18 Temmuz 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10

18 Temmuz 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 10
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

KA ; İ 10 Sayfa 17T inci Azerbaycanda Evinde kadını ve çocuklanle. yahud e- vinde kocası ve çocuklarile, hattâ kar- nında bir kaç aylık bebeği ile, talebe olarak benim karşıma geçmiş bulunan bu muhtelif yaştaki ve muhtelif cins- teki hoca kafilesini talebelik yaparken görmek kadar tatlı bir şey yoktur. Ha- yatımda en çok haz ve lezzetle gördü- üm iş, bu talebeye verdiğim dersler- dir. Okadar dikkatli, okadar alâkalı, okadar çalışkan ve gayretli bir talebe kütlesini dünyanın hiç bir tarafında . Bana yeniden ho- görmek kabil değil calık aşkı vermiş 0) içinde ya- tibak etmelerine im kân bulunmadığı için, şimdi birer ha- tıra olmuşlardır. Bu hatıraların huzu- runda hürmetle iğilmeyi bir vazife bi- Jirim. Üniversiteye gelince, orada da baş- ka bir hava vardı. Her biri bir tarafta ve ekserisi Rus miş, sonra, türkçe öğrenmiş bir hayli genç, bizim İttihat ve Terakkide on sene Yazan: Eski Tanin Başmuharriri Muhittin Birgen Azerbaycan gençliği arasında modern kültüre ait bütün tezahürler mevcuttu, fakat sahte merasimden eser yoktu| — BSON POSTA İ'lsou POSTA| | hin | h TARİHİ kısım No. 7 son İttihatçı | TEFRİKASI | kül, bocaların zayıf taraflarını bulur- lar, bunları zarif nükteler içinde naz- men anlatırlar, fakat bu nazma bir de basit — beste uydurarak, bizi hem eğ- lendirirler, hem güldürürleri İ neden fazla zaman, her gün içinde ya- şadığım bu koskoca mektepte, bir defa dÜ îg:a;:k;ğxd:ı;:cî 'uîı olmadığını “ınemgın zaman, ben sağ gözümle, se- nin o kadar dikkatle yürüyüşünü takib Hulâsa, felsefe, ilim ve san'at aşkı- (ediyor.. için için gülüyordum. Bir taraf- nın bir genç ruhunda bu kadar derin a-|tan da, ne yapacağını Mmerak ediyor- kisler yaptığını hayatımda ilk ve son|dum. defa olarak bunların arasında gördüm. Tam bu sırada, ilâh Tubiliyi temsil Dikkat ettiğim gayet enteresan birleden putun içinde bir takırtı oldu, İki hal de şu idi: arkadaş, konuşmalarını bırakarak öra- Azerbaycanın, köylere varıncıya ka-|ya baktılar, Putun arkasından, biraz dar muhtelif yerlerinden gelmiş olan |sonra bir adam çıktı. Bu, kale kuman- |bu gençlik arasında modern kültüre a-|danı idi. Rüstemi, kürsünün üstünde it bütün tezahürler mevcud olduğu hal- |görünce, şaşırdı; oldugu yerde durdu. İşte buradan, senin gelişini gör- dedi, Sen, önüme baktığımı zan- ellerinden - geldiği k;dar a de medeniyetin şekil ve nizam halinde tesis ettiği sahte merasimden hiç bi: şey yoktu. Aralarındaki muamele tar- kıyafetleri, bütün hareketleri sadı liği ve samimiyeti muhafaza etmi: gençlerimizin pek azının tahammül e- debilecekleri müşkülâtın bir kaç misli hayat müşkülâtı içinde Ççabalamalarına rağmen, bir ellerinde kara bit ekmek, öteki ellerinde bir kitap, bir lâhza vakit buldukça, okur, dururlardı. İstanbulda Üniversite talebe ile, kütüphaneler de kitapla doludur; böyle olduğu halde kütüphanelerin hazin boşluğu benim tüylerimi ürpertir. Halbuki, adedi yüz elliyi geçmiyen Baküdaki talebemi ne zaman aramak lâzım gelse hepsini o küçük Sabir kütüphanesinin mahdut kitapları arasında bulurdum! Ders esnasında beni dikkatle dinler- ler, ders bittikten sonra etrafıma üşü- şürler, sorarlar, konuşurlar, anlarlar, düşünürlerdi. Hayatımda, — bir genesi Baküda olmak üzere, on bir sene ho- calığım vardır. Bir sene içinde, gerek bilgi, ve gerek ilim usulü bakımından bu derece kuüvvetle dolmuş ve sür'atle yükselmiş bir talebe kütlesi hiç bir za- man görmedim ve bir daha görebilece- ğimi de tasavvur edemiyorum! Bir kaç gün içinde, telâffuz farkı müstesna, hepsi de benim dilimle ko- nuşmaya, hepsi de, Türk kitaplarını tam mânalarile anlamaya başladı. Milli hayata yeni doğan bu nesil, o kadar şevk ile çalıştılar kl onların içinde on- lar gibi çalışmamak için hocanın ta- mamen hissiz olması lâzımdı. Bu çalışma e: da, iyi bir pedagok olan mektep müdürü, tatillerden isti- fade ederek, mektepte talebeyi biraz din lendirmek ve eğlendirmek işine de dik- kat ederdi. Böyle zamanlarda, akşam- ları, mektebin erkek ve kız - daireleri arasında kapı açılır, iki taraf talebesi, hocalar, bunların yakınları bir araya| gelirler, çay semaverleri kaynar, her- kes güler, oynardı. Talebe arasında mMmusiki merakı çok münteşir bir halde olduğundan, başta şeştar, her biri bir saz yakalar, bazıları ellerine birer gar- manka (1) alırlar ve musiki yaparlardı. Güzel halk havaları ve sonra Âzerf o - yunları, erkekler ve kızlar hep bir ara- da, çalarlar ve oynarlardı. İçlerinde, nükte ve zarafet 5)' ruhlar da bulunurdu, Bunlar, sade türkçe ile, satir dedikleri manzumeler hazırlarlar, bunları okurlardı. Ruslar, Fransızlardan ve Almanlardan öğren- dikleri bu satire meraklıdırlar; Azeri- ler de bunu onlardan almışlardır. Sa- tirler'in mevzuu ekseriya dersler ve ho- calar olurdu, Derslerin tuhaf, veya müş- (1) Harmoniğin Ruscası, Önceleri, dilleri de sade idi. Sonraları, yavaş yavaş: — Sağ ol! Yerine: — Teşekkür ederim! Dediler. Böli'yi unutup yerine «E- vet» i getirdiler. Ben bazan onları gül- dürmek için bizim İstanbulun Babıâli dili ile salon merasim ve nezaketinin te kerlemelerini anlatırdım. Abdiahkar, bendeniz, kulunuz, zâtidevletleri vesai- re gibi tabirler, onların pek hoşlarına gider, bazan gülmek için aralarında bu tabirleri de kullanırlar, fakat biraz çet- refil olanlarında dillerini bir türlü dön- düremezlerdi. Orada tanıdığım muallimler de tale beleri gibi idi..Hemen hepsi de Rus da- rülfünunlarından çıkmış olan vüksek kültürlü talim heyeti arasında tam bir âhenk vardı. Çalışkanlıkta hiç biri di- ğerinden ve hepsi de talebeden aşağı kalmazlardı. Her hafta muallimler bir maeclis yaparlar, bunda bir taraftan mektebin umumi meselelerini, diğer taraftan da muhtelif dersler arasındaki münasebetleri konuşurlardı.. Bu İi malarda baş lâf konuşulduğunu, ile vakit kaybedildiğini, yahud müdü- rün söyleyip herkesin «Evet!» diye yal- nız baş salladığını görmedim, Umumt meselelerde herkes sıra ile fikrini söyler, birbirlerile alâkası olan ilimlerde hocalar, yapmakta oldukları şeyleri birbirlerine haber verirler, son- ra derslerinin aynı âhenkte gitmesi i- çin daha neler yapılması lâzımsa bun- lar üzerinde anlaşırlardı. (Arkası var) Nöbetçi Eczaneler Bı ııoı nöbetci olan eczaneler şunlar- İıhnlıd cihetindekiler: Aksarayda: (Şeref). Alemdarda: (Esad). Beyazıdda: (Asador), Samatyada: (Te- ofilos). Eminönünde: (Mehmet Kâzım). Eyüpte: (Hüikmet Atlamaz). Fenerde: (Rmllyadi), — Şehremininde: — (Hamdi). Şehzadebaşında: (Asaf). a te: (Kemal). Küçükpazarda: (Hikmet Cemil). Bakırköyünde: (HilâD. Beyoğlu cihetihdekiler: İstiklâl caddesinde: (Kanzuk). Dairede: (Güneş). Topçulardş: (Bporidis). Tak- simde; (Nizamettin). Tarlabaşında: (Ni- » Şişlide: (Halk), Beşiktaşta: Rıza). Sarıyerde: (Asaf). Boğbaziçi, Kadıköy ve Adalardakiler: Üsküdarda: (Selimiye). Kadıköyünde: (Saadet, Osman Hulüsi). Büyükadada: (Halk). Heybelide: (Tanaş), seeeseresesasasAsA AAA AAA AAA Meee aa ee GÖ GA AAA A AAA AA AAA Ev kadınının şeker kuponu: Ev kadını, taze yemiş mevsimi geçmeden kilerini reçol ve şurupla doldur. Bu kuponları $0 gün neşredeceğiz. Onları hergün — kesiniz, saklayınız. 30 tanesini bir seri halinde derenlere — bir numara vereceğiz, Bonra ulusal — ekonomi ve biriktirip idaremize getirenlere ve gön- artlırma kuru- munun İstanbul şubesi tarafından tayin olunacak bir günde bu numaralar ara- gında kur'a çekilecektir. İlk 25 numaraya yirmişer kilo, müteakıp 28 numara- ya onar kilo, bundan sonraki 50 numaraya beger kilo, 250 numaraya da ikişer kilo şeker verilecektir. yağa kalktı. Kür- indi. Ona doğru ilerledi: — Gel, dostum! Şüpheleneceğin bir şey yok. Yanımdaki zat, arkadaşım Zâl oğlu Rüstemdir, Deyince.. kale kumandanı, acı bir te- bessümle Rüstemin yüzüne baktı. Son- ra, müteessir bir seşle şöyle cevab ver- di: — Onu, hudut muhafızlarımızın ha- ber vermesi üzerine.. tüccar namı al- tında, mühim bir İran asılzadesi olarak biliyorduk. Zâl oğlu Rüstem olduğunu hatırımıza getirmedik. Çok kurnazca tertibatımızla onu da tuzağa düşürdük. Demek, ki o Zâl oğlu Rüstemmiş. Bon, biraz evvel kaleye uğram: » Orada, onun, bir gardiyanı boğarak kaçtığını haher aldım. Ona da tesadüf etsek de birlikte hareket etsek, diyordum. Za- ten, sen de arkadaşlarının kurtulmasın- da israr ediyordun. Ne ise, o kendisini kurtarmış ve iyi bir tesadüfle, şimdi de aramızda bulunuyor. Mahalesef, Givle iki hizmetciniz, yerime kale kumandanı olan muavinimin şiddetli nezareti al- tında bulunuyor. Onları da kaçırmıya |vakit bulamadan vazifemi terketmek |taecburiyetin alışım fena oldu, A-> leyhimdeki hüküm, bu kadar sür'atle, kat'ileşmeseydi, bu gece, onları da ka- çırıp bir tarafa saklıyabilirdini. Rüstem., Hurapın yüzüne baktı. Bu den | Temmuz 18 Kale kumandanı başkahının verdiği olm hükmünü işidince başkâhinler meclisine koşmuş, fakat oradan da ayni cevabı almıştı. iptal etmelerini, onlardan, rica etmiş-|kestirmiş olduğu için, şimdiye kadaf ti. İki kâhin, böyle bir halde, kale ku- mandanının yerine reislerini feda et- meyi göze alamadıkları için, onun bu ricasını reddetmişlerdi. Kumandan. başkâhinler meclisinden ümidini kesince, ikinci derece kâhinler meclisine müracaat etmiş.. meclisi teş- kil eden üç kâhinden, başkâhinler mec- lisinin vereceği hükmü tasdik etmeme- lerini dilemişti. Bunlardan yalnız biri- si, başkâhini sevmediği için, ona, lehin- de hüküm vereceğini ve diğer iki arka- daşını da iknaa çalışacağını vaad eimiş- ti Kumandan, beş kâhinin aleyhinde olduklarını görünce, hayatının tehlike- de olduğunu anlamış.. lehindeki kâhi- nin vaadinden bir netice çıkmıyaea_ğmıl bakıştaki mana çok âşikârdı: O, Givle hizmetciler kurtulmadan firar etmiye- ceğini anlatıyordu. Hurap, bunu anla- dı, Kale kumandanına hitab ederek: — Arkadaş! Vakit geçiyor. Ne konu- şacaksak konuşalım da derhal harekete geçelim! Dedi. Bu söz üzerine üçü de yere o- turdülar. Uzun bir müzakereden sonra, ne yolda hareket edeceklerini kararlaş- tırdılar, * Hurapla kale kumandanının ve kâ- |hinin anlaşmaları şöyle vukua gelmişti: Derebeyi, on iki gün evvel hastalan- mıştı. O, yedi gün, tütsülerle, kayna- mış ot suları ile tedavi edildi; fakat has- ığı geçmedi. Sıra, âdet olduğu üzere, cinlerin hülülünü, muzır ruhların tesi- rini aramıya geldi. Bunu, yalnız kâhin- ler keşfedebilirdi. Başkâhin çağırılı Derebeyinin vücudüne bir cinin _yahud bir muzır ruhun hülül edip etmediği soruldu. Başkâhin, bir ıhlamur dalı ka- buğunu soymakla ilk kehanetini yaptı ve derebeyinin hastalanmasına ve has- talığının devam etmesine, çok kuvvetli bir «cin» in sebeb olduğunu.. bu «cin» in, derebeyinin vücudüne yerleştiğini.. çıkarılmadıkca, hastalığın geçmiyece- ğini söyledi. Kâhin. ecine in, derebeyine neden musallat olduğunu da keşfetti: Kale ku- mandanı, derebeyinin başına yalan ye- re yemin etmiş.. bu yalan yemini tem- sil eden cin de, gelip onun vücudüne girmişti. Bu cini, hastanın vücudünden çıkarmak için, onun girmesine sebeb o- lan Muzir ruhü ifna etmek lâzımdı. O halde, kale kumandanının idam edilme- si.. ruhunun ve o ruhtan mazarrat kuv- vetini alan ecin» in cehenneme gönde- rilmesi icab ediyordu. Kale kumandanı, başkâhinin verdi- ği hükmü işidince, başkâhinler meclisi- nin diğer iki âzası olan kâhinlere baş- vurmuş.. meclis reisinin verdiği hükmü BiR. DOKTORUN ŞAYANI HAYRET BiR KEŞFi Viyananın tıbbt mecmua- ları, bütün dünyayı hayrette bırakan fennin en son mu « zafferiyelini ilân ediyorlar, Buruşuklukların yalnız sebe « bi teşekkülünü değil, onların izale — çaresini de bul- muşlardır. Anneler, hattâ bü- yük anneler, gençliklerindeki taze ve açık tenlerini 50 ve 60 yaşlarındaki kadınlar, gençliklerindeki buruşuksuz ve yumuşak cildlerini temin edebilirler. Hastanelerdeki - tecrübeler Buruşukluklarımız, ihti - yarlamağa başladığımızda meydana çıkar. Cild bazı can» Jandırıcı ve besleyici unsur « larını kaybeder. Bu unsurlar, şimdi büyük bir itina ile se- çilmiş genç hayvanlardan is- tihsal olunabilmektedir. Cild, bu cevherle beslenildiği tak- dirde yeniden tazeler ve genç leştirir. İşte Viyana üniversi- tesinde profesör Dr. Stejskal idaresinde yapılan tecrübe « lerde şayanı hayret semere « kimsenin yapmadığı bir şeyi yapmıyâ- canını kurtarmak için bir tarafa kaçmi- ya karar vermişti. Kumandan, firar kararını verinc? kendisine bir sergüzeşt arkadaşı bul* mak istemişti. İlk evvel, hatırına, ken” di lehinde kehanette bulunacağını eden kâhin gelmişti. Bu adam, başkâ” binin debşetli bir düşmanı idi. O, bu kinli hissinin sevki ile başkâhinler mec- lisine tarafdar olan ve onu hiç sevmi- yen iki arkadaşının yalandan edecekle- ri vand üzerine, lehinde hüküm vermek gafletinde bulunursa, o da ölmiye mah” küm olacaktı. (Arkası var) Buruşmuş ve ihtiyarlamış bir cildi gençleştirmiştir. leri budur. Doktorun bu şa - yanı hayret keşfinin münha- sıran istimali hakkı, fevkalâ« de mali fedakârlıklarla To « kalon müessesesi tarafından temin edilmiştir. ğ Boicel tabir edilen bu canlı cild hüceyratı hülâsası ancak penbe — rengindeki Tokalca kremi terkibinde bulunur. Hastanelerde yapılan tecrü - beler neticesinde 60 ve 70 yaşlarındaki kadınların buru« şuklukları altı hafta zarfında zail olduğu görülmüştür. Muvaffakiyet garantidir. Her gece, yatmazdan evvel penbe Tengindeki Tokalon kremini kullanmız. Sis# üyur ken cildinizi besler ve genç- leştirir. Bir kaç hafta zarfın: da buruşukluklar zail olur ve daha genç görünürsünüz. Gündüz için yağsız beyaz ren gindeki Tokalon kremini kul lanınız. Siyah noktaları eritir, açık mesameleri kapatır, et gsert ve en esmer bir cildi yu- muşatıp beyazlatır.

Bu sayıdan diğer sayfalar: