12 Eylül 1933 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 5

12 Eylül 1933 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Arılar kraliçe seçiyor Beş senelik saltanatı içinde kraliçe her gün bir yumurta yumurtlamağa mecbur 7 "Arılar petek Arılarında karıncalar gibi bir a- rada yaşayan hayvanlar arasında insan cemiyetindeki âdet ve ahlâk- lara benziyen tarafları vardır. Me- selâ bir kovandaki arılarla bir in- san cemaati arasında şayanıdikkat müşabehetler göze çarpmaktadır. Biz bazı insanlara dostuz, bazıları | na düşmanız.Arılarda da böyle hal ler var. Yalnız arada bir fark var- sa, bir kovanda bütün arılar ora- daki nizamlara tamamen uyarlar. Bizim içimizde ise kanun ve ni- zamlara karşı gelenler bulunuyor. Bir arı kovanında herhangi bir a- rı nizam haricine çıkamaz. Çünkü İ bütün arıların umumi irade ve ar- zuları buna manidir. Böyle olmak- la beraber, kovanlarda da mühim hâdiseler olmıyor değil. Meselâ | kraliçeyi tahtından indirmek ve yerine başka bir kraliçe getirmek gibi.. Bir defa kraliçesiz hiç bir kovan yoktur. Eğer kraliçe ihtiyar- larda, işçi arıların zayiatını telâfi için günde bin kadar yumurta yu- murtlamazsa, arılar cemaati ara- larında kraliçeyi tahtından indir- meğe karar verebilirler ve indirir. ler.Buna mukabil bir kraliçecemaa atini az görürse, işçilerinin bir kıs- mı ile hücuma geçerek yeni bir hü- Motörsüz tayyarele İçinizde uçurtma uçuranlar çok tur. Fakat bu uçurtmalar şimdi ne kadar tekemmül etti. biliyor musu- Duz? Bu uçurtmalara şimdi insan- lar biniyor, saatlerce ve kilomet- relerle uçuyorlar. Bir nevi motorsuz tayyare olan bu iri uçurtmalar şimdi o eğlence sporu gibi kullanılıyor. Motörsüz tayyare sporları gerçi son seneler- de başlıyan sporlardandır. Fakat yeni değildir. Hattâ bildiğimiz mo- törlü tayyarelere bile model olmuş- tur, 1911 senesindenberi Avrupada bir çok müteşebbisler O matörsüz tayyare tecrübeleri yapmışlar ve muvaffak ta olmuşlardır. üstünde çalışırken kümet tesis edebilir. Bu takdirde arı cemaati kraliçenin yerine der- bl bir dişi arıyı ikame ederler.- Arılar nasıl ürerler? Diye sorâ- Müstakbel bir kraliçe hücresinde caksınız. Kraliçe peteğin altı dılı- hı deliklerine işçi arı yetiştirecek yumurtalarını - bırakır. Cemaatin işçi arıları bu yumurtaları besler- ler, Arılar hiç bir zaman kraliçesiz imazlar ve kraliçe kovandan bir yere çıkmaz, eğer başka yerlerde yeni bir hükümet kurmak istemez- se. — Doktor, hastalığımı mektepteki arkadaşlarıma geçirirsem bana ne ve rirsin? Ata sözleri Çok naz aşık usandırır. Çocuk ile yöla gitme yükün dü şerse güler. Damdan düşen; damdan düşe- nin halini bilir. Dağ başından duman, insan ba- şından aran eksik olmaz. Daima konuştuğun bir adamın ismini sorma, Delik açılırsa örtülmesi * güç o- lur, Deve kâbeye gitmekle derviş ol- maz. Develer bir birinin kamburuyla alay etmezler. Dedesi koruk yemiş, torununun dişi kamaşmış. Denize girse kurutur. Dil söyler saklanır, baş belaya katlanır. Dil uzatılan yere el uzatılmaz, Dikensiz gül olmaz, engelsiz yar olmaz., Dilin kemiği yok ama kemik kı rar. Dilini tutan başını kurtarır. Dil kılınçtan keskindir. Ecelden başka her şeye ça- ye bulunur. Eğri ağaca yayım, her gördüğü ne dayım deme, Eğri ekilen nihal, büyürse doğ- rulmak mı Elikeyfin keyfini kim tazeler? Taze elinden taze kahveleri. Ehli keyfe keyf verir kahvenin telvesi, Ekmeğini katığına dengeden aç kalmaz. Ekmeksiz ev, köpeksiz maz. Ekmek çiğnemyince yutulmaz. Ekilmeden biçilmez. Ektiğini biçersin. Elmayı soyda ye, armudu sayda ye. Eli işte gözü oynaşta. EL ile kuş tutulmaz. av ok EL yumruğu yiyen kendi yumru | ğunu bozdağan armudu sanır. Ele verir telkini kendi yutar sal kımı. Elin ağzma bakan aç kalır. Elden çıkan ele girmez. Elden gelen öğün: olmaz, o da vaktinde bulunmaz. Elden gelen hayrı deriğ etme. Elinle ver ayağınla ara. El kapısı hem geç, hem güç açı- hır, Elelden üstündür. Emânete hiyanet olmaz. Er olan ekmeğini taştan çıkarır. Erişir menzili maksuduna ahes- te giden. Erteye kalan arkaya kalır. Erkek Arslan arslanda, dişi Ars lan arslan değil mi? Erenlerin sağı solu olmaz. Eski dost düşman olmaz. Esrik devenin çulu iğri gider. Eşek yıkıldıktan sonra yol gös- teren çek olur. Eşeğe binmeden ayağını salla- ma. Eşeği evvel bağla sonra Tanri- ye ısmarla. Eşeği düğüne çağırmışlar: Ya odun eksik ya su demiş. Eşek altın yular taksa gene e- şek gene esek; iği at denize balık bilmez- Et ile tırnak arasına girilmez. Et tırnaktan ayrılmaz. © kanlı gerek yiğit canlı gerek. ât dediğin deniz suyumuş: Net içilir, ne geğilirmiş. Evlâdı olmıyanın bir derdi var, olanm bin derdi . Evvel hesap sonra kasap. Milliyet'in romakiz 19 ESRARSIZ HAYAT Hollywood'da sinema yıldızlarının romanı Yazan: VİCKİ BAUM Aldens genç kıza: — İşte Eisenlehr... Dedi. Genç kiz da: — İşte Oliver... Diye cevap verdi. Möresko'yu bırakmış. Aldens ileri doğru abanıp aşağı- da kaynaşan halka baktı: Aldens: — Tıpkı idadi mektebindeki gibi... Böyle zamanlarda yukarıdan mual- Timlerin üstlerine tükürürdük... Francis: — İdadi ne demek? Dedi. Genç kızın ismi Francis Warrens Bu ismi usulca komşusuna söyle- işti. Francis ee tamamiyle meçhul bir lde sirke bii an de €den bir hareket vaptı. Sonrn tereddütle cevap verd Sk “ARA kle m Terceme: KAMRAN ŞERİF Bergstrasse... Olenwald ormanı... Louis kulesi. Oliver Eisenlohr'la gülerek konu- al biç te ir pipo çıkardı. 'erde Clearwater'e git- tindeyim... Balık tutacağım... iyeceğim... Bu sözlerin Eisenlohr'la konuştu. ğa şeylerle hiç'bir alâkası yoktu. Eisenlohr bir an muhatabına soru. cu bir nazarla baktı. — za . su filmi bitir de ondan sonra, mir Oliver Dent'in temsil e Doktorsuz tedavi | Çocuklar, Şayet bir gün evinizdeki kedini; kulağı ağrıa, veya köpeğinizin ayı incinse ne yaparsınız?... Hemen o rıyan yeri ilâçlar, sarar ve daha ol- mazsa doğru baytara koşarsınız değil mi? Peki ama ya her gün ormanda, cının tüfeği karşısında bir sürü tel keler geçiren ve bu işten derin yaralar alarak ancak sıyrılabilen hayvanlar ne yapıyorlar?.. Bunlar kendilerine nasıl bakıyorlar? İşte bugün size bu hayvanlardan ve onların türlü türlü tedavi usüllerin- den bahsedeceğim. Evvelâ insana en yakın o görünen maymundan başlıyalım. o Hakikaten maymunun her hareketi insanmkine çok benzer. Yaralı bir Omaymunun bilgili bir insan gibi ilk önce akan ka- ni durdurmıya bakar; bunun için de | orayı, bir takım otlarla srmsrk: tar kaç gün gazli bez kor. Gazli bez de dimso sakın hayret etmeyin, nun gazli bez olarak kullandığı şey otların omici saplarından başka bir şey değildir, Hem maymundan da bundan iyi 88 beklenir!. Dektersztedavide ikinci olarak i,, diye mam kazanan fil gelir. yvan her işini | hortumuyla gördüğü için bundan tedavi zamanın- da da istifade eder. Yaralı bir fil do ilk iş olarak'biraz ot toplar ve bunu biraz da çamurla karıştırarak yoğu- rur, #onra bu acayip melhemi yarası» nın üzerine yapıştırır. Bu ilâç yarayı bem kapatır, bem de kurutur, Kuşlar daha ziyade ile iş gördükleri için tedavi wsülleri de bir az ötekilerden farklıdır. Meselâ “çul- luk,, denilen kuş yaralandığı zaman yarasın etrafındaki bütün gasile çıkarır ve ayrıca kopardığı bir tek tüyü yaranın üzerine < Yapışlırır. Böyle yapmasa İmdi | altında yara- nın vaziyetini görmek kuşa güç olur. Bir tarafı incinen “çulluk, orayı der- hal yapışkan çamurla sıvayarak”sım sıkı yapar ve böylece kemikler biri- birine kaynat, Hepsi de insanlardan uzak yaşıyan bu hayvanların çok garip tedavi usul leri M. R. S, Walker isminde Ameri- kalı bir tetikikçinin de merakını cel- betmiş; bakınız âlim neler yapmış Bu adam büyük bir camekânm ne küçük bir yılan hapsetmiş. Ha; yanın kuyruğuna yakın bir | yerinde belkemiği karıkmış. Halbuki yılan da daima yürürken bütün vücudünü oy- nattığı için bu kırık kemikler bir tür- lü birleşemezmiş. Zavallı | hayvanm canı fena halde y. kırık taraftan ötesi arkasından sürüklenir & durur- muş. Yaralı bir yılanın ne gibi bir çare bulabileceğini merakla bekliyen M.is- yö Walker bir sabah ne görse beğe- İngilizler son iki senedir en yük- sek dağlara çıkmak için birbirle- rile rekabet ediyorlar. Himalaya dağları Asyada 2250 | kilometre uzunluğunda bir dağ sil- silesidir, Hindistanla Tibeti ayı- rır. Bu dağlar gayet dar geçitler- den geçilir. Hemen hemen insan- ların teneffüs edemiyeceği kadar havası az en yüksek tepeler bura- en yükseği Everest tepesidir. Ev- yelce Gavrizangar ile bu tepenin ismini karıştırırlardı. Halbuki Gav rizangar, Everest tepesinden elli kilometre kadar uzakta başka bir tepedir. Everest'in yüksekliği bir kaç sene evveline kadar 8840 met- re tahmin edilirdi. Fakat sonradan daha sahih olarak 8882 metre ol- duğu anlaşılmıştır. bu tepe hemen hemen yeni keşfe- dilmiş gibidir. Miralay Everest is- minde bir İngiliz bu tepeyi bulmuş ve kendi ismini vermiştir. peye çıkmak değil, fakat hiç ol mazsa tepe etrafında istikşafta bu- lunmaktı. Tepeye nereden çıkmak daha münasip olacağını tayin ede- ceklerdi. Bu heyet işe başladı. Da- ha dağın eteğine gelmeden heyet İ İten bir doktor öldü,Fakat tepeye ne reden çıkmak münasip olacağı hak Hattâ yola da çıktılar. 7,200 met- reye kadar vardılar, lâkin sis ve kar furtınalarından daha ileriye varamadılar. Geri dönmeğe mec- bur oldular. İngizler 1922 de yeni bir heyet daha teşkil ettiler, Fakat bu heyet müthiş o fırtınalarla O karşılaştı. 7000 metreye vardıkları zaman, bir günde ancak yüz metre kadar yükselebiliyorlardı. Bu suretle 8321 metreye kadar vardılar. Fa- kat dönüşleri pek feci oldu. Dağ- dan kopan çiğlerin altında heyet- ten bir çokları kayboldular. İngilizler iki sene dinlendiler. Ve sonra yeni bir heyet daha teşkil ettiler. Bu defa evvelki tecrübeler- den azami istifade için ne yapmak lâzımsa yaptılar. Bu heyet eskile- rin karargâhlarından da istifade etti. 7200 metrede bir karargâh kurmak istedi. Düşünmeli ki bu ir. tifalarda hararet derecesi sıfırın altında 37 dir karargâhı iki adım ilerisi üç, dört yüz metre derinli- ğinde uçurumlardır. Bu karargâhı kurduktan sonra, tekrar (| tepeye saldırdılar. İçlerinden ikisi 8321 daviye başlamamış mı! dar mahirane düğümlenmiş ki artık her iki kemik hareket etmez olmuş. Tabii bu sıkı vaziyette de © orasınm kaynaması pek kolaylaşmış. Acaba bu küçük yılan böyle bir ça- reyi kendisi mi buldu? Evet! Çünkü yılanlar hiç bir zaman kazara düğüm lenmezler, düğümlenseler bile der hal çözülürler. Anlıyoruz ki dünyadaki hayvanla- rm ber biri kendine göre; melhem- ler, ilâçlar, pansımanl, parak; doktorsuz, cerrahsız ve Teçete- siz kendi kendilerini tedavi edebili- yorlar, Darısı bizim başımıza.» dadır. Bütün bu tepelerin içinde | Dünyanın en yüksek tepesi olan | İngilizler 1921 de bir heyetise. | feriye teşkil ettiler. Maksatları te- | kında da bir fikir hasıl olmuştu. | Everest aikılabilecek Si Bir çok acı tecrübelerden sonra İngi- lizler mutlaka tepeye varmak istiyorlar metreye vardı, fakat bu irtifa za- ten eskiden varılmıştı, daha yuka- rıya çıkmak lâzımdı. Bisküvi ve çikolatadan ibaret (o gıdaları ile çünkü 3000 metreden sonra et ve» saire pişirmek (imkânsızdır. Bir gayret daha gösterdiler 8341 met- reye vardılar. Nefesleri tükenmişti. Her adımda sekiz nefes (o almak mecburiyetinde © bulunuyorlardı. Çünkü havada gittikçe azalan mü vellidülhümuza teneffüslerine kâ- fi gelmiyordu. Nabızları 180 atıyordu. Kanları sanki şakaklarma çekiç vurulu- yormuş gibi atıyordu. Heyet geri dönmeğe karar verdi. Lâkin içle- rinden biri furtınaya rağmen son bir gayret daha gösterdi. Bir sa- atte üç metre daha çıkabildi. Bu suretle 8574 metreye insan ayağı değmiş bulunuyordu. Gene bu heyetten iki arkadaş bir hamle daha gösterdiler. AL tıncı karargâhtan arkadaşları dür- bünle kendilerini seyrediyorlardı. Teodolit 8604 metreyi gösteriyor- du. Biraz sonra bir kar furtınası çıktı. İki cesur adamı arkadaşları dürbünlerde göremez oldular, O çıkış, bu. çıkış.. ünden de bir daha haber gelmedi. Bu sene çıkılacak mı? İngilizler gene vaz geçmediler. Bu sene on dört kişilik yeni bir he- yet teşkil ettiler. Bu heyet şimdi Everestin yamaçlarında bulunuyor. Geriye kalan iki yüz elli son met- reyi de çıkabilecekler mi? Londra da bu çıkış büyük bir alâka ve he- yecanla takip ediliyor. En yüksek şehirler İnsanlar sun'i teneffüse ihtiyaç kalmadan 7000 metreye kadar yük selebiliyorlar. 5000 metre irtifada ise rahat rahat yaşabiliyorlar. Pe- ruda bir dağ şimendiferi 4900 met reye kadar çıkmaktadır. Fakat bu irtifalarda ancak köylere tesadüf edilmektedir. Aceba büyük şehirler den en mürtefi olanları hangileri- dir? Tetkikata göre Avrupada en yükseği Madrittir (640 metre) sonra Münih gelmektedir — (520 metre). Bir milyon nüfusu olan : Mek- siko şehri denizin sathından 2300 metre irtifadadır. 150.000 nüfus olan La Paz şehri dört bin metre irtifada bulunuyor. Tipetteki Chas sa 3600 metrededir. Habeşistanda Adis Ababa 3000 metre yüksek- liktedir. Erzurumun da 2000 metre irtifada olduğu söyleniyor. Afka- nistanın paytahtı olan Kâbilde 140 000 nüfusu vardır, ve bu şehir 1760 metre irtifadadır. Yüz seksen bin nüfuslu şehri de 1150 metrede bu- lunmaktadır. Tenekeden kitap Bu madeni kitap İtalyada basıl- mıştır. Bu meşhur şair Marinetti'in şiirlerinden mürekkeptir. Ve her sayfası gayet ince tenekedendir. Marinetti şiirlerini makine ve ma- den âlemine hasretmişti Eisenlohr ağımda bir kan yalancı bir siğara evirip çeviri yordu. Eisenlohr bunu sigarayı te: Almanyadan getirtmiş! mberi, bazan mantollü si e şu filmi bitir de... Ondan sonra istediğin kadar gi- dip balık tut. — Filmi bitirdikten sonra mı? Yoksa daha evvel mi?.. Bu sözler üzerine Eisenlohr arkası nı döndü ve sadece şu sözleri söyle- birdenbire Aldens'e dedi ki: — Eve dönmek... Oturmak istiyo- rum... O zamana kadar gözlerini O'iver- den #yırmamıştı. Dekoltesinin ucundaki © gardenin” nm yaprakları şimdi solmuş gibi du- ruyordu. Aldens sordu: — Niçin bu ka istiyorsunuz? Eğ — Elbette eölenivorum... Yalnız... Biraz yorgunum da... Bu sözleri afif bir sada ile söyle- mişti. Sonra onu, tekrar dolmağa baş lıyan salondaki yerine getirip oturt- tukları zaman ilâve etti: — Hah... İyi... İyi. Oturunca in- hat ediyor, Galiba biraz başım Belki de Kardozan beni bir Siz sinirlenmediniz Lir çok filmler çekilirken gördüm. — Aman Yarabbi... Yoksa siz de bu filmde oynıyan aktörlerden birisi misiniz? — Hayır, hayır, ö Genç kız bir çığlık kopard — Oliver'in yerine eş mi?. man ne tali... Siz isterseniz bunu bir eseri tali addediniz... Fakat ben kepazelik ad- dederim... Aldens bu sözleri inatla söylemiş- ti. Ekseriya bu kabil düşüncelerini i- çinden geçirir. dırarı vurmazdı. Bu fikirler Amerikada geçmiyordu. Ona ekseriyar © — Sen fazla Avrupalıın! Diyor- apıyordu. Fsket şimdi kça. söylemişti. Ar tık tükürdüğünü yalamak istemiyor- arım sapt, bir saat, iki saat, üç saat sahnede, ayakta durmak hoş .. Üstünde Sfudiodan veri» elbise... Makiyajin tpkr Saçların tıpkı Oliver gi- ice ayar edilsin, iskemleler yerli yerine konulsun, sadayi zapte- desi makine ayar edil diye bekle dur... Mikrofon ayar edilirken iâkr- dı söylemek mecburiyetindesi, #ey ölçülüp biçilir, hesap edilir... Ni- hayet asıl sahne başladığı zaman, film çevrileceği zaman, bir de bakar li Francis kuvvetle tekrar etti? — Elbette eseri tali denir... Hattâ sözüne daha kuvvet vere- bilmek için başını üç defa salladı. — Elbette... Sizi görürler... Göz önünde bulunursunuz... Nihayet gü- nün birinde muvaffakiyet gelip tar... Dent'in yı eş olmak kol ey mi?. nasıl eş o! bileceğinizi de pek anlamıyorum... Bunu üzüntülü bir tavırla söyle- mişti, amma buna rağmen bu sözler delikanlı üzerinde gene de bir haka- ret tesiri yaptı, Genç kız dalğın bir tavırla deli- kanlınm sarışın saçlarını, hafifçe ka- palı çehresini süzdü. Güzel olmakla beraber iri yapılı Şayet o iyi bir heykeltraşm kale- minden çıkmış olsaydı, heykeltraş ©- serini bitirmeden evvel ondan nefret ederdi... Aldens: — İşte böyle... Dedi. Sonra tükürüğünü yuttu. — Evvelâ, Oliver'le ayni boyda- yız.. Tam altı ayak, iki parmak... O- muzlarımız ayni genişlikti Heyeti umumiye itibariyle de ölçülerimiz ay- ni... Saçlarımızı rengi... Taraması... Her halde saçlarımın renei, ısık tec rübeleri yapmağa pek müsait. Ya insanı ne kadar değiştirir Sonra cant sıkılarak ilâve »*ti: — Eğer biraz benzemiven cihetim de varsa artık kusura bakılmaz... Ma lümya, Oliver'in terzisinde elbise dil Giriyorum... "Arko »—

Bu sayıdan diğer sayfalar: