November 25, 1933 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 6

November 25, 1933 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Nidi? Hergün bir yazı Antikacılığında para eder tarafı kalmadı mı? Antikacıların antikası olan Agop Ağa antikacılık için neler söylüyor? Siz antikacı mısınız? Yüzüme sert sert baktı: — Beni tanımaorsun.. Antikacı Agop Ağayı hiç görmemişsin? İstifimi bozmıyarak: — Tanımaz olur muyum? De- 'dim, şöhretini işittim de geldim. İltifat etti: — Otur bakalım.. İstanbulun en eski antikacısı A- gop Ağanın mini mini dükkânma kendisi bile güç sığıyor. Kenardaki masada kafası gözü belli olmıyan tunçtan bir o beygir kafası... Öteye beriye serpilmiş an- tika paralar. Eski, silik ve ilk ba- kışta hiç kıymeti yok gibi görünen heyülâya benzer mânâsız bir takım şekiller... Ve bu dekorun ortasında, antikacı "Agobun tavla masası başından ge- Jen sesi: — Penç kapısını © kapamışsan sankim iyi etmişsin. — Gele oğlum. Gele dedik se. Lâf ağna.. Ben fırsat buldukça soruyorum: — İşler nasıl Agop Ağa — İş var mı ki?.. Şimdi dünya antika kesildi. Ben bu zanaate.. Sen tavla oynayorsun, yok- sam lâf dinliyorsun. Önündeki pul- lara bak bet... Sonra gene bana dönerek: — Yaşım seksen altı. Belkim de doksana varmışımdır. Pederim irah metli beni çocukluğumda o zama- nın menşur antikacısı (Alişan)ım “ yanına vermek istemişti de Alişan almamış idi. Çünkim, Alişan akıllı adamdı. Zanaatte onu geçeceğimi anlamıştı. Alişan'ın bilgiçliği vardı amma, benim gibi pratik değildi. Kitap- lara bakmayınca mala fiat vere- mezdi. Ben, ne getirirlerse (e getir- sinler, şöyle bir bakmcas kestirip atarım: — Bu para eder, bu etmez! De- rim, Dünyanm her tarafından bana nümune gönderirler, fiat biçeyim diye... Çoğu da entipüften şeyler- dir ha... Agop Ağadan bir tarifini istedim. — Oğlum ,dedi, eski mallardan ne ki dünya yüzünde gayet az bu- lunur, o şey antikadır! Mevcudu çok olan eşya iki bin, üç bin sene- lik de olsa, para etmez. — Şimdiye kadar eline geçen an- tikalar içinde en kıymetlisi hangisi Gözlüğünün üstünden bakarak, yarım sağa döndü: — Hâşa bir Allah vardı, vücudu akikten yapılmış idi. Burada sat- sam elime çok para geçer idi. Fakat ben, Paristeki biradere gönderdim. O kaça sattı, kime sattı bilmeyo- rum. antikanın kısa Zatı, ben paraya ehemmiyet ver- mem. Verseydim, kenarımda hiç ol- mazsa bir kaç bin liram olurdu. — Bu Yunan İlâhe heykelini ne- rede bulmuştun Agop Ağa? — Ne bileyim bi: getirmişti. Zatı benim âdetim değildir. Kimse- ye “bunu nerden o buldun?,, Diye sormam. Biz Agop Ağa ile konuşurken kapı açıldı. Amele kıyafetli biri, masanın üstüne bir kurşun yuvar- lak fırlatarak: — Agop Ağacığım.. Dedi, şuna bir bakıver! Milliyet'in romanı: 72 MILLIYET CUMARTESİ 25 Agop Ağa, kurşun yuvarlağa bak madı bile: —Beş kuruş veriyorlarsa hiç dur ma sat... — Aman Agop Ağa, ne yapıyor- sun? Eski antikacı kızdı: — İnanmadmsa, git başkasma piyasada antikaya para kapatacak adam kal madığını yana yakıla ahlattı: — Bir iki koleksiyoncu var, on- lar da ölünce çek kuyruğunu. De- di. Türkiyede artık antikacılık g: miyor. Bu antika öyle şeydir ki müş teri olursa altın eder. Müşteri çık- mazsa hava... Yüzüne bak, dur. Antika merakı olsun, kolleksiyon merakı olsun bunlar birer hastalık, Adam var ki tospağr © yumurtası toplar. Adam varki çivi toplar, A- dam var ki pul toplar. Adam var- ki çiçek toplar. a var ki şişe toplar! rede şimdi? Pariste “iken ka direktorunun evine gitmiştim 90 Yaşında bir antikacı: Agop Ağa. Aman rabbim! Yüz antikacı tükeni birleşse, ortaya bu kadar mal dö- kemezdi. Milyarlar değer (antika toplamıştı. Türkiyede olan antika- nım bir yerde eşi yoktu amma, birer birer Avrupaya taşındı. Şimdi beş on Moskof, hani beyaz Ruslar yok- mt, onlar bir parça öteberi alıyor- 'ar. — Yeni malları eskitip antika di ye satanlar olduğunu söylerler. Agop Ağa: — Ha.. Dedi, bak.. Bu ii zanaatir! Ben böyle birini bi Yaman kalpazan idi. Yeni halıları bin senelik halı gibi eskitir idi. Sa- hici antika ile yalancısını bir araya getirirsen hangisi antikadır, hangi- si değildir. farkedilmez idi. Ben öy- le günler görmüşüm ki bir sikkeye, otuz altın lira verilirdi. Agop Ağa, bana bunları anlatır- ken tavlasını da bırakmıyordu. Ha- va kararmağa başlamıştı. Eski antikacıyı tavlası başmdan ayıramıyacağımı görünce bari bir resmini isteyim dedim: Agop Ağa, fotoğrafın var mı? bir vesika resmi çıkardı: — Nabh.. Al gazetene koy.. — Agop Ağa, bu resim iyi çık- maz. © — Çıktığı kadar.. Bu yaştan son- ra, bizim tasvirimize kim bakacak- ki. M. SALAHADDİN Dünkü maç beklenildiği gibi çok sert aldu (Başı 1 inci sahifede) le değil oyunla mağüp etmeğe çatş- malıdır. İngiliz antrenör bu takıma tek nik oyun mu öğretiyor, yoksa topa de ğil adama vurmağı mı... Gene esefle kaydediyoruz ki, Galatasaray takımı dün senenin en sert ve en favüllü bir oyununu oynamıştır ve bu yüzden ra kibinden ancak bir gol yemekle kur- tulmuştur. Bu satırları yeazrken hâtr rımıza son Türkiye birircilikleri ma- şı geldi. Fenerbahçe Ankarada fena bir sahada az daha mağlüp oluyordu. İzmirilerin kendi aleyhlerine idare tikleri iddia ettikleri hakemin yerine Avusturyalı hakem celbadilmiş ve bu hakemin idare ettiği oyunda koca İz- mir şampiyonu sekiz gol yiyerek ken- di topraklarında mağlüp olmuştu. E- ğer dün Fenerbahçe, Galatasaray ma çını bir ecnebi hakem idare etmiş ol- savdı o zaman netice herhalde bu şe- kilde olmıyacak, ve Galstasaray de - fans oyuncularının ancak yarısı saha da kalacaklardı. Çünkü hiç bir ha - kem o kadar favül yapan bir oyuncu- yu sahada bırakmaz. Tevfik Lütfi ve Nihat oyun değil, adamla oynuyorlar dı. Top Fenerbahçe muhacimlerine geldi mi, topun bunlardan defedilme- si için ber çareye başvuruluyor ve bunda muvaffak olunuyordu. Hattâ bir ara - he Tevfik Zekiye omuz vurmağa baş- bakem artık favül çalmağa Ma bile bulamıyordu. İşte Tevfiğin bu bol fayülleri o kadar mebzul bir hal almıştı ki, Zekinin bir ayak sallama» sı favül yapar mahiyette Tevfiğe miş, bu hâdise Galatasaraylılar fından bir arbede şeklini almağa yol açmak üzere iken Si yetişenler tarafından ve oyuna devam edilmiştir. Gal saray takı - mında sol ve sağ muavin mevkilerinde oynayan gençler muhacimlerine yar - dım etmek için değil, yalnız karşıları- na gelen oyunculara vurmak, onları her ne suretle olursa olsun kaleye sok turmamak için oynatılmışlardır. Nİ hat her topa vuruşta favül yapıyor ha kem bazan bunları görerek ceza veri- yor ve Nihadın itirezlarile karşılaşı - yordu, sanki haklı imiş çibi: Bu vaziyet dahilinde hakem de ne yapacağını © şaşırmış, © ortada do- laşıp © duruyordu. o Eğer © hakem oyumu tam bir © görüşle idare et miş olsaydı, dünkü maçı Su kadar ber bat bir şekilde görmiyecek ve iki ta- kım da kambine ve güzel bir oyun oynayacaklardı. Nuri Bey şimdiye ka dar idare ettiği maçlarda bu kadar âsabına hâkim olamadan bir maç da- ha idare etmemiştir.Binmenaleyh bu zatm.belki aleyhine olabilecek bu ya zılarıtıza darılmamasını da şimdiden rica ederiz. Çünkü © zatın hüsnü niye tine emin oduğumuz içir, dünkü maç- ta bir taraflık yaptığını iddia etmiyo- ruz. Gelelim taraflara: Fenerbahçeliler her nasi! olsa Ga - atasarayı yeneriz diye oyuna hiç ehem miyet vermeden sahaya çıkmışardı Galatasaray ise bu tenel kurtarmak, bilhassa Türkiye aşmı yonu ile yapacağı hu maça çok ehem. miyet vermiş ve maçı kazanmak biç ol mazsn berabere kalmak için her ça - reye baş vurmuş ve hakemin idaresiz- liği de bu kuvvete inzimam edince ü- mitlerinde bir dereceye kadar da mu- vaffak olmuşlardır. Sabahtan ba iki kulübün B takımları saat LI de kar- şılaştılar, Fenerbahçe takımı üç oyun - cusundan mahrum idi, Galatasaraylı- lar ise tam kadrolarile. Hakem gene Nuri Bey. Fenerbahçeliler eksik ol - dukları için muhatim hattmdan Lebi- bi müdafozra almışlar bu suretle hü- cumda biraz kuvvetsiz kalmışlardı. Neticede iki takım da İkişer sayı ya- parak berabere kaldılar. İki cereyan etti. Anadolu geçen sene #ampiyon olmuş ve Eyüplüler de ikin ci kalmışlardı. İlk maçta bu iki ezel rakibin karşılaşması kendi muhitlerin- de hayli heyecan tevlit elmişti. Ta - kımlar a çıktılar. Eyüpluler, | burada büyük bir eseri nezaket gös - tererek tribünün önünde toplanarak bü sene İstanbul namına Türkiye bi - rinciliklerine iştirak ederek büyük bir zafer kazanan Fenerbahçeliler şerefi ne 3 defa Yaşa diye bağırarak cemi- lekârlıykta bulundular, Hakem Cafer Beyin idaresinde oyuna baslandı. İlk anlerde Anadolular güzel bücumlarla Eyübü tazyik etmeğe bışladılar, fa - kat Eyâbün bilhassa sol müdafii gol ziyete hâkim olmuslar ve sol içleri Ne öet ortadan aldığı sözel bir pasla oyu nun İlk ve son ü yanmağa muvaf- fak olmuştur. İkinci dewrnde ovun her takımım mütekabil hücumları ara- sında cereyan etmiş, fakat hakemin E- ? yüp orta muavinini oyundan çıkarma | sı üzerine Eyüp takımının on kişi kal- ması , takımlarının daha fazla gol yap masına mâni olmuştur. Neticede Eyüp takımı en kuvvetli hasmıni bir golle yenmiş ve ilk maçını kazanmak sure- &le atlatmıştır. Sıra günün beklenen maçıma gelmişti. Sahada 3 binden faz la seyirci toplanmış ve günün meşhur takımları beklemeğe balam ard Saat tam zamanımda evvelâ raylılar sahaya çıktılar ve re kışla karşılaştılar. Arkalarından Ti kiye şampiyonu Fenerbahçeliler lâci- fert donlarla çıktılar ve hasımların - dan daha fazla alkışladılar. Parayı Galatasaray ış ve rüzgârda lehlerine almışlardı. Fenerin ilk hücu- mu Galatasaray muavin hattında ke- silmiş ve top Fener müdafaasına ka- dar uzanmıştı. Buradan OYaşarın u- zun bir vuruşu Fikrete gitmiş fakat Fikreti bulmadan taç olmuştu. Bura- dan ortaya atılan top iki takım oyun- cuları arasmda gidip gelmeğe başla - mıştı ki, Fikretin bütün oyun en mu - vaffakıyetli bir şanedlini Avni tutu - yor ve top ortaya atıyor. Soldan bir hücum yapan Galatasaray muhacim - leri Rasimin tiği şütle Fener kale- cisine bir tehlike atlattılar ve arkasın dan Fenerin bir hücumu ayni tehlikeyi Avniye çektirdiler, İlk on beş dakika zarfında oyun çok güzel oluyor ve Fe nerin mahsüs hâkimiyeti kendini gös- teriyordu. Bu esnada Muzaffer ve Şa banın çektiği iki şüt kaleci Avni tara frından karşılanıyor ve Top Fener nr sıf sahasına gönderiliyordu. Fakat Ya sarın fevkalâde oyunu topu daima çin Galatasaray sahasına göndermek- te güçlük çekmiyor ve top Fener mu- hacimleri arasında mekik oynar gibi gidip geliyordu. Zeki Şaban Muzaf - fer tarafından çekilen şütler ya dışa- rı gidiyor, yahut ta bugün fevkalâde oynayan Avni tarafından kurtarılıyor. du. Devrenin örtalarma doğru Muzaf ferin harikulâde denilecrk kadar en - fes bir üştünü syni maharetle Avni kurtarıyor ve muhakkak surette takı mını bir gölden kurtarıyordu. Galata- saray takımı müdafaaya çekilmi iki iç muhacimleri ge da oynuyor ve Feneri len topu, tekrar sağ açığa gidiyor ve iade ederek Fene - rin ve oyunun ilk golünü kayde mu - vaffak oluyor. Bu golden sonra haf - ine bir dakika kala Ga latasaray kalecisi Avni bir hücumda yakaladığı topu elinde fazla tutuyor ve hakem bu gayri tabii harekete fi kik cezası veriyor, o Galatasaraylılar bunu kabul etmek istemiyorlar, hake- me itiraz ediyorlar ve bir gürültüdü başlıyor. Bu vaziyeti gören Fenerli lerde topu ikram eder kebilinden ha- vaya vuruyorlaf ve hakemin uzun dü düzü oyunun birinci devre hitamını haber veriyordu. İkinci devrede oyu - nun tarzı cereyanını yazmak bile faz- ladır. Çünkü kırk beş dakikalık oyun, oyundan başka her şeye benziyor ve âdeta bir Y dişme şekliri almıştır. İki tarafın da gayreti boşa çıkmış ve ne- ticede Fenerbahçe lik maçlarında bir gol yaparak kazandığı galibiyetle üç puvn almıştı. Fenerbahçe takımında yan da Fikretti. Neden olduğunu an- İayamadığımız bir sebeple Fikret dün hiç oynayamamıştır. İkinci devrede ancak üz defa topa vurmuş ve oyun üzerinde müessir olamamıştır. Galata- saray takımında en başta Avni olmak üzere Muslih, Rasih ve biraz da Kad- ri idi. Diğerleri ise oyun değil, bir sort lik imtihanma çıkmış gibi sağa sola tekme vurmaktan vakit bulamıyorlar Beşiklaş : 4 - Süleymaniya :0 Kadıköy sahasında Fenerbahçe > Galatasaray oynarken, Süleymaniye - B: nayorlardı. Beşiktaş şam ve dan siyah beye tam takımla rı ile Süleymaniyeye karşı oynamışlar dir gülermaniyeliler ise Ateş - Güneş kulübüne giren en kıymetli oyuncuları Aliden mahrum aynen İstanbulspora çıkan takım. Beşiktaş şu şekilde ku - Tulmuştu: Sadri Adnan Hüsnü Faruk Nuri Ali Eşref, Şeref, Nazım, Hakkı, Cahi Rahatsız bulunan Feyzi ve Hayal nin mevkilerine genç oyuncular kon - muştu, Hakem Kemal Halim Beyin idaresinde oyuna başlandı. İstanbuls - porla berabere kaldıktan sonra mane yiyatları arttığı görülen Süleymaniye liler ilk zamanlarda kal ni tazyik etmeğe başladılar. Fakat Hüsnü ve Adnanın güzel vuruşları Süleymaniye muhacimlerine gol fırsa ti vermiyordu. Buna mukabil Beşikta- gın ser ive atak muhacimieri her an maniye kalecisinin fe: lacak golün birkaç dakika için teah - hürüne sebep oluyordu. Oyun başlaya Won beş dakika olmuştu, elân ortada gol yoktu, bu esnada sol açık Eşrefin güzel bir ortalayışını sağ ayakla istop ettiktensonra, sol ile ve tutulmaz bir şütle Beşiktaşın lehine ilk gol yapılı - yordu. Bu gol Beşiktaşlıları açtı. Sü - İeymnniyolileri 4 ise hiç beklemedikleri bir ande oluvermesi, meyus etti. Ar - tık top daima Süleymaniye kalesi ö - nünde oynanmağa başladı, Hakkı for munad değil. Eğer son Macarlara,kar $1 oynadığını oynayabilse, Beşiktaşım golleri çoğalacak. Nâzım çok güzel oy nuyor. Sağa sola verdiği enfes pa la takımını güzel idare ediyor ve Si leymaniye müdafilerini daima müş - kül vaziyete sokuyordu. Sağ açık oy - nayan Cahit takımda yeni olmasma rağmen ortalayışları ve top sürüşleri ile hiç te eski kıdemli arkadaşımı arat mıyor ve takım çok ik öluyer - du. Arkadan güzel ve gollük paslar lan Beşiktaş muhacimleri Nâzunin yağile ikinci golü de yaptı. Beşikt bu golden sonra oyuna tamamen hâ- kim olmuş ve Süleymaniye kalesini mu hasara altma almıştı. Birinci devrenin yakın sağ açık Cahit üçün- cü golü de kayda muvaffak oluyor ve devre 3 - O Beşiktaşın lehine bitiyor. İkinci devrede oyun gene Beşikt: şın hâkimiyeti altında cereyan edi « yor. Fakat müdafi oyunu tercih eden Süloymaniyeliler kırk beş dakikalık müddet zarfında yalnız bir gol yi rek 4 - O mağlüp olarak sahadan kiliyorlar.. Beşiktaş takımı dün gi zel oynadı diyebiliriz. Yalnız takım - da Hakkı fomunda değil. Haflar hep bir âyar oynadılar. Müdafilere esasen çok iş düşmedi. Şeref , Eşref ve Nâ - zam çok iyi oynadılar. Süleymaniye - den Necdet, Nuri, Bülent Nuri nadılar, Bağikta: maçındaki gü - zel neticesinden dolayı tebrik ederiz. Bu maçtan evvel Beşiktaş, Süleyma « niye B takımları ile Altınordu, Topka- Pı birinci takımları da ayni sahada karşılaştılar. Beşiktaş Şeref sahasın- da da genç takımlar maçlara dı edilmiştir. Bunlardan en kuvvetli geçen senenin şampiyonu Fenerbah - yenmiştir. , Karagümrük galip Karagümrük kulübü taramdan ga libe verilmek üzere konulan kupa maç larma dün de devam edilmiş ve Arna- vutköy takımı ile Karagümrük takı - mi karşılaşmıştır. İki kuvvetli rakip ol dukça heyecanlı ve zevkli bir maçtan sonra Karagümrük tarafından kaze - nılan oyun seyirciler tarafından pek zevkli takip edilmiş ve iki takım da çok alkışlanmıştır. Birinci devrede İ - O melğlüp düşen Karagümrük takı. mı ikinci devrede kendisini toplamış ve oyunu 2 - 1 ile kazanmıştır. Ken - di köşelerinde mütevazi bir surette ça lışan bu gyyyur gençleri her defaki gibi, bu gün de tebrik eder ve çalışma- larma devam etmelerini lavsiye ede - riz, Ankarada maçlar ANKARA, 24 (A.A.) — Bugün İstiklâl sahasmda şilt maçlarına de- vam edilmiştir. Ankara gücü ile Çan- kaya arasmda geçen hafta © vaktin gecikmesi sebebile neticesine kırk da- Kika kala tehir edilen oyun, bugün ye niden yapılmış ve takımlar ibrinci dev rede birer sayı ile bet kalmığlar dır. Fakat, ikinci devrede Çankayalı» Jarın yaptıkları ikinci sayıdan sonra devre nihayetine on dakika kala hake min verdiği ofsaydı o Ankaragüçlüler kabul etmemiş ve oyun yine neticesiz kalmıştır. İzmirde yarışlar IZMIR, 24 (A.A.) — Sonbahar at yarışlarının ikincisi bugün Buca ala - nında koşu sahasmda yapıldı. Hava - nın yağışlı olmasına rağ'oen, koşular heyecanlı folmuştur. Van Gelir İçin bir abide Küşât resminde bulunan alman cenerali döndü Umumi harpte Türkiye ordusun * da hizmet etmiş Alınan ces lerinden Von Sehlöe Paşanın, Bağdi da giderek Von der Goltz Paşa nam | 'na rekzedilen âbidenin küşat resmin * de hazır bulunduğunu yazmıştık. Ce neral Von Schlee Paşanın verdiği iz3" hata göre, bu âbide Arap tarzında bir kabirden ibarettir. Kabrin her tarafım da Ceneralin askerlik hayatımdaki bi metlerini gösteren kabarmalar var “ ir. Abide, Anadoluda harbetmiş © * ek Schvrig'in eseridir ve sekiz bit Türk lirasma mal olmuştur. Abidenin bulunduğu, hükümeti ve ordusu erkânı, İngiliz bi.'eri ve Türkiyenin İrak sefiri Lütfi Bey hazır bulunmuştur. Lütfi Bey â bideye güzel bir çelenk koymuştur. Ceneral Von Schlee bu izahatı dikten sonra diyor — Ben eski Osmanlı ordusu zal lerinden biri olmaklığım hasebile Tük kiyeye welmeği öteden beri arzu et” mekte idim. Bu münasebetle yeni huriyet ordusunu da görmüş oldur | Bu ordunun bugün Garbın en müker mel ordularından hiç bir farkı yoktur. Türkiye, ordusu, bugün muahedenin| icabı olarak, Alman ordusundan dah3 yüksektir, Ben eski Osmanlı ordusunü! tanıyan bir asker sıf Ankaradâ 29 Teşrinievvelde gördüğüm cümhu * riyet ordusile, eski ordu arasında bü” ük farklar mevcut olduğunu söyliye" irim. Eski ordunun inzibati fena ğildi, fakat malümat itibarile çok nok sanları vardı. Süvari de bilhassa çok iyi hazırlar! mıştur. 29 Teşrinievvel akşanı Ankara i# tihkâmlarının nurlara garkedilen mat Yı hiç bir zaman unutamıyacağım Ankarada bulunduğum müddet zar “| ni kiye, bir ziraat siyaseti takip etmek" le beraber, toprağın kıymetini tama men takdir etmiş oluyor, bu enstitüde tahsil görecek olan yüz kadar talebt bir Alman profesörün! da zir, Size bu münasebetle söyliyebilirim; ki Balkanlarda mevcut ye bunun mü masili olan hiç bir müessese, Ankars zirant enstitüsü ile rekabete girişemez. Ankara - Bağdat seyahati çok entere sandır. Yolda yedi kadar tünel ve pek çok köprüler vardır. Şamdan sonra 0 * tomobille seyahat ediliyor. Çölde ge Faysal'ın kabrine bir çölslk Köyde) ve genç Kral Gazi tarafından saray8 davet edildim. Kral beni mültefitant bir surette kabul etti, Irakın genç kra” lı çok zekidir ve pederinin memlek: ni medenileştirmek için başladığı işle re devam edeceği şüphesizdir. Edirnenin Kurtuluşu (Başı 1 inci sabifede) zere köylerden ve kaza merkezlerinden bir çok kimseler atlı ve yaya olarak şeb" ve gelmektedirler . Ankara ve Istanbuldan başta Şükrü Naili paşa gelmek üzere paşalardan ve mebuslardan mürekkep bir heyet Edir“ neye yök Yarınki kurtuluş bay” ramı ber seneden daha parlak ola tar. Halkevi 6 ok adlı on beş günlük bir mecmua rikarmağa hazırlanmış ve ilk sayısmı kurtuluş bayramı şerefine meşretmişi Yarın büyük geçit resminden sonr? stadyomda spor mü: » gecesi İİ « şehirde fener alayları yapılacaktır. Fırka tarafından yarın akşam lik bir ziyafet ve balo verilecek” tr. Konferans Devriâlem seyyahı Herr George Leichner yarınki pazar günü akşam saat 8,30 da Teutania'da almanca bir konferans verecektir. Dubuliye ser * besttir. Herr Lichner Lâyipzig darülfü- | * nunu namına tetkikatta bulunmakta” dır, buradan Habeşistane gidecektir. ESRARSIZ HAYAT Hollywood'da sinema yıldızlarının romanı Yazan: VİCKİ BAUM hhatli çehresinden ibaretti. Şahsi “hakkında hayalâta kapılmıyordu. İn- zivadan mütevellit azıcık gururu, onu başkalarından ayıran bu küçük husu- siyeti makiyaj etmemişti... Onda hiç bir şeyin tahrip edeme- diği bir saffet vardı ki, sinema için ye- ni bir şeydi. Bu karakterini izam etti ler, sabunla uğdular, cilâ macunu le. fırçaladılar. Bu ince ii İiğin parlak neticesi olarak o meyda- na geldi: Oliver Dent. . Oliver Dent, kendisine hiç istemediği şeyler ibzal edilen bir adam. Oyle bir a ki istediği yegâne şeyden, sükün- dan, kendi kendini bulabilmek için kâ- © lüzumu kadar sükündan ebediyyen mahrum. Bir gün dağda film çevirirken ora- da gördüğü münzevi bir eve gidip radi- yatör için su İstemiş, O zaman, Terczme: KAMRAN ŞERİF dinlenmek ve balık tutmak için bu ye- re bir daha gelmeğe niyet etmişti. Def- terine © yerin ismini kaydetti; Cicaruwa- ter - Cottage - gölü, dağ, Sonra yoluna devam etti, Bazen balık tetmak için Clcarwater'e gitmek tasavvurundan bah- sederdi, Fakat sinemada yapmak lâzm- dı. Honolulu'nün büyük bir oteline gi- dip orada film çevirdi, Sonra Rita Mara ile Porinte bir flm. (Ve bu, kadınla aralarında peyda olan Bard, ve şamatalı münasebet pek te rana git mi değil) . Sonra Donka ile Rodosa Rodos sinema değildi, fakat istirahat ta değildi. Rodos, ihtiraslı efsün, 2 lçüsüz bir sar- di. Cismruvater daha iyi. Fakat ne gariptir ki oraya kadar gelebilmesi için, deniz tutması ve midede ağırlık hissini veren, o aca» yip, derin, esrarengiz azapla müterafık o küçük buhran geçirmesini icap et & Sırt üstü otlarm üzerine yatmış se- zemzemesine de- bir halde yanı başımda yatıyor. Gümüş ve altın yaldızlı, içleri ısırganla doldu- ralmuş, kulakları kan içinde altı tane sazan balığı, Vahşi menekşeler yüzüne sarkıyor; havada küçük bir bulut par- galanıp (dağılıyor. Sükünet hükümler. yet kendi kendile baş başa ka Sükünete havu, Sahi, şu Clesrwrater çok iyi bir yer. Eğer etrafile mütalen edilirse, Edward Drake ismindeki insanla Oliver Dent denilen sinema yıldızı için hayatta en büyük mazhariyet salıdan cuma akşa- mma kadar Cleanwater'de geçirdiği şu dört gündür. Senttle'in yeni hastanesine giden yol, dik bir yokuş halinde, Çin mahalle- sinin kirli ve şuursuz evleri arasından geçer. Mister Calmore'un eski Ford olomebili , çok gürültü ile ve mümkün olabildiği kadar süratle yokuşu zah- metli bir surette çıkıyor. Otelci ara si- ra arkasma dönüp yolcunun sarsıntı- ya ne kadar tahammül edebil- diğine bakıyor. Drake otomobilin ar- kasımda oturuyor. Dudaklarını #m s- kı kapatmış, doğru dürüst oturuyor. Gözlerinin etrafında kurşuni halkalar var ve ara gıra kurumuş dilile, kuru ve çatlak dudaklarını ılatmağa çalışıyor. Hastanenin methal divanhanesine döşenmiş olan yeni muşamba ona faz- la düz ve mücellâ geldi. Üstünde yürü- mek insanı yoruyordu. Yanı başında yürüyen Tobias'ın ayakları bile tırnak gürültüsü kayıyor. Olafıon'u görmek için Mister Drake geldi; doktora telefon et- tik; Clearwater - Cottage'den geliyo- Tuz... Bu sözleri Colmore hastanenin küçük kabul bürosunda , hermireye söylemiş- ti. Gözlükle mücehhez hemşire telefon edip deftere bir şeyler kaydetti. Haşin bir tavırla: hi — Köpek muayene salonuna gire- mez, dedi, Mister Colmore cevap verdi? — Doktora söyleyin, Bir çaresini bulun, Evde bırakmak istedik te az kal. dı evi yıkıyordur. Tobias een bahsedil ye Pm vg des eye kıyar. Her halde, efendisini, böyle has- — Asansöre biner misiniz? Dedi Yaşamak zevkile biraz fazlaca meş- bu diğer bir hemşire hastaya “efakat e. insanlar taşıyan se- olan büyük bir hastane asansörü. Dra- ke, kabul merasimine karşı lâkayıt, kaş- arı çatık ayakta duruyor ve ara sıra dudaklarını ıslatıyor. Bu müthiş gece onu yormuştur: Başı pek dönmüyor &r ma, bacaklarında hiç te kuvvet yok. 'Sen hemşire, metin koliyle Oliver'in dirseğini tutarak sordu: — Yürüyebilir misiniz? Oliver kolu iterek cevap verdi: — Mersi, Gayet iyiyim. Beyaz bir koridordan geçtiler, 1 nu- maralı ameliyat salonu; 2 numaralı n- meliyat salonu; laboratuar; numara 56 dan numara 86 ya kadar odalar; J. dai- resi. (B basamağa dikkat!) in 87 numaralı od") | müracaat. İşte oraya da geldik. Drake kudretinin müsaadesi nispe- tinde en sert tavrını takınarak Tobias'a: 77 Şuraya yatıp beni bekleyeceksin, bir nazar atfet” ti, ne ağladığı, nede Tnledizi halde ks” ra gözleri yaşla örtüldü. Kapınm tam yanma yattı, başını ayaklarınm ara“ sma aldı veo dye yarım saatlık kof kunç bir zaman geçirdi. Efçndisini yalnız başına kendisine, Tobias'a emanet etmişlerdi. — Pluck'a değil — ve hastalandığına bakılırsa o da her halde vazifesini az kile yapmamıştı. Tobias kedi gibi lerini yalıyor. Tekrar kirlendiğini bii yor ve halinden utanıyor. Doktor Olafson'un muayenehanesin- de; asrı hazırım bilümum vesaiti ile mücehhez, gayretli doktorlâra malik, yeni bir hastanenin herne pahasına olursa olsun muhafaza edilen nilebinliği hüküm sürüyordu. Açık sarı renkte du” varlar, muazzam pencereler, güneş, 0 dada lüzumsuz addolunabilecek tek bir sey yok, hastaya ruhi telkin, (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: