A TA Kavuklu Ali ile bir mülâkat ., öLaka M - “SO'N “POSTA | Yazan: Osman Cemal Kaygılı Kavuklu Alinin Son Postada küçük bir mektubu vardı, bu mektubda di - yordu ki: «Bazıları, benim için öldü demişler. Halbuki henüz ölmedim, ölmeğe de hiç niyetim yok. Hâlâ yaşıyorum. Ya- kında gene cüppe ve kavuğumuz tuey- dana çıkıp herkesi gülmeden katilta - cağım!» Zavallı Aliyi, hastanede iken, bir türlü elim değip te yoklıyamamıştım. Bu mektub üzerine bu sefer onu gi - dip evinde ziyaret etlim. Yanında or - ta oyunu san'atkârlarından Safer Me Med, pişekâr İrfan, karagözcü zenne Necdet vardı. Bu yaâz, şurada, burada oynıyacakları oyunları konu - Şuyorlardı. Bir aralık Bay Ali bana döndü: — Bu yaz için, dedi, bir takim yep- yeni oyunlar hazırladık ki bunların a- Tasında «Şair» adlı bir oyunumuz da Var, Sordum: — Nasıl şair? Gülerek: * — Nasil şair olacak, Halid Fahri, Salih Zeki, Necib Fazıl falan filân gi- bi basbayağı şair! — Mevzuu nedir? ; — Mevzuu: Hani şu bizim eski (Ya- Zicı) oyunu yok mu? İşte onun bir baş- ka türlüsü... Yani eskt (Yazıcı) yeri- he meydana bir (Şair) çıkacak, ortaya dükkânını, tezgâhını kuracak ve her Belen giüir meraklısı müşteriye, Yazıcı Oyunumuzdaki mektub, arzıhal filân gibi şeyler yerine, biner şiir yazıp sa- tacak! — Bu, pek hoş birşey amma Alici - , Şiirin orada yazıp gelen müşte- Tilere vereceği şiirler orada irticalen Mi söylenecek? — Amma yaptın ha, kim dedi beni Sana meşhur Âşık Ömerin sütbiraderi îğm? Şiirleri tabif önceden hazırla - ! AĞti SOLK, — Kim hazırladı? — Şair rolünü, tabit, Kavuklu oy - hiyacağı için bunların mevzularını hastanede iken ben tasarladım, sonra İçimizde kilık, kıyafet itibarile şaire €n çok benziyen bizim Zenne Cevdet :ıeznini, kafiyesini bularak kaleme alır — ÂAman Aliciğim, şu şiirlerden bir kaçını oku da dinliyeyim bari! Bay Ali bir hayli nazlandıktan son- Ta bir defter çıkararak yeni oynıya - Cakları şair oyunu için hazırlanmış o- N şiirleri birer birer okumağa başla- — Al bakalım, sana birinci şiir: oku- boş boş amma ziyanı yok babalık olu cüzdanım, zerde dolu mendilim Pırıl yanarken gökyüzünde yudızlar yanmuıyor benim burnumdaki kandi- lim? z Vay Aliciğim, sen eskiden bur - Una kandil takmazdın, demek şimdi t'l'üîlağa başladın? t!""— Ne yaparsın birader, bizim semit- dıîî'üllar berbad, geceleri ışık namına rin bahar mevsimindeki ateşböcekle - beden başka birşeycikler yok, ona se- n ayağım bir yere takılıp yuvarlan- Yayım! diye şimdi geceleri burnu - dl:nn Ucuna bir kandil takmağa başla - — Mükemmel! ny"'"" Âl sana bu da ikinci şiir. Bizim Unlarda adına (Balama) denilen ve &ü tor rolüne çıkan oyuncuya karşı y tıenmektir ki bu şiir, banabu kış Mış olduğum Güreba hastanesinin Pilây l Neden vermiş olduğu ilhamın mahsulüdür: Ben yutarım güllâcı, Sıhhatime duacı! Doktor yazar ilâcı, Beyaz başlı ablalar: Konuşma : Türk şairleri Nurullah Ataç Sadeddin Nüzhet Ergun, büyük iş- lere girişmekten çekinmiyen. Her on beş günde bir, büyük kıt'ada bir forma sı çıkanTürk şairlerini (1) görmüşsü- nüzdür; bu eser, neşri bittiği zaman : «Bütün Türk şairlerini ihtiva edecek» miş, Şimdi önümde, yalnız Ahmet Ra sim ve eserinde bahseden 22 nci forma var, yani 337 nci sayfaya kadar ancak «Ah.» ya gelinebilmiş; «Z>» harfı, me- * Hastalar grup grup, Bakarım durup du - rup. Kâh içerim iyodür, Kâh da bir tatlı şu- | ı rap! | * Tam yuttum beş kutu Lezzeti tıpkısı sap, hap, Haplar bitince kalk - Ben de yürüdüm Trap, | tım : rap! * h- | Dün koklattılar eter, Oldum sarhostan be- | ter; | Mubareğin kokusu: Hâlâ burnumda tü -| tpı.l * Geçmiş olsun Bay A- li, Karda kızak kayar - Yıldızları say Ali! ken | — Bu da güzel! | — Tabil güzel olacak, çünkü biz de vaktile bayramlarda, seyranlarda az| mı davuleu peşinde koştuk! Al sana ü-| çüncüsü: Tramvayıfnı vatmanı, Beğenmedim Karda kızat kay Ali | Kaldırır tin batmanı! hasba Nişa'nılını satmarı! kız Buna sen de inansan! Yavrum henüz fi - dansarı!l | Tayyarede tedansan Sen de ağaç olursun * Gelin hey dostlar, ge- Kaçırmış bizim gelin! lin; Gece saçını yolmuş — Kaytısnası döngelin! (musmu'anın) | | * Âsir yrminci asır, Ne güzel inci asır! Bundan sonra pırlan Yirmi birinci asır! ta: — Bravo be Aliciğim! — Nasil, sizin Nurullah Topaç bun- ları tenkid edebilir mi? — Haddine mi düşmüş? — Hele etsin, alimallah, bu sefer de tutar (Münekkid) diye bir oyun ya- par, onu küplere bindiririm. — Başka var mı? — AÂAl bir daha... Lâkin bu, ötekiler gibi uzun değil, yalnız bir tek beyi:- ten ibaret: Hasta düştüm a dostlar, kan kalmadı ben- zimde; Koskoca bir salyangoz datıs ediyor genzim- de! — Ne ile dans ediyor cazla mı? — Salyangoz cazdan, sazdan ne an- lar be? Geceleri ben horuldadıkça o da bu horultuya ayaka uydurarak daas ediyor!... Al sana bir de döri mıstalık ve biraz da kübik tarafından bir kıt'a: Yarin tatlı gostosu Enginar kompostosu! Hacıbaba leyleğin: Ne hoş olur rostosu! — ÂAyol Aliciğim, hiç leyleğin rosto- su olur mu? — Enginarın kompostosu olduktan sonra leyleğin rostosu neden olmasın? — Enginar kompostosu da olmaz ca- nım? — Haydi oradan sen-de cahil! Yap- tıktan sonra niçin olmasın? Hatta bi - zim kayinvalde, ben hastaneden çıktı- ğımın ertesi günü, bana kendi elceği - zile bir portakallı pancar kompostosu yapmıştı, hatta o gece Şehir tiyatro - sundan Büyük Behzad da bizde misa- firdi, adamcağız bunu yerken az kal - sın parmaklarını da yutacaktı. — Şiirler bitti artık galiba! — Yok canım, öyle kolay kolay bi - ter mi? Aj sana bir daha... Bu da yarı kübik; yarı dadaiktir: Beş darılmış sekize; sekiz küsmüş yediye; Dokuz cizdamı çekmiş bu hesab yanlış diye! Bizim bacı söyledi, geçen akşam tavanda! Bulut gibi bir fare kafa tutmuş kediye! selâ şair Zihni bu gidişle, 5 veya 6.000 üncü sayfada olacak, Bunu eserin ne ka dar büyük olacağı hakkında bir fikir vermek için söylüyorum. Bu kadar u- zün ve elbette yorucu bir çalışmayı göze alan bir muharrir tebrik? ve gıp- taya hiç şüphesiz lâyıktır. Eski «tezkirerler bügünkü ihtiyaçr larımızı tatmin edemiyor. Yeni bir &tezkire» yazılması, bütün Türk şair- lerinin tekrar bir gözden geçirilmesi lâzımdı. «Fakat bu kadar büyük ol- ynası icab etmezdi: ortada iyice bir kü- çüğü bile yokken mufassalına çalışmak doğru değildir» demeyin; Sadeddin Nüzhet Ergun'un bilhassa hülâsaya kalkışmadığı, «terkib» hevesine düşme diği için tebrik etmeliyiz. Çünkü, bir çok kimselerde yerleşmiş bir kanaatin hilâfına olatak bu gibi işlerin niuhta- sarı, kisası, mufassalından, uzunundan sonra gelir. Gerçi ilimde asıl kıymetli olan şey «terkib» dir, fakat ona ermek için bir tahlil devrinden' geçmek lâ- zımdır, de daha toplama devrindedir; bağlama devri çok sonra gelecektir. Şimdi ede- biyat tarihçilerimizin vazifesi ellerine | geçen bütün vesikalati, edinebildikle |ri bütün malümatı ortaya koymaktır; bunları tasnif etmek, lüzumlusunu lü- zumsuzundan, doğrusunu şüphelisin - den ayırmak yarınki tarihçinin işi ola caktır. Sadeddin Nüzhet Ergunun'un ese - rindeki meziyetleri inkâr etmemekle beraber kendisine bu hususta itiraz et- mek- isterim. Evet, bu kitabın büyük olması lâzımdı; mufassalı vücude ge- tirilmeden muhtasarını yazmak doğ - ru olmazdı... Öyle ama Türk Şairlerin de adeta zoraki diyebileceğimiz bir tafsil hevesi göze çarptığı da inkâr e-| dilemez. Meselâ Ahmed Rasım'e bir forma, yani 16 büyük sayıfa tahsis e- dilmesi, Biz, gazete muharrirleri, Ah- med Rasim'i çök sever, kendisine hür- met ederdik. Onun Bazetecilikteki him meti; hizmeti çok büyüktür, Fakat şi- ir tarihinde bir ehemmiyet; olduğu id- dia edilemez; hattâ şairliği, ancak bir heveskârınki kadar hatırlanır. Demek ki Sadeddin Nüzhet Ergun'un kitabın da ondan kısaca bahsedilmesi kâfi idi. Ahmet Rasim için yapılan, belkı baş- ka «şairler» için de yapılacak, İşte «zo raki uzunluk» dediğim budur. Bugün- kü edebiyat tarihçisi eline geçen bü- tün vesikaları, edinebildiği bütün ma- lümatı ortaya koymalıdır dedikten son ra, Ahmed Rasim'e o kadar çok yer tah sis edilmesine itiraz etmem önceki sö- züme uüymüuyör gibi gözükebilir. Hal- buki öyle değildir. Sadeddin Nüzhet Ergün, 15 inci, 16 ıncı, hattâ 18 inci asırda yaşamış bir şaire bu kadar yer ayırsa bir diyeceğimiz olmazdı; çünkü onun için söyliyecekleri, bulunması, bi linmesi müşkül şeyler olabilirdi; fakat Ahmed Rasim'in kitablarıni herkes ko laylıkla bulabilir; “o halde Sadeddin Nüzhet Ergun da - onları zikretmekle iktifa edebilirdi, onlardan uzun uzun parçalar almasına lüzum yoktu. Mamafih eserin lüzumlu uzunlukla- rından edilecek istifade bize, lüzum- suz uzunlukları da hoş göstermelidir. Komik Naşid hindinin içine bal 'doldurup: Halideye göndermiş al da bunu ye! diye.. Aşk olsun şu Hazıma çok hatırnaz adammış! Hasta iken göndermiş bana bir turp hediye! Dün gece Beyoğlunda selâm verdim almadı: Biz de âşık oytuyan eski bir zibidiye! Bizim semtin yolları geçilmez hale ge'di: Kafamız yarılacak: Yetiş ya belediye! — Demek, bu. yaz - oynıyacağınız (Şair) adlı oyunun şiirleri bunlar? — Evet, bir kismı bunlar! — Ya bir kısmı? — Bir kısmını da şair Salih Zekiye verdik, rötüş ediyor, ötesini, berisini düzeltip vezin, kafiye hatalarını tas - hih ediyor. İ Osman Cemal Kaygılı Bizim edebiyat tarihçiliğimiz | “Tahranın kokusu burnumuzda tütüyordu,, olursa elimizi uzattık mı sene Kardan tünelleri aşarak, çamur der- yalarından geçerek geldiğimiz Kir - manşah, hepimizin üzerinde ayrı ayrı tesir yaptı. Ben, bu eski ve tarihi şeh- ri uzun Ve yorucu bir yolcuiuktan son- ra, otellerinden birinin sıcak ouasında kemiklerimin ısındığını duyarak din- lenebileceğim bir konak olarak telâk - ki ettim. Genc «esnan erbabıs delı - kanlı ise gene bu Kirmanşaha, bır kehanetler diyarı diye baktı. Nitekim de öyle oldu. Rum vatandaşın gürül gürü| yanan sobasının etrafında çev - relenmiş nefis çayları içerken, banka- ci yoldaş, Arşimedi mezarında kıs - kançlığından tir tir titretecek bir bu - luşla; «Buldum, buldum.. diye hay - kırdı, Buranın yollar ve Şoseler idare- si müdürü benim dostumdur.. Ondan rica ederiz. Haydi delikanlı.. İstika - met, müdürün evi.. Marş marş..» Ve delikanlı ile birlikte otelden çıkıp git- tiler.. Aradan yarım saat geçmemişti 'ki, yüzlerinde zaferin neşesile geri geldiler. Hakikaten müdürü bulmuş - 'lar meseleyi anlatmışlar.. Ve cidden iyiliği seven, Amerikada tahsilin: bı - tirmiş olan müdür, kendi otomobilile arkadaşları ahzüasker şubesine götür- müş, icab eden muameleleri yaptırmış ve delikanlı arkadaşı müşkül vaziyet - ten kurtarmıştı. «Hayat« in bütün zev- kini tadan delikanlı, artık baştanbaşa bir neşe kesilmişti. Söylüyor, şakıyor, |gülüyor, gürlüyordu. Bu sırada ak - lıma, bizim Bekir Nüzhetin filitresi geldi, Garsondan bir bardak su iste - dim. İçinde bin bir türlü mikropların kaynaştığı bir su yerine, temiz, berraxz suyu, mahud filitreye lüzum kalma - dan lezzetle içtim. * Kirmanşahı arkada bıraktık.. İki saat- lik bir yoldan sonra, dizlerimizdeki battanijyeler kâfi gelmemeğe başladı. Kulaklarımızda birer yanma hissedi - yorduk. Ayaklarımız çivi kesiyordu. Sanki şimal kutbunda seyaha: eder - mişçesine, üşüyorduk. Altımızdaki ma- kine homurdanıyor, ileriye atılıyor, uçsuz bucaksız gibi görünen beyazlığı delmek, yırtmak istermişçesine koşu - yor, koşuyordu. Hiç birimiz konuşmu- yorduk.. Yalnız aradasırada şoför, ak- lına nasıl geldiyse, o dille bir iki kü - für savuruyor, babası tutmuş derviş - ler gibi mırıldanıyor, ve kızgınlığını, yaktığı sigarasından üstüste savurdu - ğu dumanlardan alıyordu. Yolumuzun tehlikeli kısmını atlat - mıştık. Şoförümüz kar zincirlerini çöz- dü, Ve artik arızasız olarak meşhur korkulu Esed dağını aşarak Hemedana ulaştık.. Lâkin hava insanın iliklerini donduracak kadar soğuktu, Taş kö - mürle yanan siyaha boyanmış teneke sobaların vördiği hararet otei odasıtı ısıtmiyordu, 20 derece olan sıcak oda- da bulunan musluktan suyun akma - dığını söylersem, bilmem bana inana- p & Viektör gözlü, kalın enseli ve Kazvine geldik. Arkadaşın dediklerine bakılacak Tahranı yakalıyabilecektik Yazan: İbrahim Hoyl İrandaki eski eserlerden: Sasâniler de vrinde satrapların av sahneleri (2009 evvel) Icak mısınız,.. Çenelerim ata ata yemes ğimi yedim ve selâmeti yatakta bul « dum. Ayaklarıma, yastığımın altına, belime sıcak su ile dolu şişeler koy « duğum halde, neden sonra uyumu « şum., : * Hemedandan —ötesi ÇAartık — se « İâmetti. Ne kar, ne çamur, A- ideta kupkuru şoöselerden var sürati« mizle geçerek, hiç bir yerde bile dur. mayı istemiyerek, şarabı, turşusi.e meşhur Kazvine saat 23 te geldik,., Tahranın kokusu burnumuzda tütü « yordu.. Bankacı arkadaşın dediklerine bakılacak olursa, elimizi uzatıverdik mi Tahranı yakalıyabilirdik. 4 nihayet 4 buçuk saatlik bir yolculuğumuz kal- mıştı. Binaenaleyh, burada geceleme« nin bir manası olamazdı. Biricik Mihs manhaneyi Bozork'anda nefis çilâv kebabile, şarabile ve tatlısile mükellefi «supe» mizi ettikten ve bu üç kişilik hovardalığımıza mukabil sadece 120 kuruş verdikten sonra, tekrar otomo « bilimize atladık, ve diğer yollara gör oldukça bozuk Kazvin - Kereç yolun-s da, bugünkü İranm, ilerliyen, yükse - len ve başında Şehinşah Pehlevi gibi, ziyareti hatıralarını daha hâlâ unuta« madığımız, demirden iradeli bir kur « tarıcı bulunan İranın merkezine doğru yol almağa başladık. Uyku filân hıs « setmiyoruz. İçimizde garib hisler oy « naşıyor. Yepyeni bir âleme giriyor gi- biyiz. Bilmediğimiz, görmediğimiz bir ülkenin füsunile engin bir heyecan i « çindeyiz. Şoförümüzün sürmeli gözle- rinde bile garib bir ışık yanıyor.. Na « siblerini caddede aramağa çıkan pro « kürklü dört kurdu, bir anda sıyırdık geçtik... Tekerlekler dönmüyor sanki, Ve önü- müzde, ötomobi| lâmbalarının aydın - lattığı yolun içerisinde kıvrılan. ka « yan siyah bir hat.. Ne bileyim, bir ef- suncunun eli gibi bizi kendisine dodru çekiyor, çekiyor... Ötomobilimiz. durdu. — Kereçteyiz, Tahranın varoşu diyebiliriz, burava., Asıl Tahrana varabilmek için 45 da - kikalık bir yol katedeceğiz daha. Pa- saport muamelesi, uykulu ve goöcuklu Temennisi... e Şimdi, sessiz, ancak ışıkta büyüyen heybetlerile gocuklu polislerin nöbet beklediği asıl Tahranın kâh parke, kâh asfalt yollarında ilerliyoruz. Şoförü - müz söylüyor: — Hıyabanı Naderiyi geçiyoruz, iş- te Hıyabanı İstanbula geldik, şimdi c- telinizin bulunduğu Lalezara dönüyvoa- ruz.. Tahranın en işlek caddesi.. Şim- di ıssız.. Cinler top oynüyor.. Saat 3,5.. Neredeyse ortalık aydın - lanacak.. Otelimize geldik.. Şimdilik Allah rahatlık versin, aziz okuyucula- rim., İbrahim Hoyi