20 Ağustos 1942 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 8

20 Ağustos 1942 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| Hikaye | | Hikaye | “Dede,nin Ziyâreti ——— — ———— Yazan: Tuğrul DELIORMAN Genç kadın, saman dumanından müteessir olan gözlerinin uğuştu- rarak ateşin başından geri çekildi. Alnına ve saç diplerine boncuk boncuk terler birikmişti. Saman isinden siyahlaşmış parmakları ile hem bu terleri siliyor, hem de gös- lerini uğuşturmakta devam edi- yordu. Ve ocaktaki samenlar, bir türlü slevlenmiyor, mütemadiyen boğucu bir duman neşrediyorlardı. Hattâ, saç üstündeki bazlama ha- muru bile lekeli bir hâl almıştı. Tekrar eğilerek ateşi üflemek için dudaklarını sivrilttiği sırada, yanıbaşında beliriveren ayak ta- pırtısı, onu arkaya bakmağa mec- bur etti. Kıratlı ve kıraakallı bir .adam, onun ikl adım ötesinde atı- — nr durdurmuş, kendisini seyredi- yordu. Helecanla yerinden fırladı ve şaşkınlıkla atın ıslak dizginle- rine yapışarak gümüş işlemeli baş- lığı, atın burnunu, gözlerini öpme- ge koyuldu. Nohut irlliğinde ter taneleri, penbeleşmiş yüzünden, yarı açık göğsüne kayıyordu. Kır atlı ve kır saksllı adamın yarı kapanık gözleri, iğilmiş vazi- yette mütemadiyen baslığı ve diz- kinleri öpen kadının göğsüne ta kılmıştı. Bakışlarını, oradan ayır- mıyarak, sıcaktan erimiş gibi bir sesle mırıldandı ; — Benim geleceğimden haba- rınız yoh miydi? Kadın, duruşunu bozmadan, başını sallıyarak: — Aah... Dedi. Kır atlı ve kır sakallı adem, ne at üzerinden iniyor ve ne de kadının dudaklarından dizginleri kurtararak yoluna devam ediyor- du. Arada bir yorgun yorgun ko- Duşuyor, çokçası susarak, gözleri kadının, göğsüne dalıyordu. Bu kadından gözlerini ayır- 162 — Servetifünun — 2400 mamasına rağmen, terli yüzünde, yorgun bir ifade vardı. Hava son derece sıcaktı. Kuar- gıki çıplak yamaçlar, haşif bir dar- be ile dağılıverecekmiş gibi ölgün duruyorlardı. Tarla kenarlarında görülen tek tük ağaçlar, nefes dar- lığıns uğramış gibiydiler. Köy kenarına göz gezdiren bir insayı, tabiatta, kıpırdıyan, hareket eden hiç bir şey göremezdi. Kerpiç duvarların yakıcı gölgelerfne si- ğınmış tavuklar, kanatları yerde, gagaları açık, hızlı hızlı soluyor- lardı. Kır atlının &ol tarafındaki gübre yığını üzerinde, ellerini yü- züne siper ederek sırtüstü uyumuş sıska bir çocuk vâ Kadının iki adım gerisindeki saman ateşi, artık kol halinde du- man çıkarmağa başlamıştı. At üs- tündeki adam, gözlerini kırpıştıra- rak bu dumana baktı, sonra, ayni kayıtsız gözleri, tekrar kadının göğsüne çevirdi. Bunaltıcı sıcak, onu, yorgun yorgun gsolutuyordu. Duman fazlalaştığı için, kalın parmakları ile o da gözlerini oğuş- turmağa koyulmuştu. Nihayet, küt parmakları gözkapaklarında iken: — Çek atı bahah; diye söylendi. * Biraz evvel köy içinde, ocağı başında ekmek kişiren Besi'den başka kimse yoktu. Herkes, köy- den bir hayli ırak vedağınık yer- lerde bulunan harmanlardaydı. Birkaç dakika önce, toprak içine oyulmuş kerpiç duvarlı ve toprak damlı evlderde, gübre kokan da- racik sokaklada saatlerce aranda insan bulmak imkâusızd Onün geldiğini kim görmüş ve bv yığın yığın insan nereden çik- mışta ! Besi, misafini, kendi «hâney> lerine kunuk etmişti. Kır atı, teri soğusun diye evin çevresinde gez- dirirken, etrafı, irili ufaklı, kadınlı erkekli bir halka ile sarılıvermişti. Ona, «Dede» nin ne zaman gel- diğini, kendisine yorgunluk kahve- sinin verilip verilmediğini soruyor- lardı. Bir yll evvel «Dede» ye &a- kilik yapmış bir genç kadın, Besi- nin kulağına iğildi: Nasıl kız, “Dede, dimdik mi ? Diye fısıldadı. erek : hep öyle öteki, gülümse- -- He yal, Oayakıada bulundu. Ve güneş, olanca yaıkıcı kud- retini bu köye çevirmişti sanki... Her evde, ancak bayram arife- lerinde görülen müdhiş bir faali- yet başlamıştı, Kadınlar, Keven ateşi üzerinde çarçabuk ısıttıkları çeviz yapraklı sularia ahır köşe. lerinde yıkanıyorlar Kapı önlerinde, dam üstlerinde, herhangi bir kütüğün üzerine bir- birlerini traş eden erkekler görü- nüyordu. Kör usturalar, Güneşten bakır rengi almış yanık yüzlerde, tırnak izleri gibi kanh çizgiler bı- rakıiyordu. Yüzleri kesilenler, ke- siklere, tabakalarının diplerindeki tütüu tozlarını basmak Suretiyle kanamanın önüne geçmiye çalı- Şıyorlardı. On dört saattir köyün üstünde tünemiş olau korlu güneş, kurşun- la vurulmuş bir dev gibi ağır ağır ufkun ardına göçerken, kadınlar, birer ikişer evlerinden çıkarak, «Dede» nın bulunduğu Ohaneyin yolunu tuştular, Ekserisiuin basında, dağ kirazı reukli ipek poşular, arkalarında kırmızı beuekli, yeşil dallı şalvar- veya etekleri üç yırtmaçlı zıbın- lıklar vardı. Dam üstlerine çörnelmiş «evli» erkekler, havanın biraz daha ka- rarmasını, sabırsızııkla bekliyor- rdı, > Ak sakalına rağmen dinçliğin- den zerre kaybetmemiş olduğu dik oturuşundan ve geniş omuzla- rından anlaşılan “Dede,, elini ö- pen kadınlarla hiç alâkadar değil- miş gibi başını öne igmiş, her za- manki gibi gözlerini yarı kapa- mıştı. Nasırlı sağ elini bir kadın bırakıyor, öteki avuçlıyordu. Sol elindeki doksan dokuzluk tesbib, bir yılan gibi kıvrılıp açılıyordu. Toplantı odası, şarktaki bütün köy odaları gibi upuzun ve olduk- ça enli bir yerdi. Burası, köyün her evinden gelen kilim, çul, p&- -- Depâmı 166 nci sayfada — “e. ayi

Bu sayıdan diğer sayfalar: