17 Kasım 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13

17 Kasım 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

yi " Son Posta ,, nin ılyiıl tefrikası : 33 ıTTıHADve,TARAKK İDEONSENE Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen Ecnebi devletlerin Bâbıâlide gösterdikleri faaliyet ıııgıllere muhalifleri tutuyordu, Almanlar müthiş Türk dostluğu gostenyorlırdı, Rus sefareti baştercümanı Mandelstam Bâbiâliden çıkmıyordu. Fransızlar da işi misyonerleri vasıtasile yürütmeğe çalışıyorlardı. ÜD12 senesine kader Hariçta ” Od Manlı imparatorluğu hakkındaki fiki Fündan ibaretti: İmparatorluk çökme- Mahkümdur; Türklerde kuvvet o - tak yalnız bir askerlik, daha doğru - 'U yalnız bir askeri kahramanlık var- t*. Memlekette sanayi namına hiç bir ?Y yoktur; ziraat çok iptidatdir; si- Yâsf kültür yoktur; muhtelif milli - Yetler ayrılmak isterler; hülâsa, Os - h imparatorluğu iktısaden — hiçtir Ve iktisaden hiç olunca da askeri kah- Tamanlık büyük bir şey değildir. İm - Paratorluğu tutacak maddi ve manevi hiç bir kuvvet olmayınca onun çök- Mesi zaruridir. Bunda herkes mütte - kti. Fakat, ne zaman çökecekti? He- Men çökmeli miydi? Bu noktalarda it- Hfak yoktu. Herkes — imparatorluğun mesini, kendisi için en müsait za « Tana tehir taraftarı idi ve Osmanlı _D'rı!urluıu da bu sayede yaşıyor - . Bu çökme zamanının gelmesini liyen alâkadarlar arasında, İttihat | Ve Terakki hareketine karşı muhtelif|! tarzda cephe alanlar muhtelif — siyasi | törüşlerle hareket etmişlerdir: 'nnılloro muhaliflere yüz veriyor İngiltere, İttihat ve Terakkinin im - Paratorluk içinde uzun müddet yaşıya- Muiyacağına kani olduğundan onun yerine geçeceğinden emin bulunduğu Mürteci unsuru tutmıya ehemmiyet verdi. Bu, İngiliz kolonizasyon siya- tetinin klâsik usulü idi. O zamanın ta- Tihinde büyük bir rol oynamış olan se- faret baştercümanı Fitz Maurice bu si- Yasetin kahramanıdır. Bu zatın tücü irtica muhiti içinde dolaşıp on- İttihat ve Terakki aleyhine kışkırt- Mak ve imparatorluk içinde mü I"kllız iyasetini tutacak siy: du vücuda getirmeğe çalışmaktı Rusyanın Bâbiâlideki çalışması Rusyanın da böyle bir baştercüma - ti vardı. Bilâhare Osmanlı impara - torluğu hakkında büyük bir eser yaz- Miş olan bu zat Göspodin Mandelstam, iki tarafla da münasebette bulu - hur ve fakat, İttihat ve Terakkiye kar- * dost görünürdü. Memleket içinde Rusya dostu bul - Mak, Rusya ile Osmanlı imparatorlu- nun tarihf münasebetleri hasebile İmkânsız olması ve İngilterenin açık - fan açığa dostluğunu istiyen kuvvetli bir zümre bulunması Mandestam'ı İt- 'İ!ıl ve Terakki ile hoş geçinip o mu- hitte İngültere aleyhinde çalışmıya tevkederdi. Meselâ İngiliz baştercü - Manı, hiç bu tarafa uğramazken, Rus ştercümanı sık sık bizi ziyaret eder- di. Bu ziyaretlerinden ve bu arada benden de kitabında bahsetmiştir. Bu Zata göre Rusya bizim dostumuzdur, dostumuz olmalıdır, alacaktır. Bizim €n büyük düşmanımız Almanya ile ngilteredir. Eğer Almanyadan kuvvet alan Avusturya - Macaristanın hare - keti olmasaydı ne bidayetteki Bulgar hareketi, ne de sonraki Balkan harbi Vukua gelmezdi. Esasen Balkan mil - letlerinin bu hareketleri de zaten ta - bit ve tarihen zarurf değil miydi?.Rus- Yya Balkan devletlerine kargı Türkiye- Yi müdafaa edemezdi, çünkü serde kardeşlik vardı; — Fakat, başkalarına karşı Rusya «daima Türkiye ile bera- ber olabilir.» Ben kendisinden bu tezi kaç defa dinleyip «evetn diye baş sal- ladım. Mösyö Mandelstam, Türkiye - '.lf yeni bir Mahmut Nedimof arıyor-. işi, du. Bunu senelerce aradı, — fakat bir türlü bulamadı. Nihayet, Balkan mu- harebesinden sonra Rusya Ermeni me- selesini ele alınca artık Mösyö Man - delstamın da kimseye karşı yüzü kal İmıdıimdan çekilip gitti. Almanya namına kim çalışıyordu ? Böyle bir unsur da Almanya sefa - rethanesine mensuptu: Her Weiss O - nur tezi de şu idi: Türkiyenin düş - manları Almanyanın da düşmanları - dır. Almanyanın Türkiye toprakları |ile hiç bir alış verişi yoktur. Maalesef, Almanyanın Avusturya-Macarintan ve onların imparatorluğa karşı olan ha- İreketlerini menetmeğe mâni olmuştur. Almanya için bu, bir hayatf zaruret icabı idi. Fakat, Avusturya - Macaris- tanin tarzı hareketi de Osmanlı topra- ğına göz dikmiş bulunmaktan değil, Habsburg tahtını İslâv tehlikesine kar- e müdafan ihtiyacından İeri gelmiş - tir. Zaten, bu meseleler de halledil - miş olduğundan artık Almanya ile Türkiye arasındaki dostluğa mâni o - labilecek müttefikler meselesi de yok- tur. Almanya Türkiyenin maddi ve manevi inkişafı için her yardımı yap - mıya ve onu müdafaa etmeğe her, za- man hazırdır. Hakikaten o tarihte Os- manlı imparatorluğunun, çökmesine, paylaşılmasına muhalif olan yegâne devlet te Almanya idi. O, kendisine Basraya kadar iktısadi bir yol açmıya ve bu yol üzerinde iktısaden yerleş - meğe bakıyordu. Hattâ, Balkan itti - fakı bir Panslavist hareket olduğu hal- de bile gene bundan korkmuyor, Ro - manyada, Bulgaristanda haiz olduğu nüfuza güvenerek İstanbulda kendisi- ne mühim bir menzil noktası tedarik ederek şarka ve cenuba doğru iktısat ve kültür nüfuzunu yaymıya çalışı - yordu. Abdülhamit Alman siyasetini boşuna tutmuş değildi. İmparatorlu - ğun o halile devamında en çok men - faati olan Almanya idi, Fransız misyoner teşkilâtı Fransızlar başka tarzda hareket e - derlerdi: Türkiyede bir çok şirketleri vardı; mektepleri ve gazeteleri vardı. O da bunlar vasıtasile nüfuzunu yay- mıya, hattâ, İttihat ve Terakki ile dostluk yaparak bunu arttırmaya ve İyeni yeni imtiyazlar elde etmeğe, bil - hassa Alman nüfuzuna engel çıkarmı- ya ve nihayet muhtemel bir miras pay- aşmasında fazla hak iddia edebilecek İtalya ile müttefik olmak zarureti onu | SON POSTA Ecnebilerin içinde bin bir entirika çe virmek istedikleri Babıâliye Sait Paşa girerken!.. manevi bir mevki elde etmeğe çalışır- di. Viktorya Mitran kimdi ? Berutun büyük bir ailesine mensup bir matmazel, Victoria Mitran vardı ki Cağaloğlunda kurduğu —mükellef bir evde yaşar ve orada Fransız - Türk dostluğunu feyizlendirmeğe gayret e- derdi. Çirkin denmiyecek kadar güzel, fakat daha ziyade zeki ve hoş bir ka » din olan bu matmazel, Suriyenin bü- |tün bu kabil insanlar gibi, herkesin ve her tarafın cebine birer mavi boncuk koymasını bilirdi. Belki Fransa için ayni zamanda bir istihbarat vazifesi de yapardı. Fakat, Balkan muharebesi es- nasında ve Balkan hazbinden sonra, Mösyö Pişotla arasında mevcut dost - luk sayesinde Türkiyeye hayli hizmet- leri de dokunmamış değildir. Kendisi sonra Fransaya çekildi ve orada, harp esnasında hastabakıcılık ederken öl - dü. (Arkası var) YULAF ÖZÜ çocukurı bayat ve sıhhat ve « ren yegâne neşvü nümalarını te - min eden yegâne gıdadır. Bilhas- sa pirinç, misır, patatles, arpa, mer- cimek, irmik, badem özlerinin ka- lori ve vitaminleri çok ve yüksek uldugundın dünyada mevcud bü- tün gıdalar arasında diplomalar ile muıııddık birinciliği kazanmış- lardır. Allahın insanlara bahşetti- ği en saf hububattan çıkarılan bu özlü unlara çocuklar bayılıyorlar. Seve seve yiyorlar. Kemikleri kuvvetleniyor. Çabuk yürüyor - lar. Çabuk neşvünüma buluyor- lar. Tombul tombul oluyorlar, Ha- san özlü unlarını mutlak surette çocuklarınıza yediriniz ve Avru - panın terkibi meçhul — gıdalarını doktorunuza sormadan yedirme « yiniz. Hasan deposu: İstanbul, Ankara, Beyoğlu. Yazan: Lion Feuctwanger Oldukça sırık boylu, uzun şiş ve, gözlüklü patlak gözlü Frans ııull rih, bir, birinci kânun akşamı Borsi sokağındaki odasında ayakta duruüyor du. Yeşil boyalı odada, bir karyola, masa, iki tanede iskemle vardı. Köşe- de de, küçücük, köhne bir rafla, bir radyo, bir de, sahtbi çoktan ölmüş bu- klunan bir kuş kafası görünüyordu. Frans Hanrih, patlayıncıya kadar yemiş, boğazına kadar doymuş, üstelik yorulmuştu da, O, zengin vitaminli ye- mekler yemenin taraftarı, ıfevkalre- Şer» le, bu dünya mücadelesinde, en yüzlü lâyığının yaşamıya hakkı olduğuna ğ inanan bir insandı. Diktatörlük reji - mi için propaganda yapan bir zecri ce- miyetle, ayağa giyilecek eşya satıcılar kurulunun âzası bulunuyor, ve meslek bakımından da bir kitapçının tezgâh - tarlığını yapıyordu. a * İşini pek te öyle sevmiyordu. Zira müşteri, kendi beğendiği muharrirle- rin eserlerini almıyordu. Meselâ, bir ikahramanın harp hatıralarını veya Ni- çenin «Zerdüşt» ünü âdeta ısrarla 1av: siye ettiği zaman, alıcı hikâyeleri, şar k Prusyasının dekoru içinde anlatılan, değeri de üç buçuk markı aşmıyan ki- tapları istiyordu. * İşte, bu yüzden hayal inkisarına uğ- ramış, bir kat elbise edinmesine, bin - netice cemiyette idare heyeti âzasına seçilmesine yarıyacak olan aylığını art- tırma isteğinin de reddedilmiş bulun- masından dolayı fena halde canı sıkıl- mıştı. Birden sevgilisinin alaylarını batır- , Bir eğlence yerine gidip keyfedil- "n istiyen aevgil.unı. parasızlık yuımdcn. kemküm ederek all.ılınş, ve sadece kuru kuruya, o da üç defa üstüste, gezintiye çağırmıştı. İşte bu hatırlayınca kızdı, sinir - n n odasının kâfi derecede ı.:ııılıvıam.ş olduğuna bakarak köpür - dü. Ve bu hiddetle, hemen kararını verdi: Eğer, havagazı musluğunu açıp ta, kutuda bulunan son kibhrit ateş al - mıyacak olür. - sa, başka hiç bir şey yapmıyacak, gaz — musl olduğu gibi bıra- karak tatlı canı - na kıyacaktı. Frans muslu - ğu çevirince, ga - rip ve ıslık gibi bir ses odaya yayıldı. 'Tuhaf bir meydan okuma, muzalffer bir galebe çalma hissi bütün varlığını kapladı. İşte, hiç tereddüt etmeksizin, ve talihe, ladere metelik vermeksizin hayatının ilk mühim adımımı atmış bu- lunuyordu. Ölümünden sonra, kahvaltılarında, verdiği tereyağı yüzünden her gün & - Biz dalaşı ettiği ev sahibi madamın, aylığını arttırmıyan patronun ne di - yeceklerini düşündü. Gittikçe fazlala - şan kokuyu içine çekmeğe başladı, ve bu işe ne kadar dayanacağını hesapla» mak, saatine bakmak için aydınlığa doğru yürüdü. Sonra, kendisi gibi, genç, münevver, ve istikbale doğru ümitle bakan, müs- tait bir delikanlı için bu âkibetin ne kadar hazin olacağını aklından geçir - di. Evet, bütün kabahat, cemiyetin fena kuruluşunda idi. Buna karşı gelmek için de bir diktatör lâzımdı, * Cenaze alayı nasıl olacaktı, kim bi- Hir?.. Gazetelerdeki «İrtihali müessif» başlığı altındaki yazıyı gözünün önün- de canlandırdı. Hiç şüphe yok ki An- züğer gazetesi pek hafif bir ihtimalle kendisine yalnız bir satır tahsis ede - cek, belki ismini bile anmıyacaktı.. Bir- den başı döner gibi oldu. «Canım bana Yarınki nushamızda : GRİZU... Yazan : (İsldoro Acevedo) dan Çeviren : Falk Bercmen Çi : İbrahim Hoyi öyle gelmiştir. diye söylendi Derken gözlerinin önünde, eleri geçirmiş bir etleri belirdi. Gi çikardı. Gözlüksüz ölmeyi di yetli buluyordu. Bir kuvvetin yarattığı rıunlekeı ki hiç bir yolcu ger: ne- dedi, ve acaba yatağa uzan - sam mi, yoksa bu ülkeye iskemlede ©- turarak mı ulaşsam... diye mirıldan- dı. ire yüzlerine Bir çok nüshalarını satmış olduğu geldi. u romanı geri vermek ye ret cevabı vererek, mış bir kitabı geri — almıyacağını etle söylediği için, patronile yap- tığı ağız dalaşını hatırladı. Sonra, bu ayın havagazı sarfiyatının fa: cağını düşündü ve ev sahibi ma da bunun parasını eşyasına tutacağı aklına geldi' $ Böyle yapayalnız ölmenin pek feci olacağını kestirdi, bir insan yü: mek akile yanarak, mü! dımlarla pencereye — doğruldu: şimdiden başka dünyavla ilgisi o! sanlar, karlı sokaklarda hayaletler gi bi gidip geliyorlardı. * Radyodan belirsiz bir ses duy tarafa doğru seğirtti. Kulaklık kık kulaklarına geçirdi. Gür, in: hoşuna giden bir ses, kaplumba anlatıyor ve şöyle diyordu: «Kaplumbağanın küçücük U içinde, öyle bir beyin vardır ki, ağı lığı, vücutla hiç bir surette mukayese kabul etmez. Kırk kilo gelen bir kap- lumbağanın beyni dört gram çeker. Bu kürenin en eski sakinleri bu kabuklu hayvanlardır, dersek hiç te yız.. Kaplumbağalar, aşırı de! rârete, kuraklığa dayanırlar. £ ise hiç yüzleri yoktur. Adeli kuv leri ise harikulâdedir. Orta çapta kaplumbağa, serpilmiş bir çocuğı laylıkla sırtında — taşıvabilir, büyükleri de, bir kaç kişiyi b peyce uzun bir mesafeye sol bi umadan götürür. Yeme « den, hele hiç ne , fes almadan u « zun müddet ya « şarlar. Paris n batat bahçesin « * de bulunan bit kaplumba;ş ğanın hiç bir şey yemeden altı sene yaşadığını hatırla tıiırım...» * Frans Hanrih, ayağa kalktı Kulak « lıklar daha hâlâ başında olduğu halde sendeliye sendeliye pencereye doğru gitti. Pencerenin kanadını açtı. Derin bir nefes aldı. Ve tekrar geri dönerek havagazı musluğunu kapadı. Hafif bir rahatsızlık hissediyordu, amma canlanmıştı. Dev gibi de acık « mıştı. Odada, tuhaf bir koku vardı. Rad todan da anlaşılmaz sesler geliyordu, înce eskimiş, rengi atmış pardesösü « nü sırtma geçirdi. Artık gözünde, misk gibi bir bardal bira veya şarap, hattü dans salonn ve başka bir kız arkadaş, tütüyordu. Odasından çıkarken, ev sahibesinâ rastladı ve ona keyifli keyifli: — Bir kaplumbağanın, bir kaç kişiyi sırtında taşıdığını, bilir miydin?. dlyı sordu. Bu arada, radyodaki ses konferınsıı ni şu sözlerle bağlıyordu: — Kaplumbağaları, hiç tanımıyor ve onlara gücümüzün yettiği kadar izi e yet, işkence ediyoruz. Zira, bu hay« vanların dayanma kabiliyetlerini; hiç- bozulmıyan bir sıhhat alâmeti olarak kabulleniyoruz. Halbuki, kaplumbağa, sandığımızdan fazla hassastır. Yalnız şu var ki, yavaş yavaş müteessir — olur; Bundan ötürü de, kaplumbağa her şe« ye dayanır, diyoruz.. Zonguldak Urbaylığından : 1 — İtfaiye için bir Ototanktın alınması açık eksiltmeye konmustur. 2 — Muhammen bedeli 4,600 liradır. 3 — Muvakkat teminatı 345 liradır. 4 — İhalesi 20/11/936 Cumartesi saat 15 de Zonguldak Uray Daimi Eucümen tarafından yapılacaktır. 5 — İsteklilerin şartname için 30 kuruşluk Damga pulu ile bir zarf gö dererek Urbaybıktan alabilirler. — «2826»

Bu sayıdan diğer sayfalar: