çiçekçi so kağında oturan şoför Nazım, evvelki gece son derece sarhoş bir halde evine gelmiş ve kapmın önünde bağırmağa başlamıştır. Ayni evde oturan şoför îs mail kapıyı açarak arkadaşma: « Neden bu kadar çok içtin?> diye sormuştur. Nazım sarhoş olduğundan bu lâfı yanlış anlamış ve: < Vay sen bana mı çatıyorsun?> diyerek kavgaya başla mıştır. Kavgada tsmail arkadaşını jiletle yüzünün muhtelif yerlerinden yarala mıştır. Yaralı kanlar içinde Beyoğlu hasta nesine kaldınlmış, suçlu yakalanmıştır. Leon Blumün söz söylerken altı muhtelif vaziyeti Yeni Fransız Başvekili Mösyö Leon Blumün kardeşi tiyatro münakkidi Rene Blum, Vu mecmuasında, biraderini tasvir eden bir makale neşretmiştir. Rene Blum, kardeşinin, burjuva bir aileye mensub olduğu halde bugün, cemiyet hakkında büsbütün başka bir telâkki taşımasını annesinden aldığı terbiyenin tesirine, siyasî hayata atılmasını da, aile içinde siyasete yegâne meraklı insan olan büyük annesinin tesirine atfettiğini söyledikten sonra, Blumün tahsil hayatı ve ondan sonraki faaliyetleri hakkında ezcümle şunlan yazmaktadır: «Çok çalışkan bir talebe olan Leon Blum, kendi arzusu hilâfına, muallim mektebine verilmişti. Orada tanıştığı kütübhane memuru Mösyö Herr, kardeşimin siyasî fikirleri üzerinde çok büyük tesirler yapmıştır: Jean Jauresi ve on dan sonra Leon Blumü sosyalizme sevkeden bu adamdır. Leon Blum, mektebten çıktıktan sonra Şurayi Devlette çalışmış, ayni zamanda edebiyat ve dram münakkidliği yapmış ve sosyalist fikirlerle son derece alâkadar olmuştur. Partinın her içtimamı takib eder, takrirleri ve formülleri o hazırlardı. Bazan çarpışan fi kirleri uzlaştırmağa ve Jauresin bütün ömründe en büyük gaye olarak belledi ği parti ittihadının tahakkukuna teşeb büs eden o olmuştur. Harb esnasında, Nafıa Nezareti hususî kalem müdürlüğünde bulunmuş, sonra Paris ve Narbonne seçimlerine iştirak ederek partisinin reisliğine geçmiş, bugüne kadar da o mevkii muhafaza etmîştir. Leon Blumü çok defa soğuk, muta assıb, her türlü şiddete müstaid ve fikirlerini kabul ettirmek için herşeyi göze alabilecek bir adam olarak tarif etmişlerdir. Bir insanın ahlâkı hakkında bundan daha yanlış mütalea yürütülemez. Onu benden iyi tanıyan kimse yoktur. Bu itibarla, şehadet ederim ki, Leon Blum, tanıdığım en iyi, en yumuşak ve en hassas insanlardan birisidir ve bence, yaratıhşının en fazla hususiyeti haiz tarafı, zekâsının, hassasiyeti üzerindeki bir nevi tahakkümüdür ki, bu da büyük bir cesarete ve fevkalâde bir feragati nefse delâlet eder. Leon Blumde, biribirinden ayrı, hu susî ve siyasî iki şahsiyet vardır. Haris bir adam değildir. Kudretsiz ve salâhi yetsiz bir şahsiyet olsaydı, yaratılışı onu sakin ve silik bir hayata sevkedecekti. Fakat o, kendisini bazı fikirlerin zaruretine inandıran bir nevi iman taşımakta dır. tşte, ahlâkını, tadil etmek ve fikirlerini kabul ettirmek için cebri nefsetmeğe mecbur oluşu, karşısındakilerde, onun soğuk ve mutaassıb bir adam olduğu zannını uyandırmaktadır. Leon Blumün, bir nevi vatanseverlik aleyhtarı olduğu da söylenmiştir. Vatanseverlik, onun nazannda, barbar bağınlarak anlatılan bir şey değildir. O, duygularımıza, sevki tabiilerimize, âdetlerimize bağlı bir şeydir. Kardeşim, verdiği nutuklarla, efkârı umumiyeyi yalnız teskin etmekle kalmamış, ona itimad da telkin etmiştir. Nutuklarında, otuz seneden fazla bir zaman dır beslediği fikirlerden herhangi birisini inkâr eder mahiyette bir kelime bulamazsınız. Bunun sebebi, küçük burjuva ol sun köylü olsun, hatta küçük sermayedar işçi olsun, bütün Fransızların, memleketimizin ekonomik yapısmda bir sakatlık bulunduğunu ve müreffeh bir Fransada, pek çok kimseler sefalet ve açlık çektikleri halde ifrat derecede istihsal mevcud olmasınin imkânsızlığını anlamış bulun malandır. Burada şahsî mütalea yürütecek değilim; ben de, bütün yurddaşlanm kadar merakla, yeni siyasetin neticelerini bekli yorum. Fakat, şunu söyliyebilirim ki, bu siyaseti, bu yeni vaziyetin icab ettirdiği bütün tehlikeleri göze alarak ve bunlan büyük bir imanla kabul ederek idare edecek olan adam, umumun selâmetinden başka gaye taşımamakta ve hiçbir şeref pesinde koşmamaktadır. İdare ettiği memlekete, mesaisi ve nüfuzu sayesinde bir parça sükunet vermeğe ve en büyük emeli olan milletlerin sulh fikrini müdafaa etmeğe muvaffak olduğu takdirde, um duğu yegâne mükâfata nail olrnuş bulunacakhr.» Yumruktan sonra bıçak Evvelki akşam saat on dokuzda Tahtakalede Tahmis sokağmda Kumkapılı Mihranla Tophaneli Âmir bir yük alışverişi yüzünden kavga etmişlerdir. İki adam biribirini yumrukla döverken bunu az gören Âmir bıçağmı çıkarmış ve Mihranı kolundan yaralamıştır. Yaralı tedavi altına alınmış, suçlu yakalanmıştır. İNHİSARLARDA Tasfiyeye uğrıyan memurların müracaati Yaşlı olduklarından dolayı geçen nisan ayında tasfiyeye tâbi tutulan Inhisar memurlan aradan aylar geçtiği halde istihkaklarının verilmemiş olmasmdan dolayı Devlet Şurasına müracaat ederek şikâyette bulunmuşlardır. Bu memurlann şikâyetlerini ve haklan olan tazminatın şimdiye kadar verilememesini icab ettiren vaziyet şudur: înhisarlar idaresinde tasarruf sandığı 934 senesinde kurulmuş ve memurlardan bu tarihten itibaren aidat kesilmeğe başlanmıştır. Son çıkan tekaüd kanununa göre, idareye intisab tarihlerinden itibaren tekaüdlük hakkından istifadeyi istiyen me murlar o zamandan 934 senesine kadar olan müddet için yüzde beş tekaüd adiatı, yüzde beş te hükumetin verdiği hisseye mukabil olmak üzere ceman yüzde on nisbetinde bir para ödemek mecburiyetindedirler. Bu para memurlardan her ay kesilecektir. Bu haktan istifade etmek istemiyen memurlar gene eskisi gibi yüzde beş aidat vereceklerdir. Bunların tekaüdlük mebdeleri 934 senesi olacaktır. idare kanunun bu maddesine bakarak tasfiye edilen memurların hesablanndan bu yüzde on farkı tenzil etmek ve geri kalan istihkak miktarını vermek istemektedir. Çıkanlan memurlar ise bu kaydin kalan memurlara aid olduğunu ve kendilerine bir şümulü bulunmadığını iddia etmektedirler. Son zamanlar tarihinde büyük Avrupa devletlerini alâkadar eden siyasî meselelerin en mühimlerinden biri de Boğazlar meselesidir. Karadenizle Akdenizi birleştiren, Asya ile Avrupayı ayıran Boğazlann ehemmiyetlı bir siyasî mesele olmalan onları elinde bulunduran Osmanlı împaratorluğunun alçalma devresinde olmasından ve Avrupa devletlerinin bundan istifade ile bu împaratorluk aleyhinde genişlemek arzularından ileri geliyordu. C ..işlemek arzusu Boğazları da ihtiva edeoek kadar şiddetli olan devlet Osmanlı Imparatorluğunun komşusu Rus yadır. Fütuhat siyaseti, Büyük Petroya izafe edilen bir vasiyetnameye istinad eden bu devletin îstanbul ve Boğazları hakimiyetine geçirmek istemesi yalnız Çarların bir politikası olmayıp, Rusyanın coğrafya vaziyetinin de doğurduğu bir neticedir. Geniş ve zengin arazisile Avrupada siyasî olduğu kadar iktısadî bir kuvvet te olmak istiyen Rusya denizlere muhtacdır. Memleketlerinin şimal ve garb sahilleri senenin muayyen bir zamanında buzlarla örtülü büyük Okyanus sahilleri de uzak olduğundan, Ruslar için Karadeniz ve Akdeniz Rus iktısadiyatı için birinci derecede ehemmiyeti haiz su yollarıdır. Karadenizi Rus gölü yapmak projesi 1 774 te imza edilen Küçük Kaynarca muahedesile tatbik sahasına geçiyor. Fakat Rusya Karadenizde kapalı kalmak istemediğinden, şarkî Akdenizde de faal bir rol oynamağı arzu ettiğinden bu seneden itibaren Boğazlar ve İstanbul hakkındaki siyaseti de inkişaf etmektedir. Rusya iki şekilde bu siyasetini tahakkuk ettirmeği düşünmektedir. Birinci şeklin mahiyeti dindir: Eski Bizans Imparatorluğunu ihya etmek ve bu Imparatorluğun üzerinde teessüs edeceği himaye ile îstanbul ve Boğazlara hâkim olmaktır. Ikinci şeklin mahiyeti siyasidir: Fütuhatla îstanbul ve Boğazları kendisine ilhak etmek. Daha ziyade ikinci şekle meyleden Rus siyaseti gayesine varmak için on sekizinci asnn sonlanndan, Umumî Harbe kadar üç metoda müracaat edecektir. Atlas denizinde kaybettiği menfaatleri temin için Akdenizi bir Fransız gölü yapmağı istemektedir. Taleyran bu hususta, hatıratında der ki: «Bahrisefid tamamen bir Fransız gölü olmalıdır. Ticaretini biz yapmalıyız. Bizim bu projelerimizi kendilerine maledinmek istiyenleri Akdenizden uzaklaş tırmalıyız.» Fransa bu siyasi emelini on dokuzuncu asırda tahakkuk ettirmek için Akde nize sahil Osmanlı eyaletlerini işgal et meğe teşebbüs edecek; fakat bu teşeb büste muvaffak olamayınca, bilâhare oralarda Osmanlı otoritesine karşı isyan edecek paşalar üzerinde bir himaye te essüsüne uğraşacaktır. Fransanın Akdenizi, Fransız gölü yapmak isteğı, Rus yanın Karadenizi Rus gölü halıne getırmek arzusu Boğazlar üzerinde çarpış maktadırlar. Çünkü her iki denizın birer ucu oraya dayandığı gibi her iki denizin de emniyeti Boğazların vaziyetile alâ kadardır. Akdenizın bir kapısı olan Cebelitankı 1713 tenberi elinde bulunduran Îngiltere de Rusya ile Fransanın Bo ğazlar üzerinde çatışan ihtiraslarına lâkayd değildir. îngiltere de 18 inci asrın sonunda henüz bir şark ımparatorluğuna malik bulunmadığı için Boğazlar meselesinde yalnız iktısadî bakımdan alâkadardır. Fakat Hindistan imparatorluğu nun kendisi için ehemmiyet kazanması ve bilhassa on dokuzuncu asırda buharla işliyen gemilerin yapılışından sonra îngiltere, siyasî bakımdan Boğazlara ehem miyet vermeğe başlıyor. Bu polıtika değişıkliği îngiltere şark imparatorluğunun emniyetinin temini için oraya, Mısır ve Fırat, Dicle vadisinden giden yolların tarassudu endişesindendir. Îngiltere bu yolların Rusya ve Fransa eline geçmesine mâni olmak için, bü tün bir asır zarfında Osmanlı împaratorluğunun tamamiyeti mülkiyesi prenîipini müdafaa edecek ve bunun için de Boğazlar meselesinde çaroısan sivasî !htiraslara karşı îngiltere baskül metodunu kullanacaktır. Fransa ihtiraslan, Osmanlı devletinin tamamiyeti mülkiyesi için tehlikeli bir hal aldığı vakit, îngiltere Rusya ile anlaşarak bu tehlikeyi bertaraf edecek, Rusya tehlikeli boğazlan tehdid ettiği zaman da; Fransa ile anlaşarak Rusyaya karşı geçecek ve icabında harb de edecektir. Son zamanlar tarihinde Boğazlar meselesinden doğan bütün meseleler Lon drada beynelmilel konferanslarda ve lngilterenin isteeine uygun olarak ;yakında Boğazlarda Os>~^lı nüfuzundan ba«ska bir ecnebi devlet nüfuzu birleşmiyecek şek'lde halled'lecektir. Osmanlı İmparatorluğu Boğazların sahibi olmasına rağmen onlar hakkında hicbir söz sövlemek, bir fikir serdetmek politikasını takib etmivecektir. O, Londrada toplanan beynelmilel konferans ların kararlaştırdığı hükümleri tatbik eden emre tâbi bir kapıcı mahiyetinde kalacaktır. Kendisine aç dendiği vakit Boğazları açacak, kapa dendifii vakit te kapıya caktır. Hulâsa, son zamanlar tarihinde Boğazlar meselesi Osmanlı devletile Avrupa devletlerinden bir veya birkaçı arasında bir mesele gibi değil, fakat Avrupa devletlerinin kendi aralarında bir mesele gibi görünmektedir. Cenevrede konferans vermesine müsaade edilmiyen Fransız delegesi Cenevre 17 (A.A.) Fedeiral memurlan, bugün öğleden sonra M. Leon Jouhauxnun Ticaret Cemiyetleri Birliğin de söz söylemesine müsaade etmemiş lerdir. Beynelmilel Mesai Börosu Fransız amele delegasyonu haksız bulduğu bu memnuiyeti protesto etmiştir. Heyet azası, M. Jouhaux, sadece Fransanın iç siyasasının vaziyeti hakkında afakî bir konferans vermek tasavvurunda idi, demektedirler. 2) Osmanlı împaratorluğile tekbaşına harb yapmak. 2) Osmanlı Imparatorluğu üzerinde siyasî tazyikler yaparak himaye tesis etmek. 3) Fransa, îngiltere ve Avusturyayı Osmanlı împaratorluğunu taksime icbar etmek. Rusyanın siyasî emelleri gerçeklendirmek için metodlarında işe yaramaması Boğazlar meselesinde kendisinden başka kendisi kadar alâkadar devletlerin mevcudiyetindendir. Rusya ve Osmanlı împaratorluğunun komşusu olan Avusturya, her ne suretle olursa olsun Rusyanın Osmanlı împaratorluğu aleyhine genişlemesine muhaliftir. Fakat Avutturya, Alman işlerinde meşguliyetinden dolayı bu muhalefetini kat'î bir şekilde göstereme mektedir. Rusyanın Boğazlar üzerindeki ihtiraslan Boğazlardan çok uzak olmasına rağmen diğer bir devleti, Fransayı çok endişeye düşürmektedir. Bu endişenin sebebi şudur: Fransa Akdeniz devletidir. On sekizinci asrın ikinci yansmda Amerikadaki Bu vazdıklarımızı gelecek yazılanmumüstemlekelerini İngilizlere kaptırdıktan sonra. Atlas denizindeki Fransız hakimi da vak'alarla izah edeceğiz. ENVER ZİYA veti îngilizlerin eline secmiştir. Fransa Affedersiniz.... Şadi derin derin soluyordu. Başını Sabahate doğru kaldırdı ve onun saf gözlerile karşılaşınca hemen yere baktı. İ çinden türlü sesler geçiyordu: «Bu gidişle sürünürsün», «enayiliği bırak ulan, çaktıracaksın», «haydi herşeyi açıkca anlat, itiraf et!», «yuf senın yedi ceddine... Bu kadar saf kız kar şısında utan mori, utan!», «aldırma be... Sana da bir yufka yüreklilik geldi...» Sabahat endişeli bir sesle: Niçin böyle duruyorsunuz ? diye sordu. Şadi kendisini boğmak tehdidini gösteren bir suyun içinden çırpmarak çıkıyormuş gibi silkindi ve başını ansızın dimdik tutarak, Sabahatin gözlerinin içine bakarak, o zamana kadar kızın ne onda, ne de belki başkasında hiç görmediği facia dolu bir tavırla: Sabahat Hanım, dedi, ben... Ben.. Bildiğiniz gibi temiz yürekli bir adam değlim... Ben çok fena bir herifim! Kız o kadar şaşırdı ki geriye doğru sendelerken otlann arasındaki taşa isabet eden bir ayağı bukrularak: «Ah!» diye bağırdı. Şadi hemen yere eğilerek: Ne oldunuz? dedi. Kız burkulan ayağı üstüne sarkarak kıvranıyordu. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Şadi ayakta durmasını kolaylaştırmak için onu kucakladı: Bana dayanınız! dedi, ne oldu? Bir şey mi battı? Hayır... Geçer şimdi... Ayağım burkuldu. Kızın göğsü Şadinin göğsü üstüne iyice yaslanmıştı, bu sayede ayağım havada tutabildiği için ağırlığının büyük bir kısmı Şadinin üstündeydi. Pek yakmdan göz göze geldiler. Şadi ne zaman ve nasıl karar verdiğinin farkında olmadan du daklarını uzattı, kızın yanağına değdirdi ve çekti. Sabahat kızarmıştı, fakat kaçmak için hiç bir hareket yapmadı. Sonra vavaşça ayağım yere bastı, doğruldu ve Şadiye teşekkür etti. Bu teşekkür Şadiyi garib bir tarzda Şeker fiatları inecek ! Geçen sene toz ve küp şekerlerinin fiatiarında yapılan tenzılâtın tesırıle memlekette şeker istihlâki yüzde 40 nisbetinde artmıstır. Bu vaziyet hükumete iyi bir fikir vermiş ve ayni zamanda şeker fiatlarını biraz daha indirebilmek için maliyet fiatlarını azaltmak yolunda tetkikat yanmağa sevketmiştir. İktısad Vekâletince yapılmakta olan bu tetkikat hayli ilerlemiştir. Önümüz deki istihsal senesi sonunda, yani, yeni mahsul piyasaya çıkınca şeker fiatlannın beş kuruş daha indirilebileceği kuvvetle umulmaktadır. Böyle bi' imkân bulunursa istihlâk miktan daha fazla yükselecegi icin mevcud dört şeker fabrikası ihtiyaca kâfi gelmiyecektir. O vakit, bir veya iki fabrika daha kurulacaktır. titretmişti. Pek uzun bir zamandanberî, belki ilk defa olarak, utanca benzer bir hisle kızarmıştı. Kendinde büyük bir değişiklik duyar gibi oluyordu. İçinden: «Allahım....» dedi ve devam etmedi. Derin bir nefes aldı. Sonra kızı kolunun altından tutarak yürümesine yardım etti. İkisi de susarak yürüyorlardı. Sabahat birdenbire durdu. Şadi ayağı ağınyor sanmıştı. Kız sitem dolu bakışlarla: Niçin o sözü söylediniz? O fena sözü? diye sordu. Şadi gene önüne bakarak: Ben sizin kadar iyi adam değilim de onun için... dedi. Niçin.... Adeta... Kendinize iftira bu.... Hindli bile sizin için... Şadi bir yeri sancıyormuş gibi yüzünü buruşturarak: • Ah.... dedi, bana Hindliden falan bahsetmeyiniz! [Arkası var] Cumhuriyetin tefrikası 36 SERSERI Eğer bu çanta bulunursa bu şey hin her sözüne inanacağım. Sizin de çok saf kalbli, çok iyi, tanıdığı için canıru verîr, fedakâr bir insan olduğunuzu söyledi. Fakat tarif ettiği yeri unuttum. Kız tarif etti, ben hatırlıyorum, arayalım bakalım. Şadi evvelce gördüğü ve kapısının sol tarafında aşı boyasile işaret bulunan garajı tabiî pek çabuk bulmuştu. Kahveyj de bulmakta gecikmediler ve kıra gel = diler. Otlann arasına bakarak çantayı aramağa başladılar. Hakiktte çanta 5 a dinin cebinde idi. Kızın arkasını döndüğü bir anda, serseri cebinden çantayı çıkarıp otlann arasına atarak ayağile üs tüne bastı, fakat birdenbire içbde En'a karak, sessiz duruyordu. Kendi kendine: «Sen berbad bir herifsin, aynasız, aşşağı, soysuz bir numarasın!» dedi. Üstüste iki defa yere tükürmüştü ve başını yukarı kaldırmağa cesaret edemiyordu. Zaten o günkü bütün rollerini isteksiz ve ezilerek yapmıştı. Sabahtanberi kendi kendiYazan: Server Bedl sile davası, kavgası vardı. Belki yüz defa kendi kendine: «îş değil bu, marifet mışerif olduğunu hatırlıyarak, bu hür değil... Marifet hinoğlu hinleri kafese metsizliğinden gelen tabiî bir heyecanla koymak...» bağırdı: Sabahat birdenbire ona doğru gele A... Ayağımın altında birşey rek: var... Dur bakayım... Üstüne bastım Affedersiniz, dedi, sizi de üzdüm. galiba... Fakat bilseniz nekadar sevindim, size İkisi de yere iğildiler ve Sabahat «a...» diye haykırarak çantayı yerden nekadar minnettarım, bilseniz bu iyiliğialdı, hemen açtı ve En'amışerifi bulun nizi unutmamak için.., Ah... Siz hakica başına götürerek saçlanna, yüzüne, katen çok iyi kalbli, çok fedakâr... dudaklanna sürdü, öptü, kokladı, göğ hin dediği gibi... Fakat ağladım da sizî müteessir sünde sıktı, sıktı, büyük bir sevincle üç dört adım koştu, zıpladı, sonra durdu, ettim, değil mi? Affedersiniz.. En'ama baktı, baktı ve ansızın, hüngür Şadi yüzünü buruşturarak hâlâ yere hüngür ağlamağa başladı. bakıyor, cevab vermiyordu. Sabahat onun koluna hafifce doku §adi o zaman başını önüne iğmiş, otlann arasında karanlık bir noktaya ba narak tekrarladı:

Bu sayıdan diğer sayfalar: