4 Mart 1920 Tarihli İrade-i Milliye (Sivas) Gazetesi Sayfa 2

4 Mart 1920 tarihli İrade-i Milliye (Sivas) Gazetesi Sayfa 2
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İzmir'e Doğru Refikimizden İktibas Edilmiştir: Euzubillahimineşşeytannirracim. Bismillahirrahmanhirrahim. “İnnellahe ve melaiketehu yusallune ale'n-nebiyyi. Ya eyyühellezine amenu sallu aleyhi vesellimu teslima” Allahümme salli ve sellim ve barik ala hatimilenbiyai ve'l-murselin Ey Müslüman! Cihan alt-üst olurken seyre bakdın, öyle durdun da, Bugün bir serserisin, derbedersin kendi yurdunda! Hayat elbette hakkın.. Lakin, ettirir haykırıb ahkak; Sağırdır kubbeler, bir ses duyar: dava-yı ihkak. Bu milyarlarca davadan ki inler dağlar, enginler; Oturmuş ağlayan avare bir ma'sumu kim dinler? Emeklerken sabi tavrıyla topraklarda sen hala; Beşer doğruluş etmiş, Bir de bakdım cuy-ı istila: Yanardağlar uç sürmüş gezdirir beyninde dünyanın; Cihanlar batırmış yüzdürür kalbinde deryanın; Deşer afakı, bir şeyler sezer esrar-ı kudretten; Eşer a'makı, izler keşfeder edvar-ı hilkatden. Zemin, mahkumu olmuştur, zaman mahkumu olmakda; O heyhat, istiyor hakim kesilmek, ba'd-ı mutlakda! Tabiat bin çelik bazuya sahibken, cılız bir kol Ne kahr-ı saltanat sürmekdedir, bak bak da hayran ol! Hayır, bir kol değil, binlerce, milyonlarca kollardır, Yek aheng olmuş işler, çünkü birleşmekde muztardır: Bugün ferda-yı mesa'inin bütün mahsulü bir hüsran, Birer beyhude yaştır damlayan efradın elinden! Cihan artık değişmiş, infiradın yokdur imkanı, Göçüb ma'murelerden boylasak, hatta, beyabanı, Yaşanmaz böyle tek tek devr-i hazır: devr-i cem'iyet. Girmek istemezsek, yoksa izmihlal için niyet, Şu vahdet tarumar olsun deyüb saldırma İslam'a; Uzaklaşsan da imandan, cemaatden uzaklaşma. İşit, bir hükm ü kat'i var ki istinafa yok meydan: “Cemaatden uzaklaşmak uzaklaşmakdır Allah'dan.” Nedir iman kadar yükselterek alçak bir ilhadı, Perişan eylemek zaten perişan olmuş ahadı? Nasıl yekpare milletler var etrafında bir seyret, Nasıl tevhid-i aheng eyliyorlar, bak da al ibret. Girmek istiyorsan başka: lakin, korkarım, yandın; Ya sen mahkum iken sağlık, ölüm hükmüdür sandın? Zemamın hangi ellerde ise artık onlarınsın sen; Behimi bir tahammül varlıkdan en büyük hissen! Ezilmek, inlemek, yatmak, sürünmek var ki adettir; Ölüm dünyada mahkumine en son bir sa'adettir. Desem bin kere “İnsanım!” o, kanmaz, hem niçin kansın? Ya sen hürriyetin, hakkın masun oldukça insansın. Bu hürriyet, bu hak bizden bugün aheng-i sa'y ister Değil üç dört alandan, hep alanlardan bu şansın biter ————— Evet, biz Müslümanlar cihan çalışırken, didinirken, uğraşırken; namütenahi terakkiyat, namütenahi inkılablar geçirirken uzakdan seyirci sıfatıyla bakdık. Bilhassa şu son senelerde başımıza birçok felaketler yağdı. El-an çilemizi doldurmadık. Sebebi? Hep seyirci kalmamız, umur-ı diniye olduğu gibi umur-ı dünyaya karşı da bigane durmamızdır. Hayat, herkesin hakkıdır. Evet, bütün mahlukat-ı ilahiye hakk-ı hayata maliktir. O halde Allah'ın diğer mahlukları arasında biz de yaşamakda haklıyız. Lakin bilirsiniz ki haklı olmak başka, haklı çıkmak yine başkadır. Herhangi hak olursa olsun ihkak olunmadıkça sahibine hiçbir menfa'at te'min itmez. Bugün hangi milletin mahkeme-i adaletine koşsanız elinizde kuvvetiniz varsa derdini duyurabilirsiniz. Yok, böyle yapmaz da ağlarsanız; onun hissi insaniyetine, hiss-i medeniyetine ilticaya kalkışırsanız hüsrandan başka bir netice elde idemezsiniz. İstihkak davasını yükseltebilir misin: Herhangi mahkemeye gitsek haklısın. Milyonlarca mahluk. -Yaşamak hakkımdır ve bu hakkı kimse benden alamaz… Kimse diye haykırıb dururken senin, benim gibi bir miskin bir köşede ağlamış, inlemiş, merhamet dilenmiş… Hiç tesiri olmaz, hatta duyulmaz. Çocuk yürümezden evvel bilirsiniz ki emekler. Biz Müslümanlar da tıpkı henüz doğrulmayan, yürümeyen sabiler gibi yerlerde emekler dururken bir de gözümüzü açtık, gördük ki etrafımızdaki milletler gönüllerde açıyorlar. Gelib çöldeki ma'sumların tepesine ateşler yağdırıyorlar. Biz Bandırma'dan İstanbul'a kadar adam akıllı vapur işletemezken herifler bahr muhiti altından geçiyorlar. New York'dan dalıyor, Hamburg'dan çıkıyorlar ki aradaki mesafe bizim vapurların ayağıyla bir aylık yoldur. Berlin'den uçuyorlar, Trabzon'a konuyorlar. Biz ise hala yeryüzünde yürümeyi te'min idemedik. Tabiat bin çelik pazuya sahibken insanın bir cılız kolu nasıl kainata hakim oluyor? Nasıl bu kadar kuva-yı tabi'iyeyi hükmü altına alıyor? Hayır, yanlışın var. Bu kadar işleri gören bir kol değil, binlerce, milyonlarca koldur. Bunların hepsi bir araya gelmiş, teşrik-i mesa'i etmişler, geceli gündüzlü çalışıyorlar, uğraşıyorlar: Çünkü anlamışlar ki birleşmeseler kendilerini her tarafdan kuşatan tehlikelere karşı duramayacaklar. Demek birleşmekde zaruret var. Bu ıztırar olmasaydı, birleşmeleri de mümkün olmazdı. İşte biz şimdi derdimizin başını bulduk. Başkaları zaruri görünce birleşmişler, biz ise o zarureti görmediğimiz için bu birliği vücuda getirememişiz yahut gördüğümüz halde te'mini vahdet cihetine yanaşmamışız. Bugün hayatın, ma'işetin, ihtiyacatın aldığı tarz itibariyle bir insan tek başına bir iş göremiyor. Bütün işler şirketler, cem'iyetler, milletler tarafından meydana getiriliyor. Ne fabrikalar, ne demiryolları, ne vapurlar, ne limanlar, ne hastaneler, ne camiler, ne mektebler, ne ticarethaneler, ne de din ve vatanı müdafa'a idecek toplar, tüfekler, cebhaneler… Elhasıl hiçbir şey ferdi sa'y ile yani tek başına çalışmakla kabil olamıyor. Bugün hayat öyle bir şekil almış ki tek başına çalışan bir adamın alnından terler tıpkı gözyaşı gibi dökülüb gidiyor. Hiçbir fayda te'min itmiyor. Ne zaman bir yere gelmiş binlerce alın birden terlerse işte o vakit o sa'yin yeryüzünde bir eseri, bir izi görülebiliyor. Madem ki tek başına sarf olunan mesa'inin kıymeti yokdur. Biz de aramızda vahdeti te'min iderek topluca çalışmaya koyulmalıyız. Cema'atsiz yaşamaya, cema'atden ayrılmaya gelmez. Cema'at-i İslamiyenin kesafet peyda itmesi için çalışmalıyız. Ufak sebeblerle birbirine küsmemeli. Bilirsiniz ki yabancılar asırlardan beri tefrika tohumlarını aramıza serpdiler. Bir hayli de mahsul aldılar. Biz gözümüzü açsaydık bugün altında inim inim inlediğimiz şu felaketleri elbette görmeyecekdik. Her ne ise geçmişe esefin faydası yokdur. Mazeden yalnız ibret alınır. Eğer Müslümanlar yaşamak istiyorlarsa cema'at arasında nifaka, şikaka, dargınlığa, küskünlüğe, ayrılığa, gayrılığa meydan açabilecek en ufak sözlerden, en ehemmiyetsiz görünen hareketlerden bile çekinmelidirler. Yok, yaşamak istemezlerse ona diyecek yok. Ancak bu hal ile insan gibi yaşamak elde olmadığı gibi yaşamamak da elde değildir. Çünkü biz maazallah hakk-ı hayatımızı kaybettiğimiz gün mahkumiyet felaketine düşeriz ki bizi tahakkümleri altına alanların nazarında behaimden farkımız kalmaz. Hayvan gibi bizi kendi hesablarına işletirler, sırtımızdan menfa'atlerini te'min iderler. Dünyanın yedi iklim dört köşesinden sürü sürü ordu ordu getirilmiş, renk renk mahkum milletlerin ne halde bulunduklarını gözlerimizle gördük. Maazallah sonra biz de onlar gibi oluruz. Biz sığırlarımız, beygirlerimizi nasıl kullanıyorsak onlar da bizi öylece kullanırlar. Acaba biz Müslümanlar niçin bu hale düştük? Bunun illetini şöyle görüyorum: Doğduğumuz günden itibaren babalarımız, analarımız, hocalarımız, siyasilerimiz, ediblerimiz, şairlerimiz, muharrirlerimiz bize istikbal için ümit verecek bir şey söylemediler. Ben çocukluğumdan beri: -Biz yaşamayız. Avrupalılar terakki eylemiş siz çok fena günler göreceksiniz!.. Teferruatından başka bir şey işitmedim. -Çocuklar, siz geceli gündüzlü çalışınız ki bu memleket kurtulsun… diye sizleri sa'ye mücahedeye sevk idecekleri yerde rast gelen adam ruhlarımıza, kalblerimize ye's mayası aşıladı. Garbın terakkiyatından bahsederlerken diyeceklerdi ki: -Evlatlar, görüyorsunuz ya, Avrupalılarla bizim aramızda çok mesafe var. Bu mesafeyi telafi idecek suretde çalışınız. Yoksa daha geride kalır, mahvolursunuz. Sakın me'yus olmayınız. Sakın azminize fütur getirmeyiniz!.. Evet, böyle diyeceklerdi. Lakin demediler. Bilakis yüz binlerce halk bu devletin batacağına kail idi. Bir tarafdan Avrupalıların terakkiyatı gözlerimizi kamaştırdı. Diğer tarafdan muhitimizin bu gibi ma'kus telkinleri sinirlerimizi uyuşturdu. Onun için ileri gidemedik. Hala o ye's ruhlarımızda hükümrandır. Hiç biz kitabullahı düşünmedik. O kitabullah ki birçok ayat-ı kerimesiyle ümmeti İslamiyeyi ye'sten azimsizlikden tahzir idiyor. Estaizzübillah (Ya beniyye-żhebu fetehassesu min yusufe ve eḣihi vela tey-esu min ravhillah. İnnehu la yey-esu min ravhillahi illa-lkavmu-l kafirun)(*) Oğullarım, gidiniz, bu sefile kardeşini araştırınız. Sakın Allah'ın inayetinden ümitinizi kesmeyiniz. Zira şunu iyi biliniz ki kafirlerden başkası Allah'ın inayetinden ümitini kesmez. Demek ki bir Müslüman için Allah'ın inayetinden, merhametinden ümiti kesmek küfürdür. Sonra sure-i Hicr'de (Kale vemen yaknetu min rahmeti rabbihi illa-ddallun)(**) buyruluyor. Bu ayet-i kerime Hazreti İbrahim'in lisanından varid olmuştur. Melekler: “Allah sana halim selim, hayırlı bir oğul ihsan idecekdir.” dediler. O da “Ben artık doksan yaşına geldim. Bundan sonra çocuğum olur mu?” deyince “Bizim sana verdiğimiz müjde hakdır, doğrudur. Sakın bu sa'adetin husul bulacağından ümitini kesme, Allah'ın inayetinden ye'se düşme.” dediler. Bunun üzerine Hazreti İbrahim: “Haşa, Cenab-ı Hakk'ın inayetinden, kereminden ancak dalale düşenler ümitini kesebilir, ye'se düşebilir.” buyurdular. Erbab-ı iman için ye'se düşmek imkanı yokdur. Velhasıl nazar-ı İslam'da Allah'dan ümiti kesmek haramdır. Haram da değil küfürdür, şirkdir. Ancak Mevla'nın merhametine bel bağlayarak emrettiği tariki tutmak tabi'i caiz olmaz. Allah'ın inayetini temenni için elbette o inayete velev cüz'iolsun istihkak _________________________ (*) Yusuf Suresi 87. Ayet (**) Hicr Suresi 56. Ayet

Bu sayıdan diğer sayfalar: