6 Ocak 1933 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

6 Ocak 1933 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

g Eboı SON OPSTA da Efendı, Abdülhamit'in Acı Hitabını Anlamamış Gibi Davrandı Ebülhüda Efendi Sesine Hazin Bir Ahenk Verdi Ve.. Muharriri X4 Her Hakkı Mahfuzdur —40 — Ah, İzzet Ah.. Bu mel'anet muhakkak senin eseri şeytane- tindir.. Diye söyleniyorda. Oğlunu karşısında sağ, salim gören Ebölhüda Efendi pek çok sevindi, işin bu kadarla geçiştiri- diğine hükmetti. — Ertesi — gün, sanki biç birşey olmamış gibi saraya gitti. Saraya gider gitmez de (huzur)a istenildi. Zeki adam.. Her şeyi evvelden düşünmüş, — sorulması muhtemel olan her suale parlak birer cevap hazırlamıştı.. Huzura girer girmez, Abdülhamit: — Ebülhüda Efendi.. Bizim birader, sizin mahdumu bizden çaldı. Dedi... — Ebülhüda — Efendi, bu sözün müânasını anlamamış gibi davrandı. — Efendimizin tekdirini mu- cip olacak, bir günahım mı varki (huzuru şahane)nize girer girmez böyle acı bir sitemle karşılaştım. Diye mübhem bir söz manev- râsı yaptı.. Abdülhamit, masasının üzerinde duran ve imzası makasla kesilmiş olan jurnalı uzatarak: — Bakınız.. Dün, Beyoğlunda bir. mağazada bizim biraderin savapçısı Sabit Beyle görlüşmüş.. Hatta ona bir şey de vermiş.. Mesele, mühimdi. Ebülhüda Efendinin uzun binişinin etekleri, derhal suya ermişti. Maamafih, derbal silkindi. Mütecellidâne bir vaziyet aldı. Haşa efendimız.. Bunu reddederim... — Benim — evlâdım, bu ihaneti yapmaz, yapamaz... Ferman buyur... Tahkik et.. Eğer bu mesele — tahakkuk — ederse, vallahi, Billahi.. Tallahi.. Mübarek ceddimin ruhuna kasem ediyo- ram ki, kendisini alır, huzuruna getirir.. Gözünün önünde, kur- banlık bir koyun gibi kıtır kıtır | keserim... Dedikten sonra, ellerini semaya kaldırdı. Sesine hazin ve - titrek bir ahenk vererek, ( müfteri ve yalancıların, yarın ahrette duçarı azap olacaklarına dair) bir ayet okumaya başladı. Abdülhamit, elindeki jurnalı, ———emi seemaar aa Resim — Tahlili — Kuponu Tablatinisi — öğrenmek — istiyorssmua resminizli S adot kupoa İle bis Ükle gönderiiiz. —— Resminla meafa tâbidir. ve isde edilcvsa —H istim, meslok — || voya sah'at? l' Bulııııdvıku memlekot j Rosira stiyar | ecex wm/ ? ! Keslmla uı.u. :ıo kuruylak Pul moak. .nmnaı BÜRÜvet d e. N usullacık masanın Üstüne bıraktı. Sanki bu uhrevi tehditten kork- muş gibi bir hal aldı: — Maamafih.. Mescleyi ince- den inceye tahkik ettiriyorum. İnşallah, —ihbarın aksi zuhur eder. Diye mır:ldandı. 4 Abdülhamit, bu meseleye pek ehemmiyet vermişti. Buna binaen hakikaten inceden inceye tahki- kata girişti. Bütün mağaza müs- tahdeminini — def'atla — isticvap ettirdi. Nihayet, verilen jurnalın tamamen asılsız olduğuna kanaat getirdi. Fakat Hasan Halit Bey, bu hâdiseden fevkalâde — müteessir olmuş, ertesi günü şiddetli bir ateşle yatağa serilerek on beş gün şiddetli bir bummanın ateş- lerile kavrulmuştu. Bu müddet zarfında ne saraydan bir haber geliyor, ne de hünkâr tarafından hatırı sorduruluyordu... Bendeyâ- mnının en ehemmiyersiz bir has- talığına bile çok ehemmiyet ve- ren ve müteaddit doktorlar gön- deren Abdülhamidin bu ihmalkâr bareketi de gözteriyordu ki artık onun teveccühü tamamen zail olmuştu. Bu suretle aradan iki ay geç- t. Hasan Halit Bey, yataktan kalkmışsa da nekahet devrini geçiriyor, zaif ve dermansız ol duğu —için odasında güçlükle geziniyordu. Bir gün ansızın bir haber geldi. Başkâtip Tahsin pa- şanın dairesine davst edildi... Padişahın — gazabının — geçtiğine henliz emin olmıyan Hasan Halit Beyle Ebülhüda Efendinin fena halde yürekleri oynadı. Fakat bu davete lubıı etmemek te kabil olamazdı. Halit Bey bir arabaya bindi. Mabeyne gitti. Korka kor- ka Tahsin paşanın odasına girdi. Paşa, Halit Beyi görür görmer hemen yerinden kalktı, yer göz terdi. Hademeyi çağırarak kah- ve emretti. Halit Bey bu hali görünce derhal vaziyetin değiş- tiğini anladı. Göniş bir nefos aldı, Tahsin Paşa, afakt söz söyledikten sonra: — (Zatı şahane ) hakkınız- da pek büyük teveccüh ve m- habbet besliyorlar. Bunun nişa- nesi olmak Üzere de, sizi (Yeme- ne) göndermek istiyorlar. Dedi... Bu sözü işidince, san- ki o koca mabeyin dairesi, döm dü döndü.. Hasan Halit Beyin başına geçti.. Müessir, calibi rik- kat ve merhamet bir seşle sordu: — Günahım nedir, Paşa Hr.? Bendeniz gibi ubudiyeti bihakkın şiar ittihaz etmiş bir kullarına bu derece ağır bir ceza vermek revayı hak m:?.. Tahsin Paşa, güldü: — Yanlış anladınız. efendim.. Malâmu aliniz. Yemende isyan yar. (Zatı şahane) — oraya bir (Heyeti nâsiha) göndermek arzu buyuruyorlar. Bunun - riyasetine zatıâlinizi tensip buyurdular. Dedi.. Hasan Halit Bey, ba- şını — göğsünün — Üstüne — eğdi ve düşündü. Evet, filbakika o esnada Yemen ve havalisin bir değil, hatta iki yerde isyan — vardı. Şayet oraya bir heyeti nasıha gönder- mek icap ediyorsa, bilhassa bu- nun riyasetinin yaşlı başlı adam- lardan intihap edilmesi lâzımgel- mez mi idi ? birkaç ( Arkası varı Londra'da Köpeklerin Bi- leDişleri TedaviOlunuyor Bir köpeğin dişi tedavi ediliyor İnsanlar için olduğu kadar, medeni memleketlerde hayvam- ların — sıhhati ile meşgul - olan ve münhasıran cemiyete bu hir- meli yapa müesseseler — vardır. Gördüğünüz sahne, — Londrada, bir hayvan köpegıı :#orhi t tedavi eden bir dişcisini göster- mektedir. İnsanlara ne kadar temiz bir surette tıbbi tedavl yapılıyorsa, — hayvanlarda — ayni temizlikten — istifade — etmekle Asepsi —antisepti kairdlelerine © derece riayet olunmaktadır. lll z Bu Sütunda Hergın — Yazan: Naci Sadullah Kaybolan Güzel Bir hafta, buram buram ter- liye terliye çalışmaktan yorulmuş bir kalabalık eğleniyor, güneşten derileri kavrulanlar tenlerinin tu- tuşkunluğunu beyaz köpüklü mavi suların göğsünde serinletiyor, bu- zalmış suda — titriyenler -kızmış kumların ısıtılmış bir yatak kadar sıcak ve yumşak göğsüne uzamıp ısıniyorlar. Bir köşede, gramofonun oynak bavalarına gidiş uydurmuş birkaç mayolu çift habire dans ediyor, beride aptal kafası gibi ipiri bir lâstik topun ardından bir neş'eli insan yığını koşuşuyor, kimisi yeni geliyor, gimisi eğlenmekten bitkin, meyhaneden çıkan sar- hoşlar gibi salına sallana gidiyor, kimli uyuyor, kimi koşuyordu. Herkes bir başka hava içinde, bir başka biçimde eğleniyordu. Kumlara uzanmış etrafa göz ve kulak misafiri oluyordum. O gün yapyalnızdım, Kumlara baş- başa uzanmış uygun çiftlerin biri- birlerine fıkır fıkır. kaynaşmaları, kolkola yürüyen karşılıklı vurgun- ların fikir. fikir. gülüşleri, beni elemle karışık bir gıpta hissile ta içimden sarıyordu. Çirkin vücutlu kadın çirkin vücutlu erkek yoktu. Zaten, vücu- dunun çıplak halinde ağyar gö- | zünden — saklanacak - biçimsisliği olanlar buraya gelemezlerdi. * Üç adım ötemde, yarım adım önümde üç kişi var. Göbekli göz- löüklü, saçı kaşı döklük bir pinpon, acur, turşusu suratlı bir hatun ve... bu iki insan artığının birleşme- sinden nasıl çıktığına akıl yetire- mediğim bir melek... Müsaade buyurursanız, beylik kelimelerle size onun kaşını, saçını, boyunu posunu, samura, sırmaya, sülüne, kemana, hokkaya, bademe, fıstığa bir sürü bahçe ve bakkal mabsu- lüne, hayvanlara teşpih ederek tasvir etmiyeyim. Siz bilirsiniz ki ben güzelden anlarım. Ve o kız kelimenin tam manasile güzeldi. Renkleri, güneş altında kak- mış deniz köpüğü gibi pırıldıyan ipiri gözleri arada bir benimki- lere dalıp çıkıyor, — bu bakışlar benim, — güneşin — terletemediği sıcağa dayanıklı vücudumu sırsık- lam ediyor. Kız baktı, ben baktım. Gü- lümsedi, — gülümsedim. —Kalktı, denize doğru yürüdü, girdi, az sonra bu hareketi de — taklit ettim. O kolaçiadı, ben kolaçladım. Gözlüklü babasın'n, yorgun ba- kışlarından, görüşünün kuvvetli olmadığı — anlaşılan yaşı aşkiın anasının göremiyeceği kadar açık- lara gittik. O yanaştı, ben ya- naştım: — Küçük Hanım, dedim, en temiz emellerle sizinle tanışmak arzusile — çırpınan bir adamı kır- mıyacak kadar İütüfkâr mısınız?. — Küçük hanım, daha gön- Tüme aşkın kıvılcımı düşmemişti. Gözlerinizin iki Üç bakışı, ruhu- mu daha tanımadığım bir lezzetin hicranlı yangınile sardı. Az za- manda kalbime tasavvur edemi- yeceğiniz kadar kuvvetle hâkim oldunuz. Ne olur, iki kelimecik söyleyin. Ne olur, deyin ki... bileyim, bir şey söleyin ki der” manı tükenen kollarıma b bulacak bir kuvvet gelsin, Toy, mahcup bir mektep besi idim. Her toy, u mektep talebesi gibi hıkikı! bir anda abayı yakip kavurm tum. Gülmeyin, sahiden, - içt bildiğiniz 6 kuvvetli aşkla muştum o kıza, Bilmiyorum d neler #öyledim, daha ne d yalvardım, haha ne kadar naz* landı. Döndü. Döndüm. Sahile yaklaşıyorduk, gözlerimi Iıııldıı Dudakları kıpırdadı: — Beni, dedi, “24,, ıuııırıll odada bekleyiniz!... * “24, numaralı odaya gittim. Boştu. Yalnız köşede çıplak, mayolu bir adam uyuyordu. Du- varın çivilerinde elbiseye benzer bir şey yoktu. Binaenaleyh bu adam burada soyunmamışt. Kendisini uyundı- racak, ve münasip bir lisanla — rahatsız ettiğimden dolayı affını | rica edecektim, orasını terk etme- — sini rica edecektim. j — Beyefendil!!... vi — Beyefendi. hemşeriml.. — lll — Dostum, heyyl... Uykusu ağırca olacaktı. Cevap — vermiyordu. Sokuldum. Omuzuna hafifce dokundum. Cevap yok. Biraz daha hızlı. Ses yok. Birax — daha hızlı dokundüm... Adam, müvazenesi bozulmuş bir çimento çuvalı gibi olduğu gibi yere yu- varlandı. Ve ağrından kan geldi.. Evet bu bir ölü idi. Bin türlü — korku ile saçlarım dimdik, tüy- — lerim diken diken oldu. Bir an şaşkın şaşkın baktım. Ve şaşkın — hareketlerle kapıyı açtım. çıktımı: — — Dur efendi !, Dizlerimin bağı - çözülüyordu. Durdum. Polisti. Sert sert sordu: — — Orada ne arıyordunuz ? — Hiç! — Nasıl hiç ? — Arkadaş uyuyor dal.. — Hangi arkadadaş efendi, hangi arkadaş ?.. — Canım, bizim or... — Haydi, haydi anlaşıldı, git buralardan |.. * Mesele anlaşıldı.. Ben plâja — gelmeden evvel bir adamcağız boğulmuş. Müddeiumum! gelinci- — ye kadar ortada - kalmasın diye oraya kaldırmışlar, kapısında da polis bekliyormuş. Polis dolaşır- ken tesadüfen onun- arkasının dönük olduğu bir zamanda ben — içeri girmişim, Çıkarken de bur run buruna geldik. * Güzel kaz gitmişti. Onu bir daha göremedim. Bu oyunu mah- sus ve bilerek mi yapmıştı; yok- sa bu da bir tesadüf cilvesi mi — idi? Üzerinden uzun seneler geç" ı’ ti, ben hâlâ kestiremedim. Sizi — alâkadar ederse düşünün, içiniz” — de benden zekileriniz vardır. Belk — ki, onlar; hikâyenin bu meçbur lüne de anahtar uydurabilirler..

Bu sayıdan diğer sayfalar: