12 Şubat 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6

12 Şubat 1936 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Er ğildi. 123 “Aman, mahalleliyi bize güldü- » recek kadar alafranga olmasın, Osman.,, “Neden bu kadar müteassıpsın, Rabia Alafranga deyince kendin. den geçiyorsun.,, Taassup? Hiç de müteassıp de- Yalnız güzellik ölçüleri başkaydı. Onca güzellik genişlik, manın güzellik ölçüleri daha karı şık, daha zıd unsurların imtizacm- dan hasıl olan şey. Bu ikisinin a- rasında ebedi şark ve garp davası.. Şimdiye kadar bundan, yalnız mu- sikiden bahsederken haberdardı lar, Şark, tek melodiler medeniye $... Garp, orkestra ve senfoni me- deniyeti.. Rabianm bütün bunlar esasen berraklığını kaybeden zihnini pek fena yoruyordu. Artık Osmanın her dediğini kabul ediyor. Gözle- rini açmadan “Olur, olur,, diyor. “İki gözüm, Pembe tezye artık hem yemek hem yedi odalı evi te- mizliyemez. Benim eski aşçı Ele. niyi tutmak istiyorum. Hemev hazırlanırken temizler” yardım eder.,, “Olur, olur,,. Bir sabah Rabia yataktan kal. kamadı. Osman evden fırladı. Ka- naryaya gitti, Kendisi doktor ge - tiremiyor, karısından korkuyordu. Kanarya dinledi güldü, ve he - men o gün iki mütehassıs doktorla Sinekli Bakkala geleceğini söyle- di. Yalnız Osman biraz ortalıktan çekilsin. Kanarya muayenede ha- zir bulunacağı için Rabianın itira- za mecali kalmıyacaktı. O gün göz kapakları her za. mandan şiş, kulakları uğuldayor. Fakat Rabia gene Kanaryanm getirdiği iki doktorun hususiyet - İerini seziyor. Bunlar doktor Kasımla doktor Salim. Türk doktorluğuna Alman fennini, biraz da katılığını getiren iki meşhur sima. Biri ye öteki ebe, Dahiliyeci Kasmmm bıyıkları tıraşlıydı. Ve bu Rabianın gördü. Zü ilk bıyıksız adam olduğu için pek yadırgadı. Baston yutmuş gibi dimdik duran bir adamdı. Yüzünde — gençliğine rağmen — örümcek ağı gibi biribirine girmiş çizgiler vardı. Lâkırdıları tek tek, mitralyöz ateşi gibi. Bir Alman taburuna kumanda eden Prusya zabiti gibi konuşuyor. Beyaz, dik- katla şmanikürlenmiş elleri, titre - esi kumanda gibi ağzından folıyan lâkırdıları işaretleriyle itmam ediyor. “Rahat duralım, kımıldanmı - yalım, nefes alalım, almıyalım..... diye emirler veriyor. En büyük zulümlerini bile mübalâğalı bir nezaket arkasında yapan bu mu - hitte bu ne kadar vepyeni bir şey- di. Tıpkı Almanyada olduğu gibi kızı çıplak muayene edeceğini söylevince zavallı Rabianm nefe . si kandı, Yüzü mosmor kesildi. İkinci muavene eden adam Ra. biayr o kadar korkutma4ı. Yumu- şak dost gözleri, uzunca genç bir salar vardı. Rab'anm gözleri bu sakala can kurtaran eki yapıştı kaldı. Muayene bitükten sonra — ikisi de odadan çıktılar, Kanarya (Nakil, tercüme ve iklibos hakkı mahfuzdur.) ışık, açıklık, sadelik demekti. Os-| onu tekrar giydirdi, yastıklarını düzeltti, yatırdı. Ve hemen dok - torların ne teşhis koyduklarını an- lamak için karşıki odaya çekildi. “Kocan doktorların yanında.,, Kanaryanın odaya girdiğini duymuş, fakat gözlerini açmamış. tı. Yüzünde dargm bir hasta ço - cuk hali vardı. “O Ak ağa kılıklı doktoru mut- lak Osman çağırmıştır. Bu ne ke- pazelik...., “Şuşştt.. Ulanmıyor musun? Zavallı adama neden bu ka- dar eziyet ediyorsun? Üzüntüden saçları bugünlerde daha çok ağar- dı.,, “Peki amma gebelik hiçbir ka- dının başma gelmemiş mi Bu ka- dar telâşa dandiniye ne hacet!,, Kanarya öksürdü. “İdrarmda albomin olduğunu zannediyorlar, Tahlil ettirecekler. Çok sıkı perhize lüzum var.,, “Hepsi bu kadar mr?,, Şiş kapaklarm altından iki bal rengi ışık çizgisi Kanaryanm yü - zünü tetkik ediyor, Kadınm sıkıl. dığı besbelli. Gözlerini pencereye çeviriyor. “Aşağısmı pek dinliyemedim. Kocan gelir sana anlatır.,, Şimdi bir ayak evvel savuş - mak istiyormuş gibi. Rabianm iki yanaklarını hararetle öpüyor. Kol. ları kızı muhayyel bir tehlikeden korumak istiyormuş gibi boynun- da her zamandan . fazla kalıyor. Ve gidiyor. Yalnız kapıyı kapar - ken başmı çevirip sesleniyor. “Aklını başıma al, doktorların dediğini yap.,, Rabia gene gözlerini sımsıkı kapamış dışarısını dinliyor. Karşı- ki odada ne konuşuyorlar? Niha- yet kapı açıldı. Sofada Osman doktorlarla konuşuyor. Fakat hep Fransızça, Osman içeri girince gene şiş çer- çeveleri içinden iki ince bal ren- gi ışık hattı onu süzüyor. Osman Kanarya kadar da kendine hâkim değil. Sabırsız, hiddetli... Kaşları çatılıyor, sert küçük elleri zihnin- den, birine bir şey anlatmak ister- 7 950 YAZAN: iri Leylâ Kahirede prens ömerin an- nesile geçinemiyeceğini anlamıştı. Bir akşam ömerin evrakı ÇALI İSHAK FERDİ KADI NE arasında çapkın bakışlı bir kadın fotoğrafı bulunca şaşırdı! . Prenses Sayeste, Leylânım yüzü ne bakarak gülümsedi.: — İskenderiyeden ne çabuk | bıktınız İ — Ben gitmek niyetinde de- ğilim. Ömer bir emri vaki yaptı. Annesine telgraf çekmiş. — Doğrusu ya, sizi bu kadar çabuk bırakmak istemezdim. Ma- demki telgraf yazmış... söyleye- cek sözüm yok. Zeynep: — Halacığım, gene geleceğiz, dedi. Yengem İskenderiyenin her tarafımı gezemedi. “Prenses Şayeste gözünün ucuy- la Leylâyı süzüyordu. Bir aralık yüzünün kırışıklıklarını gizlemeğe çalışarak gülümsedi: — Başınızın ağrısı geçti mi, Leylâ hanım? Leylâ, ihtiyar kurdun bunu ne maksatla sorduğunu anlamakta gecikmemişti: — Evet, dedi, gönderdiğiniz asprin derhal başımın ağrısını ge- girdi. Göz göze geldiler. Manalı ba Kışlarla gülüştüler. Kimseye sez. dirmeden anlaşmışlardı. Prenses Şayeste başmı Ömere çevirdi: — Sen hâlâ eski çocukluğun - dan vaz geçmemişsin, oğlum! de- di. - Bana sormadan neden an- nene telgraf yazdın? Buradaki pü- rüzlü işlerini bitirdikten sonra gitseydiniz daha iyi olmaz mıydı? İhtiyar prenses de Leylâdan çok boşlanmıştı.. Ondan ayrılmak istemiyordu. İki kokainöman böy- lece anlaşmca elbette kolay kolay biribirlerinden ayrılmak istemi - yeceklerdi. Ömerin inadı tutmuştu. Puro sunu yaktı: — Yarın gitmeğe, mecburuz, halacığım! Çünkü öbür gün, Ka- hire ceza mahkemesinde aleyhim. de açılmış olan bir hakaret dava- sı rüyet edilecek. Gitmezsem, Leylâ Kahirede Leylâ Kabirede güç yaşıyaca - ğını anlamiştı. Bir gece içinde Ömerin annesi! ve evi hakkında hasıl ettiği kana: at Leylâyı ümitsizliğe düşürmüş - tü. — Sinirli, mütecessis bir ka - dım.. Ve kışla disiplini ile idare edilen bir ev! İşte Leylânm. verdiği hüküm. Prenses Fatma, büyük oğlu Ö - “ meri görünce çocuk gibi sevinmiş- ti, Fakat, Leylâya karşı soğuk davranıyordu. Ömerin annesi, Mı- sırın çok zengin ve kibar ailelerin. den birinin kızımı çok eskiden oğ. luna peylemişti. Ömerin Leylâ ile birlikte gelişi Prenses Fatmanm bütün plânları alt üst ediyordu O hattâ tasarladığı kıza söz bile vermişti: “Seni büyük oğlum Ö -| mere alacağım!,, demişti. Bereket versin ki, Ömerin kız kardeşi, annesinin Örnere yama - mak istediği kızdan hiç te hoş - lanmıyordu, Ömerle annesi ara - smda gizlice bu mesele konuşul - duktan sonra, Zeynep, ağabeyi - nin kulağma: — O, sana lâyık bir kız değil! Diye fısıldamayı unutmamıştı. “Leylâ, bu şerait altında Kahi - Tede veon müddet kalabileceğini uinmuyordu. Kahireyi tavanı basık bir eve benzetiyordu.. Nil kıyıları Leylâyi biraz Mısıra bağlar gibi olmuştu. Fakat, Prenses Fatmanm vaziyeti omü her gün sinirlendiri - yordu. Prenses Ömer de Leylânm | ruhan muztarip olduğunu sezmi - yor değildi. Leylâ: — İskenderiyede ne kadar ra- hattık.. Dedikçe ona hak veriyor ve: — Merak etme Leylâcığım! diyordu - buradaki davalarrmı yo- luna koyayımda gene halamın yanma gideriz. Prenses Ömer aleyhinde açılan hakaret davası da Leylânın kafa- smda bir istifham gibi krsrılıp ra, Mehmet Alipaşa otelinde otu" ran bir arkadaşını ziyarete gider” ken, yolda bir İngiliz kadınms çarpmış.. Kadın: “Niçin pardof demeden geçiyorsunuz?,, demit Prenses Ömer kadını tahkir ede * rek yürümüş. Meğer bu kadın harpte ölen maruf bir İngiliz €8 * susunun karısı imiş.. Ömerden öğ almak için birçok şahitler tedarik ederek, Kahire ceza mahkemesi" de aleyhine mühim bir hakaret davası açmış. Ömerden on bin İn giliz lirası tazminat istiyormuf Ömeri mahküm ettiremezse, şe! ve haysiyeti lekelenmiş olacak * mış. Hasılı insanm içini yiyen beynini kemiren, içinden çıkıl* maz, çapraşık bir dava. ” Mahkemede ilk duruşma çek hararetli olmuştu. Ertesi gün bü * tün Mısır gazeteleri bu davada” bahsederek, sütun sütun, sayıf# sayıfa yazrlar yazmışlardı. Leylâ bir sabah Zeyneple konuşurken? — Ağabevimin bu davada” kolaylıkla: yakasmı sıyırabileceği” a ni sanıyor musun? Diye sormuştu. Zeynep boynunu büktü: — Yengeciğim, dedi, kadıf Ç Mısırm en meşhur bir avukatı! vekil olarak tutmus.. Yirmi fazla şahit dinletmiş. Bunun ni isbat etmek için, “ağabeyimif” bir tek şahidi bile yok. (il — O halde davayı kaybed. 7 On bin İsterlin Türk lirasiyle yi bin lira yapar. Bu parayı P! İ Ömer verecek mi? ği — Ağabeyim çok zengindi Fakat, şimdi elinde bu kadar p# rası yok. Beş senelik benz tasfiye etmeden bu parayı nasil ve nereden tedarik edecek N mem?!... — Annesi veremez mi? — Annem de bir şartla vadi leceğini söyledi. — Anladım... İşlemde ve” kızla evlenirse. Değil mi ğ miş gibi, tehdit eder gibi müte -! mahkemenin beni on bin İngiliz) kalmıştı. Prenses Ömer güya İs - — Evet. madiyen işaretler yapıyor. lirasma mahküm etmesi muhtemel| kenderiyeye geldiği gün Leylâyi — Prens Ömer buna razı get dir. (Devamı var) z halasının evine götürdükten son -İ cak mı? (Devamt var). KOCAMLA EVWL./ TetirkaNo.43 Sonra birdenbire gene ciddileşerek devam etti: — Ha.. Hatırıma gelmişken sorayım. İhsan be- yin bügün size o kadar gizli söylediği neydi? — Ne vakit? — Sizinle konuşurken sonradan çok yavaş bir şeyler söyledi. Şaşırarak : — Nereden biliyorsunuz? Demek ki dinliyordu- nuz, — Evvelce sesleriniz biraz duyuluyordu. Sonra birdenbire işitilmez oldu, Kendi kendime: — Dinlemiş! diye düşündüm. — Söylesenize... ) — O kadar önemli bir şey değiit — Peki neydi? du geçiyordu. TİMİ işittirmek istemiyordu, — öyle mi? — Tahiti, Kocam ihtilâf: hiç de sevmiyordu, Derin bir hid. det mavi gözlerini tutuşturdu. Fakat hiç bozmadı. Sesi gene eski ciddiyetini muhafaza ediyor- du.: » lacak. — Hayır! Yalnız bana ilisiği olan şahri bir şey.. 1 — Hadi hadi eğer bövle olaydı saklamazdmız. * Biraz sert bir sesle: — Olabilir! dedim. Nicin sakisdığem Kaşlarımı çattım. Artık bu kadar tecesstis hudu. o bilmiyorum. Belki de bana ilişiği olan bir — Mademki İhsan bey yavaş söyledi. Demek ki — Bu telâkkiye göre değişir dedi. Yalnız sizden bir ricam benden bir sır saklamamanızdır. Cevap vermeksizin başimı salladım. — Size bu derecelerde eheromiyetli söyledi ki bu kadar inat ediyorsünür? — Size çok ehemmiyetsiz olduğunu — Sizin için belki ehemmiyetsiz olabilir. İhsan beyin bana işittirmemek için sesini vavaşlattı. ğına göre benim boşuma gitmiyen şeyler töylemiş o. Yavaş bir sesle: — Hakkınız var dedi. Fakat benim işli li olan ve benden para alan bu adamin beye ö me olarak sizinle birleşmesini çok çirkin buluyo temkinini Sustu. muştu. Sonra bizdenbire: — İhsan beye soracağım dedi. Eğer bar# yi aşıkça söylemezse görüşürüz!... Arif Nedretin bu hareketi noterin > lediği tevecctihii izale edebilirdi. Kocam gibi ia vekkilime karşı kendisini şüpheli gösterdiği” : bana gücenecekti. — Mademki dedim bu kadar üzerin€ sunuz söyliyeceğim, Zannettiğiniz kadar © Mi olmadığmı göreceksiniz. Hakikati söyleyip söylemediğimi m ister gibi sert gözlerini gözlerime aradaki bütün bu anlaşamamazlığı yordum: — İhsan bey dedim. İkimizin yı kuvvetleştirmeyi ihmal etmememi yana : rak tavsiye etti, zi bir şey mi söylemiş Pakat ben de şeyde bu kadar tecessüs gösterdiğiniz için... 4 leri bap alym İyemeizee seyle nız için uğraşmadı. imi yet a ii Alnında can sıkıntısından bif 2 an li gi Pay | (Devanyt var). ! ği gö abii

Bu sayıdan diğer sayfalar: