6 Şubat 1934 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

6 Şubat 1934 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

- hemen bir hayvan kalıl #iİLLİYET SALI 6 ŞUBAT 1934 Milliyet, geçen gün Yeni Delhi" den gelen 30 İkincikânun tarihli bir telgrafı yazıyordu: İnsan kalıbında Budanın ruhu aranıyormuş, onun yer yüzünde vekili olan Dalai Lama'nın bir an evvel tekrar insan kalıbına gi- rerek tecelli etmesi için, Tibet'in her tarafımda dualar okunuyormuş.. Gazeteyi okuyanlardan bir çoğu, meşhur “Ruhun tenasühü” nazariye- sinin Buda dininde"bâlâ devam etti- ğini gösteren bu telgrafı okudukları vakit belki tebessüm etmişlerdir. Va- kıa bizim, bu yirminci asırda, cisim- den ayrı bir ruh bulunduğunu bile kabul edemiyen zihniyı hun kalıptan kalıba gü İar bulunduğunu duyunca bu. karşı tebessüm etmemek kabil dei dir. Enbet, unutmamalırır. kö, Buda Türklerinden, ii Bak Tetkik Ce- olsa bile onu kendi İmiş bır. Hint tarihi hakkında en yeni bir kitap, Evolution de "Humaniti - kol- leksiyönünun 26 ıncı numaralı cildi, bu mazariyenin Hindistana Malazia ve Polinezia'dan yahut Sumerlerden ve Dravitlerden gelmiş olması ihti- imalini kabul etmektedir. Sumerlerin de Türk oldukları malümdur. Tenasüh na: Fakat bir efsanenin birbirlerile mü- nasebeti olmıyan ayrı ayrı memleket- lerde ayni şekilde uydurulmuş olma- ası fikir güç kabul eder. Bunun için, ayni efsanenin başka başka memle. ketlerin halkı arasında yayılmış ol- duğu görülünce, © memleketler ara- sında medeniyetçe bir münasebet bu- Tunduğuna bir delil olur. Tenasüh nazariyesi, yahut efsa- nesi, şüphesiz, insanların hayat 80- nunda büsbütün yok olmağı isteme- melerinden çıkmıştır. Fakat bütün in- sanlara şamil olan bu korkudan mut laka ayni efsanenin çıkması lâzım arı bu nazariyenin, her her dinin ilk zamanla- olduğunu iddia eder olsaydı, tenasüh nazariye- sinin insanlarda tabii bir fikir olması ve yene bütün insanlarda hâlâ devam etmesi lâzım gelirdi. Halbuki öyle olmadığımı görüyoruz. Şu halde tenasüh nazari in bütün insanlar- da şamil tabii bir fikir olduğunu dü- şünmekten ise, onun bir medeniyetin mahsulü olduğunu ve o nazariye han- gi memleketlerin mödeniyet'erinde görülüyorsa o memleketlerin bu efsa- ler. Böyle in bütün neyi çıkaran medeniyetle münasebet te bulunduğunu kabul etmek akla daha mülâyim gelir. Bu nazariyenin ilkin hangi memle- kette, hangi medeniyet içinde çıktı” ğını bilmiyorsak ta, bildiğimiz mede- niyetler arasında onu tanıyan en ©s- Eski Yu- l . Fakat on lardanberi, eski Mısırlıların da me- deniyetin başlangıcını başka yerden aldıklarına dair deliller bulunduğun- dân bu nazariyenin icadını da Misir- > atfetmekte acele etmemek lâ- lr, Eski Mısırlıların itikadma göre, bir insanım ruhu hayatının sonunda girer, on- dan sonra da, yör yüzünde, çinde ve havada yaşayan bütün hay- vanların kalıp girer ve böylece — üç bin yıl — bir kalıptan başka rihine göre üç bin yıl pek £ in Yaman sayılamıyacağından,; ber ME sırlınn öldükten sonra gene Musırlı insan olarak dünyaya gelmesi için vakti olabilirdi. Bununla beraber, in- Eski Yunan Feylesofu Fi > tenasüh nazariyesini kabul ederek o Yazan : Stefan Zweig 7 © hali, o kumar salonunda, binler. ce yabancı insanın gözü önünde uğradığım hakareti düşündükçe damarlarımda kanımın donduğunu hissediyordum. Kalp, fikir, his, 18- tırap dediğimiz bu parlak kelime- > eşi iii mefhumlar ne , ne sefil ve lermiş ki en kuvvetli zamanlarımda, bile inli- yen ve işkence çeken | bir vücudu kıramıyorlar, bir et yığınını parça- layamıyorlar. Bunu düşündükçe hâlâ dehşetten kendimi alamıyo. rum. Evet, kalp, fikir, his, ıstırap adı verdiğimiz kuvvetler son had- erine geldikleri zaman bir şöy yap mağa muktedir olabilselerdi kanm artık adamlarda cevelân etmemesi, G. halk arasında yayılmıştı. Bu da caki Yunan medeniyetinin tenasüh efsa- nesini çıkaran medeniyetle münase- batta olduğuna bir delildir. Filozo- fun hizmeti başka bir medeniyetten gelen efsaneyi daha güzelleştirmek ve eski Mısırlılar gibi insan ruhunun her hangi bir hayvan ruhuna da gi- rebileceğini kabul edeceği yerde ruh ile kalıp arasında — musikide oldu- ğu gibi — bir ahenk bulunması lüzu- mumu ileriye sürmek olmuştur. Efsa- ne böyle güzelleşince onu Eflâtun Filozof ta kendi felsefesine almıştır. Fakat bu filozofun en büyük hüneri — kendisinin kurmuş olduğu mer hur aşk nazariyesinde olduğu gibi — yalanı güzel göstermek olduğu için, tenasüh efsanesine kendisinin inandığı şüphelidir. Tenasüh efsanesi Yahudilerin Ba- bil'deki esaretlerinden sonra onların itikatları arasına girdiği gibi, diğer taraftan eski Yunan . iyanlar arasına bile gir- on dokuzuncu asır için- Fransız filezofu bu efsaneyi ciddi olarak münakaşa etmişlerdir. 'ourier kurduğu “Devletçilik” nazariyesine ruhun ©- bedi olduğu ve tenasüh ettiği fikrini esas tutmuştur. ... Her halde bu efssnenin en güzel ve en geniş şekli Hindistandadır. O. rada bir insan ölünce ruhu — esas Mısırda olduğu gibi — mutlaka bir hayvan şekline girmez. Hemen tek- rar insan olarak doğabileceği gibi, hayvan da olabilir, nebat, meselâ bir çiçek te olabilir. Şu halde bir insanın bir ha; sonra tekrar insan ola- bilmesi için öyle binlerce yıl beklen- mesine de lüzum yoktur. Hindistanda en ziyade hoşa giden şeylerden biri büyük adamların tari- hi yazıldığı vakit — bu tenasüh na- zariyesinden dolayı — o adamın baş- ka bir hayatının da yazılmasıdır. Meselâ, Buda ile ayni zamand yaşamış olan büyük Hint hekimi yaşayışmda sokak sü; u sonradan anası olan kadın da bir manastırda rahibedir. Manastır- da rahibelerden biri hasta olduğu vi kit hekim çağırmak için süj i Onun için süpürğeci başka bir hayatmda hekim olmağa niyet e- der,.. Aradan bir kaç milyon sene ge- çer. Bu sefer bir erkek manastırında bir Brahman pek sevdiği bir çiçeğini her sabah — yüz inek sütü içmiş — bir ineğin sütü ile sular. Bir sabah bu çiçeğin içinden bir kız çocuk meyda- na çıkar. Kız büyüyünce güzelliğin- den Ask rahibesi olur. Yedi padişah ona talip çıkar. Aralarında, Bimbisa- ra adındaki padişah hile ile güzel kızı ötekilerin elinden alır. Bu kız evvelki hayatında manastır rahibesi olan kadındır. Padişahla münasebe- tinden doğan çocuk ta, yem gönderdiği süpürücü Civa- ka'dır. , Bu sefer şehzade olan eski süpü- rücü, büyük hekim olup ta, şöhret bulunca zalim bir padişah kendisini sağırlır. Fakat hekim bu padişahm zul korkarak gitmekte tered- düt eder. Buda'ya danışır. Buda şöy. le cevap verir: “Sen de, ben de evvelki yaşayışla- rımızın birinde, sen cisim hastalıkla- rını, ben ruh hi larını tedavi et- mede yemin etmiştik. O padişah za- lim olsa da sen ona gitmeğe, inin den dolayı, mecbursun. Korkma git, sen onun cismini tedavi ettikten son- ra ben de onun ruhundaki zulüm has- talığını tedavi edeceğim!” Ne mutlu Hintlilere ki, tenasühe itikatları sayesinde, ölümü düşünerek gam çekmiyorlar, Sokakları süpüren bir bahtsrz, altı milyon yıl sonra da olsa, bir gün büyük bir hekim olabi leceğini düşünerek teselli buluyor! Onun için Buda'nın ruhunu arayan Tibet'lilere de gülmemeliyiz, iki bin beş yüz yil evvel kendilerine sükün ve selâmet öğretmiş olan bir büyük adamım gene insan olarak geleceğini ümit edebildiklerinden dolayı *onlara gıpta etmeliyiz. GA, Kartpostal Fürüzan, karısı Süheyli öldükten sonra tam altı sene evlenmedi. Vazife- i dolgunca maaşlı idi. Kendisi mukte- i. Epice para biriktirmişti. Anne Emine"Hanım oğlunu evlendirmek yor, şurada burada kız arıyordu. Artık gelininin matemi çoktan bitmişti. Son- ra Süheyli biraz hırçın olduğundan oğlunun yüzünü de güldürmemişti. Fürüzan on beş, on altı yaşında bir genç kız almak sevdasında idi. Halbu- ki talihine hep dul kadınlar ve yahut yaşı geçkin kızlar çıkıyordu. Yaşı otuz beşi geçmiş, kırka merdiven dayamış genç bir kız bulmayınca evlenmemek- te inat ediyor, annesinin ısrarlara kar 41 mütemadiyen: — Sen karışma. Alacağım kızı ben kendim bulacağım.. Arayan mevlâsımı da bulur, belâsmı da.. Diyerek ihtiyar kadınım ağzını kapatıyordü. Fürüzann acaba tasarladığı bir fik- ri, peylediği birisi mi vardı? Bu yakınlarda fikrine mülâyim ge - len Şefika ile gizliden gizliye. meşgul olduğundan kanaatinde onun için faz - İn rsrar ediyor, anasına bu sebepten göğ- sünü gere gere kafa tutuyordu. Şefika, sokaklarına yeni taşınan mü- tekait Hasan Efendinin biricik kızıydı. « Ve yolda istasyona ka- dar ona refakat etti; fakat bu yol ar- kadaşlıklarını Fürüzan annesinden, Şe- bir yolunu düşürüp henüz ilân: ask 0- fika babasından gizli tutuyordu. Kıza dememişti. Onun kudrâtten öndüleli sarı saçlarını, iri etli yüzünü, açık kes- tane rengi altın rengi gözlerini, çok se- viyordu. Ne yapmalıydı? Bu meseleyi annesine açmalıydı. Ya kızın babası razı olmazsa. Annesi çok mutaassıp bir kadındı. Kızın babası da beş vakit na- mazında pek dindar, sert bir “adama benziyordu. Sevdaları ya bu » eski ka- fak adamların taassbuna dokunur da: — Siz biribirinizi sevdiniz, komşu- luk arasmda böyle şey olur mu? Biri- birinize kötü gözle bakmağa ütanmadı- miz mı? Diyecek olurlar da işi bozarlarsa, ne yapardı?, Hem daha kızın bu husustaki fileri- ni de bilmiyordu. Hasan Efendinin, ilk müracaatta: — Yahu babası yerinde âdamsın.. Benim kızım daha on beşinde bir mek - tep çocuğu. Ne münasebet. Diye red- dedeceği, hhüm ederek kendi ken- dine çileden çıkıyordu. selerini ütületiyor, ellerine ki sü rüyor, “unutma beni,, esanslarile kolu. lanıyor, iki günde bir ayakkaplarını — Ne olursa olsun.. Kız, benim ken- isini 'diğimi biliyor, biraz açılma- gece annesini alarak Hasan gitti. Adam yalsı namazını kılıyordu. Emine Hanım köşe minderine, oğlu da kıza yakm bir sandalyeye yerleştiler. Kahvelerini içecekleri sırada karı, ko. <a ihtiyar komşu misafirleri de geldi. Şuradan buradan sohbet ettiler. Bir a- ralık ihtiyar komşu hanımın gözü, kö- şedeki battaniyesi gayri muntazam ör- ül ya ve küçük masanın üs bekâr yaşıyorsun. Evlensene.. Şefika kızım sana iyi bakamıyor, e vinin hali nedir, bekârlıktan bölâ u - sanmadın mı? Kızım şu kimin fotoğra- fı maşallah ne de güzel. O sırada Şefika dizinin üstüne koy- duğu bir tarih kitabının o yapraklarını çevirmekle meşgul oluyordu. Fürüzan da oturduğu sandalyenin yanma. baş- ka bir sandalye çekmiş üzerine kül tab- lasını koymuştu. Aklınca: — Bu sandalye boş, yan yana © - turamayınca işte ben böyle kül oluyo- rum. Manasinda mütemadiyen tablaya cigarasınm küllerini silkeliyordu. Kızı ve babası bunun farkına varmışlardı. Birisi tebessüm ediyor, öteki kızgın kız- gin bakıyordu. Komşu kadının fotoğraftan bahset - mesi üzerine kız hemen aynaya koştu. Resmi eline aldı: — Arkadaşım buna fazla retüş edil- miş fotoğraf dedi amma bei Bakım güzel, boyalı amma üstünde dam- gası var. Bu bir kartpostal, Bu sözleri müteakip kahkah: & Resmi odadakilerin ellerine aldılar, evirip çevirdiler. Hakikaten bu, boyalı bir genç kız resmini tasvir eden bir kartpostaldı. O gece ayrılırlarken Fürüzan Şefi- kanın elini fazla manalı sıktı ve babası- na fazla hürmet gösterdi. ... İki üç gün sonra “Fürüzanm an - izdivaç meselesini Hasan efendi. ye açtı. Adam evvelâ-İizinin: mektebe gittiğinden; yaşımın küçük, henüz da- ha on altı olduğunu ileri sürerek bir çok bulundıysa da bin lira ağırlık vermek şartile kızı Fürüzan Beye vermeği kabul etti. Ana, oğul, müşavere ettiler. Bir hafta sonra dul erkek bin beş yüz lira sarfedilen mükem- mel bir düğünden sonra emeline nail olmuştu. Fürüzan gövey girdiği gece zevce- sini daha fazla sevdi; fakat ertesi gün yatakta gözlerini açıp yastıkta Şöfi- kanın başma ve yüzüne dikkatle ba - kmca gözleri karardı. Acaba yanlış mı görüyordu. isinin yüzü çizgiler içinde idi. ü nefes alan bu kız kart bir kadına ben- ziyordu. İki hafta evvelki kartpostal hâdise sini düşündü. Kafasına şimdi dank etmişti. Bu oz anlamamış, kendisile alay edilmiş ve mükemmel aldatılmıştı. Buna rağmen Şefika çok kurnazdı. Gündüzleri mükemmel “ bir makyajla on altı yaşmda görünüyor, türlü cilve lerle genç kızlardan ziyade kocasını ©- yalıyordu. Kızın babası, evlendikleri- nin haftasında ortadan kayboldu. Bu- nu müteakip Şefikanın Hasan efendi- nin metresi olduğu ve Fürüzanm “ar. zusunu ve parasını sezdiğinden böyle bir oyun oynadığı, otuz yaşındaki met resinin Göztepe lisesile, mekteple hiç bir alâkası bulunmadığı, mektepli kı- yafetlerinin şantajdan ibaret olduğu anlaşıldı. Kurnaz kadın Fürüzana ya - pışmıştı. Onu avcunun — içinde limon mütemadiyen paralarını gibi sılayor, sezderıyordu. Şefika kaynanasile sık sik kavga edi- yor, Emine Hanım ona vakit vakit şöy- İle haykırıyordu: — Seni postal seni, çocuğumu kan- dırdın, faka bastırdın ha... Seni kart postal seni.. O.N. meamimişem memenin ml İrtihal Vi Selânik eşrafından Konya defter darı merhum Hacı Celâl Beyin hare- mi, Konya mebusu Tahsin Beyin tey- zesi, Divanı muhasabat. vergiler temyiz komisyon Wa: un Cemal, esbak emlâk müdürü umumi. si Ömer Lütfi, Etfal hastahanesi ser- tabibi merhum Şevket Celâl, İnhisar. lar idaresi memurlarından Hikmet ve Tayyare cemiyeti müfettişelrinden Kemal Beylerin valdeleri Tekeli oğlu ahfadından Hacr Kerime Rabia Ha- nım vefat etmiştir. Cenazesi bugün (salı günü) saat 11'de Arnavutikö iskele civarın- daki yalısından kaldırılarak Rumeli hisarında aile mezarlığma defnedile- cektir. Merhume çok zahide, saliha Cenabı hak gariki rahmet eylesin. ast DENNİS KING © i THELMA TODD: Sinema yıldızlarının en güzeli insanı kahkzhadan bayıltacak derecede komik rollerde: MAUREL ŞEYTAN KARDEŞ Tamamen Fransızca idi büyük filminde perşem- be matinelerden » . itibaren HARDY İPEK Sinemasında —————a.... ELHAMRA sinemasında: Perşembe matinelerden itibaren DOKTOR MORO'nun ADASI Fransızca sözlü Duhuliya 30 kuruştur. (13013) MA)» Bu perşembe akşami SARAY (Eski Glorya) da Meşkur Venedikli Kazanova'nın hayatım ve aşk maceralarını musavver KAZA filminin ilk iraesidir. Bu NOVA film mevsimin en mükim ve en mütenevvi sahneli filmidir. Oynuyanlar: İVAN MOSJOUKİNE v JEANNE BOİTEL UL | Bugünkü Program ANKARA: 12.30 Gramefön. 18 Orkestra; Hendel Ouverture Heroiger Auber Fantezie Le domins msire, Al: beniz Prelude, 18,45 Alaturka söz, 20 Ajans haberleri, VARŞOVA İdiz m. 1755 Oda musikisi, 18,50 Zirai müsahaba, 19 Konferans, 19,20 Mosahabe, 19,25 Hafif musiki, 20 Muhtelif sözler 21,05 Popüler Sen fonik konseri, 22,15 Hafif musiki, 23 Plik ile taganni, 23,15 Dans musil be, 24,07 Dame musikisi, BÜDAPEŞTE 550 m: 13 Büdapeşte musiki he; Plâk, 20,30 Sab Kraliçesi ir 13 Haberler, plâk, haberler orkestrmar, hafif musiki, kastranm devası , 20 Ders, Konferans, 21 Melle Dorotliy Humpereya tarfından tazanci, 21,20 Senfonik konaer, 22 Marici siyasete dair konferans, 22,45 Haber- VİYANA Bor m 1820 Konser, 19,10 Müsahabe, 19,35 Ders, Esrulteine Melodis (Mi 21,50 Hayali cin ve pori bikâyeleri , 2220 Son haberler, 2240 Akşam konser Radyo ar- kestraar, Josef Holzer. BRESLAU 316 m: e göre tedavi, 19,0 Zirai 1,10 Genç ne olacak, 19,30 Ak- tönlite , DAS Ertesi günün programı, 2021 Günün kisa haberleri, 21,10 Konferans, 21,10 Yaşamak hakkı işin bir sene mücadele, 21,20 21,30 Skeç, 23 Son haberler, 23,35 Dana musi- kisi, — İSTANBUL BELEDİYESİ | Şehir Tiyatracu Bu akşam v saat 19.30da İl LUKUS HAYAT Opereti itti ll Atını | o İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi : Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi icra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında (13015) FAKİR TALEBE (130171 - İhtira ilânı “Müselles şeklinde çadır bezi, # kında istihsal olunan 2 T/Sani 1928 rih ve 416 numaralı ihtira beratı bu mevkii fiile konmak üzre ahara rağ veya icar edileceğinden talip ların Galata'da, Çinili Rıhtem Hı Robert Ferri'ye müracatları iin al e Her tp lâmbalar imalinde uzum # tecrübesi bulunan Genç bir narı “MÜTEHASSISİ Türkiyede hizmet arıyor, Narı Mimbaları imali için tesisat icra ve si hususunda i ve meva tidaiye piyasasmnda malümatı Makineler imal ve montajında ekiffi ler tedarik edebilir. Tekliflerin “E- M. 4030, rumuzu tahtında zirdeki rose gönderilmesi Tudor Ağvertisim Servicse Ltd. Brettenham House London W. C.2 (12988) , IHTIRA İLANİ “ Sefain dümeni ” hakkında isti fi Tunan 10 T, Sani 1927 tarih veri numaralı ihtira beratı bu kerim” füle konmak üzre ahara devrüferğ ğinden talip ya icar edil Galata'da Çinili Rıhtım Hanında bert Ferri'ye müracaatları ilân olu (12713) geçen nüshalar 10 kuruştur. — matbaaya ait işler için müdüriyete racaat edilir. Gazetemiz ilânların liyetini kabul etmez, . Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. emmi > Tel. Beyoğlu; Tercüme eden: İsmail MUŞTAK insanın yıldı bi: gibi Yıkılması İizmmgelirdi. af buki, işte ben, ımda gene kanım dolaşıyor, işte ben ölmedim gıp o tahta kanape üstüne düştü. ğüm zaman nefesim durmuş, ölü- mün müjdecisi bir şehvet zevkile her tarafı sarmıştı. e Fakat dedim ya, her ıstırap korkak ve alçaktır: Yi arzusunun kuvveti önü; de geri çekilmiyecek hiç rap yoktur. Ölüm arzusunun fikrimiz- deki mevkii yaşamak © arzusunun PA EŞ vücudumuzdaki kuvvetine nispet. le çok zayıftır. Hissiyatım bu derece ezildikten sonra nasıl oldu da yerimden kal- kabildim bunu ben bile izah ede- miyordum. Ne yapacağımı ben de bilmiyordum, fakat herhalde ken- dimi toplryarak Artık kafamm içinde, bir tek sa- dece gitmek, bu mel'un ve cehen- nemi binadan uzaklaşmak!. Etra- fımdakilere aldırmıyarak istasyo - na okoştum; Parise ( ilktre- nin oo kaçta o harekef ede ceğini sordum. Şimendifer memu- ru: “Saat onda!,, dedi. Eşyalarımı kaydettirerek furgona gönderttim. Saat onda! Dün geceki o kor- kunç hâdisenin başladığı dakika- dan itibaren tam 24 saat sonra, .. En garip hislerin yıkıcı fırt. nalarile dolu olan bu yirmi dört sa- at öyle bir şeydir ki kalbim bunun Gitmek, gitmek, gitmek! Bu söz titrek darbelerle — hisiyatımı tok- maklıyordu. Gitmek, gitmek, gitmek! Şakak- larımda damarlarımın her vuruşu bu kelimeyi bir kama gibi kafamm içine yerlaştiriyordu Bu şehirden uazk,hattâ kendimden uzak kaç- mak, memlekete dönmek, çoluğu- mun çocuğumun yanına gitmek, €s- ki hayatıma, asıl hayatıma kavuş- mak! O geceyi trende geçirdim, sabah. erken Parise geldim. Bir istasyon- dan öteki istasyona geçerek başka trenle (Baulogne)e, oradan vapu- ra atlıyarak ((Döuvres) tarikile (Londres)ye, buradan da oğlu. mun yanma gittim. Bütün bunlar hiç zihnimi yormaksızın, hiç bir şey düşünmeksizim, bir kuş söratile kırk sekiz saat içinde ( oluyordu. Bu 48 saat zarfında ne bir kelime konuştum, ne bir dakika oyudum, ne de ağzıma bir lokma koydum. Trenin dönen tekerleklerinden kır sekiz sat hep bu sözü işitiyor. dum: ek, gitmek, gitmek Nihayet oğlumun — sayfiyesine geldim. Hiç kimsenin beklemediği bu ziyaret herkesi telâşa düşürmüş- tü: Halimde, mazarlarımda, mu- hakkak, öyle bir şey vardı ki ruhu- mun ıstıraplarını anlatıyordu. Oğ- lum beni kucaklamak için ilerledi, Ben bilâihtiyar geri çekildim: Du- daklarım artık kirlenmişti, ben bu dudaklarla ona odokunmağa ta- hammül edemezdim, Sorulan sual- lerin hiç birine cevap vermedim, sadece bana bir banyo hazırlama- larını söyledim. Temizlenmeğe ih- tiyacım vardı. Yolun kirlerinden ( sarfı nazar o fena adamın, o kumar müptelâ- sının sevdasından vücudumda kal- mış ne varsa onlardan s1) 4887. 636 Gmsiz için de banyo almağa muhta$ odama çekildim ve yatağım “4 rek bir taş parçası gibi, bir h* 4 uykusile on iki yahut on döl fi at ouyudum. Ne ondan ev”* Wi de ondan sonra w ölmek ne olduğunu ir. Çoluğum cocuğum © te müşlerdi, ben onlarda bir Mİ # endişesi uyandırmıştım. F* # endişe, bu şefkat beni iyi * yi. yerde muztarip ediyordu! yordum; onların bana gö ri hürmetten, ikramdan W' dum; Haykırmak, onları karşı “bilseniz ben çılgın V£ sız bir ihtiras o uğuruna'” ne kadar hiyanet ettim, şi ne derece unuttum ve te” (Bit ii

Bu sayıdan diğer sayfalar: