23 Nisan 1942 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 4

23 Nisan 1942 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

a TA 7 |okrar AKBAL)| Tavla şakırtılarının tempo tut- tuğu ve siyara dumanlarının t8- vanlarda rumba oynadığı kahve her zamanki gibi... Yine eyni insanlar, ayni seslerle monoton gürültüler çıkartıyor ve sigara dumanları tavan da rumba oynarken tavla sesleri tempo tutu- yor. Bütün bunları seyrediyorum. Bazı kimselerin radyoda söyle- nen romantik bir şarkıyı yüksek sesle-raâyodaki okuyucu ile yarış edercesine-söylediklerini igitiyorum Bazan önümdeki gazetedeki bil- meceyi halletmek için kafamdaki den bir limen gibi sıkmak İs- tiyoru çi bütün bunlara rağmen düşünüyorum : Dakikalarnmın şerit gibi uzan- masıyla meydana gelen bu «film» hayatımın filmi-daha ne kadar sü: recek 9 Bu filimin son sahnesi, hangi . dekorlarla süslü, hangi artistlerle dolu olarak sona erecek 9 Ve bu filmin şon sahneside ta- mamlandıktan sonra, onu kim &sey- “retmek isteyecektir Beni düşündüren (ilmin Sona ermesi ve onun doğurduğu korku değildir. — Ben, onu seyredecek olan kim- seyi düşünüyorum. >» Radyo yedi buçuğu müjdeledi. Masalar boşalıyor, sandalyeler devriliyor ve kapı şiddetli bir to- kat gibi çarpılıyor. Soğuk bir rüzgâr yüzümü ok- şadı. Spiker sun ajans haberlerini 0- kurken kahveci Ahmet efendi ka- pının önünde nöbet tutmaya koştu. Artık gazeteleri okuyamıyorum. Ve radyo şimdi caz çalıyor. Islıklarla bir tango uzuyor. Artık gazeteler masallara rahat- a vermeye başlayan misafir- - Kahveyi terk ediyorum. Adım- 'larım beni sokakların gelalesine bi- rakıyor. # 266 — Servetifünun — 2383 e in, Mehmet Dizmen, Ziya Yamaç'a cevap veriyor : Hata Mürettibin Değildir! Kırk yılda bir hesaplaşmada bizlerle de hesaplaşmak istiyerek, iğnenizi elinize almış ve bizim de elimize bir kalbur vererek yazınıza girişmişsiniz. Bizlerin son zaman- larda âşık olduğumuza hükmedi- yor, yazılarınızı dizerken çok yan- lışlıklar yapıldığından arkadaşla» nnızın nâmına da başımıza çalı- yoraunuz.. Bunların hepsine birden de mürettip hataları diyorsunuz. “Mürettip hatalarından dolayı okuyuculanmızdan özür dileriz, başlıklı yazıları mürettipler dizer- lerken nekadar üzüldüklerini bilir misiniz? Dünyada hiç kimsenin yüzüne karşı bu kadar insafsızça bir şey denilmemiştir. Sakın &ize darıldığımızı veyahut gücendiği- mizi zahnetmeyiniz. Bunu ilk defa sizden işitmiyoruz. Her yazı yaza- nın yazısının içinde bir hata - tek bir harf dahi olsa - kaldığını gör- mesiyle derhal mürettiplere yükle- neceğini pek iyi bilenlerdeniz.. Mü- rettipler hata yapmaz demiyorum. Bilâkis mürettipler yazıları dizer- lerken çok hata yaparlar. Bu da mesleğin icabatındandır ve yine siz de bilirsiniz ki yazılar dizildik- ten sonra okunur tashih edilirler. İşte şimdi bizim üzerinde du- racağımız bu tashih meselesidir. İyi okunup yanlışları düzeltilmi- yen yazılar sizin söylediğiniz gibi Servetifünun'un yüzüncü yılına ka- dar ve belki de bininci yılına ka- dar hatalı ve yanlışlı çıkacaktır. Meslek hayatımızda üç dört defa okunduktan sonra ve tertemizdir diye elimize verilen kâğıtlar üze- rinde bir çok yanlışlar kaldığını görmüşüzdür. o Müsaadenizle mü- rettip hatası diye bir şey kabul etmiyorum. Yanlışlı çıkan bir tek Kafamda “f#lm“lerini bitiren insanlar var. Bende “/ilm"imin bir sahnesi: ni daha tamamladığıma dair bir düşünce var. Evet, filmimin bir sahnesi daha . bitti. Ve son sahneye biraz daha yak- laştı, kelimenin bile mesulü müsahhih- tir. Okuyup yanlışları düzeltenğdir. Yanlış, okuyanın gözünden kaç- mış veyahut tashih yapan müret- tibin gözünden kaçmıştır yani her iki şekilde de tashihçilerin dalgın- lıklarıdır. Müsahhihin tashihlerini mürettibin yapmaması çok ender vak'alardandır. Fakat satırların araşındaki yanlışların müsahhihin gözünden kaçması her zaman olan şeylerdendir. Buuun da birçok se- bepleri vardır yazmağa kalkarsak yine sizin tabirinizle yüzüncü yılı buluruz. Yazınızı okurken bir şey nazarı dikkatimi ceibetti. 263 ncü sahifenin başında bir hatadan bab- sediyorsunuz, yaranın üzerine par- mağınızı basıyorsunuz ve yine ne- dense diyerek taaccub ediyorsunuz. Hiç tasccub etmeyiniz aziz üstad. Hiç tanccub etmeyiniz. O yazıları Konyalı bir mürettip dizmiştir. Sizin «kalabalık» olmasını istedi- ğiniz kelimeyi o «galabalık» yap- mıştır. Ve yine «yürüyeceği» yerde “yörü> müş gitmiştir. Çünkü Kon- yalıdır üstadım o Bilmem ne demek istediğimi anlatabillyor mıyım ? Yani konuş- maşı bir İstanbullu gibi veyahut bir başka yerli gibi değildir. Kon- ya'lı gibidir. Fakat bu yazılan o- kuyup tashih eden bunu okumuş ve bnnda bir aksaklık görmiyerek böylece kabul etmiştir. Siz hiç bir Musevinin Türkçe harflerle yazıl- miş mektubunu okudunuz muf Bu birdenbire hatırıma geldi de sordum. Bizim mesele ile bir alâ- kası yoktur, Gelelim bu işlerin 80- Dun&, Yazılarınız bizi kâfi şekilde teş- hir ediyor. Okuyucular bu yazını- zı okududuğu zaman şu kanaatte buluuduklarını zannediyorum. Siz yazılarınızı yazıyorsunuz. Müret- tipler de diziyorlar ve sahife hali- ne gokarak basıyorlar. Yok azizim yok. Sizin ile mürettipler arasında bir kişi daha var ki o her zaman kendisini saklamasını bilmiştir. O- nun da kim olduğunu burada yaz- mıyscağım; belki bu yazıtndan son- ra o de sizinle ve bizimle hesap- laşacaktır. Mehmed DİZMAN Kani

Bu sayıdan diğer sayfalar: