1 Ağustos 1941 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 2

1 Ağustos 1941 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 2
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sehir Resim san'atımıza haberleri Tasarruf bonoları umumî bir bakış San'at ve hayat CUMHURÎYET 1 Ağustos 1941 Iktısadî tetkikler IHEM NALINA MIHINAİ Mübalâğalı rakamlar ark cephesinde harb devam ediyor. İki tarafın ateşe süriükleri orduların 9 miljonu bulduğunu, hatta geçtiğini, bit Alman rpsraî harb tebliği bildirmişti. İki taraf da, hasmını çok ağır zayiata uğratttğını ileri siirüyor. Zayiat etrafında nesredilen rakamlar, her iki ordu için ayn ayn 600 binden başlayarak 1 nıilyona, bir buçuk milyona, sonra da iki taraf için 3 milyona çıktı. Nitckim İngiliz Başvekili M. Çörçil de, son nutkunda «34 milyon Alman ve Rns askerinin ölümünden» bahsetti. Şark cephesinde, 22 hazirandanberi devam eden harb elbette kanlıdır. Fakat acaba, 40 gün içinde 34 .nilyon kişinin olmesine ihtimal var mıdır? Bir defa 34 milyon ölü, 9 milyon kişi tutan iki ordu mevcudunun üçte ikisindtu fazla, yarısına yakındır. Umumi mevcudlann yüzde ellisine yaklaşan ağır /ayiata ise en cengâver ordular bile tahammül edcmez. M. Çörçilin ölüden kasdı belki de zayiat, yani ölü, yaralı, esir olarak harb harici çıkanlardur. Bu takdirde dahi, 40 günde, 34 mılyonluk zayiat, gene fazladır. Bu harbdcn çok daha kanlı olan geçen harbin zayiatile mukayese edilince bu zajiat rakamlarındaki fazlalık ve mubalâğa derhal tezahür eder. Birkaç misal verelim: Evvelâ, 21 şubat 1916 dan 15 birineikânun 1916 ya kadar, müthiş ve kanlı iki yıpratma meydan muharebesi halinde 9 aya yalun bir zaman devam etmiş olan Verdun ve Somme (Som) meydan muharebelerinde iki tarafın umuml layiatı şu kadardır: Fransızlarî Verdun'de 378,000 ki^, Somme'da 202,000 kişi olmak üzex« 581,000 ldşî, İngilizler: Somme meydan muharebesinde 420,000 kişi, Almanlar: Verdun'de FransıılaHnki kadar, yani takriben 370380 bin kişi ve Somme'da, 300,000 kişi olmak üzere, 700.000 kişiye yakın zayiat vermişlerdir. Biraz daha fazla fikir verebilmek İçin Almanya, Rusya ve İngilterenin bütüa Umumi Harb içindeki layiatına da bir gön atalım: Almanya. geçen harbde 11 milyon W?i seferber etmiştir; umumi layiatı, ölü, yaralı. esir ve kayıb olarak 5 milyon Idşidir. Bunun 2 milyona yakın bir miktan ölüdür. Rusya, 12 milyon kişi seferber etmiştir; umumî zayiah 9 milyondur; bunun takriben 2 milyon kişisi ölüdür. İngiltere, takriben 9 milyon kişi »ilâh altına almıştır; umumi zayiatı 2 milyon 948,000 dir; maktulleri takriben 870.000 khidir. Bütün muhariblerin geçen harbde verdikleri zayiatm daha esaslı ve tafsilâtlı listelerini tetkik etmeyi başka bir yazıya bırakıyorum. Çünkü yukanda verdiğim birkaç misal kâfî derecede kuvvetli dir. 4 seneden fazla süren bir harbde Almanya ile Rusyamn verdikleri zayiat yekunlan, 40 gün devam eden bir mücadele için ileri sürülen müthiz rakamların çok mübalâğalı olduğunu «pat etmiştir, sanıyorum. Sümer Bank U. Nü Bugün dünyayı saran harb, içinde ve malî dürü İstanbula geldi ciısında olan bütür. memleketlerin de\muvazenelerini bormuştur. Vakıa Yazan: Asker ressamlar Garb teknlğile retta san'atını memleketimize sokarak minyatüre son vefen 18 inci asırdır. fru asrın sonlarına doğru Osmanlı İmparatorluğile farb ihemleketleri, bilhassa Fransa, arasındakl münasebetler kuvvetlenmişti. Türkiye, Avrupa san'atını ve san'atkârlarını tammaya başlayordu. İtalyadan miünarlar, kalfalar ve tezyinatçılar, Fransadan, Felemenkten edibler ve ressamlar İstanbula geliyor, saraya kabul edlliyorlardı. O zamanlar Avrupa mimari•inin tereddisine işaret olan «Rokoko» üsluiu. İtalyan ustalarile İstanbula gifiyoî ve Boğaziçi sahilleTİnde yükselen yeni saraylarda biisbütün bozuluyordu îtirk minyatürcüleri de, pürüzsüz çizğiierin hapsettiği parlak, şeffaf renkleri yavaş yavaş bırakıp resimlerinde ışık, gölge arayor, tezyinî idrakten ayrılıyorlardı. Rokoko üslubile inşa edilmiş fainalartn duvar tezyinan, kitab resimleri san'atın bu Avrupalılaşma hareketbıln mübeşşiriydiler. Eşyayı iki buud, yani uzunluk ve genişlik laymetleri üzerinde resmederek, derinliğl kale almıyan Türk reseamı, garb tesirleri alünda bu üçüncü buuda da kıymet vermeğe başlamıştı. 19 uncu asrın başlangıcında kendini gösteren bu teknik tahavvül, gitgide Inkişaf ederek, ayni asrın ortalarında mi'Jl san'atın ifade vasıtalarından biri olrmjştu. Kitab ilüstrasyonundan başka bir şey olmıyan minyatür, manzara, portre, natürmorta yer verdl. Sadece göBün zevkine bitab eden bir resim idraki, tabiatin, insanların ve eşyanın dramını da sezmeğe, beşerî bir ifade olmaya başladı. Bu hanrlanma müddetini İstisna edecek olursak, Türk resminl, kaba bir tasnifle. üç devreye ayırmak mümkün Cİur: 1. İptidailer, yani 19uncu asır başlangıcından ortalanna kadar giden devre. 2. Orta devre, yani 1860 tan 19 uncu asran sonuna kadar geçen müddet içinde doğup eser veren san'atkârlar devresi. 3. Modern devre, yani 1900 den ititaren eser vermeğe başlamış olan ressamlar devresi. Resim sahasında vücude getirilmiş olan eserlerin araştırma ve tasnif işi henüz metodlu bir şekil almadığmdan. ilk devreye aid eserler hakkındaki malumatımız henüz pek sathidir. Resim ve heykel müzesindeki eserlerden şu intıbaı alıyoruz: Garb tekniğine henüz alışmaya başlayan Türk ressamlan, tiptidaî» vasfinı haklı gösteren bir safiyetle işe koyulmuşlardı. Bunların hiç biri profesyonel Ban'atkâr değildi. Çoğu, hatta hemen hepsi, «Mektebi Harbiyei Şahane> den veya «Mühendishanei Berrii Hümayun» dan çıkrna askerlerdi. Garb resim tekniği ilk defa olarak bu askerî müesseselerde gösterilmeğe başlanrmştı. Bu sebebden dolayı orduda resme hevesli birçok zabit bulunuyordu. 19 uncu asruı ortalarına doğru tablolarda görülen iptidailik yavaş yavaş. kaybolmaya ve yerine daha mütekâmil bir icra tarzı kaim olmaya başlamıştı. Şeker Ahmed, Hüseyin Zekâi Paşalar, Osman Hamdi Beyler, sonraları Halil Paşa, Hoca Ali Rıza Bey, Türk resmine yeni bir devre açtılar. Bu zümrenin de hemen hepsi asker, yüksek rütbeli «ümera» idi. Avrupada tahsil etmiş, tanınmış üstadların atölyelerinde çalışroışlardı. Şeker Ahmed Paşada Courbet'nin. Zekâi Paşada Fransız manzara ressamlannın, ve Hamdi Beyde Gerome'un tesirleri aşikârdır. Fakat. Kapalıçarşıdaki entikacı dükkânlarını büyük levhalarına naklederek «şark resmi» yapan Os Bürhan Sanus yarm Karabüke giderek tetkiklerine devam edecek Sümer Bank umum müdürii Bürhan Sanus. İzmitteki tetkiklerini ikmal ederek dün öğle üzeri şehrımize gel miştir. Umum müdür, dün beraberinde İzmit kâğıd fabrikası müdürü Adnan olduğu halde bazı tetkiklerde bulunmuş ve saat 16 da Sümer Bankın İstanbul şubesinde toplanan SUmer Bank idare meclisinde hazır bulunmuştur. Bürhan Sanus. dün kendisile görüşen bir muharririmize seyahati ve tetkikleri hakkmda şu izahatı vermiştir: « İzmitte bildiğiniz şekilde tetkikler ve yapılan toplantılarda bulundıım İstanbulda iki gün kalarak cumartesi günü Karabüke gideceğim. Karabükte bir kaç günlük bir meşjtıliyet'miz olacak. Bundan sonra tekrar İstanbula gelecegim. Yünlü ve pamuklu sanayi gruplarınm fabrikalar mümessülerinin iştirakile ayrı ayrı toplantılan burada yapacağız. Bu toplantılarda şimdiye kadar alınan neticelerle gelecek iş vılı çalışma programlan üzerinde göriişülecek ve kaTarlar ittihaz olıınacaktır.> Nurullah Berk Yazan: man Hamdiyi istısna edersek bu lessamlar, zehirlenmemiş ve temiz kalmış hislerle temiz ve saf ^^^~~~~~^^~ bir Türk resminin temelini kurmuşlardır. Süleyman Seyidin çiçeklerinde, Ahmed Ziyanın bir menazırcı titizliğile resmedilmiş sokaklarma bakarken, bugünkü san'atı hazırlayan ressamların temiz ve dürüst bir işçiliğe ehemmiyet verdiklerini anlayoruz. Bu san'atkârlar, imkânlarile iddiaları arasında muvazeneyi bulabilmiş. sahib oldukları malzemeyi aşmıyan mütevazı eserlerle iktifa etmesini bilmişlerdi. Gelip geçici kıymetlere ehemmiyet vermedikleri ve samimiliği her şeyden üstün tuttuklan için onları. Avrupa san'atı ölçüsünde olrrtasa bile bizim ölçümüzde. klasik diye »nabiliriz. Askeri terbiyenin verdiği tevazu ve disiplin ruhunun san'at plânmda bir tezahürü olarak da kabul edebileceğimiz güzel ve temiz iş gayretine bu devre san'atkSrlarında olanca belâgatile şahid oluyoruz. Paul Valery, «art» kelim c i r c ayni zamnnda «artisanat. nın da manasmı katarak, san'at eserinin ayni zamanda «iyi iş», «zanaat» iş olduğunu da ileri sürüyor. San'at eseri. muayyen 1cra kanun ve kaidelerine ihtiyac gösteren, bunlar mevcud olmadıkça kısır kalmaya mahkum olan bir eşya değil midir? Rönesans devrinde san'atkâr, taşı. gümüşü, mücevneri, bronzu yontmak, oymak, işlemekle İşe başlar, sonra boya ezer, vernik hazırlar, hasılı işln esnaflığını öğrenirdi. Alın teri, el emeğile tedricî bir surette kazanılan bu san'at melekesi, eskilerin belki en kuvvetli taraflandır. Feci bir kaza Bir amele minareden düşerek öldü Dün sabah Üsküdarda bir işçi 35 mstro irtifaındaki bir minareden düşeek parçalanmıştır. Yahya ve Abdülhakim adlannda iki İşvi Yenicami minaresinin şerefesi al. tındaki otları temizlemek üzere 35 metTO yüksekliğinde kurulu iskele üzerin. El maharetinin varisleri olan eski de çahşırlarkerı, iskelenin bir aralık Türk ressamlarmda zanaat kaygusunu ça'İBr.masile Abdülhakim muvazenesini görüyoruz. Osman Hamdinin Resim ve kaybederek bu başdöndüren yüksek Heykel Müzesindeki «Silâh Taciri> adlı 'ıkten sokağa dÜEmüş, derhal ölmüştür. Hâaiseye Müddeiumumilik el koy. Hflkımıza bono jle r>ara arasında lıic eseri önünde. san'atkârın teknik imbir fark olmadıemı anlatmak ve bonokânlarmı tesHm etmek mecburiyetinde muş ve tahkik3ü? başlanmıştır. nun faiz aetirmek itibarile paradan dayiz. O ve diğer arkadaşları, sedef kakba kıvmetli oldueunu ösretmek Iâ7imbir masayı, müzeyyen bir silâhı, Adalarda elektrik fiatı dır. Binaenaleyh bu uğurda ne kadar kırışıklı bir yüzü, kıvrımları bol bir elBuıgaz ve Kmelıada hususi elektrik söz söylense azdır. biseyi resmetmekte usta idiler. Loş bir cami içi, çizgileri ufka yaklaştıkça da tesisatile tenvir edilmektedir. Bu tenBu yazımızda bonoların gerek halka ralan bir sokak, köpüklü bir deniz on viratı İdare edenler Belediyeye müra. rerek devlete temin ettiği menfaatlerdcn lan ürkütmezdi. İncecik fırçalarile işe caatl° elektrik fıatlarının arttınlmasını koyulurlar, didinir, yorulur, mukaddes istsmişlerse de Belediye bunu reddetSiraz evvel de iaeh işi başarırlardı. Bilgilerine imanları da •niştir. "ttiçimiz yeni devyardım ederdi. bakımınr*an let tasarruf bonoBu zümre san'atkârların belki son larınm getireceği varidat ile her gün bir mümessili olan Halil Paşa bundan bir parça daha artan millî müdafaa masiki yü evvel gözlerini kapadı. Son deraflarını karşılamak için lâzım olan paI I minde 80 yaşını aşmıştı resim yapıra toıpin edilecektir. Ve binnetice harb •c Bakırköyünde bakkal Ali Rıza ve malî sıkmtı anlarında daima düşf yor ve manzaranın karşısına sehpasıru kuruyordu. Sakin yaz günlerinde Çen yerli naftalini 300 kuruşa ve Asmaal mek temayülü gösteren para takviye gelköy sahillerindeki durgun akisleri tında Yordan 40 kunışluk çiviyi 300 ed:lecek ve enflrsyon tehlikesi bertaraf kuruşa satmak suçile dün Cumhuriyet pdümiş olacaktır. ondan iyi tasvir eden olmadı. Salih, Molla Aşkl, Ahmed Bedri, Mus müddeiumumiliğine verilmişlerdir. geiirdiklerı tafa gibi henüz emekleyen ressamlardan ir Denizyollan İdaresine geçen Halic Halk için Bonolar yüksek faiz ile para Halil Paşaya kadar, Türk resmini, pü vapurları bacalarına Denizyollarının İse sahiblerine güzel bir rüzsüz ve ahenkli bir inkişafla, ilerle forslan konulmaga başlamıştır. plasman imkânı vermektedirler. Bugün miş görüyoruz. •fc Beylerbeyinde bir tahsil şubesi a Türkiyede bundan güzel bir plasman Türk resmi bundan sonra güzel saçılmasma karar verilmişti. Bunun için irnkâm bulmak mümkün değildir. Boflyetini kaybedecek, fakat herhalde lüyeni bir bina satm alınması kararlaş noların lâyık oldukları rağbeti görmezumlu tecrübeler ve denemelerle zenmıştır. leri ve her nevi sermayeye kapılarını ginleşecek. derinleşecekrir. •*• Tevfik Fikretin Bebekteki âşiyanı açık bulundurmaları için her türlü konm müze" haline getirilmesine karar İRvlık düşünülmüştür. 1 Bonolar çok kısa vadeli olarak verildiğini yazmıştık. Bunun için 2500 lirahk bir tamire ihtiyaç hasıl olmuş yapılmışlardır. Uzun zaman paralarınm tasamıfundan vazgecemiven sermavetur. lef^erin hepsi mal: bakımdan harbin ihtiyac gösterdiği millî müdafaa masraflarını oldukça k ^ y l ı k l a karşılamak imkânmı bulmağı Harbi Umumidenber; öğrenmişlerse de îrasını ve binnotice r millî tasarrrufu 'rimaye etmek isteyen devlet maL' :nde müşkülât bütün vahameü ile sendisini göstermek tedir. Harb maliyesinin en karakterıstik vasfı masrafların fevkalâde artmaaı devlet gelirinin ise çok fazla azalmasıdır. Devlet çok kısa fasılalarla çok büyük masraflar yapmak mecburiyetındedir. Bu acele ve zarurî masraflar: yapmak, gerek varidat bakımmdan. gerrkse ta'ihlerinin birbirine çok yakın olmaları itibarile devlet kasasmı oldukca müskül vazivette bırakmaktadır Bu müşkül vaziyeften devlefin kendibini kurtarması ve masrafları karşılamak için lâzım olan parayı tedarik ermesi iâzımdır. Iste tasarruf bonoları memîeketimizde bu ihtiyacm bir kısmma ceuab verecektir. Devletin yukanda bahsettiğimiz mıişkülâtı karşılamak üzere kısa vaıîeli honolar ihdas etmesi f'kir oîarak lik defa 1914 senesinde Le Rpnfier gszetesi direktörü Alfred Nevnark tarpfından ileri sürülmüştür. Bu fflcri ilk defa oInrok tatbikat sahasına knvan şahıs ise 1914 senesinde Fransada Maliye Nazır; olan M Ribnf'hır. M. Ribot «Le bon de la defense na. tionales ismi veriİPi bonolaıla harb maliyesinde bir inkılâb yapmış. ve bonolar bütün tahminlerin fevkinde bir raebct eörmüştür. Devleti en büyük bir depo bankası sekline sokan bu bonoların gördü&ü raebet en nikbinlerin bile tasav^•urlarınm fevkinde oimuştıır. Bueün her yerde satılmaVta olan tasarruf bonoiarımızm muvaffak olmaması için hiç bir sebeb ynktur. Eğer halkımıza bonoların kenrlisi ve binnetice devM için temin ettiği faydaları irah edebilir ve halkımıza hakikaten bcnumın ne oldueunu anlatabilirsek bonoîat muhakkak muvaffak olacak ve Türkivede tasarnıf fikri bir parça daha ya.vılacaktor. Cünkü tasarrufuTi en püzeî. en canlı reklâmı bu bonoların kendileridir. Targan Hacim Çarıkit darlara bonolar vadelerinin üç ay, altı ay, bir sene gibi kisa zamanlı olmaları itibarile iyi bir plasman imkânı vermektedirler. Bonoların getirdikleri faiz miktarı ise bankalann depo olarak kendilerine teslim edilen paralara verdıkleri faiz mıktarından çok fazîadır. Binaenaleyh ellerinde muhtemel ihtiyaclara karşıiık olarak para tutmak mecburiyetinde bulunan tüccarlarımız için bonolar en emin. en çok kâr getiren güzel bir banf ka v?'i 'ii görecektir. Üç ayhk bnnolara yüzde 4, altı aylık bonolara yüzde 5 ve nihsvet bir seneîik bonolara vüzde 6 faiz verilmektedir. Bu faizlerin peşin olarak verilmesi hakikatte faiz miktarını çoğaltmaktadır. 2 Paralarım tasarruf bonolarına yatıran sahıslar muhakkak vadenin h,ta:nmı beklemek mecburiyetinde değillerdir. Faizlcrinden vüzde yarım fedjkârlık etmek suretile bonoları istenılen anda paraya tahvil etmek mümkündür. Binaenaleyh nskid para saklamaktansa istenilen anda parava tahvil edilebilcn ve üftelik de faiz getiren bonoları satm alm=>k her halde ee'ek millî. gerek^e ferdî bakımdan çok daha faydalı bir iştir. Bonolar yalnız halkı alâkadar etmekle kalmamalıdır. Ayni zamanda banka VP malî müesseselerimizin tasarruf bonolarına büyük bir rağbet göstermeleri lâzımdır. Vakıa her ne kadar 4060 numaralı kanunun ikinci maddesi mucibince «umumî ve mülhak bütçe ile idare edilen dairelerle hususî idare ve belediyelere ve sermavesi bunlar tarafından temin olunan mütedavil sermayeli teşekküllere ve 3659 numaralı kanuna tabi müesseselere ve imtivazlı şirketlere aid kalâde hallerde nakde tahvili icab eden tahvilleri altı aylık devrenin hitamım beklemeksizin nakde tahvili imkânını vermektedir. Eğer bankalara istedikleri anda ellerinde bulunacak olan bonoları Merkez Bankasında iskonto ettirmek imkânını verecek olursak pek tabiî bankalar, idare, zarurî masraflar ve yapmak mecburiyetinde oldukları tediyeîer için ellerinde ihtiyaten bulundurdukları paraları da tasarruf bonolarına yatıracaklardır. Eğer bu temin edilecek olursa bankalar bonolann verdiği yüksek faizden istifade edecekler ve bonoların en mühim müşterisi olacaklardır. Devlet de bu şekilde Türkiyenin en büyük bankası haline gelmiş bulunacaktır. Bu neticenin elde edilmesi için Merkez Bankasımn, bankalann kendilerine yapılacak para talebinde müşkül vazivette kalmamaları için, geürecekleri bonoları iskonto etmesi lâzımdır. Fransad^ millî müdafaa bonolarının gördük. leri büyük rağbetin bir sebebini de Banque de France'ın sıkışık vaziyette bonoları reesconpter edeceğinden emin olan bankalann bonolara büyük biı raçbet posteıme?!nde aramak lâzımdır. B o n o l a n n tas I B u «î h " mem'İyesi mesele* J !eketin yaptığı slne aelince: g i b i b i z d e d e halledilecektir. Bir iki sene sonra bu bonolan tahkim istikrazları ile uzun vadeli borclara tahvil etmek mümkün olduğu gibi. vade hitamında tediyelerinin yapılması için de bütçeye hususî tahsisat konulacaktır. Görülüyor ki bugün içinde bulunduğumuz mtişkül şeraitte tasarruf bonolan devlet için büyük bir destek, halk için ise mükemmel bir gelir membaıdır. Çok büyük faydaları muhtevi bu bonolara lâyık oldukları rağbetin gösterilmenıesi için teknik hiç bir sebeb mevcud değildir. Hamillere mümkün olan bütün kolaylıklar gösterilmiş ve azamî gelir temin edilmiştir. tekaüd sandıklan veya tekaüd yardım sandıkları ödeyecekleri tekaüd aylığı vpva tazminata ve yapmağa mecbur oldukları vardımlara ve normal idare masraflarına kâfi miktardan fazla paralarını. a^Tii kanunun birinci maddesi mucibince Maliye Vekâleti tarafmdan ihrac edilecpk olan yüzde 5 faizli altışar avlık tahvillere vatırmaSa mecbur tuBinaenaleyh yapılması lâzımgelen en rulmu«larsa da kanun idare masrafla mühim ve lâzım olan iş halkımıza borının haricinde kalan paralann bu tah noları tanıtmaktır. viilere yatırılmasını istemekte ve fevTargan Hacîm CARIKLI Ankara ve İstanbul Hukuk Fakülteleri için müşterek talimatname İstanbul ve Ankara Hukuk Fakülte. lerine aid talunatnamelerin birleştırılmesine karar verilmiş, bunun için İstanbul Üniversitesinde bir heyet teşekkül etmiştir. Rektor Cemil Bilselin riyasetinde, Ankara. Hukuk Fakültesi dekanı profesör Esad Arsevük ve ayni İakülte profesörlerlnden Sadri Maksudl, İstanbul Hukuk Fakültesi dekaru profesör Ali Fuad Başgil, ayni fakülte profesörlerinden Tahir Taner, S:ddık Sami Onar ve Hirş'ten mürekkeb olan komisyon dün öğleden sonra toplanarak çalışmalara başlamıştır. Müşterek talimatname bu ders yılı başına kadar hazırlanmış olacaktır. Ayakkabıcıların fiata itirazları kabul olundu Kssa Haberler Altırı fiatları Birkaç gündür düşen altın fiatları kıdr yükselmeğe başlamıştır. Dün bir Re?ad altını bir gün evvelkinden 10 kuruş fnzlasile 2500, 24 ayar külçenin gra. mı 3"Î8 kuruş. bp^ibirarada 117 lira idi. Maarif Vekili Dün Universitede terim heyetinin içtimaında bulundu fiat Murakabe Komisyonu dün Mıru taka Ticaret Müdürü Necmeddin Metenin riyaseti altında toplanarak ayakkabı Eatanların itirazmı mucib olan kâr hadlerini yeniden tetkik etmiştir. Neticede yüzde 15 kâr haddi az olduğundan kaldırılarak lâstik, çizme, şoson ve çivili kadın, çocuk ve erkek a. \\Tkkabı satışlaruıda yüzde 25, pi. yanta erkek v. triyandafora kadrn a. yakkabısı satanlara yüzde 30 ve diğer cinslere yüzde 35 kâr haddi tayin oBıçakla yaraladı lunmuştur. Eğer toptancı perakende. Cibalide ZejTek caddesl 56 numarah ciye mal satarsa bu kârın yüzde onunu fırında çalışan Ramazan, İş yüzünden placaktır. çıkan kavgada ayni fınnda çalışan Komisyon takma diş ve diş kauçuğu Halili, bıçakla yaralamıştır. sa'îşlarının Dişçller Cemiyetinin vereBu da başkası ceği müsaadelerlo yapılmasını kabul Ka^ımpaşada İplikçifırın sokağında ettıkten sonra çuvalcılarm bir müra. oturan Niyazi, aralannda çıkan bir cautını tetkik etmiş ve fazla fiatla çu kavga esnasında ayni sokaktakl bos val sr.ün aldıklarından dolayı >üksek tanda çalışan arkadaşı Dervişi bıçakla fiatla mal satrnak istiyep bu çuvalcı. ağırca yaralamıştır. 'ann isteği mavafık görülmiyerek redDerviş Beyoğlu hastanesine kaldırıldohiT.rruştur. mış. suçlu yakalanmıştır. olduğunu saklıyamıyordu artık... Adeta, bizi kurtaracak bir mucize bekliyorduk; buraya geldiğime, iptilâma, ve bu bahar şarkısı gibi şen kızı da nafıle duygulara sürükleyişime çoktan nadim olmuştum. Durgun ömrüm ve baba şefkatini andıran sevgimle onun ruhundaki şakrak hayat şevkini yavaş yavaş öldürüyordum. Bir akşamüstü. bahçenin kenarında, onun üçüncü portresini yapıyordum. Aşağıki yoldan arkadaşları geçiyordu. Necdetin sesi duyuldu: Heello Peri! Biz denize gidiyoruz, efendin bırakırsa sen de gel!.. Perihan öfkeyle j f an dönsrek tahassüslerini maskelemek isterken, yüzüne \njran tahteşşuuru fiyasko verdi Sinirleri eriten bu sıcakta, ansızın uzaklardan gelen dinc, dolgun erkek sesi, bu körpe ve acemi genc kız ruhunu. ısırılmış bir meyva gibi sulandıriNrermişti. Vücudü isyan içindeydi. Burun kapakları açıhp kapanıyor, gözkapaklan, sıcak bakışlarınm çıplaklığmı örtmiye çalışıyordu. Ağır ağır ve gülümsiyerek saçlarım okşadım: Haydi git Peri, dedim, eğlen çocuğum. Ben de şehre iniyorum. Yann belki görüşürüz. Neye belki Adnan? Artık gelmemiye karar verdim Peri. Seni aldatmamak için çok çalıştım. Fakat sen de tasdik edersin ki olmıyacak bu... Hesablar yanlış çıktı. Daha çok senin için düşünüyorum. Ayrılmalıyız. Henüz hiç bir şey kırmamışken... Gözlerinden hmcla fırlamış yaşîar, nemli kıvılcımlar gibi ateşleniyordu. Yerinden fırlamak, itiraz etmek istedi. Lâkin kımıldanamadı, uzanmağa hazırlanan elleri düştü. Sahilden, dinc bir erkek sesinin tekrarladığı tango Hiç durmuyordu: Seni bekliyeceğim, senin dönüjünıT, Bütün kalbimle Ben de ne kadar istiyordum, diye fısıldadı, bilseniz size ne kadar itimadım vardı. O değil, bu temiz çiçeğin içindeki ateş konuşuyordu. Saçlarım okşıya okjıya, onu kumsalda şarkı söyliyen sese gönderdim. Havada taze bir ahenk, tarlalard» kızgın lâleler vardı. Üniversite terim koordinasyon heyeti dün sabah saat 10 da Universitede umumî bir toplantı yapmıştır. İçtimada Maarif VekUİ Hasan Âli Yücel de bulunmuştur. Uzun müddet devam e . den toplantıda fakülte terim heyetlerinin faaliyet raporlan okunmuş, bunlar üzerinde amelî münaka^alar yapılraıştır. Hasan Âli Yücel, profesörler tara fından ileri sürülen mütalealan yerinde bulmuş ve bu suretle takib edilecek umuml prensipler hakkmda yeni kararlar verilmiştir. Bu kararlara göre, fakültelerde ahenkli bir çalışma temin edilecek ve bu çalışmalarda Edebiyat Fakültesince hazırlanan umumi esas lar göz önünde tutulacaktır. Peyderpey tespit edilen terimler profesörlere dağıtılacaktır. Böylece. katiyet kesbeden terimler tedrisatta. her profesör tara fından kullanılacaktır. | Doğru değil mi? |Yüksek mekteblere girm imtihanlarını biraz daha geçe bırakmak lâzıtn! Dün matbaamıza lise mezunu ve mezun namzsdi bir çok genc geldi. Bunların bir kısmı ikmale kalmış, diğer kısmı olgunluk imtihanlarının birinci devresine girememiş talebelerdendi. Derdlerini şu şekilds anlattılar: < Ekseri yüksek mekteblere bu arada Siyasal BUgiler Okuluna girme imtihanlarının zamanı eylulün yirmısme kadar tahdid edilmiş bulunuyor. Bu imtihanlara dahil olmak için de mutlaka olgunluk sertifikası isteniyor. Biz ikmale kalmış ve olgunluk imtihanlarının birinci devresine girememiş olanlar gene Maarif Vekâletinin tespit ettiği veçhile o zamana kadar ikiad devre olgunluk imtihanlarını geçiremiyeceğiz ve neticede o yüksek mekteblerin imtihanlarına iştirakten mahrum kalacagız.» Efer ikmale kalmış ve birinci devre olgunluk imtihanlanna girmemiş talebenin yüksek mektebler ve Siyasal Bilgiler Okulu imtihanlanna istirak etmemeleri matlub degilse alâkadarlar ya ikmal ve oîgunluk imtihanlarını daha evvele almalılar, yahud da yüksek mekteblere girme imtihanlarını daha sonraki bir tarihe talik etmelidirler, diyoruz, Barbaros türbesinin etrafı Beşiktaşta Bırbaros türbesile etrafı. nın scılması işi bitmiştir. Son olarak burada iskele civarında kalmış olan çaipl. bıçak faLrikasınm istimlâk \e Belediye namına tapuya bağlanması işi kmal edilmiştir On beş gün içinde bu bina da tahliye ve hedmedilecektir. Mevlidi Şerif Millî Mücadlede fevkalâde kahra manlıklar ve cansiparane hizmetleri esnasmda almış olduğu mühlik hastalıgın nüksetmesi neticesi geçende rahmeti rahmana kavuşan merhum sadrazam Vamık ve tnerhum serasker Ha cı Raşid Paşalar torunu ve merhum Binbaşı Sami Beyin oğlu ihtiyat topçu teğmenlerinden Rıza Kocaelinin dayısı merhum emekli Albay Yavuz Fehmi Kocaelinin ruhu mübarekine ithaf edilmek üzere ağustosun 3 üncü pazar günü Üsküdar iskelesi karşısmda Mihrimah Sultan camil şerifinde şehrimizin tanmmış hafızlan tarafmdan mevlidi şerjf kîraat edilecefinden merhumu seven akraba ve silâh arkadaşlarile bütün ihvanı dinin teşrifleri Doğru değil mi? rlca olunur. bilıyorsun? Demek sen de... Eeee, Fehamet, fitneliğin lüzumu yok; sonra benim de ağzımı açtırırsın. Çekik gözlü bahriyelinin hikâyesi daha unutulmadı. Çakıl taşlarına şüt çekerek yürüyen bir arkadaşlan hırçın ve sabırsız; Şimdi bunları bırakahm da, dedi, ciddî görüşelim çocuklar. Be'ki adaroın . . . Gurub zamanları, iskeîe yolîarında, iyi niyeti vardır. Nasıl Peri, sahiden bir tren istasyonlarında, elvan renkli mu netice vereceğe benziyor mu bu iş? hacir kuşlar gibi, piyasaya çıkan şen, Perihan. incizaba daha çok meyilli ürkek genc kız kafileleri vardır. Bütün tereddüdlülere mahsus, fazla duraklıyan bir gün, bu son duraklarda ihtilâcb bir sesle; tane tane anlattı: sönerken onlar kıvrak ve beyhude şiir Bilmiyorum. İsmini bile duymadım. ler gibi harelenirler, dalga'anırlar... ve Kim ve neci olduğundan haberim yok. akşam karanlıklarının sırrma karışır Yalnız, «bir mevsim'.ik fütuhata» çıkan lar. Ben, daima şetaret cıvıldıyan bu züppelere pek benzemiyor. Sulu olm^kbahar senfonilerine, uzaktan uzağa. içli tan, müz'ic görünmekten çekinen bir bir yakmlık duyar, boş olduğum saat hali var. Zaman zaman, artık kızlarda bile kalmıyan pısırıklığın ödek ürlerde, sadece onlan dinlemek zevkini pertilerile insanm sinirine bile dokutatmak için, gecenin ilk gölgeleri aramıyor. Fakat... sında, yol beklerdim. Onu böyle bir Alt tarafını tamamlamadı, zaten ben kafile içinde tammıştım. de dinliyemedim. ve lüzum da yoktu. Bir gece, gizlendiğim taflanların arErtesi gün, garın merdivenlerini çıkasından kaynaşa kaynaşa geçerlerken karken ilk defa ona gülümsemek cesaretini gösterebildim. Yalnızdı. Dudakkendi aralarmda konuşuyorlardı: Perihan, ne oldu. senin Âşık Gari îarı kımıldamadı bile... Yalnız akşamıp gölgelerile bir renk olan gözlerine şebe? Kaç gündür görünmüyor? taretli bir tebessüm yayıldığını farkedeÇığhklı bir kahkaha borası koptu: bildim. Akasyalı. alaca karanhk yollar O, o Perihan, yeni bir fındık mı tenhalaşınca yetiştim. Titremesine mâni kırılıyor? olamadığım bir sesle ve vazıh, kat'î ol M»şallah küçük hanım, kaşla göz mıya çok çalışarak: arasında gene bir flört mü başladı? Pardon Hammefendi, dedim, arzuBirdenbire, çattıklan kızm hırçmlaşnuz veçhile pısırıklığın mühim bir kısmış sesi gürültü>>ü bastırdı: A, rica ederim çocuklar. bu kadan mım bırakıyorum. Ben ressam Adnan. da fazla artık! Âşık Garibi de nereden Gerçi buraya «bir mevsimlik» geldua, amma bazıları gibi «fütuhat» sezonu yapçıkardınız? Demek iş o raddeye varmadı he mağa değil... Yeni ufuklar, başka mannüz? zaralar ve mutlak ruh sükunu arıyorLâkin plânımı mahvettiniz. Ay Ne işi canım? Arasıra buralarda dum. gölge gibi dolaşan ahlâk hocası yüzlü, lardanberi duyduklarımla düşündükiedurgun bakışlı bir adam var ya?.. İşte rimi bu anî karjılaşmamızda anlatmayı o... Rastladıkça belli etmeden süzüp ge ne benim ahlâk hocalığıma, ne de sizin çiyor, yalnız görürse durup uzun uzun ciddiliğinize yaraştıramam. Bir boş, lüzumsuz zamanınızda acaba beş on daarkamdan bakıyordu. Peki, arkandan baktığını nereden kika beni dinliyemez misiniz? Genc ve kıymetli muharTİr arkadaşımız Feridun Osman, neşredilmiş ve edilmemiş küçük hikâyelerini bir cildde toplayarak, «Bahar Şarkısı» ismile kitab halinde çıkarmıştır. Arkadaşımızın Semih Lutfi Kitabevi tarafından basılan eseri birçok güzel hikâyeleri muhtevidir. Bunların en muvaffak olmuşunu, zaten müellifin ismini kitabına koyarak baş hikâye yapmış olduğu «Bahar Şarkısısnı buraya naklediyoruz: ff Küçük hikâye î Bahar şarkısı Elıle, dur, işareti yaptı. Yüzünde baskına uğramış bir iffetin hicab renkpizlıği uçuşuyordu. Akşamkl mükâlemesine cevab verir gibi ansız müdahalem onu kızdırmış, bir iki kelimenin ifadesıne sığan uzun ve derdli hikâyemse şaşalatmış, durgunlaştırmıştı. Gülümsiyerek ilâve ettim: Hiç bir şey de olmasa, bir köylüyüz, tanışmamızdan tabiî ne o'abilirn.. Umduğum gibi, hâlâ halecanla kanad çırpan, temiz, berrak bir ses, adeta nefes aldı: Olabilir belki, Adnan Bey amma. şimdi, nasıl söyliyeyim, sırası değil... Hemen eve gitmem lâzım. Israr ettim. Aylardır hissini saklarnakta ona hürmetin büyük zevkini bulan adama iiimad edebileceğini söyledim. «.Öğle zamanları asfalttaki 'kinci köprü tarafı tenha oluyor?» dedim, Gönül ürpertisi henüz yatışmamiştı. Genc erkeklerle görüşmemiş değildi. Hattâ ailelerinin karıştığı morden hayat içinde onlardan belki bir çok arkadaşları da vardı. Fakat akşamın bu vaktinde, istasyon lâmbasının ışıkları, yapraklar arasından kumlara elenen bu asude yolda, bu on dokuztmcu asır an'aneli adamın aşk serenadı, ruhunun romantik zâflannı yakalamıştı. Açıkça titriyordu. Nihayet boynunu hafifçe büküp gdzlerini yere indirerek: Peki. diye fısıldadı Peki, öyle olsun... Geleyim yarın... O saatler, sıcaktan bunalan tabiatin ter döktüğü zamanlardı. Pencereler örtülü, sokaklar bomboştu, herkes evine bir tutumluk serinliklerin halvetine çeYerin ve göklerin ateşi, sıkıntımızı tevile çok yardım ediyordu. Perihanm. konuştuğu adama emin hali, benim de cesaretimi arttırmıştı. Tereddüd etmeden, kitabdan bir sahife okur gibi, hislerimi ve tasavvurlarımı anlattım: Sizde, dedim, hayal etHğim yuvavı beraber kuracak arkadaşı bulduğuma Fericun Osman inanıyorum. Şimdi cevab rica ed«.cek değilim. Birbirimizi daha ziyade tetkik etmeğe vaktimiz olacak... Konusmalarımızın devamına razı olmanız bile benim ümidlerime verilmiş bir taahhüd kıymeti alacak... Bakalım ve bekliyelım. Ne dersiniz? Cevab vermedi, gülümsedi ve tombul gözkapakları ipek eteklerile, evet, der gibi, kırpışa kırpışa kapandı. Bana arkadaşlarını tanıtmak istiyurdu. Onunla yalnız olmayı tercıh ett'.ğimi söyledim: Hayatınız pek neşeli geçiyor galiba, hep beraber, dedim, neler yapıyorsunuz? Hemen hemen hiç!.. Bazan geziyoruz, müzik yapıyoruz. Bazan kom;ularm erkek çocukları da katılıyor. tenis, voleybol oynuyoruz, yüzüyoruz... Aman ne kadar kısa, bomboş hîç bu? Biraz acı, hüzünle gülmüş olacağım ki sordu: Neye, bir tuhaf oldunuz? Vallahi itiraf etmeliyim, ded'm, bunlar güzel, hoş şeyler, fakat ben yapamıyorum, alışamıyorum, bilmem, biraz eski terbiyenin ahşkanlığı mı? Yapamamak da beni kırıyor. Ve birdenbire onunla aramızdaki seneler, büyük ayrılıklar, aykırılıklar gözümde büyüdü. Sözlerim boğazımda kırıldı, devam edemedim. Gittikçe nıuhakemem, içine kapanıyor, idrakim zehirleşiyordu. Hakikaten ben, erkek arkadaşlarile denize giren, balolara ve çaylara giden serbest genc kızlar devrinden biraz evvel yetişmiştim. Sevdiğimde bunlan yadırgıyacak, beğenmiyecektim, yapılmasını istemiyecektim, yapıhrsa tahammül edemiyecektim. Ve sonra... Niçin?.. Dostluğumuz ilerledikçe ümidlerimin istikbali ve mecali kalmıyordu. Farklar çoğahyor, mizac tezadlan meydana çıkıp sırıtıyor, sırtarıyordu. İkımiz de belli etmemeğe, örtmeğe, gc'stermemeğe çahşıyorduk; lâkin Perihan daha şedid, müthiş bir mücadele geçirrrekte Feridun OSMAN

Bu sayıdan diğer sayfalar: