30 Nisan 1935 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

30 Nisan 1935 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

——— vada nni 'Deli Aslan Tefrika No sıt Yanan Mumun Bin Bir Hatırası Vardı.. Ancak Aslan Beyin gözleri pek sevdiği bu silâhlar özerinde bir an bile dur- madı. Çünkübu odada onun gön- lönü çırpındıran, gözlerini aydın- latan iki çok sev- gili vücut vardı: Bunlar, - birl yaşlı, biri genç iki kadındı. Biri şefkatli bir anne, öteki melek yüzlü sev- gili bir kız kar- deşti. Kırk beş, elli yaşında — kadar görünen anne se- BR dirin ocağa yakın ucunda, değerli Vaktile Subuska birkaç tehlike daha geçirmişti. Deli Aslam bir Türk secca- desi üzerinde diz çökmüştü. Önün- deki küçük bir mum iskemlesin- de tek bir mum daha yanıyordu, Kadın bu mumun ışığı lle, göğ- #ünden yukarı-tuttuğu bir kitabı saygılı ve sessiz okuyordu. Kita- bın üzerine eğilmiş yüzünde pek müstesna bir güzelliğin, pek parlak bir gençliğin bütün izleri ve gül- leri hâlâ taze ve pembe duru- yordu. Geniş ocakta yanan odunların sarı, kırmızı ölevleri bu iyi, ber- rak yüzde ve biraz çok gibi duran kaşlar üzerinde penbe kelebeklor gibi oynaşmaktaydiler. Yaşlı kadından uzakta, minde- rin kapıya yakın bir yerinde on- sekiz yaşında kadar çok güzel bir kız oturayordu. Önüne eğdiği yüzünü bir ressam — fırçasından çıkmış gibi görünen parmaklarına dayamıştı. Derin, bir hayale bü- tün varlığını bırakmış sanılırdı... Bu büyük, yüksek tavanlı oda- nın birer sessiz bucağında ve dört duvarı kaplıyan korkunç tulgala- rin, — topuzların, — kılıçların, çelik göğüslük ve sahtiyan boyunlukla- rın ortasında bu ikl narin, nazik ve durgun kadın ne kadar yürek kabartıcı, ne kadar romantik bir levha yaratmış idiler!... Bu kalın, kuytu duvarların için- de insanlığın en katı, korkunç ve en acıma bilmez şeylerile en tatlı ve şafkatli Öörnekleri biribirine karışmış, müphem bir gölge ve ışık perdesi Üzerinde titreşiyor- lardı: Duvarlardan — ölümü, — ihtırası, aslâ Aaffetmez kini ve intikamı sivri işaret eden keskin kılıçlar, mızraklar bakıyordu; yüz siper- likleri indirilmiş çirkin Alman ve Macar zirh - başlıklarının içinde, sanki orada Türk kılıcı mızrağile son soluklarını vermiş ve son ölüm nârasını atmış kâvur conkci- lerinin kanlı gözleri öfke ile ışıldıyordu. Kalın ve esmerleşmiş meşe tavan kirişleri arasından ölümle biten boğuşmaların, tüyler ürper- tici kılıçtan geçirmelerin soğuk ve karanlık rüzgârı bir fırtına gibi esiyor, dalgalanıyordu... Ve sonra... Ve bütün bu ce- hbennemi şeylere karşı, odadaki iki kadının canlandırdığı levhal Bu iki melek,.... Birisi merhamet, af, gufran vaideden ulvi kitabı titirek du- daklarile okuyan ve gönüllerden acıma ve yardım isteyen yaşlı kadın... Birisi de gençliğinin kimbilir | “i's. B Miz r - —- Gi zi litnse li b sön adai ai di a meisiy — © KÖRU Ü el bu defaki ablukayı hepsinden zorlu görüyordu hangi eremiyeceği hülyasına dal- mış genç kız... Bir anne ve bir kız kardeş! Yaralı, çılgın ve çaşkın insan- liğın bu iki ebedit koruma me- lekleril ee Te ler v T n YSi Ce * Ocak pembe alevlerile ince İnce çıtırdıyordu. Kalın pirinç kollu şamdandaki mumun titrek ışığı sessiz. ve loş bucakları dolaştı. Bu, pembe, sarı alevli ocak şimdi üâdeta canlı, düşünceli bir şahsiyet gibi idi ve onun kon- dince uzak ve korkunç asırlardan kalma ne kadar hatıraları vardı!. Evet, o ocak şimdi bir insan gibi, hatırlıyordu; Yine kendisi, yine bu ocak değil mi (di ki: insanların yarı hayvan halinde karanlık mağaralarda yaşadığı “geçmiş,, İn uzak asırlarında o mağaraları aydınlatmış, ve bu çıplak ük adamların bir lokma et, yahut bir kucak kadın için dişle, tırnakla boğuştuklarına bi- #ibirini paraladıklarına şahit ol- muştu... Mütevazı, titrek ışıklı mumun da kendine göre hatıraları vardı. Bunlar da daha az acıklı değildi., Evet, o da pek iyi hatırlıyordu: Bu mum, asırlardanberi aksakallı Abitlerin, gençliklerini, dine göm- müş rahiplerin ateşli saf yürekli melfkürecilerin sabahlara kadar dünya barışıklığı Insan kardeşliği için dualar ettiklerini görmüş, sonra da kocası, oğlu parçalan- mıiş annelerin gözyaşlarını, biribi- rinl boğazlıyan milletlerin kan sellerini seyretmişti... Evet, bu böyle olmuştu, olu- yordu ve daima, dalma böyle olacaktı. Demek daima sulh melekle- rini müdafaa için yıldırımlar ve yıldırımları doğurmak “için de yine sulh melekleri, anneler — ve kız kardeşler lâzımdı! Aslan bey oda kapısında hâ- lâ put gibi duruyor ve — böyle düşünüyordu. Geçmişin birçok şan ve velve- lesi ve — geleceğin bütün acıklı veya tatlı ihtimallerile dolu bu odayı, ve orada annesile kızkar- deşinin bu duruşlarını önce bir çok kereler daha görmüştü. An- cak manzara onun yüreğini şim- diye kadar hiçbir. zaman bu derece ağır ve coşkun duygular- Ia doldurmamıştı. “Hütünsitar) SON POSTA den de ( Baştarafı 1 inci yüzde ) bınız gözlerini kandil çöreği gibi açıyor, ve: — Ben kadın tellâlı mıyım ? diye çıkışıyor. Meselâ dün, hani şu, erkek kılığında gezen - kazla nişanlısının evlerini buluncıya ka- dar bir dayak yemediğim kaldı. Nihayet bir hayli terslendik- ten, bir hayli taban eskittikten ve bir hayli kapının ipini çektik- ten sonra bayan Ayşenin evlal bulabildim. Kapıyı açan hatunun kaşları alacaklı görmüş gibi çatıldı: — Ne yapacaksınız. Ayşeyi? — Ben., Ga... Diyebildim. — Fakat cümlemi eğil: — Zeteciyim!... Diye kelime- mi tamamlamama vakit kalmadan kapı, bir mavzer tırakasiyle su- retıma kapandı Bu, gazeteci'ik hayatımda — suratıma — kapanan lk kapı değildi. Bu itibarla, ba- cadan girmenin yolunu düşünerek güldüm: — Bizim meslektaşların itibarı yine tahtessıfıra düşmüş. Demek hakikatı yazmışlar. Az sonra, bir. misafirin kapı- yı çalışı benim içeri girmek için çare —icat etmeme İüzüm bırakmadı. Onunla beraber içeri sıyrıldığımı — gören çatık yüzlü hatun: — Amma, dedi, artık bu” »kadarı rezâlet. Yazdığınız yalan- lar yetmedi mi sanki? Kovulmaktan kurtulmanın yo- lunu, aklıma gelen bir yalanı sa- vurmakta buldum: — Siz asıl, kızınızın nişanlı- sından — dinlediklerimi — duysanız, şaşarsınız. Şimdi — söylediklerinin yanında o yazılanlar hiç kalır! Çatık kaşlı hatunun yüzü me- rakla kırıştı: — Ne söyledi? İçin için gülerek cevap verdim. — Suratıma kapıyı çarpmak- tan vazgeçmiyorsunuz kl anlata- yım! O sırada söze, yanımıza ge- len Bayan Ayşe karıştı. Erkek kıyafetinde gezen kızın nışanlısı fitili ateşlenmiş bir dinamit gibi idi: — Herkes sizin gibi değil ki efendim, dedi, herkes sizin gibi değli ki! Dün © gazetecilerin, ve gazete fotoğrafçılarının ellerinden çekliklerimi bir ban bi'lirim bir de Allah. Otomobile atladım. Zorla ya- nıma bindiler. Eve girip kapıyı suratlarına çarptım, yüklenip gir- diler. Ağzımı açıp tek kelime söylemedim, gidip arabayla yalan yazdılar. Güldüm: — O, araba araba yalan arasında bir. ikl teneke hakikat ta mı yok? Onun cevap vermesine va'it kalmadan... annesi söze karıştı : — Neler uydurduklarını oku- yayım diye, bir haftalık yemek parasını gazetelere verdik | Bu iş üç gün daha sürse, bütün gare- teleri alalım derken — tahtaya oturacağız. Kesin artık bu bahsi Bayan Ayşe, annesini — sinirli sinirli gülerek susturdu ve ax evvelki sorgumun cevabını verdi: — Efendim, bu işin içyüzü bir romandır. Ben size herşeyi olduğu gibi anlatacağım. Hem başka hiçbir gazeteciye söylemi- yeceğim. Fakat birax sabredin, hele şu Erkek Taklidi Karın Macerasi “İlâacın, Kumaşın Değil, Böyle Erkek Taklitlerin- Korunmalı ,, mahkeme bitsin! Bayan Ayşeyi Ikna için harcadığım kelimeleri toplasaydım, Son Postayı bir ay doldurabilirdim. Nihayet, — işin asıl iç yüzünü, şimdilik en kısa yoldan izaha razı olabildi: — Onunla, — dedi, — bundan altı, yedi ay evvel tanıştık. O, işim icabı, hergün önünden geç- tiğim bir kahvede oturur, erkek- lerle tavla, iskambil oynar, ve beni görürürmüş. Bir gün, bir küçük çocuk elinde küçük bir kâğıt getirdi, okudum, Mektupta edebiyata — mütleallık bir — sual soruluyordu. — Yazanı, edebiyat meraklısı bir talebe sandım. Ve cevap verdim, Ondan sonra — bü — Bünller tekerrür edip giderken, bir akşam, temiz — kılıklı bir genç önümü kesti. Ve: — Ben, dedi, evvelâ - sual'e- rime verdiğiniz cevaplara teşek- kür ederim. Fakat, bu şeralt dahilinde, sizden öğrenebilecek- lerim çok mahdut kalıyor. Eğer müsaade buyurursanız, arada sıra- da sorgularıma şifahen devam edeyim. Ben bu teklifi kabul etmekte mabzur bulmadım. Ve arada sıra- da buluşmayı, edebiyattan, sanat- tan konuşmaya başladık. Fakat o, günün birinde bahsl edebiyattan, sanattan uzaklaştırdı, gönüle, sevdaya döktü ve: — Sizinle evlenmek istiyorum! dedi. 0 Bu âni teklif benl sinirlendir- mişti. Kendisine, bir kızla evlen- menin meşru ve tabil yolunu gös- terdim. O, bu yolu kabulde tereddüt göstermed. Ve üç gün sonra an- nesini evimize yollayarak, benl resmen istetti. Ve, yaklaşan askerliğini ( ! ) atlatmasından sonra nikâhlanmak Üzere nişanlandık. Fakat, nişanlanışımızdan ar sonra, br gün bir arkadaşım: — Ayol, dedi, sen çıldırdın mı? Sordum: — Nedon? — Melekzat'a nişanlanmışsın? Bu sefer arkadaşımın çıldır- dığına hükmettim ve iki adım gerileyerek hayretle kekeledim: — Hangi Melekle? — Canım, şu, kendini Kenan diye tanıtan erkek kılıklı kızla ! Bea, evvelâ buna inanamadım, imkân, ihtimal veremedim. Fakat arkadaşım: — Canım, dedi, budalalık etme. Onun kız olduğunu bilmi- yen yoktur. Geçenlerde bir başka kızla de nişanlanmış, ve foyasını nikâh gü- nüne kar meydana vurmamıştı İş anlaşılınca da kıyamet koptu ve ayrıldılardı. Arkadaşım, benl birçok —kız- larla konuşturdu. Ve onları da dinledikten sonra, Bay Kenanın bayan Melek olduğuna şüphem kalmadı. Tabit ondan sonraki İlk buluş- mamızda da kendisine: — Ayol, dedim, herkes senin kız olduğunu söylüyor! O, kaşlarını çattı ve: — Haltetmiş onu söyleyenler! dedi. Ben iddiamda israr - ettim, “kati ültimatomu verdim : — Git muayene ol, erkek ol- Odüğüna dalr — tasdikli, damgalı, pullu bir rapor getir, evi Yoksa bir daha yüzyüze yizl! dedim ve ayrıldım. Bir müddet biribirimizi medik. N.hbayet günün b mahut mektup geldi. — Bü tupta: — Ben, diyor, gidip n olacağım, ve erkekliğimi edeceğim. Fakat o raporü gözüne soktuktan sonra dt nına kıyacağım. Zira sen “Kadınsın!,, — demekle, izzetinefsimle oynadın! Bu mektubu aldıktan tabil ödüm patladı. Zira İ bazı arkadaşlarına Hünsa ğunu ve bir ameliyatla taf olabileceğini 5 Bu ameliyatı yaptırıp erkek ğuna dair rapor alabilir. ve | camma kıyabilirdi. Ben, uzak ta olsa, bu y düşündüm. Zaten erkek te " m ondan. Bu y ::lı:lımd-ı mahkemeye vurdum. Hikâyesini bitiren ayrılırken annesi güldü: — İşte böyle oğlum. zaman bozuk. İnsan sade içkinin, kumaşın değil, erkeğin de - taklidinden malı. ve yakasını silkerek ilâve — Bundan sonra mu meden damat almak mı? sözüme tövbe | * * * — Yalan — efendim, Hepsi yalan... Bunu da, : yafetinde gezen bayanın söylüyor. Hem de, bir penceresinden. — Efendim, diyorum, *? inseniz, biraz konuşsak da, *f lını an'asak ! f O, pencereyi kapamıya " lanarak ilâve ediyor : — İşin aslı mah olacak, benin söyliyecek ' yok size. ; Onunla konuşabilmek m yalanı kıvırıyorum : — Öyle diyorsunuz evvel bayan Ayşenin banâ "j tıklarını — duyarsanız, iner ! O, yerinden telâşla merdivenleri Ikişer Ikişer kapıya koşdu: P. —?Nı söylemiş, anlatır ! — Gezer a... Şaire me de erkek kılığında g#? — Kerimeniz tavla dâ © mış? : — Oynar a. Şimdi erkek arasında ayrılık ge kaldı? — Sizin — kerime, y », nikâhlamak istemiş. Di A din - arasında bukadarcık ” fark kalmadı? ğ — Yalan! Ondan sonra ne ayni cevabı aldım: — Yalan... Yalan. r Erkek kılıklı bayanit " g ağzından: — “Yalan,, $ söz çıkmıyordu. Ayrılırken; — Bayan kastederek: — Allah © mi versin, dedi! Tasdik eet e) — Amin! Ve kendi kendime dim: l — Amin... Allah #7 —— Fakat hangisine? Bunun cevabi sonünda belli “olacakl ——

Bu sayıdan diğer sayfalar: