10 Şubat 1935 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

10 Şubat 1935 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

BENCE Lı I sence JE MR gey Kİ Modern bır köy Et.mesud Daha beş yıl önce burası çıplak ve çorak bozkurm ber hangi bir parçası gibi boş ve ıssız bir düzlüktü. | Daha beş yıl önce burada ne bir ağaç gölge si, ne bir su damlasi göze | çarpar ve ne de her tarafı yol olan düzlüklerin i- ginde hendesi bir yol çizgisi görülür. dü. Yerden biter gibi yükselen modern şehrin o yanıbaşında, bu modern köy manzarası da, yılın birinde, yerden bi- ter gibi yükseliverdi. Hepsi ayni uslüpta — yapılmış ak, düzgün, havalı ve sade köylü binala- rile; yanıbaşında daha ince, daha us- lüplu memur evlerle, © mektebi, hali, dispanseri, nahiye müdürlüğü, ziraat deposu ve diğer yapılarile bu köy ku- rulduktan sonra her iş bitmiş olmadı. İşlerin en güçü, en çetini, en zorlusu asıl o zaman başladı: iat, tapkı bir yaban atı vahşileşmişti. Bu vahşi tabiati tekrar ehlileştirmek, on- da uyuşmuş olan ekim insiyakını yeni- den uyandırmak, savaşımların en zor- *iusu, fakat ayni zamanda en köklüsü i- di, Arteziyen kuyularından su çıkarı. dı, ve bu suyun yardımile, âsi toprak - ların ağzına, yeniden ağacın gemi vu- ruldu. Bütün köye hâkim ve bütün köyü kuş bakışı seyreden bir tepede mode- ru beş sınıflı bir okul yapısı. Köy mek- devinin kerpiç duvarlarını, karanlık ve we odalarını burada aramaymız. Be- to. yapın içi de dışı kadar ferah ve güneşiidir. Temiz ve muntazam deri haneler, temiz ve muntazam yemekha- meler ve gene ayni intizamla | gözleri okşayan yatakhaneler, Yüz yıllardanberi ilk defa olarak bu nesil, bütün geçmiş nesillerinin üzeri ne çökmüş olan uyuşukluktan kendini b eli çalışıyor. Yüz yıllardanbe- ri ülkeyi derin bir uykuya salmış olan mistik klorü forumun nasıl tesirini ya- vaş yavaş kaybettiğini, ülkenin uyuş- muş uzuvlarında hayat öz suyunun na- sıl yeniden dolaşmağa başladığını ve bu vücudün nasıl birdenbire kımılda - yıp uyandığını burada, bu çocukların yüzlerinde, bu çocukların şen cıvıltı » larla öteye beriye koşuşmalarında göz- le görebilirsiniz. Daha on bir yıl ön- <e bir bozkır köyünde bu okulla karşı- laşabileceğinizi aklınızdan & geçirebilir miydiniz? o Fakat © aradan on bir yıl geçmiştir ve cumhuriyet on bir yaşın - Badır. Anadolunun en büyük ihtiyacı oku- Jadır. Böyle okulları istiyoruz, ber Türk köyünde böyle birer yapının yükselme- si: bu rüyi en güzeli, (fakat 'bu rüya mutlaka gerçekleşecek, mut- taka, Madem ki en olmaz samlan işleri olduran başımızdadır. Okul ve onun yanıbaşında sağlık ır kadar Anadolunun e sil öz de ihtiyacı var, Okul ve #anser, devrimin ikiz iki çocuğu elele Anadolunun içerlerine gidecekler ve beklediğimiz büyük yarın, raylarla beraber iki ray gibi yanyana ilerliyen bu hayat kaynaklarından fışkıracak. Köyün, okulun yanı başında yük - selen dispanseri'bütün modern tesisata sahiptir. Köylünün doktordan ve ilâç- tan çekinmesi artık bir masaldır. O, her iyiyi, her doğruyu, her zaman iyi ve doğru kalmış Öke ap ürik edi sile seziyor ve ona guyor. "se Bu köyde yaşıyan © yurttaşlarımız, Bulgaristanın uzak, bize en uzak eya- ketlerinden, Tuna kıyılarından kalkıp gelmişler, altmış beş yaşındaki bir ih- tiyardan başka hiç biri, terketmiş ol - dukları eski yurtlarının Türk idaresin- den yabancı işi ini muyor. Plevnede nn top seslerini yalnız im ihtiyar miş, 93 savaşı, Ne uzak zaman! Tuna kıyılarından ülerek Orta Anadolunun bozkurına dikilmiş yaşlı bir ağaç gibi karşımda (duran şu İhtiyar fakat dinç adam, Plevne kahramanları, “5'i tefrika: 98 — Söyle bakalım... Anadoluda ne var? Musahhih arabacının işitmesin- den ürküyormuş gibi kulağma fı - sıldadı: — Orada da cas kavgası var. Bizimkiler müthiş bir mücadeleye başladılar. Yaaa... Kımıldanıyoruz de-| sene... Mükemmel öyleyse... | Ve sarı suratını birdenbire kızıl-! laştıran bir şiddetle haykırdı: — Ben de gideceğim... — Yavaş söyle... — Hem yarından tezi yok... İçinde dağları devireBilirim zan- nını veren bir ümit belirmişti. Fa- kat aksiliğin biri bitince biri derhal başlıyordu. Matbaaya girip henüz | bir kahve içmişti ki, bir Fransız, | bir İşi bir İtalyan ve bir de İs- e Ne biletli var, ne biletsiz... İkinci mevki tramvay arabası- nin sol sahanlığı, omuz omuza dol- muştu. Öyle ki, biri yerinden kı - madayacak olsa, sağında ve solun- dakiler, birer yarım çark çevirmek mecburiyetinde kalıyorlardı. Tam bu sırada biletçi, merdiven basamağında göründü: — Haydi baylar, bilet!.. Hiç kimsenin kılı bile yerinden oynamadı. Biletçi, tekrar en gür sesile: — Hani ya, bilet almıyanlar.. diye haykırdı. Yine aldırış eden yok. Nihayet, o da sormaktan yorul- muş gibi, son bir gayretle; ciddi ve yarı tehditkâr mırıldandı: Hani ya, var mı biletsiz?. İlkin buna da cevap veren oi - mamaştı. Fakat, biletçi, çekilip gi- derken birisi atıldı: — Merak etme... İçimizde bi - letsiz değil ya, biletli bile yok.. Sen rahatına bak, Bay kondok: Kulakmisafiri biraz AÇIK TEŞEKKÜR 7 Şubat 1935 perşembe günü icra kı İman evlenme merasimimize icabet eden Türkiye Cumhuriyet | Merkez Bankası Istanbul şubesi mubterem © müdirlerile servis şeflerine ve mesai arkadaşlarıma, bizleri tel yazısile ve şifahen tebrik lüt- funu gösteren bütün sevgili dostlarımıza açık teşekkürü bir vazife bilir, derin saygılarımızı sunarız. Faika Aldora Tevlik Aldora —— kahramanca bir müdafaadan sonra &i- lâhlarımı düşmana teslim (ederlerken, köyünün bahçesinde her şeyden haber- siz oynayan — bir çocuktu. Hayır, bel. ki de, bütün ciddiyetile sabanını süren bir çocuk. Yurtlarını niçin terkettiklerini 80- ruyorum. “Komitacılar!,, diyorlar. Ve daha fazlasını söylemelerine hacet yak- tur. Bütün bir tarih faciası, yüz bin » lerce Türkün yarım asır süren ızturabı gözlerimin önünde canlanıyor. Ak sa- kallı ihtiyar, “binlerce dönüm arazim vardı, diyor, sattım, savdım, — geliyo- rum. Nem varsa aldılar, Türk topra - gina yirmi beş kuruşla çıktm.,, Hepsi, Ana yurdun kendilerine aç - tığı sevgi ve şefkat kucağından ötürü cumhuriyet hükümetine minpettar. An cak canlarını kurtarıp gelebilmişler ve işte kendilerine, evleri ve hayvanları, ber türlü modern tesisatile bir köy ve- rilmiş, Bu kavuruk yüzler, bu temiz ve arı bir yüreği ayna gibi yankılayan gözle, bunlar üç kıtaya ırklarının yiğitlik destanlarını beraberinde götürmüş bir ulusun çocukları. Bunlar benim ulu- sumun çocukları, Ve ben, üst üste ya- manarak elbiselikten çıkmış — kılıkları, nasırlı ve topraklı ellerile bu insanları © kadar seviyorum, ki içimde mazi - nin artık kapanmış yaralarını yeniden açan, kafamda bin türlü zıt düşünce. ler uyandıran bu insanlardan ayrılırken, yıllardanberi tanıdığım bir dosttan ay rılyormuşum gibi acı duyuyorum, Dönüşte, otomobil, ağaçsız ve etra- fa serpilmiş koyun sürülerile gene bir bozkır manzarası içinden geçiyor. Ve ben bu manzarayı da seviyorum. Bir yol dönemecinde bu düz ve 1s- sz topraklar — içinde iki çıplak tepe - nin arasında © Ankaranın modern si - İveti birdenbire beliriyor. Ve bekle- diğim bu manzara o kadar tezatlı ki bende bir an için hayret hissi uyan - dırmaktan geri kalmıyor. Bu manza - ra tabiata karşı insan gücünün açtığı çetin savaşı ne güzel anlatıyor. Yaşar Nabi NAYIR Müeilii: Nazmi Şehâp terek ve bağrışarak binayı dolaş - tıktan sonra tahrir odasına dalıver diler. Konuşuşundan bir Ermeni veya bir Maruni olduğu anlaşılan Türk üniformalı pol — Efendi kalk! — dedi — — Ne var? ne istiyorsunuz? — Size hapis cezası verilmi Mevkufsunuz. — Hapis cezası mı? — Anlamamazlıktan gelmeğe kalkışma... Beyoğlunda bir bandıra indiren siz değil misiniz? Bunı için beynelmilel divanıharp size dört hafta ceza vermiştir. Nazmi cevap vermedi. Yalnız yerinden kalkarken bu dört ünifor- malıya keskin bir bakıs attı. Fena halde hiddetlenmişti. Başını yeni bir belâya sokmamak için dudak - larını ısırdı; — Pekâlâ... — dedi — /HİKAYE||| aş) İ Öz dilimizle | MİLLİYET PAZAR 10 10 ŞUBAT 185... Kaçak Bay Nafi, o akşam daireden e- ve döndüğü zaman hiç beklemedi. ği bir manzara karşısında kaldı. Karısı Bayan Canan yerde serili ya takta sapsarı ve dimdik yatıyordu. Hemen içine felâkete uğrıyan adam ların hissi doğdu: — Aman karıcığım, diye yata- ğa koştu. Fakat çoktan iş işten geç mişti. Nafi etrafına bakındı. Ya - tağın başucunda, itina ile uçları | kazınmış bir yığm kibrit (gördü. Demek ki karısı kendisini kibritle | zehirlemişti. Canan bu işi canından bıktığı i- çin yapmış değildi. Hassas bir kadın olduğundan, kocasile kavga ederken — Ben kendimi öldüreyim de, görürsün, demişti. Ona da inat sözünü tutmustu. Nafi kendini topladı, kaskatı yerde yatan karısına bir defa da- ha baktı. İçinden zerre kadar mer- hamet duymuyordu. Sadece canı sıkılmıştı. Canının sıkıntısı da, tesi gün için eve rakı içme; vet ettiği arkadaşlarile geçecel falı bir âlemin geçikmesi idi. Çaresiz evden çıktı. Ne yapmak lâzım? İnsanın başına her zaman böyle şeyler gelmez ki.. En doğru yolun gidip karakola haber ver - mek olduğunu düşündü. Orada da meseleyi anlatırken nasıl bir tavır takınmak lâzım geldiğini de aklım- dan geçiriyordu. Hulâsa, korkunç gitti, bir polis memurunu peşine ta karak eve gtirdi. Polis memuru odaya girdikten sonra etrafı dikkatle tetkik etti ve sonra bir koltuğun içine gömüle - rek hükmünü verdi: — Azizim, dedi, bu kadın öl - müş. Bay Nafi, polisi doğru yolda ten vir etmek gibi halisane bir niyetle zihninde kısa, fakat veciz bir cüm- le aradı: — Zehirlenmiş, dedi. Polis birden yerinden fırladı: — Nasıl, zehirlenmiş mi? O halde igdip merkeze haber vere - yim, böyle vaziyetlerde ayrı'tah kikat yapmak lâzımdır. © Tam kapıdan çıkarken götü 3- ün başı ucundaki kibritlöre 1- | lış kullanmaktan iyidir. Durakladı, düşündü, elile çe: Hımm, dedi, işte bu mühim. — Hayır ola efendim, mühim olan nedir? — Refikanız bu kibritlerle mi intihar etti? - Bilmiyorum, görünüşe ba - kılırsa öyle? - O halde hakkımızda bir za- bit varakası ututacağız. — Aman efendim, neye? — Çünkü bu kibritler kaçaktır. Çok müteessifim ama, bu size bir kaç ay hapis ve bir kaç yüz lira pa va cezasına da mal olacak. — Deme, etme.. — Bu, böyledir efendim. Zabi- ta her yerde vazifesini yapmakla mükelleftir, Merhume için de ayrı" ca doktor gönderirler, muayenesi- ni yaptırır, defin ruhsatiyesini ver diririz. Lâkin o ayrı meseledir, bu söylediğim ayrı mesele.. Nafi şaşırmıştı. Gözleri birkibrit çöplerine, bir polise gidiyordu. Felâkete uğra - yacak adamın içine re ie bir — Pekâlâ, Aysız, yıldızsız bir temmuz ge- cesi.. 7 İçerenköyünden yola çıkan ka- file, dar bir şoseden ayrılıp tarla- lara dalarken en arkada giden a7- gın bir boğa gibi başını sallayarak homurdanıyordu: — Pekâlâ... Tarlaların yumuşak toprakla - rında güçlükle yürüyorlardı. Bas - tıkları yerleri göremiyorlardı. Fa- kat bir ân istikametlerini şaşırma- dan Alemdağma doğru yürüyebil- diler. En arkada giden ayaklarını işleten motorun vızıltısı gibi kâh dişleri arasından, kâh burnundan nefes alır gibi söyleniyordü: ekâlâ.... Mola vermeden, ses çıkarmadan igara içmek için kibrit çakmaktan ile çekinerek giden bu kafilenin adamları ertesi sabah, güneş doğar ken Alemdağınm en yüksek tepe- sinden İstanbula son defa olarak baktılar; Bulutlar, minareler, kubbeler... Boğaz, köprü ve Boğaz sularının derinliklerine sağlam kökler sal - mış büyük bir nilüferin yaprakları- na benzeyen sayısız düşman zırhlı- Klavuzu bekleyelim Bir takım arapça kelimeleri, karşılıkları olan öz türkçe kelime- lerle söylemeğe kalkışırken, gü - lünç olacak yanlışlıklar yapıyoruz. Yerinde kullanılmıyan bir sö - zü, kullanmamış olmak, onu yan- İ Necmi Dilmen'in, cuma gün- kü Mülliyet'te bir başyazısı çıktı. Bu yazıda Necmi Dilmen, bir dü - üne çağırışın dilimize çevrilirken ne kılıklara büründüğünü anlatı « yordu. İlk önce şurası iyice anla- şılmak gerektir ki: Biz, yeni bir dil yaratmıyoruz. Kendi dilimizi yabancı kelimelerin sarmaşıkların dan kurtarmağa uğraşıyoruz. Tanç gibi sex veren öz kelime- dururken, belki yine Türk kökünden gelme, o fakat dilimize uygun düşmiyen bir takım sözleri gelişi güzel, şuraya buraya serpiş- tirmekle türkçe yazmış olacağımı- zi sanmıyalım, leri: Bizce her anlaşılan söz belki türkçe değildir. Ancak her Türkçe de bizce anlaşılan söz değildir Baştan sonuna kadar Kırım ko- nuşmasile yazılmış bir bilig'den size bir kaç parça okursam, için- den kaç kelimeyi dosdoğru anlayıp çıkarabilirsiniz? Düşünulse, Kirim dili de Türk anadilinin öz damar- larından biridir. Ayrılık, kelime - lerin kullanılışında ve kullanılan kelimelerin yerlerinin seçilişinde- dir. Ondan dolayi, büyük Türk kı- lavuzu çıkıncaya kadar, herkes bir yel tutup, kendi burnunun doğru- suna giderse, işin içinden çıkıl » maz. Bu bir akıntıdır ki; suları bilmiyen ve küreğini iyi kullana - mıyanlar, bulundukları yerden bir adım ileri gidemezler. Salâhaddin GÜNGÖR Yülilleyet Asrın umdesi “ MİLLİYET” tr. ABONE ÜCRETLERİ 3 | Gelen evrak geri verilmez. Müddeti atur—, Gazete ve ni kabul etmez. his gelirmiş ya.. Nafi bunu karısı. nın ölümünden ziyade kibrit çöp- lerinde anladı. Kendini koltuğa bıraktı, Göz - yaşları ve hıçkırıklar içinde mı - | rıldand: — Be kadın, mademki kendini öldürecektin, ne diye kaçak kib - ; rit kullanıyorsun? SEM Öz Türkçe ile Bilmecemiz Osmanlıca ka lerin öz türkçe Bin 00 banala dığımız kelime. yerleştiriniz ve keserek memurluğuma,, gönderiniz. halledenler arasında hediyeler veriyoruz: ii akşama kadardır. Yeni bilmecemiz 12345671 8910)11 SOLDAN SAĞA : 1 — Kemale ermiş 2, Lütfe, kalbur 4, 2 — Baliğ olmak, bermurat olmak 7, 3 — Ipuida, birinci 3, 4 — Terem 4, Emmakten emir 2, 5 — Bayaz 2, Cesur, erkek 2, 6 — Salâbet kesbetmek, tasallup etmiş 10, Akran, ermesi 2, 8 — Uzak nidası 2, Emsal, zevç 2, 7 — Biş mektep 4, 9 — Alimet, can, deva 2, Dünya 8, 10 — Aşikâr 5, Rabıt edatı 2, 11 — Bedel, mülâzemet eden, naip 5, Çehre, sahife, hayuratlan biri 3, YUKARDAN AŞAĞI 1 — Karant etmek 6, Akıl, saman 2, 2 — Sersem 4, telerrüç 7, in, hattı fânl 2, Kabile 3, okursan ayı yuvasıdır 2, Ha — Emmekten emir 2, Yemek 2, Bir er. kek ösmü 3, 8 — Rabet edatı 2, Ekmek smtam 7, 9 — Ziraat 4, Yemek 2, 10 — Yama 2, Geniş 4, 1 — EKâl, şikemperver 4, Fiül 2, Lâhlm 2, ZAYI — 4713 sicil No. lu şoför ehliyet Bamemi zayi ettim. Yenisini çıkaracağım dan eskisinin hükmü yoktur. Ayaspaşa Değirmen sokak 14 No, Fahri, (7931) Harik Hayat Kaza 7g Bugünkü progra | ISTANBUL < 17,50 Inkilâp dersleri: Univ nakil Manisa saylavı Hikmet, “191E9İ lar için jimnastik, Bayan Azâde, Haberler, 19,40 Zekeriya ve Havayen kitar, 20,10 Ziraat Bak namına konferans: Şefik (Hayv gi baytarcılık), 20,30Mayestro Goli koro heyeti, 21,10 Şiir, 21,20 5914 berler, 21,30 Radyo caz ve tang0 rası,Raşit şan. 1S MOSKOVA, Tim 1730: Forka neşriyatı, AM program. 190: Karık kor neşriyat, 235: İngilizce me caren neşriyat 852 Kh. MO 5 K O V A (Sin) 17: Senfonik konser. 22,0: Dak 24: Büyük Moskova programını pl 823 Khz. rsi 1345 > konseri. im Sönleri havalar, 18, Orkestra ve popüler şark ler, 19,30: Almanca ders. 20: R plâklaklar. 20,15: | Haberler poşriyat, 21: Zagreb operasında Kr. PRAG. 470m 166: Hafif müzik. 1735: Çocuk 18,10: Sözler. 18,20: Plâk. 18,28: Sö 38: Plâk. 18,55: Hab Brüne radyo orka Kb. LEİPZİG im O 18; Max Grimmin hikâyeleri, 18,203 18,50; Sözler. 19: Almanya ve dünya si. 18,20: Geçit resmi plâkları, 20: klları, 20,40: Sörler, 211 Haberler, Zİ ubabelsberg (Berlin) film stüdyosumt ler. 22; Ski haberleri. 23: Haberlere “53 Dans musikisi 545 Kir. BUDAPE $ TE, MA 18,40: Plâk. 19,08: Ders, 19,30: Ti sikisi, 20,30: Operadan © makleni “CARMEN, operam. 2230: Hi Hava haberi, 24,15: Çingene ork. Haberler, Yarınkı program AE TANE ie Ti 18; Fransızca ders, hı ile. 19,30; Haberler, 19,40: kaman 20: Konferans. Selim Sırrı Tere Bayan Jale, şan piyano ile. Lojer: Plâk ile, 21,15: Son 30: Bayan Bedriye Tezün, şan caz ve tango orkestrasile birlikte ve Otomobil —ım ii ortalanımaz Gal Galatada Ünyon Hanında Kâin UNYON SIGORTASINA yaptırınız. Türkiyede bilâfasıla icrayı muamele etmekte olan ÜNYON Kumpanyasına bir kere uğramadan sigorta yaptırmayınıZ. Telefon : / 4.4838. 815 MEKTEPLI KIZLAR filminin unutulmaz artisti DOROTEA VİEK Bu güne kadar görülen ÇOCUĞUNU filmlerin en heyecanlısı ÇALDILAR LA'DAM O KAMELYA ALEKSANDRE DUMAS FİLS'in meşhur eseri olup PRINTEMPS'ın Emsalsiz san'at ON pri bütün halkı kendisine cezbedecek ve başından ARMAND DUVAL 1. rolünde PİERR Bu Fransız şaheserini pek yakında remez oldular; en arkadaki çok has retli bir bakışla dalan gözlerini ar- kadaşlarının gittikleri istikamete döndürürken derin derin içini çek- ti. Ve dişlerini gıcırdatarak bir de- fa daha tekrarladı: — Pekâlâ... Bu, henüz iki gün evvel düşman hapishanesinden çıkan Nazmi idi. Bir saniye sonra (| İstanbul onnu gözlerinden de silinmişti. Kekik ve pirnar kokulu bir A - lomdağı sabah başlıyordu. Cıvıl - daşan kuşlar, yaban çiçeklerinin, dağılan sisler arasında arasıra göze vuran renkleri kafiledekilerin ne- şesini coşturmuştu. En önde giden yaramaz bir keşşaf gibi birdenbi- re geriye dönerek akortsuz bir ses ile bir marş söylemeğe başladı: — Güneş ufukta... şimdi dooo- gar. Öbürleri hemen bir ağızdan ona | katıldılı — Yi iyelim ar. .kadaşlar! Ve bu arkadaşlar dağ taş deme- den yürüdüler; öğleye doğru Ö - merli'ye vardılar. İleride bir dere geçtiler. Bir balkana sardılar, son- ra ardarda birçok köyleri dolaş - tılar: Tepeören, Denizli, Tepe - ipli e Eneoğle yeri rai kadar büyük bir alâka ile SÜME arasında dumanları tüten kömür o- caklarıma baka baka kahvaltı etti- Fakat küçükbey neye öyle hayret- ler. Alemdağını geçtikten tam on altı saat yol yürümüşlerdi. Büyük bir köye geldiler. Yolda iki mola verm id. — Neresi burası? — Kuşçalı. .. — Güzel bir köy... Bu ne? — Bezir yağı çıkarırlar burada, — Yaaa... yerler mi bunu? — Hem yerler, hem yakarlar, fakat küçük bey neye öyle hayret- İe baktınız yüzüme?.. Burası Kuş- çalı'dır. İstanbulun burnu dibinde ki bir köye karşı fildişi sahillerine | yeni çıkmış bir İngiliz kadar yaban- cısınız. Uzun kara sakalı belindeki fi - şekliğe kadar sarkan siyah kalpak- lı bir adam, elindeki Osmanlı filin- tasıma dayanmış, gülerek Nazmiye bakıyordu. Fakat bu gülüşte biraz da acıyan bir hal vardı. Nazmi bu- | nun farkına varmamıştı. Bir çocuk saflığı ile; — Anadolu... — dedi — ne kadar güzelse o kadar da bakım - | sız... Yazık! Kalpaklı adam ik bir kahkaha atınca sordu — im glirmri enli de- rası? bye takip ettirecektir. E FRESNAY Sinemasında göreceksiniz — Anadolu Kadır ve ve dardan başlar. at rm gösterdiği Anadoludu”" in ler biribirini kovalar da EE biraz dinlenmiş © İstanbul çoktan buralara Ki yılmış olurdu. Kardeşim, asıl Anadolu daha epeyi i$ başlar. Yürüdükçe vi bir dolu göreceksin ki, Kuşçal yanında küçük bir Paris gibi” har. — Nazmi! Nazmi! çi Yüksek bir binanm pe? den kafilenin en önünde genç başını uzatmış bağı — Nazmi! Nazmi! — Ne var? — Gri Buray” Kara — Mutlaka bir belgrel Ti — dedi — orası t Otlayan koyunlara b vid ” küp kaçan tavuklara gül€ rafhane kapısına Ndikleri bir kafile arkadaşlarından. dt büyük maşrabalarla, si de sağdırdıkları bir keçinin içiyorlardı, - Bir maşra!' verdiler. Bir nefeste içti ” rını şaplatarak; y

Bu sayıdan diğer sayfalar: