18 Şubat 1940 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 4

18 Şubat 1940 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CUMHURİYET 18 SuEat 1940 Semihanm yalanı I TAŞ Hava yağmurlu idi. Semüıa iyice giyindi; fakat arkadaşı Zehra ile tam kapıdan çıkacağı sırada annesi yağmurluğunu uzattı: Bunu da giy. Hava çok fena... Soğuk alırsın. Fakat konferansta çıkarır; gelirken tekrar giyersin. Dedi. Semiha tiyatroya girinceye kadar sırılsıklam olmuştu. Bir locaya yerleşir yerleşmez yağmurluğunu çıkardı ve on altı yaşında bir kızın heniiz annesinin sözünii dinlemesi lâzım geldiğine bir kere daha kani oldu. Necdet konferans veriyordu. Semihanın eski komşusu Necdet... Kendisinden altı, yedi yaş büyiik olan Necdet.. Artık komşu olmadıkları halde Necdeti her zaman işitiyor; onun liseden parlak derecede mezun olduğunu, mühendis mektebine girdiğini, orada çok çalıştığım ve resimlerinden giizel bir genc olduğunu biliyordu. Sahneye uzun boylu, zarif bir genc çıktı. Masanın önünde durdu. Serbest tavırlarla, sert fakat ahenlki bir sesle konferansa başladı. Semiha evvelâ hayret içinde, Zehraya eğilerek: Bu Necdet mi? dedi... Ne kadar değişmiş!.. Konferans devam ederken Semiha heyecanını güç zaptetti. Bu güzel, vakur, geniş omuzlu gencin görüniişüne olduğu kadar vukufuna da duyduğu derin hayranlığı konferansın sonuna kadar gizlemeğe çalıştı. Sonra Zehra bunu fena tevil eder, arkadaşlarma anlatır; bir takım de. dikodulara sebeb olabilirdi. Fakat konferans sonunda bütün tiyatro alkışlarla çılanyınca o da sabredemedi; ayağa kalktı. Yanakları kıpkırmızı, sesi heyecandan titreyerek: Bravo Necdet, bravo... Diye haykırmağa çalıştı. O kıyamette Necdet onu ne görüyor, ne işitiyordu. Zehra kulağına iğilerek: Keşki, dedi, bir buketimiz olsaydı, şimdi buradan atardık ona!.. Bu sözler ve halkın durup dinlenmiyen alkışları Semihayı tahrik etti; bütün bu kalabalık içinde Necdeti en çok takdir eden kendisi olduğunu belli etmek ihtiyacile çırpındı ve Necdet bir kere daha sahneye çıkarak locanın pek yakınında halkı selâmlarken kucağındaki yağmurluğu onun başına attı. Necdet evvelâ korktu; sonra şaşırdı ve halk birden alkışı keserek kahkahalarla gülmeğe başladı. Locadan geriye çekilen Semiha; bembeyaz kesilmiş, siyah gözleri büyümüş, kaibi göğsünü parçalayacakmış gibi atmağa başlamıştı. Zehrayı düşünmiyerek kaçtı. Hiçbir kâbus, bunun kadar gülünc ve müthiş, bunun kadar feci olamazdı. Odasına çekildi; ağlamak istedi. Ağlıyamadı. Koltukta, küçük mendilini dişlerile yırt mak isteyerek yarım saat hareketsiz, dalgın bekledi. Zehra içeriye girerek yağmurluğu uzatıp da Necdetin «Ben Semihadan bunu beklemezdim!» dediğini duyttnca kendisini tutamadı; ağladı. Dört sene geçti ve bu dört sene içinde Semiha Necdeti hiç unutamadığı halde bir kere bile göremedi. Maamafih Necdetin bütün ömrünü mesleğine verdiğini, parlak bir diploma alarak iyi bir memuriyete geçmiş olmasına rağmen çok ciddî, ağırbaşlı, hafif yerlerde görülmiyen bir genc olmakta devam ettiğini iyi biliyordu. Zehra da evlenmişti. O sene yazın Kalamışta oturuyorladı ve bir gün Zehra, Semihayı annesinden izin kopararak Kalamıştaki evine götürdü. Zehra bir aralık: Biliyor musun Semiha? dedi. Necdet de buralarda oturuyor. Birdenbire kızardı; elleri titredi ve çay bardağını hasır masanın üstüne bırakarak: Hangi Necdet? diye sordu. Zehra, onun heyecanını farketmişti. Güldüğünü belli etmemeğe çalışarak: Mühendis Necdet; dedi. Iskelenin karşısındaki köşklerden birinde oturuyor. îki gün sonra denizde Necdeti kürek çekerken gördüğü zaman, Semihanın gözleri miknatıslanmış gibi bu bronz vücudlü gence takıldı, kaldı. O kadar şaşırmıştı ki azkaldı, onun selâmmı bile iade edemiyecekti. Necdet gülüyor ve konuşmak için bir vesile arıyordu; fakat iki kayık ancak uzaktan birbirini takib edebildi ve yaklaşamadı. Cumartesi akşamı Zehranın kocası onlan Fenerbahçedeki kazinoya götürdüğü zaman, kahve içmek ve etrafı tetkik etmekle geçen ilk yanm saat içinde Semihanın gözleri beyhude yere birisini aradı. Bu gizli arayışı çoktan farkeden Zehra bir aralık ona doğru iğilerek: Geldi Semiha!.. dedi. Semiha hayret ve merak içinde bahçenin kapısını gözetledi ve: Kim geldi? diye sordu. Zehra yalnız başını sol tarafa çevirmekle iktifa etti. Necdet iki arkadaşıle yanlarından geçıyordu. Biraz sonra karı koca dansa kalktılar ve ikinci tangoda, Semiha başucunda pek iyi hatırladığı bir sesin: Beni tanıdınız mı Semiha Hanım? Dediğini duyunca titredi.' Dansa kalktılar. Semiha hayatında başının bu kadar döndüğünü ve gözlerinin bu kadar karardığını, kalbinin bu kadar şiddetle çarptığını hissetmemişti. Hiç bir şey işitmiyor ve hiç bir şey görmüyordu. Elleri onun avuclarında, başı onun göğsünde... Fakat Semiha bunu tahayyül etmekten bile korkmuştu. Kulaklarında onun ne tatlı sözleri çınlamıştı: Nekadar büyümüşsünüz Semiha Hanım?.. Sizi tanıyamıyacaktım azkaldı!.. Gözlerinizin aklımdan çıkmıyan rengi bana aldanmadığımı söyledi. Hiç sesini çıkaramıyordu ve daha ne tatlı iltifatlara cevab veremedi. Tam tango biteceği sırada Necdet: Ah; dedi. Bitiyor... Halbuki ben sizi ebediyen kollanmın arasından bırakmak istemezdim. Bir anda onun kollannda sıkıştığını hissetti. Ağlamak ve gülmek, saadetten koşmak istiyordu. Dudakları büzüldü, gül mekle ağlamak arasında: Siz.... dedi... Siz ne tuhafsımz?.. Şaşırdınız galiba... Necdet birdenbire durdu; şimdi hakikaten şaşırmıştı. Öyle mi? diyebildi. Ve Semihayı yerine kadar götürdükten sonra masasına döndü. Bir daha dansa kalkmadı ve bahçeden çabuk çıkıp gitti. Semiha onu, altı sene bir daha görmedi. **# Yirmi yaşından yirmi altı yaşına kadar bir genc kızın hayatında çok şeyler olabilir. Semiha hukuktan çıktı; bir avukatın yanında çalışmağa başladı. Bu avukat merhum babasmın dostu idi ve Semihayı himaye etmek, evlendirmek istiyordu. Semiha kadar güzel bir kızı evUndirmekten kolay bir şey yoktu. Fakat Semiha kadar güzel, yahud onun istediği kadar miikemmel erkek bulunamıyordu. Bir gün, patronu, telefonda aradılar. Büroda yalnız olduğu için Semiha konuştu. Konuşan adam «Mühendis Necdet» deyince Semiha izahat istedi ve sapsan kesildi. Kendisini tanıttı. Biraz sonra Necdet geldi. Semiha ile tıpkı bir çocukluk arkadaşı gibi konuşmak iateyen bir hararet ve samimiyeti vardı. Semiha kendisini zaptetmeğe çalışarak ona hayatını sordu. Ailelerinden bahsettiler ve Necdet altı sene sonra tekrar Semihanm gözlerini unutamadığını söyledi. Genc kız, başka noktaya bakarak sözü değiştirmek istedi: Evlenmediniz mi Necdet Bey? diye sordu. Necdet, bunu düşünmek fırsatını elde edemediğini söylerken Semiha on senedenberi yalnız bir adam için yaşamış, yalnız bir adam için takdir duymuş, bir adamı özlemiş olduğunu düşündü. Bu, o idi. Sonra Necdet, Semihaya ayni suali tevcih ederek: Halbuki; dedi. Kimbilir sizin nekadar çok hayranınız, nekadar çok tanıdıklarınız vardır!. Hayranı mı? Belki... Fakat tanıdıklan, dost oldukları hemen yok gibiydi. Şimdi ona bütün günlerinin şu odada, bütün gecelerinin annesinin dizi dibinde geçtiğini ı Beşiktaş SUAD PARK sinemasında ^ PARÇASI I Sinemasında BUtUn İstanbul halkınl alâkadar eden bir flllm ! Ş'mdiye kadar hiçbir benzeri gösterilmemiş emsalslz şaheser Sinema tekniğinin en son harikaları ve en son lcadı İ B B Seans'ar: 11 2,30 5 ve 7 de Gece Ismail Dümbullü tiyatıosu ^ ^ 1 Pangaltı AKIN Harikalar Insan hayalınin en son duıağı B A Y T E K iN YII DIZLAR DİYARINDA Baş rolde : Hakıkî Bay Tekin filminin kahramam Eşfne ender tesadüf edilen muazzam program Cambazhanesi BUSTER CRABBE'in en son filmi Ayrıca : Son dürya haberleri. Gündüz ve gece 8.1> te 2 film birden Uçan Adamlar Diyarında Harikuiâde ... Harikuiâde ... Harikuiâde ... Harikuiâde mmmmamammt^ Şeref haftasına hazırlanınız • • • • M ^ ^ ^ ^ M Pek yakında A L K A Z A R Sinemasının Yakın istanbul 1 Milyon'a Halkt Türkiye sinema medeniyetinin en parlak muvaffakiyeti olan Pek yakında açılacak Mevzu Temsil Artıstier Dublâj Bugfin SARAY Sinemasında CLAUDETTE COLBERT ve HERBERT MARCHALL Muzafferane bir muvaffakiyet kazandıklan ve bütün güzel filmler meraklılarmı koşturdukları Sinemasını görmek için O P E R A ŞERLOK HOLMEŞ Baskervirin Köpeği lürkçe Sözlü Korkunç ve esrarenglz cnayet filmi Bütün dünyayı dehşetle t tretmlş ve ismi cihana şöhret salmış Z A Z A FRANSIZCA SÖZLÜ şaheserini görünüz. En müessir aşk romanlarının muhteşem bir sahifesi... Bir kadın hayatı... Bir artist hayatı... Bir aşk manzumesi... İlâveten: FOKS JURNAL son dünya ve harb haberleri Bug'ün saat 11 ve 1 de tenzilâtlı matineler ^•^••••ı^ı Dudakların söylemediği... Gözlerin görmediği... Hayatın çözemediği... Muammalarla doluî Millî Alemdar Bütün istanbulu yerinden oynattı. Bu program uzatılmıyacağ'i için soo gür lerinden istifade edinız. Yîrminci asrın en büyük hailesî Kadıköyüne akın edecektir. Sinemalarında BÜYÜK FRANSIZ FİLMİ Fransamn kudret kaynağı olan 20 büyük yılchzı yarattı: GABY MORLAY ERİC von STROHEIM LUCIEN BAROUX MARGUERITE MORENO MİCHEL SİMON ELVIRE POPESCO BETTY STOCFELD ilâh DUVARLAR Arkasuıda Bugün L Â L E Sineaasında Programa ilâveten : Renkli M Î K Î WALD DİSNEY. Dünyanın gözü ve kulağı PARAMUNT JURNAL. Bugün saat 11 ve 1 de tenzilâtlı halk matineleri D i KKAT : nasıl söylemeli idi?.. On senedenberi yalnız onu düşündüğünü nasıl söylemeliydi? Mutlaka cevab vermek mecbuıiyetile: Evet; dedi. Bu hayat bana çok kimse tanıtıyor. Bunlann arasında tercih ettiğiniz yok mu? Semiha artık kendisini kaybetmiş gibi, farkında olmadan konuşuyordu. Yok, dedi. Var, dedi. Fikret isminde bir gencden bahsetti. Her akşam buluşuyor, sık sık sinemaya gidiyorlar. Pazar günleri çaylara... Ve sonra Fikret onu evine kadar otomobille götürüp bırakıyor; ona çiçek alıyor... Hakikatte bu Fikret, avukatın Galatasarayda leylî okuyan yeğeni idi, ki ancak iki defa konuşmuşlar ve bir defa bütün ailece sinemaya gitmişlerdi. Necdet sustu; önüne baktı. Bir iki manasız kelime daha teati ettiler ve genc kalkarak elini uzattı. Semiha manasız, hatta vahşi bir gülüşle: Güle gülel.. diyebildi. Bir kere daha onu kaybediyordu. Ona soylemek ıstedıkiennden nıçDmnı SO^ÎCyememişti. Bir kere daha onu danltmış, kırmış, inkisara uğratmıştı. Fakat bu artık son olabilirdi. Kapı kapandı. Merdivenlerden inen ayak seslerini duydu. Bütün hayatını kurtarmak için bir dakika kalmıştı. Sonra bir saniye... Koştu, merdivenleri çifter çifter atladı ve tam kapıdan çıkarken onu çevirdi. Necdet, Necdet.. dedi. Yalan söyledim... Gözleri, yaş içinde idi. Koşmak ve heyecan onu ayakta durmak iktidarından mahrum ediyordu. Yalan söylüyorum, ne Fikret var, ne kimse... Yalnız sen varsın.. Bitkin bir halde başı genc mühendisin omuzlarma düştü. Necdet iri ve kuvvetli ellerile onu göğsünde sıkarak: Semihacığım' dedi. Ayrıca : SONSUZ AŞK Bu Çarşambadan Itibaren : Cebelüttarık Casusu TOSUN PAŞA ATEŞ GECESi Türkçe komedi Gaby Morlay, Victor Francen Bugün iki filim 1 de, 3 te ve 8,30 da KaragUmrük A Y S U sinemasında Bngttn MELEK ve İPEK Sinemalarında birden Seans saatlerine dikkat: BUGÜN : İPEK'te saat: 10 12 2 4,15 6,30 ve 9 da M E L E Kte saat: 11 2 4,15 6,30 ve 9 da BOVER DUNNE [HARLE5^IRENt Büyük vedehakâr artist: C H A R L E S ve parlak, güzel yıldız: İ R E N E B O Y E R D U N N E Yarattıkları en güzel ve en hissî aşk romanı BEHÇET RONA Bugün S A K A R Y A sinemasında \ İki büyük ve görülmeTiiş film birden SABAHSIZ BİR AŞK CECESİ Şayani hayret şaheserinde emsalsiz bir muvaffakiyet kazanıyorlar ve Paris Operasında bütün baletlerinin iştirakile çevrilmiş bir film Bugün saat 11 ve 1 de tenzüâtlı tnatineler ASKIN ÖLÜHÜ POLİS HAZIR OL Hissî, müessir büyük bir macera ve zabıta filmi SÜMER Sinemasında Bütün güzel film meraklılarile sevenler ve sevişenleri celbediyorlar İlâveten: Yeni EKLER JURNAL son dünya ve harb haberleri Bugün saat 11 ve 1 de tenzilâtlı matineler birdenbire taşmış, beni oracıkta bir iskemleye çöktürmüştü. Ellerim yüzüme kapalı, boğula boğula ağlayordum. Büyükannem fena halde şaşırdı. Söyleyecek söz bulamıyor, bu taşkınlık karşısında, susmaktan başka bir şey yapamıyordu. Kim bilir, belki de, kafasmın içinde birdenbire doğan fikirlerin ilmiğini çözmeğe uğraşıyordu. Bir müddet, odanın içinde, beninı hıçkmklarımdan başka ses işitilmedi. Sonra, büyükannem, yavaş yavaş bana yaklaştı. Bizzat korkunun, endişenin, üzüntünün sesi olan ürpertili, hafif bir sesle: Leylâ! Leylâ, yavrucuğum! Dedi. Elleri, başımı meçhul bir felâkete karşı korumak isteyen bir kanad gibi saçlanmın üstüne gerilmişti. Ellerimi birdenbire yüzümden çektim; kollarımı onun boynuna doladım; içimin bütün zehrini dökmek ihtiyacile bir çocuk gibi: Anneciğim! Büyükanneciğim! Diye inledim. Büyükannem yanıma oturdu. Beni, tıpkı bir çocuk gibi kucağına aldı: Ne oldun Leylâ ? Niçin ağlayorsun yavrum? Bilmiyorum, büyükanne. lçimden geliyor. Kendimi tutamıyorum. Evet ama, bir sebebi olacak elbette. Istanbula gitmek istemiyor musun? Onun için mi ağlayorsun? Yalnız o değil. Selim Beyin yaptığı bu muamele çok gücüme gitti büyükanne! Selim Bey bir şey yapmadı ki kızım! Başımı, büyükannemin göğsüne daha fazla yasladım: Daha ne yapacak! Benim Istanbula gideceğimi bildiği halde erkenden sokağa çıkması benden kaçtığını göstermez mi? Ne münasebet, Leylâ! Adamın işi çıktı, bıraksın mı? Hem Selim Bey senden niçin kaçacakmış? Bana veda etmek istemediği besbelli, büyükanne! Büyükannem, göğsüne yaslı başımı iki elile tuttu, kaldırdı. Gözyaşlarile sırsıklam yüzüme dikkatle baktı. Anlamadım Leylâ, dedi. Ne demek isteyorsun? Selim Beyin sana veda etmek istememesi neden? Çünkü benim ağlayacağımı biliyor. O kadar rahatına düşkün, öyle hodbin bir adam ki, rahatsız olmamak için kaçtı. Büyükannem bu sözümü pek çocukça bulmuş olacak ki, gülmeğe başladı. Yüzündeki tasa izleri silinmişti. Gözlerimi yaşa boğan kederin, ilk anda zannettiği kadar mühhn bir gey olmadığınai kanaat getirmişti. Yanaklanmı okşadı; yaşlanmı sildi: Çocuksun evlâdım, dedi. Yaşııı büyüdü ama, başında hâlâ minimini fikirler var. Niçin büyükanne, üzülmekte haksız mıyım ? Haksızsm Leylâ, Selim Sekban Bey senden izin almadan gitti diye de bu kadar ağlamak olur mu ya? Yanlış anlayorsunuz, büyükanne. Onu demek istemiyorum. Ya? Selim Bey benden elbette mfltaade isteyecek değil. Beni insan yerine koymuyor, ona üzülüyorum. Bunda da yanlışın var. Muallimin, dünyanın en kibar adamı. Evet! Kibarhğına diyecek yok. O halde? Kibarlığı, benden nefret etmesine mâni olmuyor. Bunun farkında değilsiniz galiba. Hayır, değilim. Çünkü ortada böyle bir şey yok. Benim bildiğim, Selim Bey sana çok kibar bir arkadaş gibi muamele ediyor. Bu sözlerin, senin hayal mahsulünden başka bir şey değil. Hem anlamıyorum, Selim Bey senden ne diye nefret etsin'' ÜArkası var) Tefrika No. 29 Hiç olmazsa bu teselli var. Teselliye çok muhtacım. Yassıkayadan ayrılışımın sarsıntısını hâlâ gideremedim. Zaman zaman, ağlama arzuları duyuyorum. Fakat halamın yanında ağlamak istemiyorum. Evine misafir geldiğim bir kimsenin karşısında ağJamaktan hakaret manası çıkabilir. Yaşlarım içime akıyor. Onların zehrini uzun zaman yüreğimde taşıyacağım gaİiba. Fıtnat halanın evinde geçirdiğim bu ılk gece, bana verilen odada, yatağıma yattıktan sonra, Yassıkayadan ayrılış sahnesini, kapalı gözlerimin arkasmdan, bir kere daha yaşadım. Hem de hakikisinden çok daha uzun olarak! Yağmurlu bir sabah... Tabiatin üstüne, ıslak bir perde gibi gerilen serpinti içimi üşütüyor. Yavaş yavaş hazırlanıyorum. Burada geçireceğim son dakikaları kabil olduğu kadar uzatmak ihtiyacmdayım. Saçlarımı düzeltmek için sarfettiğim zamana, giyinmek için de bir o kadaı Nakleden: HAMDİ VAROGLU vakit ilâve ettiğim halde, odama son bh veda nazarile bakmak zamanı gene bütün dehşetile gelip çattı. Adımlarımı zorla sürükleyerek merdivenden iniyorum. Büyükannem, müstesna sabahlarda olduğu gibi, çok erken kalkmış, kahvaltı ediyor. Elimdeki ufak çantayı bir iskemle üstüne bırakıyorum. Fincanıma süt koymakla meşgul büyükanneme soruyorum: Selim Bey kahvaltıya inmedi mi, büyükanne? Hayır kızım. Bu sabah ikimiz yalnız kahvaltı edeceğiz... Muallimin gelmeden evvelki zamanlarda olduğu gibi... Büyükannemin gözleri, o eski günlerin hatırasile sulanıyor. Fakat bunu sadece görüp geçiyorum. O an için, üzerinde durduğum, durmağa değer gördüğüm bir tek nokta, Selim Sekban Beyin, kahvaltı için yemek odasına gelmemesi. Büyükannemin verdiği bu haberde, hiç ummadığım bir darbe ağırlığı var. Sesim boğazımda düğümlenerek soruyorum : Selim Bey hasta filân değil ya? Hayır... Köşkte değil zaten. Ailesinden bir mektub mu gelmiş, ne olmuş, mühim bir şey galiba. Erkenden gitti... Gayriihtiyarî, büyükannemin sözünü yarıda kestim. Haykırırcasına sordum: Gitti mi? Evet, ben uykudan yeni kaikmıştım daha. Saat beş buçuk yoktu. Veda etti. Çok mühim bir işi olduğunu söyledi... Sanki beni bekleseydi ne çıkardı? Beraber giderdik. Her halde işleri pek aceleydi... Telgraflar, mektublar filân bir şeyler söyledi ama, doğrusu pek de kulağıma girmedi. Zaten kasabaya kadar indi, dönecek. Öyleyse ben gitmeden gelir... Zannetmem... Yemeğe beklemeyin, dedi. Demek ki Selim Beyi görmeden gideceğim, öyle mi? Öyle. Ne yapsm, bekleyemedi. Yalnız, haber bıraktl. Tarafımdan kendisine söyleyin, hayırlı seyahatler temenni ederim, dedi... Büyükannem sözünü bitiremedi. Selim Sekban Beyin sabah kahvaltısına inmiyeceği haberini aldığım dakikadan itibaren boğazımda birikmeğe başlayan hıçkırıklaı

Bu sayıdan diğer sayfalar: