23 Ekim 1942 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 2

23 Ekim 1942 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 2
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CUMHURIYET 23 BîrfncHeçrfcı 1942 Kimya ihtilâli HAYATIN Ekmek darlıgı Dün de fırmlardan müşkülâtla ekmek tedarik edilebildi Fırınlardaki ekmek darlığı dün de devam etmiş ve öğleye doğru hemen hiç bir fınnda ekmek bulmak kabil olamamıştır. Ofisin her fırından bir miktar un kestiğine dair olan haberler, alâkalı makamlarca yalanlanmaktadır. Bazı fırınların vaktinden evvel ekmeklerini tüketmeleri yüzünden ekmeksiz kalan halkın diğer fırınlara telıacümü, darlığın sebebleri arasında gönilmektedir. Memurlara beyanname tevzii işine devam edilmektedir. Basılan karnelerln tevziine başlanmak üzere, kaza mutemedlerine teslim edilmektedir. Tevzi İşine yarm veyahud pazar günü bsşlanacak ve Cumhuriyet Bayramma kadar tamamlanmasına çahşılacaktır. Tevzl işi her zamanki gibi mahalle birlikleri ve iaşe memurları tarafından yapılacaktır. Belediye matbaası karnelerin basılması işini yarın akşama kadar bitirecektir. Hem beyannameli karneler ve hem de beyanname harici karneler tevzi edilirken nüfus cüzdanlan sıkı bir kontrola tâbi tutulacaktır. Bilhassa beyannamelere fazla kimse girmemiş bulunraasına azamî surette dikkat edilecektir. Diğer taraftan Vali ve Belediye Reisi Dr. Lutfi Kırdar, az kazanclı vatandaşlarm da beyannameye tâbi tutularak kendilerine ucuz ekmek temın edilebilmesi üzerinde temaslar yapmaktadır. Türkiyede garblılaşma hareketleri Tanzimattan sonra daha sarih bir şekil aldığı zaman bu cereyanla birlikte lisanımıza girmiş iki tabir var: Alafranga alaturka... Bizde iki ud zihniyeti, yenilik, eskilik cereyanlannı temsil eden bu iki kelimenin haik ve münevverler arasındaki anlayış şeklinde esaslı farklar vardır. Daha ziyade alaturka taraftarı olan halk nazarında alafrangalık gizli bir alay ve istihza mevzuudur. Alafranga geçinen münevver için de alaturka eski kafalıhğın köhneliğin bir sembolüdür. Vakıâ, Garb medeniyeti Fransa demek değildir, fakat bu medeniyetle temasımız daha ziyade Fransız kültürü vasıtasile olduğundan Avrupa medeniyetini Fransız firması altında tanımaktan ileri gelen yanhş bir kanaat, memleketimzde uzun müddet devam etti. İlk zamanlarda yenileşme, garblılaşma cereyanuu ifade eden alafranga sonraları gittikçe tereddi ederek züppeliğin, kozmopolit bir zihniyetin remzi olmağa başlamıştır. Türk cemiyeü yapmış olduğu ilerileme hamlelerile umumî Avrupa medeniyeti camiasında gittikçe artan bir cehidle mevki almakta olduğundan Fransız tesirini hissettiren bu kelimenin de artık hiçbir kıymet ve manası kalmamıştır. Fakat, alaturka kelimesi böyle değildir. O, bütün bir tarih içinde olgunlaşan Türk milletinin, o kendine mahsus hayatını, ileri ve yaratıcı bir milletin varlığuıda hissedilen o asil ve kibar havayı vasıflandırdığı cihetle bu kelimenin bizce ehemmiyeti büyüktür». Şu halde yanlış ve haksız bir hükümle şarklılığı, köhneliği ifade İçin kullandığunız bu kelime, bu zavallı alaturka nedir? *** Garbın bizde bir renk, bir hususiyet bulduğu zamanların haürasını canlandıran, millî gururu okşaması lâzım gelen bu kelimentn eskilik ve şarklılıkla hiçbir münasebeti yoktur. Bilâkis onda, tam kıvanunı almış bir millet hususiVeü, millî hüviyeti canlanduan çok kuvvetli bir ınana vardır. Eski medeniyet çağında, uzak bir maziden gelerek, asırlarca süren bir tekâmül neticesincıe, Türk hayatı isükrarim temin etmiş, orijinal bir mahiyet almışü: Mimarlıkta Türke mahsus bir stil, musikide, tezyinî san'atlarda, muaşeret arzlarında, huiâsa, şehirlerimizin atmosferinden, evlerimizin taksimat ve tefrişatına kadar hayatımızuı her sahasında milM hüviyeti barizleştiren, kendimize mahsus yerli bir hava, mahalli bir koku vardı. FELSEFESİ Milletler, hayat ve hareketlerinde daima şahsiyetlerini barizleştirecek bir istidada maliktir. Millî mahiyet diyebileceğimiz bu karakter, medeniyelin insanları umumî bir benzerliğe götürmesine rağmen, Türkü İngilizden, İngilizi Almandan, Almanı Fransızdan ayırd ettiği gibi bin sene evvel yaşamış bir Türkü de bugünküne bağlıyabiliyor. İklimin, coğrafî şartlarm, tarih. ve ananenin özlü ve kuvvetli tesiri altında teşekkül eden bu mahiyet her milletin ana vasıflarını vücude getirir. Medeniyetin müşterek ve anonim manzarası aliında, milletlerin, hayatmda sezdiğimiz bir başkalık, bir hususiyet hali muhafaza edebilmeleri bu millî mahiyetin kuvvet ve derecesine bağlıdır. Eskiden Türk cemiyeü bu şahsiyete tamamile sahibdi. Kendimize mahsus güzel ve canlı bir mimarî, alaturka müzik, alaturka san'at, alaturka yemek, alaturka kıyafet, alaturka tezyinat, alaturka muaşeret.. Huiâsa mensub olduğu medeniyet kültüründe yaratıcı bir inkişafla Türk cemiyeti hayatma yerli bir hava, alaturka dediğimiz millî bir şahsiyet vermesini pek güzel bilmişti. Görülüyor ki alaturka zamanımızın idealize ettiği millî hayatın tam kendisidir. Eğer, elli sene, yüz sene sonra, yaratıcı bir tekâmül neticesinde bize millî bir hayat yaşamak mukadderse, bu, hiç şüphesiz bütün vasıflarile alaturka olacaktır. NALINA MIHINA! Japon ceb denizaltıs* nasıl yakalanmış? anfransiskoya giderken bir de Kalifornia körfezindeki mühim bir deniz üssünü ve buradaki devlet tersanesini gezdik. Deniz subaylan bizi denizcilere has samimî nezaketle karşıladılar, bavullarımızı istasyona otomobüle kendl* leri taşıdıiar. Bu üs ve tersane tabia^ itibarile bizim Halici biraz andırıyordu. Deniz subaylan kulübünde bize öğle yemeği ikram ettiler. Trende yemek yemiş olmamıza rağmen bu nazik insanları memnun etmek için sofraya oturduk. Bütün subay kulüblerinde yemekler çok nefisti. Burada da öyle idi. Kulübün binası da Chicagodaki gibi güzel, geniş ve deniz ve tersaneye nazırdı. Yemekten sonra tersane ve fabrikalan gezdik. Yanımıza matbuat ve" ziyaretçilerle temasa mcmur ecnebi diîî" bilir iki subay vennişjlerdi. Bu tersanede de inşaata seri usulile çalışılıyordu. Deniz subaylarından biri: < Her gemi indirdikçe şampanya şişesi patlatmak âdetinden vazgeçtik. Çünkü bu kadar bol şampanyamız yok. dedi. Amerikanın 250 tersanesinde 3250 harb gemisi yapılmaktadır. Ayrıca hücumbotu gibi küçük 11659 tekne İnşa edilmektedir. Deniz uçakları yapımı da ayda bir kaç bini bulmuştur. Deniz subaylan 1939 da harb başlar başlamaz bugünkü gayretle İnşaata başlanmamış obnâsına müteessiftirler. Bu tersaneda Pearl Harbour da ele geçmiş olan J a pon ceb denizaltılarından biri de karaya çekilmiş duruyordu. Bunu da gördük. Bir Havana sigarasma benziyen bu gemi iki kişi tarafından idare edilmektedir. İki torpil kovanile, altında intihar ederek bir zırhlıyı da beraber batırmak üzere bir İnfi^âk kulesi vardır. Gemi ancak küçük cüsseli Japonların sığabileceği kadar dardır. Yalnız elektrik njptörleri ve iki makine ile mücehhezdir. iki uskum birbirinin ucaında olup bir tek gibi görünmekte, fakat ayrı ayn dönmektedir. Bu uskurlar denizalülarmın muhtelif dümenlerlnin hizmetini görmekte olduğu için gemide ufkî dalma tertibatı yoktur. Gemlnin içinde yalnız ve ters basılmış bir Pearl Harbour lrmanı haritası bulunmuştur. Bu yanlışlık gemiyi ters bir tarafa gitmeğe mecbur etmiş. Teknenin elektrik kuvveti tükenmiş, kendisini getiren ana gemiye dönememiş, içindeki subayla gedikli de intihar etmek fedakârlıgmı gösterip gemiyi havaya uçuracak dinamiti ateşlememişler, teslim olmak mecburiyetinde kalmışlar. Bu gemilerin bütün esrarı böylece öğrenilmistir. Güzide deniz subaylarına teşekkür ettikten sonra otomobüle Sanfransiskoya hareket ettik. Şehre girerken yedi mil u zunluğunda hakikaten muazzam bir iöprüden geçtik. Harbin doğurduğu yeni keşifler Kömürden kadın çorabı, katrandan ıtriyat, odundan yün, çam ağacından ipek, şeker ve un, camdan kumaş, sinema fiiimlerinden de kösele yapılıyor. Millî asillik ve alaturka r Yazan: Cafer Seno dine mahsus bir âlem yaratmıştı. Hiç şüphesiz bugün için, o hayatm bir tarth hatırası olmaktan fazla bir kiymeti kalmamıştır. Onun eskiliği ve geriliği ancak zamana nispetinden ileri gelen bir aeticedir. Bugüne nazaran dün, eibette cski ve geridir. Fakat, millî orijinalitenin^jununla ne alâkası var? Zaman ve hâdiselerin fevkinde kalan oıillî orijinalite, her devrin medeniyalini kendi şahsiyeüle yuğurarak ona millî bir ruh ve bir renk vermek kabiliyetindedir. Alaturka demek, musikide incesaz, resimde minyatür, edebiyatta gazel ve ka6ide. Mimaride sebil ve şadırvan, kıyafette cübbe ve kavuk ohnadığı gibi o hayatm düşünüş ve duyuş şekli de değildir. O sadece millî orijinalitenin ta kendisidir. Dünkü medeniyet çağında, alaturka zamanın ileri bir tekâmül merhalesini gösterdiği gibi gelecek zamanların Türk cemiyetinde de, millî şuur ve dehanın eserinden başka bir şey olmıyan alaturka millî taıihimizde en olgun bir hayat zirvesini işaretliyecektir. Giyim sanayünin hangi maddelerden neler çıkardığını izah eder resim On dokuzuncu asır, teknik asnydı. Buhar makinesi, elektrik ve motör, dünyayı ve beşeriyeti derin surette değlştirdi. Yirminci asra da, kimya asrı adı verilecek gibidir. Harbler ve onların doğurduğu blr takım neticeler, beşer gayretini, tabiî ham maddeler yerine sun'ilerini ikameetmek yolunasevkediyor. İçinde yaşadığıımz asırda da, dünyaya ve beşeriyete büyük bir değişiklik getiren şey, kimya oldu. Bu harbin başmda; NewYorkun moda salonlarından birinde mankenlik yapan bir genc kız, tepeden tırnağa sun'î eşya Ue süslü olduğu halde müşterllerin karşısma çıkmış. Şapkası sellofandan, robu reyândan, çorabları nllondan, el çantası sun'î deriden, ayakkablan sun'î timsah derisindenmiş. Hulâsa, etten ve kemikten olan mankenin kendi müsiesna, iist tarafı, hep kul yap:sı ve kimya eseri. Bu manken, bütün dünyaya yayılmakta olan, endüstri âlemindeki ihtilâlin bir sembolüdür. Ticaret gemileri, daha düne gelinciye kadar, eski zaman yelkenlilerinin taşıdığı ticaret maddelerini naklediyorlar, Asyadan ipek, Şiliden güherçile, Afrikadan fildişi getiriyorlardı. Ham madde bakımından zengin olan memleketlerin sahibleri, kendi diledikleri fiatı, piyasalara zorla kabul ettiriyorlardı. Kimya, bu inhisarları ortadaa kaldırdı, ham madde sahibi memleketlerin elinden, piyasaya tahakküm kudretini çekip aldı ve mahrum olduğu hara maddeyi kendi kudretile yaratmak yolunu bulan memlekelleri, bu sahada gayrete sevketti. Gerçi, iptidaî maddelerin tabiilerinden mahrum olan memleketler, kimya sayesinde bunların mühim bir kısmını fabrikalarda yaparak, ihtiyaclaruu karşılamak yolunu tercih ediyorlarsa' da, diğer bir kısmmı da, sun'isi tabiisinden pahalıya mal olduğu İçin gene eski sahiblerinden aynen satınalmak yolunu tutuyorlar. Ne var ki, meselâ kauçuk gibi, benzin gibi, sunisini yapmak, astarı yüzünden pahalıya gelecek neviden işe kalkışmak demek olan maddeleri de, abiuka veya harb halinde, içten tedarik imkânı her zaman için mevcud bulunuyor. Bunlar arasında bile, harb halinin doğurduğu güçlükler ortadan kalktığı halde İmaline devam edüenler bulunuyor. Meselâ, geçen Cihan Harbinin başlangıcmda, Birleşik Amerikanm kimya sanayii pek ufak ölçüdeydi. Amerika, bu sahada muhtac olduğu maddeleri, doğrudan doğruya Almanyadan ithal ediyordu. Harb başlaymca, Amerikalılar, Almanyadan getirtemez oldukları kimyevî maddeleri, kendi memleketlerinde tedarik zorunda kaldılar ve kimya endüstrilerini büyüttüler. Bu endüstri öyle bir inkişaf kazandj kl, harbden sonra, Almanya ile mükemmel surette rekabet edebilecek hale geldi. Bugün de, Müttefık ordulan, bu endüstri sayesinde, kimyevî madde bakımından sıkıntı çekmiyorlar. Bugünkü harbin de, şimdl pahalıya mal olan meselâ sun'î kauçuğu, yannki halden sonra muazzam ve devamlı bir endüstri haline getirmiyeceğini, Malakadaki kauçuk tarlalarınm yüzüne bakan kalmıyacağını kimse iddia edemez. Yirminci asır kimya âlemmde ihtilâl yaratan dört esaslı unsurun remzi C. H. O. N. dir. Arzımız üzerlnde mevcud maddelerin hemen hepsinde, kâh ayrı eyrı, kâh bir arada mevcud bulunan bu dört unsur birleşince, hayat ifade eden her şeyin, dolayısile insan vücudünün esasım teşkil ettiği gibi, kimyanın, sun'î mamulâtı vücude getirmek için kullandığı maddelerde de esas unsur vazifesi görmektedir. Karbonla idrojen, petrolda ve maden kömüründe vardır. İdrojenle oksijen, suyun tcrklbidir. Oksijenle azot, havayı vücude getiriyor. İşte bu dört unsurun ifade ettiği kuvvet, teknik kimyanın temelidir; modern kimya ilminin, zarurî ıhtiyaclarımızm azamî nisbetini temin edecek kadar sun'î madde yapıcılığında ileri gitmesi, bu dört unsurun idro karbür ve idrat dö karbon halinden, maddeleşme istidadı sayesindedir. Almanya, geçen Büyük Harbde, azottan istifade ederek azotlu sun'î maddeler imali yolunu bulmamış olsaydı, dört sene dövüşmek imkânmdan mahrum kalacaktı. Bu sayede barutun yapan Almanyanın önayak olduğu bu endüstri sahasında, kimyanın bugün vardiğı merhale, bazan mucize denilecek hale geliyor. Ne kadar garib görünürse görünsün, kömürden kadın çorabr; pis kokulu katrandan, ıtriyat, güneşte solmaz boyalar, tazyik edilmiş eşya; odundan veya süt kremasından yün; çam ağacından sun'î ipek, şeker ve un; İplik haline getirilmiş camdan kumaş; kömürden veya petroldan kauçuk; esasen sun'î selüloldden mamul eski sinema filimlerinden sun'î kösele yapıldığı bir devirde yaşıyoruz. Isviçre kimya endüstrisi, bugün, sun'î vitamin dahi yapmağa başlamıştır. Bilhassa plâstik maddelerle yapılan herhangi nevj eşya için yirminci asır kimya endüstrisini düşündürecek güçlük kalmamıştır. Sofra takımından tutun da telefon cDıazı, baston, tarak, oyuncak, otomobü volanı, heykel, radyo makinesi, tayyare aksamı, kurşun geçmez cam gibi şeffaf, gayrişeffaf, renkli, renksiz, İrili ufaklı, sayılamıyacak kadar çeşidli eşya, esası katran ve selüloz olan sun'î plâstik İptidaî maddelerle yapılıyor. Ankaraya giden izciler Cumhuriyet bayramında Ankarada yapılacak büyük geçid resminde her lise, Muaîlim mektebi ve San'at mektebinden 48 er kişilik birer izci takımı bulunacak. Şehrimzidekî mekteblerden seçiien 384 izciden mürekkeb kafile dün akşam trenile Ankaraya hareket etmiştir. Ajni trenle Edirne izcileri de gitmiştir. ı Sosyetemizin bazı muhitlerinde alafranga, alângle, alâameriken dediğimiz kozmopolit yabancı hayat mukallidüği Bizim için Avrupalıya, meselâ: Frangittikçe genişlerken bizim buna karşı yasıza, İngilize, Almana benzemek ne bir pacağımız şey nedir? terakkidir, ne de arzu edilecek bir şeyMadde ve düşüncesile, medeniyetin dir. Bu belki aşağı bir seviyenin yüksek eUmize verdiği imkânlardan istifade ede bir kültüre körü körüne iltihakı, ana rek her işte ve herşeyde millî ruhtan il temessülüdür. ham alan, kendimize mahsus ileri bir Bu cihetle Garb medeıiiyetini en İleri kültür seviyesi, yepyeni bir cemiyet ya ve müspet eserlerile birlikte Türkleştirpısı vücude getirmek değil midir? meğe mecburuz. Millî bir tekâmüle erişZamanın meydana getirdiği yenilikleri mek için bunun haricinde gidilecek başka bütün icablarile kabul ederken maziye yol yoktur. bağlı kahnak nekadar faydasız ise yeni Mazinin zengin kaynaklarmdan da ismedeniyetin önünde millî şahsiyetin te tifade etmek suretile, o medeniyetin şekkülüne imkân bırakmıyacak surette içinde, millî şahsiyeti barizleştirecek, adi ve şuursuz bir taklidcilik de o ka bütün mükemmelliği ve güzelliğile kendar manasızdır. dimizln olan yepyeni bir his ve öüşünce İstiyoruz ki, hayatımız her halile Av âlemi yaratabilirsek yannın medeniyet rupalıya benzesin! Güzel, fakat niçin? dünyasmda ancak o zaman hakikî bir Bir İngilize, bir Almana, bir Amerikalıya kıymet olarak mevki alabiliriz... benzemek İsteriz de Türke benzemek isCAFER SENO temeyiz! Goethe «İnsan hüviyetile benamdır» demekle isimlerin bir kiymeti olmadığını anlatmak istemiştir. Ayni ismi taşiyan yüz binlerce insan vardır. İsimleri müşerek olan bu yüz binlerce İnsan eğer, ayrı ayn birer varlık halinde bize görünebiliyorlarsa bu da, malik oldukları şahsî hüviyetleri sayesinde mümkün olmaktadir. Milletîer de böyledir. Ancak, millî hüviyetlerüe blr keyfiyet vakıası olarak kendilerini gösterebilirler. İsimler bir eikettir, fakat, bu etiketin altında kuvvetli bir şahsiyet olmadığı vakit isinin de hiçbir kıjineti kalmaz. Zavallı işçi Sirkeci rıhtımındaki demiryolunda dün sabah saat sekizde bir kaza olmuştur. Boş bir vagonu iten ıjçüerden Yusufla Hüseyin, manevra yapan bir okomotifin geriye ittiği vagonların arkadan tazyiki üzerine, ittikleri vagonla öteki vagonlardan biri arasma sıkışmışlardır. Yusuf, tazyikle nefesi kesilerek, hemen ölmüştür. Hüseyin de hafif yaralı olarak Cerrahpaşa hastanesine götürülmüştür. Tahkikata zabıta ve adliye el koymuştur. Tıb Fakültesine ve eczacı mektebine alınacak talebe Tıb Fakültesile Eczacı mektebinitı kabul üntihanlanna namzed olarak kaydolunan talebeden 735 i girmiştir. İmtihan kâğıdlarını tıetkik eden komisyon dün akşam mesaisini bitirmiştir. Kazanan talebelerin isimleri bugün Fen fakültesinde ilân edilecektir. Verilen karar mucibince, müracaat edenlerden 35 inin isimleri iftihar levhasına geçtiğinden. imtihansız almmıştır. Bunlarla beraber kazananlar arasmdan 600 talebe Tıb fakültesine, 80 talebe de eczacı mektebine alınacaktır. Gerçi, o hayatm bozuk ve aksıyan tarafları da yok değildi. Fakat, hayatın tam ve mükemmel olduğu ne zaman iddia edilmiş:ir? Tekâmül eden bir âlemde kemale erişmek imkânsız bir iştir. Bunun çin mazideki hayatımızın da iyi diyemiyeceğimiz bazı zayıf tarafları vardır. Lâkin iyi veya kötü, o hayatın aksettirdiği tamamile bizim varhğımızdı. Haricden Altın 3510 kuruş Altın tiatlan düşmektedir. Dün bir buraya gelenler karşılaştıkları bu tipilc Reşad altını 3510 kuruşa kadar düşnıüş. manzara karşısında ister istemez alaturka bir hayattan bahsetmek ihtiyacını duytür. dular. Fırından ekmek alırken Divanyolunda bir fınndan ekmek alan altmış beş yaşında Ümmügülsüm, bayılmış, yere yuvarlanmıştır. Düşme ile de yaralanmıştır. , Ümmügülsüm, Haseki hastanesine yatınlmıştır. Mısırçarşısında f aaliyet Mısırçarşısmda tamir ve tadil işini üzerine a!an müteahlıidler, işe başlamışlardır. İlk iş olarai dahilî kısımdaki bazı esasü tamir işlerl tamamlanacak ve bundan sonra yanm kalan tadüata başlanacaktır. Ankarada bulunan Valimizin Ticaret Vekâletile teması neticesinde vilâyet elile otomobil lâstiği tevziata yapılması takarrür etmiş ve dün Vali ve Belediye reisi Lutfi Kırdar telefonla bu kararı bildirmiştir. İstanbulda üç aydanberi lâstik tevzian yapılmamıştır. Bu defa dağrılacak lâstikler daha ziyade taksi lâstikleridir. Vilâyetlere Ticaret Ofisi tevziat yapacaktır. f Alaturka hayatın müdafaasmda şarklılık temayülü, eski hayatı arıyan bir tahassür yok mudur? Yanlış ve züppe bir aniayışla böyle bir ihtimal mümkündür. Fakat, milletler mazi ve isükbali ihata eden bir varlık, bir oluş halidir. Muayyen bir zaman ve bir tarilı içinde bu oluarzettiği bir vaziyeti o milletin değişmez bir vasfı olarak teâkki etmek hem haksız, hem yanlış bir düşüneedir. Türk milleti tekâmül eden, değişen bir varlı'î olduğuna göre köhnelik, gerilik de onun 300 bin kilo hayvan derisi bir vasfı olamaz... Mazide, dehasınm ışıkîanndan aldığı Ticaret Ofisi Cenubl Amerikp.dan 300 bin kilo büyükbaş hayvan derisi geıirt lhamla, Türk cemiyeü zamanın ve muhitin o günkü ihtiyaclaruıa uyarak, kenmektedir. Lâstik tevziatı Türkvarı veya Türkkân bir yaşayış şeklini anlatan bu kelimemn delâlet ettiği mana, zaman ve hâdiselerle alâkasız kaarak yalnız millî hüviyeti, millî çeşniyi ifade etmesi icab ederken onun eskiliğe, geriliğe aleaı olması hakikaten acınacak bir haldir. Londradan Türkçe Neşriyat B. B. C, İngiltere radyosu günde dört türkçe neşriyat yapmaktadır ve saatleri ile dalga uzunluklarl şunlardırr SAAT DALGA UZUNtUGU Metre 42.11 08.15 12,30 15,15 19,45 ten daıı ten ten 08,30 12.45 153 20,00 a e a e kadar kadar kadar kadar 40.98 ve 19.60 19.60 31,32 ve İstanbula gelecek çeltikler İstanbul için 10 torı çeltik gelmektedir. Bu çeUkler vilâyeti emrine çeltik fabrikasında işlenecektir. Gtne vilâyet emrine işlenmek üzere İskenderunda bulunan çeUlklerin İâtanbula nakli için günde beş vagonun tahsisi uıkarrür etmiştir. 24.92 CUMRURIYET Nfishası 5 fcnruştur. Harie tçin ıcln 1400 Kr 2700 Kx, 750 . 1450 • 400 . 800 . 150 > Toktnr, ve Insanlar Üzerinde Tesir Yapmak Meşhur OAXE CARNEGİE'nİn bu müstesna eseri ÖMER R1ZA DOĞRUL un nefis üsıubile dilimlze çevrilmiş ve en büyük rağbetle karşllanmıştlr. Döıdüncü barımı da bugün çlktı. Cildli olarak 135 kuruştur. Satış veri : AHMED EIALİD KİTABEVİ DOST • • KAZANMAK • Büfı;c dür.y? dillerinde 10.000,000 basllan ftbone seraiii Senclik Alü avlık Üc avhfe Bir aylık Dikkat nesredilsin edilmesln iade edilmeı ve Gazetemize eöndeıilen evrak vo yaıılar ziyamdao tnes'ulivel kabul olunmaz. nin ışıklan sönmüş, yüzü solgun, dudakları bembeyaz bir halde içeriye girdi. Şadinin annesi: Muallâ, kızım, dedi, yapma, çünkü çok asabî. Müsaade buyurun, çak şey değil, bir iki cümle söyliyeceğim. Ve, yürüdü, Şadinin karşısına geçti. Şadi başını eğmiş, gözlerini halıya dikmişti: Şadi!. Beni herhangi bir suret ve sebeble reddedebilir, istemiyebilirsin. Fakat namus ve iffetimi konuşamazsın, çünkü... Şadi fırladı: Susunuz, dinlemek istemiyorum. Daha bir buçuk saat evvel, hepsini, hepsini kendi kulaklanmla dinledim. Arkadaşlarınızla beraber, kimbilir, hangi hasta ve iptidaî zevkierle bacaklarınızı.Muajlâ, şaşırır gibi oldu, sonra oir kahkaha attı. Birdenbire, Şadinin annesine döndü: Lutfen siz de yaklaşınız. Kadıncağız şaşkınlık İçindeydi. Muallâ etekliğini kaldırdı ve nişanhsına: •i Bak, dedi, çekinme bak!. Bundan bir şey çıkmaz. Kendimizi bir plâjda farzedebiliriz. Muallânın bacaklannda bir çok rakamlar, işaretler vardı. Şadi işin farkına varmıştı, ne yapacağmı şaşırmıştı. Utanarak, hatasım ve İleri gittiğini anlıyarak, başını eğdi: İlâhj Şadi!. Bugün öğleden sonra cebir imtihanı var, anladın mı?. Formülleri bacaklarımıza yazmazsak, sınıfı geçemiyeceğiz. O takdirde ben senin yüzüne nasıl bak.ibilirdim?. imtihan sırasmda işte bunlar iş görecek ve bacaklar, şÜndL «=ta bövle isler de gö V G U «Arjantina» İPEK Smemasında BETTY GRABELE ve fîlminin sevimli güzeller güzeli ylldızl VİCTOR MARTÜRE Tarafından temsil edilen fevkalâde büyük bir şaheser PERI HERKESİ HEYECAN VE MERAKLA SARACAK BİR MEVZU... f MARİA HOLST TEO LİNGEN WİLLY FRİTSCH HANS MOSER Slmez eserh in müştereken yarattlklarl ve büyük rejisör W İ L L Y F O R S T'un filme çektiği STRAUSS'un BLUT Alkiş tezahüratından kahkaha tufanlndan mahşerî izdihamdan inlertıektedir Telefonla, mektubla vuku bulan lsrar karşıslııda ™ Bir kag gün daha göslerüscektir. R/Iüstakbel kayın validesi İle baldızını Ankara caddesinden aşağıya doğru inerlerken gördü. Büyük bir sevincle parmağını çıtlattı: Tamam, Muallâ şimdi evde yapyalnızdır. Hele dur sen bakahm sayın kaynanam. Sen beni nişanlımla hiç Kaldır biraz daha!. Kaldır etekyalnız bırakmazsın öyle mi? liğini. Diye söylendi. Biraz ilerideki berbe Canım, olmaz ki. Yapamam valrine daldı. Saçlarını düzeltti. Oradan lahi. çıktı, şekerciye daldı. Biraz bonbon, bir Cidden nefis bacaklar. şişe kolonya ve hemen Cihangir yo Hele şu tenin mathğına, düzgünlunu tuttu. Muallâyı yalnız bulacağım lüğüne bak. tahayyül ediyordu Ona, içinde' toplan Dur, incitiyorsun, sıkma öyle. mış ne kadar çok söyliyecekleri vardı. Kahkahalar, çığlıklâr odayı çmlatıHayalinin derinliği içinde bazan, âdeta sesi etraftan duyulacak şekilde konu yordu. Şadi, kıpkırmızı, hiddetinden bir yarı şuyordu: ;ılgm hale gelmişti. Bu ne demekti? Muallânın ne güzel elleri var. İşte, bu güzel elleri avuclarının :çine • İçerlde neler oluyordu?. Birdenbire £ır' alacak, yemyefil gözlerinin meçhul de ' layıp kapıyı eçmağı düşündü. Peki, o Lakdirde ne yapacaktı? rinliklerine bakarak, söyliyecek, söyli Tuh size utanmazlar! yecek ve anlatacaktı. Diyip dönecekti öyle mi?. Fakat bu Eve yaklaşırken kendishıe bir çeki düzen daha verdi. Sokak, bir yaz gü da pek kabaca bir şey olmıyacak mıynünün beyaz, bol güneşi ile dolup taş dı?. Dişlerini sıkıyor • ve avuclarının içindeki tırnakları, etlerine gömülümış gibiydi. Muallâların kapısı yarı açıktı. Mer yorduKendisini tuttu; biraz daha bekliyemer merdivenlerin birinci basamağma ayağını atmıştı ki, yukandan sesler cek ve dinliyecekti. duydu. Hem de bir çok ses, bir çok İçerideki konuşmalar devam ediyorgenc kız sesi. Suratını buruşturdu. du: Muallânın bacakları şaheser. Acı bir hayal sukutuna uğramıştı. Evet, bir erkeği çıldırtabilir. Ne yapacağında tereddüd ediyordu. Kuzum, kaldır, aç biraz daha. Dur Geri dönmek istedi, fakat yapamadı. Hele hele, dedi, bakalım bizlmki §imdi. Yapmayın, çünkü şimdi avazım çıkler ne konuşuyorlar? Sessizce diğer merdivenleri de çıktı tığı kadar bağırıp bayılaoağım. Onu nişanlına yap, müstakbel kove yan açık kapıdan içeriye girdi. Nİşanlısı ve arkadaşları sağdaki odada o cana yap. Şadi, birdenbire kararım verdi: turuyorlardı. Kapı kapalı idi. Sırtını İçeride, benim anlamadığım bir duvara dayadı ve dinlemeğe başladı. Nişanlısından başkasının seslerini ta ah'âksızlık faciası geçiyor. Yazıklar olnımıyordu. Genc kızlar, gülüşerek ve sun. Ben de nişanlımın temiz ve afif kaynaşarak koaıısjuyoıl^dyj pjiuğunu sanmJ§U% fit ue k%t = Küçük hikâye Bacaklar neye yarar ?.. dar zavallıyım, ne kadar aldanmışını!. Fazla inanmanın en büyük acı ve ezayı, en büyük ıstırab ve hayal sukutunu getirebOeceğini hiç düşünmemişim. Muallâdan derhal ayrılmalıyım. Hem de bugün, hiç vakit geçirmeksizin. Ve merdivenlerden, bu defa hiç bır İhtiyatkârlık ve dikkat göstermeden ka.lemeleri ikişer ikişer atlıyarak fırladı. Eve deli bir rüzgâr gibi girdi. Annesi, Sadinin yüzüne dikkatle baktı ve oğiunda büyük bir fevkalâdelik bulundu;<unu anîadı. Yavaşça gözlerini eğerek, onun konuşmasını bekledi. Anne, yarın İstanbul dan aynlıyo;um. Hem de kat'î olarak. Anlıyor musun, bir daha dönmemek şartile. Annesi, masanm örtüsünü düzeltiyordu. Sakin ve makul görünmek istiyen bir sesle cevab verdi: Nereye gidiyorsun oğlum ve niçin? Şadi, titriyen ellerile sigara kutusunu çıkardı, bir sigara yaktı. Derin ve asabî; bir kaç defa çekiştirdi. Sonra bir koltuğa atıldı ve ayakayak üstüne attı: Nereye gideceğim. Belki Ankaraya, belki İzmire, bellti Edirneye, belki Bursaya. Bir yere gitmekliğim lâzım. O yer, isterse bir cehennem olabılir. Fakat her cehennem, buradaki cennetten mutlaka güzel olacaktır. Hiç olmazsa, içimin yandığmı duymıyacağun. Bir çamurdan uzak kalaeağım. Annesi, hâlâ masa örtüsünü düzeltiyor gibi idi: İyi ama, sebeb?. Ne var, ne oldu Yazan: Oîhan Rahmi Gökçe Şadi ayağa kalktı. Sert adımlarla salonun bir köşesinden öbür köşesine, âdeta yan koşarcasma, sık sık soluyarak gidip gelmeğe başladı: Ne var mı, ne oldu mu?. Hım... Daha ne istersin ki... Ne tahayyül edebilirsen, işte, o oldu. Annesi bembeyaz oldu: Sakm?. Evet, Muallâdan bahsetmek istiyorum. Annesinin karşısına dikildi, gözlerinin İçine baktı: Şu akrabamız olan kızdan, şu senin çok sevdiğin, inandığın kızdan. Anlıyorsun ya, artık istemiyorum onu. Ve parmağındaki yüzüğü, şiddetle çıkardı: Al bunu!. Şimdi, şu dakikada gidip iade edeceksin. Benim artık nişanlım yoktur. Dur Şadi, kapı çalmıyor. Yavaş ol evlâdım. Annesi merdivenlere doğru gidiyordu. Hİzmetçi kapıyı açtı. Muallânın annesi gelmişti. Kadıncağız, galiba gürültüleri duymuş ve meseleyi anlamıştı. İçeriye girince doğrudan doğruya Şadiye hitab etti: Oğlum, seni bir tuhaf buldum. İttraf edeyim ki, sözlerinizi de duydunı. Benim kızım, namuslu blr kızdır. Şadi, müstakbel kayın validesine baktı, baktı, baktı: Sen de bir zavallısın ki, inanıyorsun ona değil mi? Bir §aj|t; Muallâ,

Bu sayıdan diğer sayfalar: