16 Aralık 1934 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

16 Aralık 1934 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Muharriri: A. R. e No.: 113 Atlıların Takibi !.. Antuvan Yumruklarım Sıktı: "Ahmaaaıkarnlar Size| Oynıyacağım Oyunu Sonra Göreceksinizl,.,, Dedi.. Kapı ile şato — arasındaki yolu çarçabuk geçmiş.. O atlıya bir şey söylemiş. —Yine ayni suretle geri gelmişti. Bunu görür görmer Antuvan kendini zabtedememiş.. Hayatın da nadiren kullandığı en ağır bir küfürle sövldükten sonra : — Vay, ihtiyar tilki — vay... Bizim yanımızda,, kocamış çoban köpeği gibi ayaklarını sürüyordu. Bak şimdi de keklik gibi sekiyor.. Anlaşıldı.. Artık, tamamile anla- şıldı.. Şatoda hayal gıbi gözüme ilişen gölgeler, uzaktan bir fısıltı gibi —işittiğim — sözler.. Bunların bende uyadırdığı şübheler, asılsız değilmiş... Fakat bu atlılar ne oluyor ?.. Benim takib ettiğim yola çıktılar. Demek ki bunların Şövalye ile bir alışverişleri yok.. Şu halde ?... Antuvan, birkaç dakika dü- şündükten sonra başını salladı : — Buldum.. Buldum... Bunlar, beni tekib ediyorlar. Sebebi de mutlaka — şu üzerimdeki — mek- tubdur, Diye homurdandı. Ve sonra kalkıp oturarak bir kahkaha bastı. Atlıların arkasından elleri- ni salladı : — Koşun.. Tutarsınır... ? Diye mırıldandı. K * Antuvan, — artık Kararını — vermişti. Alaylı tebessümle gülümsedi: — Ahmak maskaralar! Size müsterihti. bir oynayacağım oyunun ne parlak olduğunu görürsünüz. | Dedi. Ve sonra. düşündüğü plânın — ilk maddesini — talbika girişl. Bu birinci madde muci- bince; Evvelâ güzelce karnını doyuracak ve sonra, ortalık kara- rıncaya kadar rahat bir uyku çekecekti. Çünkü, günlerden beri yol —yorğunluğuna — binen dün geceki uykusuzluk, onu bir hayli sersemletmişti. Halbuki bu gece, kuvvetli — ve çevik — bulunması elzemdi. Şu esrarengiz muhite ayak bastığı dakikadan itibaren hissettiği gizli bir takım şeylerin mahiyetini, ancak bu — suretle keşfedebilecekti. Baba Karlonun verdiği sucuk- lardan birini yedikten sonra öte- kini büyük bir dikkatle cebine yerleştirdi. Şarabların bir şişes'ni- de içti. Oradan büyücek bir taş alarak ona güzelce bir yastık * şekli verdikten sonra, boyluboyuna yere uzanıverdi. Şuanda, Antuvanın dudakla- rında garib ve hazin bir tebessüm husüle geldi. Derin derin içini çâl.(ıl. Zihninden şunlar geçmekte idi: — Heygidi dünya, hey.. Şu insan oğlu ne garib mahlük... Dün, şöyle.. Bugün de, böyle.. Hayat, geçip gidiyor... Bir kaç gün evvel Luvr sarayında yattığım o pamuk- lar gibi yatakla şimdi şu başımın altındaki katı taş ve kup kuru toprak, neacı bir tezad teşkil ediyor... Ah Şöva'ye, ah.. Hiç orahat, hiç o cennet gibi hayat ayaklar altında çiğnenir mi?.. He- le o, insanın etrafında kumrular gibi dolaşan yosmalar... Hiç bun- ler, kolay kolay feda edilebilir mi?... Kulakları çınlasın, ya be- nimki?,.. Aman Allahım, ne ılık.. aa Ne yumuşak.. Ne sokulgan şeydi?... — Biraz bekle, yavrucuğum.. (|| Eğer açlıktan ve yorgunluktan, | günün birinde bir çalının dibinde | fıkırdıyarak can vermez de, şayet zengin olursam.. seni — mutlaka hizmetçi alırım. Dediğim zaman ne büyük se- vinc göstermiş.. nasıl katıla ka- tıla gülerek yere sarilmişti?... Hey gidi talih ve mukadde- rat... Acaba günümüzün birinde hakikaten benim de yüzüme gü- lecek misin?.. Yoksa.., Artık yavaş yavaş Antuvanın ağırlaşan göz kapakları kapan- mış.. sesler, ağır ağır uzaklaş- mış.. dimagı, bu hayal ve hülya- lar içinde uyuşmıya başlamış.. nihayet uyuyakalmıştı. » Uyandığı zaman, ortalık adeta kararmıştı. Antuvan hemen yerin- den fırladı. Dizlerinin üstüne otu- rup ellerini yere dayıyarak şato- ya baktı. Şato, kapkaranlıktı. Yalnız gölün üstündeki odada bir ışık vardı. Bu işıktan akseden kızıl ziya, gölün durgun sathına akmış ve uzamıştı. Antuvan: — Tam vakit.. Yavaş yavaş işe başlamalıyım. Diye mırıldandı. Atının dizgin- lerini koluna taktı. O sarp taşlık- lar, her tarafı kaplamış olan ça- hbık ve fundalıklar arasından güç- lükle yol bularak yavaş yavaş > yamaçtan İnmiye başladı. Şatonun arkasındaki küçük ormana gelince, atını sık bir ağaç- lğın içine sakladı. Kişnemesin diye de, zavallı hayvanın ağzını sıkı sıkıya bağladı. Ondan sonra ağaçları siper ede ede şatoya yaklaştı. Maksadı, ahırların arka- sından dolaşarak açık bulacağını Umit ettiği pencerelerin birinden sessizce binaya sokulmaktı. Mutfakta, hafif bir ışık vardı. Pencerenin birl açıldı.. Dışarı bir el uzandı. Birşey attıkdan sonra, tekrar kapandı. Bu, her halde Baba Karlo olacaktı.. Bu suretle Baba Karlonun mutfakta olduğuna hüküm veren Antuvan, fikrini — değiştirerek — ahırların önünden dolaştı. Fakat tam kö- şeyi dolaşır dolaşmaz, herşeyden evvel düşündüğü en büyük teh- like ile karşılaştı. Şatonun ©o azgın göpeği ile karşılaştı. Baba Karlonun bu sadık arkadaşı, sinsi bir hareketle birkaç adım koştuktan sonra, büyük bir hid- detle homurdanarak Antuvanın Üstüne saldırdı. Fakat Antuvan, ondan daha kurnaz davrandı. Bir adım yana sıçradıktan sonra hemen yere kapandı. Cebinden çıkardığı sucuğu köpeğin önüne attı. Köpek, aldandı. Antuvana saldırmaktan vazgeçerek dişlerile koca sucuğu kavradı. Ön ayakları | ile bastırarak yemeye başladı.. | Antuvan, hiç acele etmedi. Ol- | duğu yerde kımıldamıyarak beş on saniye bekledi. Sucuğun lez« zetini alan köpek, artık herşeyi unutarak, başını ikl tarafa çevire çevire tamamen dalgın bir hale gelmişti. O zaman yavaş yavaş kılıcını çıkardı. Sivri ucunu #&ım- | sıkı kavradı. Bir yay gibi yattığı yerden sıçradı. ( Arkası var ) SON POSTA Evlerinden Bıkanlar — Bizim evuc yeseyi kunu plşirir, hangi ilâcı kullanıyorsunuz? — Bizim evde de öylel — Mide rahatsızlığına karşı NATiğiii YNT A EE DS İN MA İR Birinci kânan 16 o Müstemlekeciler Türkiye- ye Adım Bile Atamazlar ( Baştarafı 1 inel yüzde ) sahibdir. Biz, Yunanlı Generalın bu süzlerini okuduktan sonra daha açık olarak söyleyebiliriz. ki: — Türkiye, bugünkü Cümhu- riyet Türkiyesi, müstemlikecilerin istilâ maceralarına lokma olamaz. Bizi bilmeyenler ve bilmek İste- meyenler öğrenmelidirler ki günün birinde yurdumuza saldıracaklar kim olursa olsun, burada ancak kafalarımı çarpacak kaya parça- ları bulurlar. Çünkü, bundan bir müddet evvel, Büyük Millet meclisinde yurdun, mühtemel — bir. istilâya karşı korunmasi meselesi görü- şülürken demiştik ki: İzmirden — Antalyaya kadar olan sahillerimiz, etrafı dağlarla çevrilmiş dar bir şerid — teşkil eder. O yüksek dağlar, bu sahil arazimizi işgal etmek istiyenlere karşı bizim için tabiatın elile kurulmuş birer müdafaa kalesi- dir. Ege ve Cenub Akdenizi kı- yılarına sokulacak olan macara orduları, bu güzel Türk toprak- larında kendilerine yalnız kanlı bir mezar bulablüirler. Büyüklerimizin birçok - vesile- lerle söyledikleri gibi: “— Yurdüu korumak - işinde vetimizi barış ve kendimizi ko- rumak yollarında kullanmaktan başka birşey düşünmiyoruz.., Cümhuriyet Türkiyesinin barış seven ve barış için uğraşan bir ülke nldugunu bilmeyen kalmadı. Fakat birkaç gün evvel bir Fran- &x gazetesinin ehemmiyetle İşa- ret ettiği gibi, bizim barış siyasa- sına bütün varlığımızla bağlı ok duğumuza inanmıyanlarda varmış. Çünkü © Fransız gazetesi di- yor ki: “ Italya, on iki adayı tahkim etmek ve askert bir Üs haline ge- tirmek suretile Türkiyeyi gücene dirmiştir.,, Buna rağmen biz, Türkiyenin barış severliğini Italyanında anla- mış ve bilmiş olduğu kanaatin: deyiz. Çünkü daha üç gün evvel Başbakan General İsmet İnönü şunları söylemiştir “ — Uluslar arası havası, ha- rici siyasetimizi milüi müdafaamı« za da istinat ettirmeyi zarur! kılı- yorsa bu, dünya politikasının ta- bil ve zarur! bir neticesidir.,, Bizim harici si; direklerinden birisi de barış,, düsturu olduğuna göre, Başbakanın şu sözlerinden “Tür- kiye, kuvvetine güvenen bir barış- çok kuvveliyiz. Fakat bu kuv- :ıd.ır...Veciıuiniçıkırılıllbh.-N.Fl MA KER

Bu sayıdan diğer sayfalar: