1 Ocak 1938 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

1 Ocak 1938 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Rusçadan çeviren: Ferâh Ferruh Dünbü mushadan devam n malımı bilirim, Içki içmem diyorsun, peki ya bu yüzünin sarılığı. | »« Yoksa akşamdan kal. — Açım Simon Petroviç. yi ğim yok. Ben nasıl İçki içerim. Siz- den biraz avans para istemeğe geldim. Kâhya ayağa kalktı. Bir eliyle göz lüğünü tutarak diğer elinin şahadet parmağiyle çocuğu tehdide başladı: — Betn sana avansı gösteririm.. Haydi bakalım odun kesmeğe. Be- dava para yok... Karnt — ağrıyormuş. Votka içerken karnın ağırmıyor. Hay. di arş. Yarin akşama kadar iki gün Hük odun kesmiş olacatkıın! Anladın mı? — Dezmanım yok Simon Petro. viç. — Fakat votka içmeğe dermanım var!.Haydi bakalım.. Sen işe başlayın ca derman da gelir... Onisim kapıya yollandı. Nüşka saçlarını arkaya atarak an- nesinin elini okşamağa başladı: —— Anne, dedi, bana poğaça ver. sene,.. Karnım aç,.. — Sana ne öldu Nüşka ? Daha şim di sofradan kalktın. — Anne ne oluzsun?... — Git dolaptan al... Nüşka mutfağa koştu. Boğacadan bliylücek bir parça kopararak avluya fırladı ve Onisime yetişti. Önisim av. Tunun dış kapısma dayanmış, dürü. yor, tık sık ve zorlukla nefes alıyordu. Kansız dudakları sımsıkı kapalı idi. Avuçlarını öyle sıkt yummuştu — ki, tırnakları bembeyaz olmuştu. Onisim, Nüskayı görlince doğrul. Avucurnu açtı. Sert ve kemikli eli. kaya uzatorak tatlı bir sesle: gka, dedi, bak sana cam ge. | Av wunda, neyin parçası — olduğu yek do belli olmuyan çok güzel bir cam vardı. Nügka, ürkek bir eda ile: — A, dedi, bu cam kanlı.. — Zararı yok, ben onu silerim. Ozlsim cebindeki caputla hem cam pavçısinı, hem de kanlı elini sildi.. Nütka delikanlının avucundaki carar aldı onun yerine de poğaça par: gağını koydu... * . * Ertesi gün akşama coğru Nüşka- ntn babazı ormana giderek oduneuları BAN N kontrol etmet rek: — Nilşka, dedi, sen de gelir misin? — Gelirim baba. — Haydi öyleyse, çapuk potinle. rini giy,... Yanmma sepetini al. Biraz mantar toplarız. Orman karanlık ve rütubetliydi. Hafif bir yağmur çiseliyordu. Fakat Nüşkâ ormanı pek sever Keıllıniu odunların Üszerinden zipliyarak sağa | sola koşuyordu. Her taral mantar da. | luydu. —Arada bir eğiliyor yerden bir mantar koparıyor ve yenilip yenilmedi. Gini anlamak için bahasına gösteriyor- ( dü. Babasının “AN,, dediklerini sepe. te koyuyor, diğerlerini yete fırlatıyor- du. Bi arada habasına sordu: di, insanlar bu mâantar. lardan hangisinin iyi ve hangisinin fe- na olduğunu nereden aniryorlar? — Eh Nüşka, işte bunu bilmek mari fet.. Mantarlar da insanlar gibidir. Fe naları daha uzaktan belli olur. Hemen insanm gözüne çarpar. Meselâ “Mu. homor,, gibi... Halbuki “Truzd,, ne iyi bir mantardır. Hem bu cins mantarı ko- parmak da güçtür. Toprağfa çok sağlam olarak yapışır. taya döne; » İoşanlarlı mantarlar ara- sındaki bu mükayesesi kücük kızın çok hoşuna gitti. Bir nayli güllükten son. ra sordut — Biba, de” tarla: Bın ? — Sen ve düşünüyorsun? — Sen Mukomorsun! Hem de ko- zaman Bir Mukomer. — Neden anladım aptal kız? — Fefa mantarlar dahıa uzaktan bel K alur demedin mi? İşte sen de daha Baottı ',sen hanmgi cins man- Hai uzaktan gelirken ben seni kocaman sa- kalından tanırım... Yağmur durmuştu... Ormanın yeni kezilmiş bir yerine gelmişlerdi. Kesil. miş koca koca meşeler, — yerlerde yatıyorlardı. Birdenbire bulutların arasından kurtulan güneş, bir çizgi halinde yerlerdeki ağaç kütüklerini aydmlattı. Kâhya, yerdeki ağaç kü. melerine bakarak keyifli keyifli söy- lendi: — Aferin delikanlıya. Delikanlı değil aslan... İki günlükten — de fazla kesmiş... Yarın ona ben biraz — avana para vereyim,.. Bunu duyan Nüşka sağa sola baka rak bağırmağa başladı : — Nişanlı, hey nişantı, neredesin ? Buraya gel!... Babam sana avans ve. rocek... Fakat,.hiç biz cevap alamadı. Uzun müddet etrafıma bakındıktan sonra nihayet onu koyu bir meşeliğin altında yatar bir vaziyette gördü. — Bik kerataya, nereye gizlen. miş, diye düşündü. Uyuyor mu, yoksa urıırınıımıppıyer?. Ben onun ko. lağından çekeyim, şimdi belli olur. Nüşka koşa koşa Onisimin yanma gİt. Fakat gitmesiyle beraber acı acr haykırması bir oldu. Onisim cansız olarak yörde yatı. yordu. Ağzından köpüklü bir kan akı. yordı... Yanı başında küçük bir dağ halin- de yeni kesilmiş bir odun yığını yükse Hiyordu, Perah Ferruh İzmitte yeni bir mahsul Sanayide kullamlan ve İhraç” edilen soya fasulyesi yelişliriliyor İzmit (Hususi) — Bereketli bir yağ nebatı olup sanayide kullarılan — ve memleketimizden Almanyaya — ihraç edilmekte olan soya fasulyesinin vilâ- yetimizde yetiştirilmesi hakkındaki dene meleri iyi neticeler vermiş olduğundan bu yıldan jtibarn muhitimizde yetişti. rilmesi için köylülerimize — teşviklerde bulunulmaktadır. Yetiştirileck mahsul- ir derhal şeker fabrikaları tarafından iyi bir fiyatla satm &lınacaktır. Bu su- retle soya, vilâyetimizde yeni bir zira- at ürünü olarak girmiş ölmakla bera- ber aynı zamanda topraklarımızda azö- tun miktarını da artırmak gibi tabil bir faydası olacaktır. Köylümüz soyanın ekilmesine karşı iyi bir alâka göstermiş ve şimdiye ka- dar merkez ve Adapazarı kazalarında 8630 dekar arazi taahhüde bağlanmış- tır. | l UNAHKÂR İi —12 - PAPASLAR Nakleden F.K. Piskapos, şeytani bir tebes- sümle rahıbelere yaklaştı Papasların Fransada istedikleri gibi yakıp yıktıkları, yağmacılık, hırsizlk, katillik yaptkları bir devirde, on üçüncü asırdayız. Tahribkâr — faaliyetleri bil- hassa Langödok mıntakasındadır. Zu lümleri © derece fazladır ki, itikatları sağlam katolikler nazarında bile “papas geliyor!,, demek “veba, yangın, harp ge- liyor,, demekle birdir. Engizisyon papaslarının geçtikleri yer- ler, çekirge hücumuna uğramış - tarlalar Kgibi, mahvolmakta, halk — kaçtığı için memleket gittikçe msz'aşmaktadır. Taz- yik bir aralık durur gibi olmuştur; çün- kü yakalananların hapsedilmesi — için mevcut olan veya süratle inşa edilen ha. pishaneler kâfi gelmemiş, yeni hapisha- neler yapılımcaya kadar faaliyeti hafil- letmeye lüzum görülmüştür. İşta bu devirde - şimdi Fransada dört beş vilâyete taksim edilmiş olan - Lan. gödok- mıntakasında papaslar - gelirken kâfi derecede uzağa kaçamıyanların &- Bmabileceği bir yer vardır: Monsegur şatosu,.. Dik ve yalçın bir tepade olan hu şato Tuluz kontu Reymon dö Perey isimli birinindi ve fevkalâde talıkim edilmişti. O zamanın harb vasıtalariyle ve strate- ji usülleriyle zaptı pek müşküldü. Pa- paslar, en zengin avlarının buraya ka- çıp kurtulduklarını görmekten pek hid. dete düşerek şatoyu zaptetmeye karar Şatonun muhasarası hir seneden faz- la sürdü. Papaslardan nefret o kadar fazlaydı ki mahsurlara yiyecek gönderil- bilirdi, papasların hilesi galebe çaldı. Piskapos Zaen, en güzellerinden seç. tiği iki Fransisken rahibesine emir ver. di: / — Şatonun yollarımı iyi bilen birkaç yerli çoban tesbit ettik, bize yardım et- meleri lâzım... İşkence ile yola getirme- miz kabil ama, bu takdirde maksadımı- zt tam manasiyle elde etmiş olamayız; günkü kuvvetten düşmüş veya kapan u- züvlariyle yürüyemiyecek bir hale gel. miş olacaklar. Halbuki bize bizzat onla. rın yol göstermeleri lâzim; mesele onlar- dan işkence ile koparacağımız yol tar ile halledilebilecek bir iş değildir. Bina- enaleyh, aziz kızlarım sizlerin iman kuv- vetinizin yardımına muhtacız. Iki rahibe hayretle sordu: — Ne gibi muhterem peder? Biz ne yapabiliriz ki? Piskapos şeytanf bir tebessümle gül- dü, rahibelerin yanlarına yaklaşıp evve- Papasların kurbanlımıdaı Aç birakılınış kurta yedirilen bir zavallı Tâ birinin, sonra ötekinin çenesini mani. dar bir şekilde okşıyarak devam etti: — Siz isterseniz her çeyi yapabilirsi- niz. Kadın isterse ne yapamaz ki? Hav- va anamız, Âdem babamıza - istediğini nasıl yaptırmıştı? Rabhibeler evvelce piskapos Zaenden nazari ve ameli epey der görmüş, Sm- radan başka papaslarla bu derdere de- vanı etmiş oldukları için tecrube sahibi | idiler. Bu sebeble pilkaposun fazla iza- İ hat vermesine lüzüum ka'madı. İ İki güzel kadının, hele bunlar rab 3 2 | gibi her zamazi bulunmıyan cinsten olur. | sa, cazibesine dayan: ğ y herhalde pek çok olmasa gerektir. Mev- Zubahs çobanlar, mahsurları ele vermeyi kabul ettiler. Mehtapsız bir — gece, do- lambaçlı ve çok sarp patikalardan ordu" bun bir kısmını, şatonuri ileri karakol- lın'ıdın en zailinin önüne kadar götür. at üçte ânf bir baskı. ar, kahramanca bir , aZ zamanda meğlüb biraz n kale hırm papu aıduıımm eIını- geçtişy ü Zaptetiler kıfım, Yahateaufort” Geni- len eşas çatoya hâkim bir vaziyette ol r'ıı;'u için buranın da — döşemesi bi saat mestlesiydi. Mahsurlar teslim çart- Jarımın müzakeresine başladılar. Müzakereler pek uzun sürmedi. Şato sakinlerinden olanların ileri gele lim olmayı,'yani öl dı. Fakat buna mu l m:ıl_—.ırl.ırd.ın eti olmryanlara, iklara dokunul. Piskopos ve şato teslim ardır. tti OlCU. )’-pa-ıln' n verdileri den kurtula:; Diğerleri hep lar bile kana susamış papaslar kürtulamadılar. Haberin denız ve macera romanı; 41 Yazan; Ali Rıza yîi beni saat sekizde kaptan Rlak iİle yemeğe davet eden bir kâğıt vardı. Kamaradaki bir haftalık mahpusluk beni o kadar sıkmış durmuştu ki, bu yoni hadiseyi bayağı sevinçle karşılamıştım. Ak- şam saat yediden sonra zenci hizmetçi kapımı Açtı ve şu sözleri söyledi: — Efendi bekliyor! Zencinin arkasından yürüyerek zgırblımın muhteşem kıç salonundan güvertaye — çıktım. Evet, dört yanı gayet yüksek kayalardan teşek- kül etmiş bir koyda bulunuyorduk. Bu koyun nihayetinde kaya duvar kimbilir nasıl bir Jeolo- Jik küvvrotle yarılmış, ikinci bir geçit meydana getirmişti ki, bunun ötesinde daha küçük ikinci bir koy bulunduğu da seçiliyordu. Zenci hizmetçinin işareti üzerine geminin bordasındaki iskeleden indik ve bekliyen bir sân dalın kıçına yerleştik, Bo$ dakika sonra sandal dipteki boğazdan içeri girdi. Bu ikinci koyda elektrik feneri olmadığından hor yer karanlıktı, Koy © kadar dar, iki yanındaki yalçın kayalar © kadar yükse , başımızın Üzerinde yıldızlı &ök aücak geniş bir kordelâ halinde görünüyor- dü. Sandalımız bu Ikinci koyda da durmadı, ora dan arkadakl göle girdi. Bu gölün dik olan'sol yamacıuda ve çok yüksekte sıra sıra birçok ışık- lar görünüyordu. Du ışıklar sanki yalçın kaya- dan yarın yüzüne açılmış, bir takım pencereler- den fışkırmakta idi. Sandalımız bu ışıkların al- tına rastlayan kıyıda bir iskeleyo yanaştı. Kaya iççinden oyularak açılmış ve demir korkuluklarla emniyet altına alınmış merdiyenlerden ışıklara doğru çıkmağa başladık. İskelede bizi ellerinde büyük fenerler bulunan ve Hindli oldukları an- laşılan dört uzun boylu hizmetçi karşılamıştı. Merdivenin üst başında göniş demir sahan- lığa gelince çok kuvvetli, sanatkârane yapılmış bir demir kapı önünde bulunduk. Kapı birdenbi- ro açılınca karşımda pek şık giyinmiş ve pek no- şeli olarak bizim doktoz! gürdüm. Gülümsiye. rek: — İçeri giriniz, dedi, sizi bekliyorlar. Bu kor. kunç soğuk, adamım iştahasını açıyor.. Bu taraf- tan... Kristall atodırır bir kayanın içinde açılınış bir geçitte yürümekte idik. Bu geçidin kaya du- varları cam gibi cilâlı idi. Geçidi sıra Bra elek- telk 1âinbaları aydınlatıyordu. Geçitten göl tara- fina büyük pencerelerde açılmış ise de - bünlar şimdi aftır halılar vo perdelerle kapanmış bulün- makta idi. Karşıki duvara da oyma dolaplar, bü- feler konulmuş, geçide bir diş salon hali veril- mişti. En sonra geçid!n nilinyetini süsliyen pek değerli ceviz kapıdan muhtesem bir salona gir- dik. On dokuzuncu asır medeniyetinin bütün gü. zol sanatları ve yüksak işçilikleri eserlerini içine pek garif surette toplamış olan bu salonu tarife girişorek sözü uzatmayacağım, Salonun tam bir KU eseri sayılmak Jüzım gelen ocağında genlş maden kömürü ateşi yanıyor, ortadaki maun ve Hldlşl işlemeli kitaplar ve italar tek süsü ise Üstü notalarla dolu, yük bir piyano idi, Gözlerim, salonun oeşi bulunmaz eşya ve sü- sünden ziyade 6 galonda bulunan tek adama di- kilmişti. Bu adam yalnız başma yazı Masası önünde otururken içeri girince ayağa kalk- mıştı. Onu görür x kaptan Blak ile yüzyüze olduğumu anladım. u «dam, Pariste, o ba- takhaneyi andıran odad arhoş gemiciler içinde gördüğüm kaptan Rlak idi. Ancak tamamile ©o kaptan Blak idi de diyemezdita: Paristeki odada yüzündo, tavrında görünen O korkunç sertlik, çap kınca istihza, şimdi büsbütün kaybolmustu. Dok- tor kapıyı vurduğu zamah içeriden bize: — Giriniz! Diyen sesinde derinbir tatlılık, terbiye - ve ahönk vardı. Adoeta insanın yüçeğino kadar gitrl- yordu. Ayağa kalkıp iki adım atarak bana yaklaş- tığı ve elini uzattığı vakit aklıma ondan sakılt- mak, elim! vermeyip geri ek geldi. Çünkü © elin birçok cinayetlerin le kirlenmiş oldü- ğunü biliyordum. © bir va- kitte öyle ahmakl lığ olacağını düşündüm ve b na v sert ve kuvvetli elini tutarak ta göz baktım O, bana jik göründütü Kadar çoit âıın Tu değildi: fevkalide geniş omu?z rı bindebir adamda bulunm Bİ olduğunu gö I nin yakasına do risinden bol caketl bi örm reca yan büyük, içine rinin '(Devamı vak)

Bu sayıdan diğer sayfalar: