29 Haziran 1933 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

29 Haziran 1933 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Sanat âleminde İNKILÂP SANATKÂRI Son günlerde matbüat mahal- lesinde cerhiyetçi edebiyat, inkı- lâpçı sanat gibi bazı dedi kodular yeniden ortaya çıktı. Sanattan fay da bekliyerek ona şu veya bu isti- kameti vermeğe kalkışmak gayre- ti bana ötedenberi garip ve acayip görünen bir noktai nazardır. Evet şu kadarını anlıyorum ki sanat, mensup olduğu cemiyetin ihtiyaç- larma göre yapılır. Bir millet ken- dini idare eden kanunlarını nasıl ihtiyaçlarına göre tanzim eder ve ştimai bünyesini nasıl o ihtiyaçlara göre kurarsa içtimai müesseseler den biri ve mühimmi olan sanat ta bu temel malzemesile inşa olu- nur. Fakat bu demek değildir ki 'o içtimai zünire içinden doğacak sa- nat yalnız ve münhasıran cemiyet- çi edebiyat, inkılâpçı sanat olsun hayır! Daima bu noktada mutas”- sup bir zihniyetin inkılâbi tasv.r ve terennüm etmiyen bir sanatı recmetmek istediğini görüyoruz. Âdeta bir natürmort yapan res- sam veya plâjdan bahseden muhar rir veya bir damla sudan ilham a- İan şair vatan hı addediliyor. Zevkini,refahmı, saadetini, istiklâ | lini, bürriyetini velhasıl bütün ben i nkılâba ve içinde yaşadığı cemiyete borçlu olan sanatkârı mutlaka borcunu aynen ödemeğe mecbur etmek bana fazlaca insaf- sız görünüyor. Bize inkılâpçı sanat lâzımdır. Ve içimizde bunu, bu ihtiyacı duy- mamış kim vardır? Hepimiz lir ve inanırız ki sanatkârın benli- ğini, içinden ve en'derin yerinden saran mefküre onu zatan bu bü- yük emelde gebe bırakacaktır ve eser mutlaka doğacaktır. İnkılâp, zaman ve intiyacın ne- | ticesidir. Şairden Meha Emin Bey gi- bi soğuk vatani manzumeler bek- lemek ölü bir edebiyat doğurmak, yani o büyük emele gebe kalan natkârın cebinini düşürmeğe sa- vaşmaktır. Bunlar kendiliğinden doğar. Bunları zaruretler doğurur. İnki- lâba teşne bir cemiyetin içinden her nevi sanatkâr yetişebilir. İste- nilen sanattan, propağanda edebi- yatından bir şey anlamıyorum. E- ğer : bir sanat mensup olduğu ce- | miyetin her hangi bir ihtiyacından doğmuş bile olsa o gayri içtimai, gayri ahlâki, gayri mil cağı gibi onu ,,inkılâpçı' olinamak Ja da ittiham edemeyiz. Başka bir milletin sanatını ken- dine örnek yapmak kadar gülünç ve feci bir şey bilmiyorum. Şehri- mizi asri ihtiyaçlara uygun bir hale ifrağ edebilmek mutahassıs- lar, fabrikala, yabancı mem- leketlerden motör getirebiliriz. Fa kat ihtiyacımıza uyğun bir sanat sipariş edemeyiz. Ismarlama sanat olmaz. vanın kıymetli şairlerini yetişti di. Onları çok beyeniyor ve se yorum. Onlarda hepimizin imanı | var, Fakat kaldırımlarda kafasını taştan taşa vuran Necip Fazıl şüp- İ lanmış bir toprak üstündeyiz, he- hesiz ki , İnkılâp çocuğu değildir” ittihamiyle tokatlıyamayız. Daima bir posteki üstüne kal- Milliyet'in edebi romanı: 17 Milliyet'in edebi romanı: 17 YAYLA KIZI. — YAZAN: Aka Gündüz. — Kağnıya binivirdim. . İşte. . Nerde belledin bunları? — Bizim ağa efendi gilde dolap- hı çalgı varda.. İşte.. - ÇAli Dayı öyle bir şey söyledi ki hiç kimse “olmaz,, demedi: — Bin benim kağnıya! Petek bu sefer öne, (o öküzlerin kuyruklarının arkasma oturdu. Ali Dayı yorganı çocuğun sırtma attı. — Şehre varınca yerini bulabi- lin mi? — Gece olmasa... — Burada otur, sabahı edersin. Emme bir şey daha aldırıver baka- lum. Bedava kağnı olmaz! Ali dedenin şakasma herkes ka tıldı: — Öyle ya, öyle. . Petek kendini | sigortalamıştı. Verdi türküyü! Bastı türl Gök apaydılıktı. Ba şehir ne biçim şehirdi? Dağda ormanda çıra kalmıyacak böyle giderse. Ayse yenge ile konusmıya bas- erine doldu. Şöyle bir gı çasını yaymış çıplak kadınları bö yamak Namık İsmaile, yeşil türbe- nin içinde fırçasına ilâhi bir ihti- şam veren Çallıya, Ankarayı bira- kıp ta Monmartrı terennüm eden müstakillere vatan haini diyebilir miyiz? Evvelce teşhir ettiğim ve bilâ- hara Senih Muammere hediye etti ğim ,,Kokain” tablosundan dolayı hakkımda müddeiumumilik hare- kete geçebilir mi?. Mevzularında da yalnız cemi- yetçilik, inkılâpçılık aranan sanat- tan benim haberim yok. Bir defa sanatta mevzu, diye bir şey bilmi- yorum. İnkılâbı sanatın mevzuün- da aramak çok iptidai bir zihniyet tir. İnkılâp, sanatın mevzuunda değil, özündedir. Bir sanat eseri, üzerinde, mensup olduğu cemiye- tin damğasını taşısın, taklit olma- sın, ve hâlis bir sanat iştiyakının yavrusu olsun. İşte inkılâp sanati budur. Yoksa aksi iddia,Piyerlotiye Ah- met Hâşimden, Necip Fazıldan fazla vatanperver, Artur Kampf ile Kanonika,ya heykeltraş Zü den fazla milli sanatkâr, Ressam Şevket Beye cami resimleri yaptı- ğı için dindar demek gibi gülünç olur. Karşımızda tertemiz bir ufuk, parlak bir gün var. Kahraman ve sanatkâr kaniyle karışmış, harç- pimizin de damarlarında büyük za ferin güzel raşesi var. Bu dedikodular, bu ittihamlar neye? Çalışmak, elbette ki gevezelik- ten çok daha yüksektir. En büyük vatanperverlik ve vazife, sadece çalışmaktır. Mezbahada boğazlanan bir ö- küz resmini yapmağa çalışan sa- natkârı da takdis edelim ve aslâ şüphe etmiyelim ki o da inkılâp sa natkârıdır. Elif NACİ Bugünkü proğram İSTANBUL « 18” denl5;30 kadar Gramofon. 89,19 ,, 4030, 2100 Komedi Heyat Rey ve gripin. zam, 22 a Sr ayarı, ANKARA £ - 1339 Gramefen. - 18/45 Alaburln Sex. 2.1008, Viyalemdal Könaüci Lap Bey tarafında; m Ajmes haberleri. “YaRŞOvA MU m. 1 konser, ısı eh 15,15 Plâle. 16,10, VİYANA 518 m 2: Oykmsire kaman, Camel dam'dam koule- 2135: Gounot'nun PRAĞ, 488 m 20 köylü Bande muzikas. 2050. Piyane konseri. 22,15 aşk valar, 7145 Genşle 2120 | — Ne çok çıra yakıyorlar! — Kız! Sen şehri / bilmen mi? Çıra değil onlar. Onlara alittirik ışığı derli — Bilirim ya. Hani. . işte... — Sizin efendi gilde £ onlar düğmesinden yok mu? Çevirincek ışıldamaz mı? — Bizde öyleler yok. Biz teneke | alafı yakarız. Petek öküzlerin © kuyruklarına bakıyordu, gözlerini kaldıramıyor. du, şehrin ışıkları gözlerini kamaş- tırıyordu da ondan. Ama sevincine ölçü yoktu. Yarından tezi yok zengin şehir- de iş bulacak çalışacak, kazana- cak,ve... Heyecanı alt tarafını düşündür- miyordu. ... Sıcak yorganm altından başı- ni çıkardığı vakit güzel bir kış sa bahının ılk süneşli maviliği sör- indi. İyi den iyiye dinlenmiş olduğunu an- Mia Rl... Mille EL) İ güz TESİARİ ÖĞÜTLER Ayakta iş görenlerle otururken çalışanların rahatsızlıkları Medeni bir hayat içinde bulunan kadın ve erkek bütün insanların uğ- radıkları hastalıklar ya doğrudan doğ ruya veya dolayısile hep onlar bu- lundukları işler ve hizmetlerden ileri gelir. Daha açık tabir ile söylemek i- çin denilebilir ki insanların hastalık. İarı vazifesi iktızası ya çok oturmak. tan veya ziyade ayakta durmaktan ileri gelir. Bir şehir halkına bu noktai nazar- dan bakılmca oturanlara ayakta du. ranları ayırmak mümkündür. Ayak. ranlar ise gene binlerce büyük ticaret hane, şirket, veya bankalarda hesap işlerile uğraşanlardır. Ayakta uğraşanlarla oturup çalı. irinin ayrı ayrı hasta- lıkları vardır. Otururken iş görenlere en çok hazim yerleri ve beslenme yol- ları hastalıkları gelir ki bu da dışarda ve saf havada hareketsizlikten ileri gelir. Ayakta çalışanlarm ise en ziyade ayakları ile aşağı taraf azasının da. mar rahatsızlıkları musallat olur, Bun lar da varis denilen siyah kan damar ları şişmesi, flebit, düztaban, nasır,baş parmağın ırnakdönmesi gibi rahatsiz- lıklardır. Gerek otururken çalışanlar ve gerek ayakta işliyenlere gelen bu rahatsızlık ve hastalıkların önüne ge şilemiyecek ve çaresi bulunamıyacak şeyler değillerdir. Oturanların rahat. sızlıklarma karşı yapılması lâzım ge- len şeylerden evvelce bir” çok kere bahsedilmiş ve uzun uzadıya söylen- miştir. Ayakta iş görenlere arız olan hastalıklara karşı ise bazı yapılması kola; eler var ki yoliyle ve usulü dairesinde tatbik odildikleri hal de pek çok faydası olacağı muhakkak gibidir. Bunlar geceleri bacaklarını soğuk su içine daldırmalı. Eğer rahat sızlık ayaklarında ise soğuk suyun i- çine bir çorba kaşığı malı ve ayakları suda iken suya hare- ket verilip bir düziye ayakların her tarafını su ile çalkalamalı ve sonra e- peyce kuruladıktan sonra kuvvetlice ovulmalıdır. Ayakkabı ve kunduralar seçmesine ziyade ehemmiyet Vermeli. Baş parmağın kundura İçinde. rahat ve serbest bulunmasma ye iban kıs- manın kalın olmasına dikkat etmeli, Kundura ayağa mizi ğa kalin günde bir ğın öbür köşesine basmalı banunla be rebar dakikada bir çok'defalar baş | parmağın tepesine doğru'şulkarr kal- dırılma tecrübesi yapılmalıdır. Dr. ŞÜKRÜ Yeni neşriyat Holivut Holivut'un 3 ncü sene 27 nci sayısı “Cici Berber” isimli Türk filminin bir gok sahneleri ve üzel artist resimleri ile intişar etmiştir. ... Güç doğum Dökter Besim Ömer paşa evvelce nes- “Güç doğum” i da neşretmiştir. ?13 kadı- resmi bulu- nan bu hitap yalnız ebelere değil, bü- tün sile kütüphanelerine de lâzemdir. salon orkestrası. if plâkler. ri saat, 18 balk konseri, 21 sanko” a, du. Birdenbire ürktü. Biraz ileri de, karşısında upuzun, besbeyaz, di bi bir dede gördü. Başında bir de sivri külâhı vardı, Bu hem 1, hem korkunç devin gözü ku lağı da yoktu. Kos kocaman, yus- yuvarlak bir açık ağzı vardı. Be- yaz dişleri, tane tane, çatal çatal görünüyordu. Dişlerinin arasında- | ki çöplerden biri kımıldar gibi ol- dukça ortalığa deve çanından da- ha keskin Dan! Dan! Dan! Yorganın altına soktuğu başı- nı bir daha çıkarıp baki, Sivri kü lâhlı dev bâlâ ötüyordu: Dan! Dan! Dan! Hisardaki saat çalıyordu. Babasının gümüş köstekle boy- nuna asılı saatini hatırlıyordu amma, saatten dev olanmı hiç bil- miyordu. Kimsenin bu devden kaç madığmı, kaçışmadığını görünce cesareti arttı. | Kağnının içinde doğruldu. Pazarın kuruluş günü olduğu için Atpazarı çok kalabalıktı. Ha- sanoğlandaki dügünden daha çok kalabalık, Herkes bir şeyler konu şuyor, gelip gidiyor, birbirine se3- | leniyorlar, elele tutuşmuşlar habi- re çekisiyorlar: — Ver şunu seksene. — Daha beş yaşında. Rahvanı- la miseliin ağn ingiliztuzu at- | ses yayılıyordu. | Kırmızı etiketli şişe Arif Sami karısına doğru yürüdü: — Ver o elindeki şişeyi? dedi, Duvara dayanmış, gözleri büyü- müş genç kadın yelesini sallryan bir kaplan gibi, dik başını salladı. Sert bir sesle: 1.- Hayir, vörmem, dedi. — Nedir, beni mi korkutmak isti. yorsun? ben böyle numaraları yut- mam. Hanımefendi kendisini zehir- lemek istiyormuş. Ne tatlı canlı oldu- gunu bilmiyorum sanki... Servet Hanım parlıyan kocasına dikti: —Git Arif, Allah aşkına git! dedi. Bıktı martık senden.. Arif Sami kıpkırmızı kesildi: — Peki, haydi numara yapmıyor- sun diyelim. Neden bu çılgınlık söyle bana? Benimle yaşamaktan (bu ka- dar biktın ha.. Maamafih gözleri ve dikkati karısı- nin elinde sik sıkı tuttuğu şişeden hiç ayrılmıyordu. Pencereden odanm içine bahar ko- kusu karışık bol bir güneş giriyordu. Bahçenin ağaçlarında kuşlar crvılda- yordu. Buna rağmen duvardaki ayna- dan birbirine düşman ve karşı karşı- gözlerini ! Genç kadını — Hayır, sen artık beni sevmiyor. sun, dedi. Arif Sami cevap vermiyerek omuz silkti, O kadar sevmek zafında bulun- duğu bu adamın o kadar bariz hissiz- liği, genç kadın: çileden çıkardı. Bir hamlede şişeyi ağzına götürdü. Fakat Arif Sami bu jesti hiesetmişti. Derbal kuvvetli kollarile kadının bileğini kı- vırdı, Şişe yere düştü. Arif Sami şişeyi aldığı gibi pencereden dışarıya fırlat tu. Bir kısım koyu mayi yere dökül- müştü. Kadın can acısile bağırdı: — Hayvan herif! Fakat Arif Sami kahkaha ile gülü- yordu: — Seni budalalıklarınm önüne geç- mek için böyle hayvanlık lâzım... Odanın içini keskin bir tentürdiyot kokusu kapladı. 3.» Bahçede çocuklar muharebe oyu- nunu bitirdikten sonra, bir ağaçın di- bine oturdular. Küçük Cemil sordu: di ne oynıyalım? F — Esirleri keselim, dedi m gbi yaşlanarak itiraz ettiler. Bu zaif, üstleri tozlu, topunun yaşı on beş yılı doldurmıyan | esirleri affettiler, Bir başka kız başka bir teklifte bu- Tundu: — Haydi büyük bir ziyafet verelim. Oyunları idare eden Fahri kaşları- ni çattı: eyle ziyafet vereceğiz? dedi, — Hepimiz gidip bir yiyecek getir- sin, Kimse ne getireceğini söylemesin. Ekseriyet kararı tasdik etti ve ço- cuklar hayâli yiyecekler aramak için dağıldılar, Bir sant sonra buluştukları zaman, hepsinin yüzünde getirdikleri ceklerin arkadaşlarma vereceği ha: reti peşinden hesap eden, esrarengiz. bir hal vardı. Hayriye cebinden on ince kiremit çıkardı. — Buyurunuz efendim, halis biskü- vil dedi. Kızlar ellerini çırptılar. Kâmil cebinden koca bir çıkolata Parçası çıkardı: — Bu geyiği ben vurdum, dedi. Artık ziyafet sofrasında neler, neler İan çeker parçaları ile hemen oracıkta su mur haline getirilen Etraftan lâfa karışıyorlar — Helâllaş be dayı! Seksen | kaymayı başka yerde bulamazsın. | — Arpanın yarımı kırk üçe çık | mış. — Zara yetmiş altı. — Pekmez aradım bulamadım. — Ben de yağlı yoğurt arayo- | rum, Keçi, koyun, eşek, öküz, deve, buğday, arpa, tuz, peynir, kuru fa- sulya, Sonra insanlar, Yeni paça- #ı yırtık insanlar, sakolu insanlar, boyunları beyaz dolaklı, elleri kü çük çadırlı insanlar. Kırk köyün mali zahiresi, insa- nı danası buraya toplanmış, bir di dişmedir gidiyor. Bir elinde koca bir kantar, öte- ki elinde bir köylünün yakası, bo- yuna çekişen, saldıran, kavğa çı- karan adamlar. Omuzları beyaz işlemeli, : belleri kayışlı başka a- damlar, herkesi bir tarafa itip ka- kan, kamçılayan, yumruklayan, söven, döven adamlar. Şehrin ilk kıyameti Petek'in göz bebeklerinde ve beyninin ta ortasmda kopmuştu. Kulaklarında kesilmemecesine bir uğultu, Bu ka labaliiın arasına bir düşerse nola- yiye- | cak? Ne olursa olsun, bu kadar ka- labalık kendilerine birer iş bulmuş dme o da elbetir kendire ile Ali Ün MK ERSEN) MEM bla A5 Yürü ya kulum!. Sonposta sahiplerinden Halil Lüt- fi Beyin, ne müthiş bir yürüyüş kah- ramanı olduğunu geçen günkü Bursa seyahatimizde öğrenmiyen kalmadı. Halil Lütfi Beyle yola çıkmak, öy- le her ayağma güvenenin harcı değil. Büyük muktesidin hesap defterinde anlaşılan “yorulmak” diye bir fasıl yok. Cuma günü, Bursa Belediye rei- si Muhittin Beyin gazetecilere tahsis etmek nezaketinde bulunduğu bir o- tobüsle Uludağına kadar çıkmıştık. bulunduğu yer, arzusuna düşmüştü. Otobüsle yirmi dakika daha yük- necektik. Fakat Halil Lütfi Beyi zap- tetmek ne mümkün... — Ben, ta tepeye çıkacağım! Diye tutturdü. Boş yere ısrar ettik, dinlete- medik. Hazret, başmı alıp gitti. O- nun, karlar üstünde düşe kalka, ara- da bir yuvarlanarak, fakat Uludağın en yüksek noklasma çıkmak azmile, dağa tırmanışını hayretle seyrediyor- duk. - “Hakkım Sesi” gazelesi neşriyat ü in Bursa mnbabirliğini Kaplıcacılar ve Otelci- reisliğini nefsinde topla- ği Dil anketi Liste 102 İİ ANKARA MA A TD Geni İ yerinden Karşılıkları aranacak (arapça ve fariça kelimelerin 102 mus 1 Külliyen — bil Usulen — alebunul — - Tebaan Tevfikak — Mükabeleten — — bilmuknbele, mu kabele bilmisil — 6 — Mütekabilen 7 — Münferiden 8 — Müştereken — aleliştirak — — Ahiren 10 — Tercihe: 11 — Tafsilen — mlettafsil, mufassalan, bertalsil — 12 — Hulasatan — telhiyen — | 13 — Melen M — Takriben — alettakrip — 15 — Tahminen — alettahımin — 3 4 5 Gelen karşılıklar Liste : (96) Pevkalâde: çok iyi. Alelâde: şöylece. Bermutat * alışıldığı gibi, | Alelrtlak: Görüldüğü gibi. Alelkesap: şimdilik i yan Derviş Bey de, bu işe şaşakaldı: |, dedi, bu Halil ü Ben kendi hesabıma, dünyada bu kadar yol yü- rüyemem... Cevap verdim: — Elbette yürüyemezsin!.. — Peki, o nasıl yürüyor? Güldüm: — Eh.. Azizim, lab, “Yürü ya kulum!” Demiş... bette yürüyecek, M. SALÂHADDİN ona bir kere Al- EK gene evden ağırılmış bir Cemile Arif Saminin kızı idi. Bah- çede o da bir şeyler aramağa koyul- muşken, otların arasnda eti ketli, kahve rengi bir şişe bulmuştu. İçinde hâlâ yarısına kadar koyu ten- türdiyot vardı, hepsi dökülmemişti. — Bu ne? diye sordular. — Bu da iştiha açmak için. Çünkü Cemile babasınm yemekten evvel iştah açmak için rakı, konyak içkiler içtiğini biliyordu. Fahri sordu: — Nereden buldun bunu? — Bahçede, otların arasında: Fahri dedi ki: — Galiba konyak:. Rengi benziyor. Acaba konyağın koküsu bu kadar kes kin mi? “Cemile sanki bu işleri biliyormuş giz bi mağrurana cevap verdiz Gi — Keskindir ya.. Ama biz içerisine bir parça da su koyarız. Fahri: — Haydi bakalım, dedi, siyetet ba. zır. Evvelâ kim iştiha a: — Ben! Ben! Ben! Çocukların ağızları merakla cessüsla zehre doğru uzandı. emir ver, — Evvelâ hanımlar içerler. Ve şişeyi Cemileye uzattı. ig” Fabri İ Bu bapta: O zamana kadar oyuna iştirâk edip te hiç sesi çıkmıyan Arif Saminin yo- | #eni, Halit Cemileye şişeyi bırakma- sını söyledi, kız bırakmayınca ştı, Cemilenin o bileğini | burktu ve şişe taşa düşerek parçalar - dı. Fahri kızmıştı: — Neye oyunu bozuyorsun? Halit dedi ki: li — Bu sabah ben dut ağacında idim. | Pencereden baktım. Ame m ik emle kavga ediyor. Ha . ba Cemile. Teyaem de zorla elinde tuttuğu gişedekini içmek istiyordu. | Amcam bileğini kavradı, şişeyi | elin- | den alıp attı. Ben hayatrmta tıpkı am- | cnm gibi olmal isterim. Onun için şi: yi Cemilenin el, aldım, kadınlar erkeklerin emrini dinlemeli. Yoksa zorla dinletiri; Dayı yandaki kanının melmişler halka gibi, ipten halka gibi bir şeyler kemiriyorlar ve ku İuplu bir fincanı ağızlarına götürü | yorlardı. Petek'in karnı zil çaliyordu, | Bazlama da kalmamıştı. ;avaşça Ali Dayının yanma gitti. Durdu. — Rahat uyudun mu kız? — Uyudum Yenge. — Senin karnın açtır. — Yo, değil. Sonra aç değilim" dediğine iç- ten içe pişman oldu. Ya inanır da vermezse. Bereket Ali Dayı yetiş- uv: — Öyle şey olur mu? Biz koca iken acıkırız da sen bebe iken ne- den acıkmıyacaksın. Al şunu! Petek'e yarım simit uzattı. Pe- tek az kaldı : — Bu ne Dayi? iyecekti. Ömründe simit ne- e görmüş, ne yemişti. Ayşe Yenğe de yarım fincan salep verdi. Amma Ayşe doymadı . Yere serili peşkirdön yarım bazla- ma ile bir az kuru soğan daha al- dı, yedi. Artık burada işi kalmamıştı. Ge ceki yalanmı doğrulamak gerekti. — Ali Dayi! Ben gidiyorum. Efendi gilde Deni ille. Bu- leceğimi biliyorlar da. 2 Siler ıkarabilin mi? di varma göre. Hesbelicap: yetinime göre Ledeliktiza; İstenildiği kadar isteni- ce göre. | Tahtelhefez— saklı olarak. Hilâfı usul — işin tersine, Maşaallah * tanrı bağışlasın çalap koruşun, göz diğ mesin. İnşallah: tanrı Bırakırsa. Ucu- zibillah: “tanrı saklasın. Maazallah: tanrı saklaşm. Hercibadabat: ne olur- saolsun. ”.. Liste: (100) Dairesinde: çevresinde, biçiminde, iş (| evinde, buyuruğa uyğun olarak çerçi- | vesi içinde. Derecesinde: sirasında, ba- sakta, denkinde, değerinde, dutarmda, ölçüsünde, kertesinde, Raddelerinde: sularmda , siralarında, | kertesinde. için, ilişikinde, © Lehinde? , anın eyilikine. Aleydinde? anin mazarratına anin eksikliğine, an- dan yana değil, anin götülüğüne. Aks binde: derskap: akip dilimizde — akap kullanilir, akabinde yetişmek, ökçesin den yani ardından ayrılmiyip birlikte yarmak demektir, şimdi, ardınça, geçik tirmeksisin, çabuk, şimdicik, çarçabule. bu işte, buzda, bunun için Bu hususta: hususunda: ba iş için, iş bunda , için. Bu takdirde: takdirin. | de: bu yerde, yerinde, öyle ise, Tara- fından; bir taraftan, diğer taraftan yas © mından, yönünden, bir yandan, diğer, dan, yandan. Şahsen; kendisi, göv-/” Şifaben: şifahi: ağızdan, ağız yani söyliyereki yazarak, yazile, yaz- | mak ile, yazılarak. Göztepe Haznedar oğlu Baha 4 e EY ABONE ÜCRETLERİ : Türkiye işin Hariç igin ÇA er 786 > #eçen nüshalar 10 kuruştur. — Gazete ve matbaaya sit işler için mildiriye rcmat edilir. Gazetemiz ilânlarım mes'ü- liyatini kabul etmez. e) HAVA tazyiki 754 mili” metre en çek arcaklık 28 em ax 24 derece idi. — Bilmez olur muyum? Bir anda etrafına göz attı. Ne- reye gidecekti? Herkes en çok Sa manpazarna (giden Muytaplar, | Keçeciler çarşisma doğru akım €- diyordu. Demek ki orada daha başka şeyler vardı. Hemen karar ve Miri verdi: İ — Nah, burdan aşağı gidince | sağa döneceğim; i Efendin sana aylık mı verir yıllık mı? Aylığı pek o kadâr bilmiyordu amma, yıllığı çobanlardan çok | gitmişti. — Yıllığa kesiştik. — Kaç kayma? — Alu. — Çok az. Neyse, Petek'i ikişer tatlı sözle uğurlar Samanı doğru! san çi içinde kaldı. ardmı, sağını solunu görmez oldu. Akıntıya bıraktı kendini. Nerey€ gideceğini, ne yapacağını bir tür” lü kestiremiyordu. Hem uras kimseye dert anlatacak yer di di, herkes bir dertte idi. Alan sar tan, konuşan; koşuşan, bağıra” kantarcı ile dalaşan, omuzu şerif lilerden tokat yiyen, bir hara”! çormandır gidiyor. (Devami var),

Bu sayıdan diğer sayfalar: