8 Aralık 1936 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

8 Aralık 1936 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

8 Birincikânun 1936 CUMHURİYET Güzel Izminn imarı için yapılan proje Belediye, Kültürpark sahasının etrafını doldurmak İZMÎR MEKTUBLARI İskeçedeki yobazlar Meseleler Yunan Umumî Valisi ağızlariRin payını verdi Gencliğe neler okutmalıyız? Peyami Safa lerini bu dairenin neşrettiği eserlere borc lu olanlara çok tesadüf ettim. Hepsi ayn kıt'ada ve oldukça takarrür etmiş bir sis teme göre çıkanlan bu kitablar, bilhass o devirde revacmı yeni bulmağa başlıyan terbiye, ruhiyat ve felsefe mevzulannda hem tarih bilgisi, hem de modern naza riyelerin bitaraf izahlarını verecek tarz da, mütehassıs kalemlere yazdırılmış, te miz bastırılmıştı. Bu eserler içinde kıy metlerini muhafaza edenler, dile aid ba zı tadilâtla Kültür Bakanlığı tarafından tekrar neşrettirilebilir. Bu eserlerden evvel Telif ve Tercüme dairesi gibi bir heyetin yeniden canlandınlma^ı düşünülmelidir; fakat bir heyet ki Talim ve Terbiye azalan gib devlet memuru olduklan için hususî hesab ve mes'uliyetler içinde harekete mahkum insanlardan teşekkül etmesin; daha ziyade Üniversiteye, yüksek mekteblere bağlı, idarî vazife sahibi olmıyan ve nisbeten müstakil fikir adamlarımızdan, hatta yüksek ve taze kıymetler temsil eden doçentlerimizden, teşkil edilecek bir grup, ilkönce yapılacak neşriyatın bir programını hazırlamalıdır; evvelden tanzim edilmiş listelere göre kitabların telif ve tercümesi işlerini eş, dost, yâr, yaran ve akraba olanlara değil! tam ehil o lanlara bırakmalıdır. Bu heyet bir yandan klâsikleri, bir yandan gencliğin mekteb dışındaki kültürünü genişletecek modern ve vülgarize ilim kitablannı tercüme ettirir; edebiyatı ve ilmî telifleri teşvik edecek mükâfatlar tesis eder ve bugünlük yan pratik bir kültür enstitüsü, yan da akademi işi görür. Üniversiteye bağlanarak teşkil e * dilmesinde birçok faydalar ve kolaylık" ar görüleceğinde şüphe etmediğim böyle bir heyetten başka hiç kimse «gencliğe ne okutmalıyız?» sualinin cevabını uzun ve hazin bir sükut olmaktan kurtaramı yacaktır. Türk kitabcılığı meflucdur. Sistemaik bir tarzda ilmî eser değil, artık eğlendirici ve oyalayıcı masal kitabı basmak:an bile âciz bir hale gelmeğe başlamışır. Büyük Avrupa memleketlerinde bile devlet himayesinden müstağni kalamıyan kültür neşriyatı bizde ancak doğrudan doğruya devlet elile temin edilebilir. Bütçe, tahsisat... gibi endişelerin kurucu ve yapıcı bir istek önünde hiç mukavemetleri yoktur. Maarif bütçemiz bugünkünün yansı bile olsa ayda bir kiab neşretmenin parası daima bulunur. Düşününüz ki inkılâbdanberi her ay klâsiklerden yalnız bir tanesi neşredilmiş Isaydı bugün 156 cildlik bir külliyet vücude gelirdi. Bu neşriyatın masrafını koruması, hatta devletin müstağni kalmaı lâzım gelen bir kâr bile temin etmesi niçin ümid edilmesin? Devlet teşkilâtının yardımile bu kitablar muallimlere ve memurlara da aldınlabileceğine göre mu vaffakiyetin garantisi teşebbüsten evvel elde bulunuyor demektir. r için esaslı bir takım teşebbüslere girişti İskeçede türkçe intişar eden «Milli Son hafta içinde biri kadın, ikisi erkek yet» refikimizden şu yazıyı aynen alıyo okuyucumdan bu sualin cevabını istiyen mektublar aldım. Bu mesele Türkiyeye ruz: «Başvekil; Gümülcüneyi ziyaretleri matbaa makinesile beraber girmiştir, fa esnasında kendisini ziyaret, daha doğru kat İbrahim Müteferrikadanberi halle su, manasız sözlerle taciz eden bir takım dılmemiştir. Mekteb çerçevesinin dışında küflü kafalı yobazlara şapka ve fes gü kültürlerini genişletmek istiyen gencler. rültüleri hakkında çok güzel bir ders senelerdenberi, mektublarına birer cevab vermiş ve «Devletin, müslümanların di pulu da katarak benden okumalannı tavnî işlerine kanşmak istemediğini, lâkin siye edebileceğim kitablan sorarlar. Taartık bu gibi batıl itikadlara kapılarak nıdığım bazı ailelerin de buna benzer çocuklarını medeniyet yolundan ayırma müracaatleri karşısında kaldım. malarını» kendilerine halisane tavsiye etmişti. Garbî Trakya Türklerini pek ziyade memnun bırakan Başvekilin bu beyanatmdan sonra, kıymetli Valii Umumimiz Mösyö Kavdaş ta ayni noktai nazan ifade eden bir hareketile umum Trakya Türklerini minnettar eylemişlerdir. Evvelki gün (cuma günü) Şahine giden Valii Umumî Hazretleri, kendisini istıkbale çıkan mekteb çocuklarını şapkasız ve biçimsiz kıyafetlerle görünce onların hocalarına da tavsiyelerde bulunmuş ve çocuklann şapka giymeleri lâzım geldi ğini söylemiştir. Vali Hazretleri bilâhare ziyaretçi kabul ederken aramızda birer içtimaî hastahk ve belâ gibi yaşıyanlardan mürekkeb bir heyet, valimizin bu tarzı hareketine itiraz etmek küstahlığına kalkmış ve yaveliğe cür'et etmiştir. Bunun üzerine Mösyö Kavdaş, Başvekilimizin fikirlerine mutabık bir surette, böyle batıl itikadların zebunu olanlan ayıbla mıştır.» leri, tamirhaneler, kahvehane, lokanta, hatta şoförler için yatı yerleri bile bulunacaktır. Et, meyva, sebze satışını hem sağlık, hem de ucuzluk noktasından sıkı bir kontrola almak, hem de Kemeraltı gibi en işlek caddeyi bugünkü vaziyetinden kurtarmak için bir Hal santral kurulması kararlaştmlmıştır. Eski fuar yerinde 24000 metro murabbaı yer tefrik edilmiştir. Bütün gıda maddeleri doğrudan doğruya buraya getirilecek ve buradan, dükkânlara, müşterilere dağıtılacaktır. Santral da, soğukhava depolan da bulunacaktır. Bütün bu işlerin ilk etüdleri ve plânlan yapılmış, Encümene verilmiş ve tasvib edilmiştir. 5™di, bunlara sarfı lâzım gelen para meselesi için de bir formül, bir kombinezon aranmaktadır. Haber aldığıma göre, Belediye, masrafı karşılıyabilecek kaynaklar hakkında bazı tasavvurlara sahibdir ve bu itıbarla, teşebbüsünü yapmış bulunmaktadır. Tasavvurun ve plânın tahakkuku takdirinde, yangın yerinde esaslı bîr imar hamlesi atılmış olacaktır. Kültür Park ta, asıl plânındaki müesseselerle tamamla nınca, îzmirin bu boş ve harab sahasının çehresi birdenbire değişecektir. Entere san olan nokta, tahsisatın nereden bulunabileceğidir. Çünkü, yukanda da işaret ettiğim gibi, Belediye, bugünkü bütçesile normal ihtiyacları bile zor karşılıvabilmektedir. Meselenin halli türkçe neşriyata inhisar edince yoklukla kıtlık arasında sıkışmış dar bir imkân sahası içinde kayboluyor; işe yokluklan hatırlatmakla başhyoruz ve dilimizin ucunu aşındıran bir tekrarla sayıyoruz: Gencliğin kültürünü yapacak bir mecmua yoktur; klâsik eserlerin muntazam ve ucuz bir tercüme serisi yoktur; gencler arasında okumıyanları okumağa teşvik edebilecek değil, okumak istiyenlerin okuyabilecekleri, muayyen seviyeleri ve ihtiyaclan karşılamak için hazırlanmış kitablar yoktur. Varlıklarım minnetle anmıya mecbur olduğumuz bazı hususî neşriyat, telif ve tercüme serileri, ele geçen kitablan rastgele basmak zaruretinden dolayı programsız ve intizamsızdır. Devlet Matbaası tarafından tektük çıkarılan bazı kiablar da evvelden tayin edilen ihtiyaclara göre kurulmuş bir neşriyat sisteminin mahsulü olmadığı için darmadağınıktır, kimi ateş pahasınadır, kimi her kitabcıda bulunmaz, hele İstanbul dışmdaki okuyucular tarafından tedarik edilmesi, hata çıktığmın bilinmesi bile kabil değildir. Bütün bu eserler arasında iyileri, ucuzan, tekemmül etmiş ihtiyaclara cevab verenleri varsa bile çok azdır, bunların çıktığından bazan bizim de haberimiz olmaz. Bu yokluğun ve kıtlığm boş bıraktığı neşriyat meydanına senelerdenberi çekirje yağmuru gibi düşmeyi fırsat bilen bir broşür sağanağı başgösterdi: Bunların arasında mekteblilerin çıkardıkları binlerce şiir ve hikâye kitabcıkları, okuyaak birşey bulamayınca yazmağa davranan genclerin mazereti kendilerine ve mes'uliyeti büyüklerine maledilmek lâ:ım gelen şüpheli bir «precocite» nin, ,'akitsiz bir inkişafın eserleridir. Fakat feir de muayyen maksadlarla çıkanlan >ropaganda broşürleri vardır: însaniyet leşriyatı, beşeriyet kütübhanesi gibi büyük iddiaların bayrağını açan bu küçümencik kitablar, Demokrit, Epikür, tCant, Hegel, Marx, Engels ilâh... felsee ve ekonomilerinin asıllarında koskoca ildleri dolduran nazariyelerini on beş, rirmi küçük sahifeye sıgdırmak mucizeiini gösterirler. Yüz para, beş kuruş, on uruş vererek tramvayda otururken, hatta bir köşebaşında ayaküstü, cihanın en üyük felsefe ve ekonomi nazariyelerini , utabilirsiniz. Üniversitelerde yıllarca tahsil edilen bu ilimleri on dakikanm ve m kuruşun cazib kolaylığı ve ucuzluğu ;ine sığdırmaktaki maksad, tek bir sistem e akidenin zehirini yutturmaktır. Gencliği esrardan, morfinden, eroinden daha ıcter bir toksikomaniye düşürmek için ci.lanşümul bir propaganda sistemine uygun tarzda ve tümen tümen neşredilen bu nevi broşürlerin başka bir zaran da lakikî ilim ve kültür yolunun istediği bü• k cehidlerden nefret ettirerek okuyanü arı basit, ucuz, kolay bir işporta ilmine ve kahve münakaşalan halinde kalan üstünkörü bir iddia ve taarruz cür'etine aıştırmasıdır. Leylâ Saz debiyatla uğraşanlar, edebiyat tarihini şöyle böyle gözden geçirenler için Leylâ adına karşı kuvvetli bir sempati taşımamak imkânı yoktur. Tarih bize kaç Leylâ tanıtıyorsa hepsinde erkekleri imrendirecek bir yığın incelikler ve meziyetler var. Meselâ Medineli Leylâ!.. O, iman değişikliklerinin en büyüklerinden birini yapan Hazreti Muhammedin huzuruna çıktı: Sana, dedi, vicdanımı verdim, canımı da vermek isterim. Beni al! Feveranlı bir incizabın bu beliğ ifadesi din müessisini meshur etti ve o gün nikâh kıyıldı. Fakat Leylâ, gerdekte kocasınm ayaklarına kapandı: Beni boşa, dedi, maksadım yükselmekti. Nikâhına girmekle o saadete erdim. Bunun hazzını taşıya taşıya ölmek sterim. Ve o gece boşandı!.. Sonra Hamase ve Egani adlı kitablar, şiiri yüzünden ve yüzü şiirinden güzel olan Abdullah kızı Leylânın menkıbelerile dolu. İslâmî devirde yetişen şairlerin en büyüklerinden biri olan Hassan ibni Sabitin kızı Leylânın ise babasından üsün bir şair olduğunu gene o baba itiraf ediyor. Fakat bize Leylâ ismini sevdiren Mecnunun sevgilisi tanılan kadındı. O, belki muhayyel bir şahsiyetti. Fuzulimiz hayali hakikat yaptı ve bize akıllan havaya veren, insanlan mecnuna çeviren bir Leylâ tanıttı. Türk şiirini sevip te uzulinin « Şem'i meclisefruz, cennet içre bir hur, evci hüsne bir mah, yegânei dehr, çemeni belâ nihâli, sadefi hayâya bir dür diye tavsif ettiği Leylâyı tanımıan bir kimse tasavvur olunabilir mi?.M Fuzulinin kaleminden doğan Leylâ, Türk şiirinin de perisi olmuştur. Bana öyle geliyor ki 1847 de ölen şair Leylâyı bütün Türkiyenin tanıması ne bir Kazasker kızı oluşundan, ne kıvrak münacatlar ve yanık mersiyeler yazmaından olmayıp taşıdığı isimdendir. Dün kara toprağa bıraktığunız Leylâ Saz da işte o bediî isme yepyeni bir revak veren, isimle müsemma arasında tam )ir uygunluk temsil eden yüksek bir Türk ;adını idi. Bediiyat âlemine isterse büllülleşip bestelerile girerdi, isterse şiirden akındığı kanadlarla o âleme yükselirdi. 3 iyano, onun avuclannda gülen ve ağıyan inci dişli bir ağızdı. Kalem, onun armaklannda, mecnun bir aşkla kahkaa veya enin döken bir mızrabdı. Ne yaık ki o ağız şimdi sustu, o mızrab şimdi nldı ve biz Leylâsız kaldık. İzmirden güzel bir manzara: İzmir (Hususî) İzmir belediyesı, yeni ve ideal denebilecek bazı tasavvur lan, filî sahaya geçirmek için çalışıyor. Ben de, bir taraftan şehrin vaziyetine, diğer taraftan bu tasavvurların güzelli ğine bakarak diişünüyorum. Filhakika hazin bir maceradan arta kalan ve bağrında, ikinci bir şehir ola cak kadar büyük bir yangın sahası taşr yan îzmir, ne vakit bu vaziyetten kurtulacak? Bir şehri yapmak için, birçok şeylerle beraber: 1 Iktısadî şartların müsaadesi, 2 İnşa edilen şeyin kıymetinde istikrar bulunması lâzımdır. Halbuki bunlara verilebilecek cevab • bugün için ve maalesef menfidir. H e r kes, mevcud sermayesini binaya tahvilden ziyade, daha müsmir ve binaenaleyh icabında bir bina inşası masrafını getirebile* cek şekilde, başka sahalarda kullanıyor. Ikincisi, bu sene on bin liraya mal olan bir bina, gelecek yıl, inşa bakımından sekız bin liraya çıkıyor. Bu kâfi gelmiyor muş gibi, ayni ayarda, ayni seçimde, ayni yerde iki binadan biri sekiz bin liraya kurulurken, bir sene evvel yapılmış olan diğeri, beş bin liraya bile müşteri bulamıyor. Hiç şüphesiz bu gibi ahval, inşaata çok muhtac olan bu şehirde, vatandaşların bütün cesaretini kırmakta ve binne tice inşaat meselesi, büyük bir betaet içinde devam edip gitmektedir. Yarısı yanmış olan koskoca bir şehrin, bu şartlar altında hiç olmazsa zevahiri kurtaran bir makyaj yapabileceğini beklemek bile hatadır. Ve mantıkî olarak, iyi bir îzmiri, yanm asır sonraya kalmış bir ideal olarak telâkki eylemek lâzımdır. Gazibulvart en müsaid faaliyet sahalarından biri de hiç şüphesiz İzmir olabilir. Bittabi iyi anlaşmalarla halbuki, bu hususta da hiçbir haber alınamadı. Görülüyor ki, döne dolaşa, bütün faaliyetin belediye müessesesine istinad etmesi zarureti hasıl olmuş ve olmaktadır. Fakat esasen büt çesi zayıf olan İzmir şehri, bu ağır va zifeyi başarabilecek midir? Her şeyden evvel şunu işaret etmek lâzımdır ki, belediyemiz, îş Bankasına borçludur. Bundan 7 sene evvel 929 da büyük işlere ümid vererek Iş Bankasından 2 milyon lıralık bir istikraz akdetmiş, fakat maalesef umulan dağlara kar yağmca, şeh • rin sırtmda, senelerce taşınması lâzım gelen bir borç kalmıştır. Bereket ki, hükumet, taksitler meselesinde tavassutta bulunmuş, kefalet vermiştir. Her ne olursa olsun, bu borç ancak 1948 senesine ka dar ödenecektir. Bu hale bakarak ve bir yardım görülmiyeceğini düşünerek bir insanın İzmir belediyesi için «Allah selâmet versin» dememsi imkânsızdır. Fakat takdire şayan olan cihet şudur ki, îzmir belediyesi ve reisi, buna rağmen ümidsizliğe düş memiş, bilâkis daha büyük bir enerji ile ve fevkalâde tedbirlere başvurarak çalı şılması lâzım geldiğini anlamış bulunu * yor. Nitekim yangın yerinde hiç olmazsa Kültürpark sahası etrafını cfoldurmak için esaslı bir takım teşebbüslere girişil miştir. Yukarıda da işaret ettiğim veçhile, şehrin imar işini başarmak ve medeniye tini kurtarmak, aşağı yukarı, belediye müessesesine kalmış bulunmaktadır. Aksi takdirde ferdî teşebbüsler veya şirket sermayelerile bu sahanın kurtanlıp şehrin göbeğinde yatan nâşın kaldırılması Doğrusunu söyliyeyim ki, ben de, bir imkânsızdır. çok tzmirliler gibi bu fikirde idim ve hâ" Belediyenin tasavvurlarını şöyle telhis lâ da, cesaretimi tamamile elde etmiş de edebiliriz: ğilim. Fakat bunları yazmakla, İzmirde Kültür Park dibinde ve Basmahane hayat şartlannın ümidsizliğini kaydetmiş ile İsmetpaşa bulvan arasında 22722 sayılmamalıyım. îş, hesab işidir. metro murabbaı bir saha üzerinde bir Biz, geniş bir sahada yepyeni ve moDoğumevi ile bir çocuk hastanesi kurmak. dern bir şehir parçası kurmak mecburiMüessesenin etrafı, geniş bir bahçe hayetindeyiz. Bunun için ne lâzımdır: linde olacaktır. Para!.. Şehirde bir müze vardır. Fakat bu müHalbuki bu nesne, şimdi o kadar jhtize, çok küçüktür. Yeni ve büyük müze de yatkâr ki, birçok mülâhazaların fevkine çıkmış. Bu takdirde iş, ya büyük inşaat Kültürpark civarında ve 32119 metro grupîarına, yahud da sehir müessesesine murabbaı bir sahada yükselecektir. Esaskahyor. Birincisini, Ankarada olduğu gi lı surette hazırlanmış bir bahçesi bulunabi, çok özledik. Hatta bu mevzu, muhte cak ve âsardan bir kısmı bu bahçede teşlif safhalar biie geçirdi. Meselâ memu hir edilecektir. rin ve muallimler arasmda birer inşaat Mülhakat ve şehir otomobillerinin raskooperatifi teşkili düşünüldü, toplantılar gele yerlerde açılmış garajlarla münaseyapıldı, kararlar verildi, fakat nedense bette bulunması, halkın ve bilhassa taş akim kaldı. Keza, bir «ucuz bahçeli ev radan gelen vatandaşlann zararına neîngiliz inşaat şirketi» nden bahsedilirken, ticeler vermektedir. Yeni bir şehir garajı bu müessesenin îstanbul ve Ankaraya inşası için Sükrükaya bulvarile Kültürgelen mümessilinin İzmirde uğrıyabilece park arasında 17500 metro murabbaı bir ği umuldu. Çünkü böyle bir şirket için saha ayrılmıştır. Burada benzin satış yer Diğer bir habere göre, Belediye, büyük bir ekmek fabrikası yaparak, ekmek mali işini kendi kontroluna ve uhdesine almak tasavvurundadır. Ancak, mevcud fırınlann ne olacağı meselesi de düşünülmeğe değer. Çünkü Belediye, iki sene evvel bu fırınlara tebligat yapmış, hususî hamur yuğurma makineleri mecburiye tini tahmil etmişti. Bittabi bu fınnlar, epeyce masrafla bu tesisatı vücude ge tirmişlerdir. Belediyenin, bu cihetleri naBüyük Harbde Türkiye Maarif Nezarı itibara alacağı şüphesizdir. aretinin bir Telif ve Tercüme dairesi yardı. Benim gibi ilk gencliğine aid etüdOrhan Rahmi Gökçe nefsini okşıyacak şeyler söyledim. îyi günlerini hatırlattım. Ben söyledikçe o, yılışık bir tavırla bakıyordu. Bu yoldan tesire çalışmak beyhudeydi. Birdenbire tarzımı değiştirdim. « Yusuf! Bunlan niçin yapıyor sun, sana ne faydası var?» diye sordum. Gözlerini açıp dik dik bana bakmağa başladı: Ne faydası olacak! dedi, keyfim için yapıyorum. Tuhaf şey, güzel güzel çalışıp para kazansan daha iyi değil mi? Benimle eğlenir gibi gülüyordu: Çocuk musun? Öyle miskin miskin oturur muyum sanıyorsun? Ona acıyarak baktım: Ya böyle ne olacak? O, birdenbire gururu kırılmış gibi öfkelendi: Sen beni ne sanıyorsun? Ben de bir adamım. Günün birinde, görürsün bak ne olacağım!... Anlaşıldı: Bu çocuk yolunu tutmuştu. Kendinden başkasına değer vermiyor, etrafını hiçe sayıyor. İnanmak, saymak, her şey onun gözünde sıfır! Varsa yoksa yalnız kendisi! Her ne pahasına olursa olsun günün birinde mühim bir şey olmayı gözüne kestirmiş. Hiçbir şeyden u Leylâ Saz heüz iki yaşında iken îsanbullu şair Leylâ ölmüştü. Onu sevener cenazesini takib ederken: «Kıldı erabı dili rihleti Leylâ Mecnun» diye çır'înıyorlardı. Leylâ Saz için de dün böyle liyenlerin sayısı, dökülen gözyaşı kadar oktu diyebilirim. Şimdi o Mihrilerle, Zeyneblerle, Fıt atlarla,, Nigârlarla ve adaşlarile buluşHaydi, bir hamle... Görelim sizi tu. Belki «tek» yaşadığı şu dünyadan Saffet Arıkan. göçtüğüne memnundur. Lâkin biz acmPEYAMt SAFA mıya lâyıkız. Çünkü tek kadın şairimizi de kaybettik. M. TURHAN TAN SAÛLIK İŞLERI Bugünkü konferans Talebenin umumî bilgilerini olgun aştırmak ve Üniversite bilgilerini hala yaymak maksadile her hafta verilmekte olan serbest konferansların al ıncısı bugün profesör doktor Fahreddin Kerim tarafından (Ruh hekimliği nin tarih ve terakkileri) mevzuu etrainda verilecektir. Saat 18,10 da Üni versite konferans salonunda verilecek olan konferansa bütün halk davetlidir. sevmesini, hatta ne de kızmasını! Eline fırsat geçse bu çocuk neler yapmaz! İçeri girdiler. Kahve her zamandan doluydu: Oynıyanlar, konuşanlar, düşünür gibi duran ve boş boş bakanlar.. İçeride birçoğu burunburuna oturduğu halde bitmez tükenmez bir yolculuğun sıkmtısı içinde gibi gerinerek, esniyerek göz lerini yumuyor; belki de bir izbenin uğultusundan kendilerini dar atıp sabahki kavgadan, akşamki ekmekten başka şey düşünmüyordu. Üstad, ulumu şarkiyede yektadır. Arabiyatı bitirmiş, derken o: Estağfirullah! diye tevazu gösterdi. Makine tıraş kafası, dar ve buruşuk alnile ilk bakışta okumuş hissini bile vermiyen bu gösterişsiz adam, bütün o ka lender tavrmdan Çarşı esnafını andın yordu. Fakat, söz gelişi Mevlânadan, Iran «hükema» sından bahse girdikce alâkası arttı. Gitgide kulak kabarttı. Gözlerini dikip dinledi. Nihavet büsbütün can kulağile kendini verdi. Bir aralık söz, bugüne intikal etti: Dünya yerinden oynarken ömürlerini miskince nasıl geçirirler? diyen De mir, parmağile kahvedeki halkı gösteriyor. Dün yalnız şunun bunun kursağına giden (Fitre) ile, bugün ocağı afetlerden birile harab olan kardeş • lerimizin, açıkta kalan kimsesiz yavrularımızın imdadına koşuyoruz. Yoksul düşmüşlere, jelâkete uğn yanlara yardım etmenin kalblerimize vereceği hoşnutluktan başka gök~ lerimizin de bu paradan kuvvet ala~ cağını düşünmek (Fitre) nin nekadar değerli bir yardım olduğunu gösterir. O, gülümsiyerek yanıbaşında tavlaya dalıp gidenlere bakıyor ve başını çevirmeden, göz ucile: Anlaşıldı! Zatıalileri daha muhite alışamamışsınız, diyordu. Sonra tama men ona döndü: Bunun da ayrı zevki var beyefendi, şöyle uzaktan insanlan temaş etmek, onlara ibret gözile bakmak başka şeydir. Cemal söze karıştı: Kimbilir, her birinin ne derdi var ki buraya can atarlar! Kahvede, bozuk bir radyonun para zitleri gibi yüreği ezen tavla sesleri, çı rağın cırlak bağırmalan ve ne olduğu belirsiz, yeknasak bir uğultudan başka bir şey yoktu.. «Bu âlemin ne zevki olabi lır?» diye düsündü. İkidebir, kapı ardına kadar açıhyor, birkaç kisi girip çıkıyor, ve sonra boş bırakılan yayı fırlatıp eski yerine zangırtılı bir sesle carpıyordu. İçerisi o kadar kendi âlemine dalmıstı ki, bu ses tek başına oturan birkaç ihtivarın küfür savurup yerinden sıçramasından başka bir değişiklik yapmıyordu. [Arkası var"\ adcurrt Cumhuriyetin ictimaî romanı: 56 Yazan: Hilmi Ziya O, elindeki kadifenin tezgâh gibi gidip gelen hareketine tâbi, başını sallıyor ve bu sırada durmadan söyleniyordu: Bugünlük buradayım. Yarına Allah kerim. Bakalım kısmet ne çıkar? Kutuyu satar başka iş yaparım. Siz de mi buradasınız Demir Bey? Bu, on üç yaşlarında parlak kara gözlü, esmer, kavruk bir oğlandı. İşini bi • tirdiği zaman kutuyu Cemalin iskemlesine sürerek: Boyıyahm mı ağabey? diye ya naştı. Cemal başını çevirip adeta tersler gibi «istemez!» dedikten sonra kahve sini içmeğe koyuldu. Boyacı Yusuf, pişkin bir tavırla kalktı, ve öteki sandalyalann önünden boyıyahm!.. diye bağırarak geçti gitti. Demir, hayretle başını sallıyordu: Olur şey değil! Bu çocuk kimdir biliyor musun? Ben onu îstanbuldan tanırım. Nereye gitsem karşıma çıkar. Daha bu yaşta girmediği boya kalmamış. Bu oğlanı kahveci çırağı olarak gördüm. Arkasında küfeyle gördüm. Tezgâhtar yanında gördüm. Sokakta dilenirken gördüm. Nihayet bir gün poliste gör düm. Kaybolmuş bir elbise için müdiriyete gitmiştim. Muavin, eskiden tanıdı ğım bir çocuktu: İki memur, yakasına yapışıp odaya getirmişler, sızlanıp duruyordu. Söze kanştım. «Bu çocuğu tanırım, elinden iş gelir, kabahati neyse söyleyin» dedim. Muavin anlattı: Kokain çekiyormuş. Kumar oynarken kâğıd çalmış. Tramvayda birinin paketlerini aşırıp kaçarken yakalamışlar. Bu seferlik kusuruna bakmaym, bir cahillik etmiş, ben kefil olurum, de dim. Gülerek defteri açtı. Son aylardaki birkaç sabıkasını gösterdi. Yusufla ora cıkta birkaç kelime konuşayım, böyle çocukların zayıf damarını bulmak lâzım, belki faydası olur diye düşündüm. Yaptıklarından pişman edebilmek için; izzeti tanmıyor, hiçbir şeyden korkmuyor. Kendinden başka hiçbir şeyi sevmiyor. Sen olsan buna ne yapabilirsin? Yarın, korkunc bir adam olmadan evvel, onu yok etmek mi? Hayır! Cemiyetin altı kay naşıp duran bu küçük kurdlarla dolu! Hepsi kalkınıp yedi başlı birer ejder olmak için fırsat bekliyor. Onlan yok edemezsin! Gururlarını kıramazsın, gurur larmı besliyemezsin! Eğer bir tarafta tutuşturmak istediğin bir alev varsa onlan her zaman kıvılcım gibi kullanabilirsin. Kendilerinden başka hiçbir şeye inanmadıklan için, hakikaten tehlikeli mahluklar! diye ilâve etti. Tam bu sırada, büyükçe bir kalabalık kahveye giriyordu. Aralanndan biri seslendi: Cemal Bey azizim, buraya teşrif etmez misiniz? Bu, ortaboylu, zayıf, setre pantalon, kravatsız bir adamdı. Cemal, çoktandır görmediği bir dostuyla karşılaştığı icin gözleri parlıyarak: Maşallah, Mahir Bey nerelerdesiniz? diyerek ona doğru ilerledi. Demir, hâlâ hızını alamamış: Çok tehlikeli bir nesil yetişiyor, diye söyleniyordu. Ne acımasını biliyor, ne

Bu sayıdan diğer sayfalar: