9 Kasım 1932 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

9 Kasım 1932 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA İA Pa YT Ş . yİi' çi Dünya Hâdiseleri ' ——— İI'eIsı'z Telgıîafın Bir Harikası Daha Görüldü Bu sütunlarda, sırası geldikçe | fennin harikalarından, insanlığın ilme olan derin borcundan min- netle bahsedegelmişizdir. İngilte- re ile Avustralya arasında ya- pılan - telsiz telgraf tecrübesi bu borcun azametini nazarımızda bir kat dahâa arlırmak icap eder. Vak' şudür: İngiliz — hastanelerinden — bi- rinde orta yaşlı bir kadın yatı- yor. Ciddi bir surette hastadır. Bu kadınan — Avustralyada 10 yaşlarında bir oğlu vardır. İsti- yor ki çocuğunun sesini işitsin. Doktorlara göre, eğer hasta ço- cuğunun sesini işitirse iyi olması ihtimalleri çok kuvvetlenecektir. Büyük bir teşebbüse girişiliyor, Avustralyaya —haber — salıniyor. İki taraftan mutabık kalınıyor ve gece, kadın, yine oğlundan bah- sederken odanın içinde bir ses işitiliyor. Bu, Avustralya radyo merkezinin faaliyete geçtiğini ha- ber veren işarettir. Arkasından bir çocuk şarkıya başlıyor. Kadın evvelâ hayret içindedir. Sonra avrusunun sesini tanıyor, derin İölen elörük öle ir heyecan ve buhrana düşüyor, fakat bunun asıl olabildiğini anlıyamıyor. Doktorlar izah edi- yörler ve kadın, bu heyecan sa- yesinde hastalıktan kortuluyor. Rus Çarının Mirası Varşova — Rusyanın sonuncu çarı olarak herkes ikinci Niko- layı tanır. Halbuki Nikola katle- dildikten sonra onun yerine Gran dük Mişel çar ilân edilmişti. Gran dük Mişel, Sovyet ordula- rının hücumu önünde Sibiryaya iltica etti ve orada, yine Sov- yetler tarafından gönderilen Mi- yasnikof |(isimli biri tarafından öldürüldü. Cesedi de yakıldı. | Gran dükün oğlu ise Pariste bir etomobil kazasında telef oldu. Fakat Gran dük Kontes Brassof isminde bir dul kadın ile evlen- mişti. Bu kadının ilk kocası, Çar mayiyet a'ayı zabitlerinden birı idi. Kadının Gran Dükle evlen-« mesi, resmen kaydolunmadı. Şim- di, Romanof ailesi arasında Rus- yadan ayrılmış olan memleket- lerde mevcut malların taksimi mevzu bahs olduğu için bu kadının bu mallardan büyük bir | bisse alması lâzımgeliyor. Bil hassa Lehistanda birçok şato, ev, dükkân, 'apartıman,' mağaza vardır. Fakat Gran Dük Mişel ile izdivacı kaydedilmemiş oldu- ğgundan, bu haktan istifade ede- miyor. Fakat burada açtığı bir davada Rus sarayının bütün eski bendelerini şahit olarak göster- miştir. Eğer bu şahitler onun, dik ederlerse milyarlar değirinde malların sabibi olau_aıt. ğ Petrol Lâmbasının Kâşifleri Varşova, — Petrol yakan ilk Hâmbanın kâşifi Lebli bir âlimdir. İsmi İnyas Lükasiyeviçtir. Bu kâşif 1852de yapılmıştır. Bu münose- betle petrol lâmbası kâşifinin hatırasımı teyit için Lehistanın Krosno şehrinde bir heykel di- kilmiştir. Hernekadar — bu keşif Amerikalı de bu adam ilk petrol İâmbasını ancak 1855 te yakmıya muvaf- fak olmuştur. İnyas Lükasiyeviç bir eczacı kalfası idi. Ham pet- rel süzerken bu keşfini yaptı ve ilk defa, bu lâmba ile Lemberg hastanesinin odalarını aydınlatlı. SİRKECİDEN VAPURA “Sen Baa Bakayirmusun. Yüz On İki Can Kurtamuşum Ahaal!,, Yaşlı Kadın Bağırdı: “Aaaa.. Delinin Zoruna Bak. Akıl — Dağıtılırken Sen Nerede Dangıldıyordun?,, timın — taşlarına çarpan dalgala- rın uğultusu ara- sında açıkta de- mirliyen Ege va- purunun düdüğü sert sert Öttü. E Bu düdük, san- “ ki kayıkçılar için * beklenen bir işa- V retti. Hep bir — ağızdan bağrışı- yorlar: — Egede yol. cisi olan... Var mu Egede yol- cisu olan?.. — Aha piner kötüreyriz.. İki kâğıda Egeye atayiriz... Sahilde, yağmurdan sırsıklam olmuş insanlar, birer ikişer ka- yıklara doldular. Havadaki firtı- nayı görünce bazılarının cesareti kırıldı. Göğsünün beyaz kılları görünen meşin vücutlu, bir deniz kurdu, denizden korkan Sirkeci | müşterisine ne diller dökmüyor: — Ha, sen çocuksun taha.. Hava görmemişsin... Bizim uşak- lar bu havada, Poyraz açıkların- da paluk avine gideyirler... De korkma da pin benum sandala.. Atayim senu on takkada... Nihayet müşteriyi kandırınca haydi Bismullah diyerek kürek- lere yapıştı. Deniz gittikçe kaba- rıyor. Yarı minare boyu yükselen dalgalar üstünde ceviz kabuğu gibi Fsallanan bir kayıkla dakika süren bir yolculuk, pek son Rus Çariçesi olduğunu tas- | hoşa gider şey değil amma, gur- betlen yolcusu gelenler bu küçük zahmete seve seve katlanıyorlar. Denizin üstü, birkaç dakika- nın içinde mübalâğasız yüzlerce sandalla doldu. Hepsinin gözü rıht mın merdiveninde... Bir kere burasını — tutsalar, — müşterilerini alıp kuş gibi uçuracaklar amma, azgın dalgalar, yanaşmıya fırsat vermiyor ki... Kancasımı takacak yer bula- | mıyarak, sekiz on yaşlarında bir Sillimana —atfedilirse | çocuğun bacaklarına doğru uza- tan iri yarı bir sandalcıya, çocu- ğun annesi çıkıştı: — Hiş... Ne yapıyorsun be?.. Çocuğu denize düşüreceksin! Sandalcı canı burnuna gelmiş in- sanların — kayıtsızlığı —ile cevap verdi: ihtiyar | önlerinde “Dolmuşa bir adami,, bekliyen yirmi. | meşhur salapuryalar — Ne korkayırsın, tüşerso, hapımız buradayız.. Eellerimiz ar- mut toplamayır.. Sen bana baka- yır mısın ? Yüz on iki can kur- tarmışım daha.. Kadın, çocuğunu bir kenare çekerek: — A. Dedi, delinin zoruna bak.. düşsün de biz kurtarırız diyor. Ne düşsün, ne de kurtar ayol.. Müşterilerin çoğu, iki lirayı duyunca, evvelâ suratı asıyorlar: ç adımlık yola iki lira.. Nerede bu bolluk ? Maamafih, vapurdaki yolcula- rına bir an evvel kavuşmak için nihayet paraya kıymıya mecbur oluyorlar. Ege vapurunun — mirdivenleri, tıklım tiklım dolü... Belli ki hep birden dışarı uğrtamak istiyorlar- dı. Vinçlerin gürültüsü, sandalcı- ların bağırtısı, dağlara çıkan de- nizin homurtusu biribirine kar- | şarak Sirkeci açıkları ile Galata | danına rıhtımı arasımı bir ana baba mey- çevirmişti, — Yağmurdan sırsıklam olan eşyalarının üştüne kapanmış yolcular, adeta yarı ölü bir. halde kayıktan çıkıyorlar. Sahilde tektük mendil sallıyanlar var, Vapurda herkes kendi canı- nın kaygusuna düştüğü için bu mendil sallayışına cevap veren çıkmıyor. Biraz sonra daracık - iskelenin önünde otuz kadar sandal top- lanmıştı. Hak hukuk — gözeten, sırasına riayet eden nerede? An- cak yumruğuna güvenen bir yol bulup öne geçebiliyor. Vay san- dalı geride kalanın haline.. Ak sakallı bir kayıkçı, kendi gibi köhneleşen — sandalının burnunu bir türlü iskeleye çeviremedi. Bütün — tani- dıklarından birer — Temel, o- ğul. Ha şu gan- cayı takıver da... Kimse oralı değil. — İhtiyarın sandalı, ileri gi- deceğine — geri gidiyor. Bir ara- terileri sinirlen- diler: — Baba.. Sen de pek bece- riksizmişsin ya.. Zavallı ihtiyar, handiyse hır- sından ağlıyacak. Derken bu sırada küreklerden birini denize düşürmesin mi? Adamcağız, yürekler parala- yıcı bir feryat kopardı: — Ha gurban olduğum Allah.. Buni da mı yaptun baa? Küreği — denizden — çıkardı amma, suralı da mosmor kesildi. Titrek ellerile küreği iskar- moza geçirirken, birkaç sandalı daha öne geçirmişti. Yolcular arasında — rıhtıma çıkarken ayağı — kayıp — denize | düşme tehlikesi atlatanlar oldu. Rıhtımda — güçlü — kuüvvetli bir adam, yardıma muhtaç gördük- lerinin koluna yapışıp selâmete çıkarıyordu. Bu hareketlle birkaç kuruş kazanacağını düşünmüştür amma bol bol duadan başka bir şey alamadı. E.. Ne yapmalı? Kiminin parası, kiminin duası.. demişler.. Küçük bir çocuk, boş bir rakı şişesini denize attı. Sandal-” cılar sordular : — Nerde buldun oni? — Babam verdi. — Niçin ateyırsın — denize.. Yazuk değil mi? Yahudiler, ta- nesini üç kuruşa alayirler. Çocuk, üç kuruşu duyunca sırıttı: — Öyle ise sana sattım.. Ver parasını.. Gülüştüler : — Geçti kayri, sen oni de- nize saltun |.. Boş “şişe, denizin —üstünde bocalayıp duruyor. Bir türlü di- be batmıyor. Bir ihtiyar, baktı baktı da: — Eh... Dedi, pir duasu ak hk ihtiyarın müş- | — —— —— oe — | L Kari Mektupları i Kayseride Pastırma Ve Sinek Kayseride Hüktel Memuru F Yekta Bey yazdığı mektupli baştan başa pastırma ve sucuk imalâthanesi halinde olan Kay rinin bir sinek yuvası olduğun her evde milyonlarca sinek lunduğunu yazmakta ve sinekte kurtulmak için hiç olmazsa €©' lerde pastırma ve sucuk imalini) belediye tarafından menine t yesslil edilmesini tememi € mektedir. Belediyeden Bir Rica Bir kariimiz yazıyor: * Davutpaşa iskelesi niha; tindeki şimedifer köprüsünün al! bir göl halini almıştır. Mükerri olarak matbuatta yazıldığı Üzel elyevm mezkür köprünün eskisi gibi durmaktadır. Gecele! zifir gibi karanlık olan mezki mahalde bazı kimselerin faaliye” de meşbut olduğu gibi mevzi bahs olan suyun ve çam temizlettirilmesi — alâkadar murların nazarı insafına bi kılıyor. ,, Bir Operet Hakkında Süreyya — opereti — perşembi gecesi Emir operetini temsil ett Emir gördüğümüz bütün opere! lerden başka bir mevzua mf lik seyyal, klâsik bir eserd Emir rolünde Ömer Ayd Enis — rolünde — Lütfulluh ruri, harem ağası rolünde Sali Cehdi Beylerle muhtelif roller6 Semiha, Fatma Dürnev Hanıü lar çok muvaffak oldular. Süre) | ya operetini teşkil eden ge san'atkârların ileride büyük m! vaffakıyetler elde edecekleri © hakkaktır.” Nusrak Safa mıiştir. O.. Sandalcılar da şaştılar: — Yahu.. insan olsaydı diye kadar çoktan boğulmuş! Şişman bir kadinı, sandald rıhtıma çekmek vinçten man almak kadar güç oldu. Rıhtımdaki — güçlü — kuwvi adamın bile bu işe gücü yetmi” de yanma iki yardımcı çağıf! Kadıncağız, ayağı toprağa ba: ca, can ve günülden: — Rabbim sana — şükü olsun... Dedikten sonra kendis' kurtaranlara dua etti: — Allah sizin de tuttuğun! kolay getirsin çocuklar... Vap! yolda fırtımaya tutulduğu ? yolcuların hâlâ sersemliği üze! rinden gitmemişti. Hele kad cağızın biri, baygın bir ha kayığın içine uzanmuş, yatıyo Başı ucunda duran - yaşlı adam, elindeki Himonu koklatıi! çalışıyor: — Hu... Aç gözlerini... İstanbula geldik!. Kadın, — gözlerini - bir açamıyor. Bütün bu manzaraların hut sasını yapmak İâzımsa, şunu gi liyebiliriz: Açıkta demirliyen purlardan yolcu karşılaması kikt bir azaptır! Bu mümkün olduğu kadar b tirmiye çalışmak alâkadar " | kamların vazifesidir, Rıklıma: | olmazsa birkaç — sandalın , zamanda yanaşabileceği bir » | merdiven daha yapılamaz mi © | düşünüyoruz. — #& T

Bu sayıdan diğer sayfalar: