30 Ağustos 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 2

30 Ağustos 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 2
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

. .. Hergün ! S ada n şte 30 Ağustos Yazan: Muhittin Birgen 914 le 922 seneleri arasında dünya, ge- vek siyasi ve gerek askeri pek çok şey gördü. Büyük imparatorluklar yakıldı, bü yük askeri dehalar yetişti; büyük askeri muzafleriyetler kazanıldı; büyük filolar büyük muharebeler yaptılaı denizaltı ge mileri denizleri gemiler ve insanlar için dolmak bilmiyen bir mezar haline getir- diler; tarihten isimleri silinmiş milletlerin hayata tekrar doğdukları görüldü; hâ- kim milletler mahküm ekalliyetler hali- ne geçtiler; hülâsa, yeryüzünün tam ma- nasile altım üstüne getirecek ne kadar büyük hâdise iasavvur edilebilirse, Ci- han Harbi denilen bâdirede * bunların hepsine şahid olduk. Fakat, bütün hu müthiş dünya hercü merel içinde iki hâdise vardır ki bunlar yalnız Türkiyede görüldü: Biri öyle büyük bir askeri mu- zafferiyettir ki bir hamlede bütün bir düşmanın bütün bir askerlik makinesini yok etti. Öteki de, esasen bu askeri mu- zafferiyetin neticesi olan öyle siyasi bir muvaffakiyettir ki, Cihan Harbi içinde mağlüb olmuş bir millete, gene aynı har- bin devamını müteakib, galibane bir sulh imzalamak imkânını verdi. Bu iki hâdiseyi tavsif için, ekseriya, mücize kelimesi kullanılır. Fakat, muci- zelerde dalma karanlık noktalar, münü- kaşaya tahammülü olan, biraz insan mantığının fevkinde, hakikatin üstünde duran ve biraz da efsaneye karışan bir mahiyet vardır. Bunun için bu hâdiselere ben bir mucize gösile bakmam. Bun'ar mücize değil!, birer «emsalsiz> vâkma, bi- rer «görülmemiş» hakik: LAY K S İşte, son h&fta içinde bu iki emsalsiz vâkıanın tahakkuk ettiği günleri yaşadık. Bugün, 30 Ağustos, bu iki vüktanın kat'i tahakkuk günüdür. Biz bu günde hem müstakil bir vatan, hem de dünya ta- rihinin tanımadığı bir kahraman kazan- dık! Fakat, hayır, biz o günde yalnız müstakil bir vatan ve emsalsız bir kah- raman kazanmış değiliz. Daha büyük ka- zançlarımız da vardır: Bu kahraman, bis zim müli şuurumuzun canlı bir heykeli oldu; biz onda milli gururumuzun en yüksek bir ifadesini, insan olarak benli- ğimizin ve millet olarak varlığımızın en asil duygularını bulduk. Cihan Harbine, sürüklenerek girmiş olan bir millet, İs- tiklâl Mücadelesinden dün; kendi'he- define doğru sürükleye sürük'eye çık- hi! İşte, 30 Ağustos, böyle bir gündür. Bu- günün, kısa ve mütevazi hikâyesini, onu yaratan kahramanın ağzından dinlemet üzere «Nutk> u okursanız, görürsünüz ki o tarihten on gün evvel, Türkiyede he nüz fena bir propaganda dolaşıyordu. Ör- du tefessüh etmiş, olduğu yere mıhlanıp kalmış, ilerlemek cür'etini kaybetmiş de- niliyordu. Çok iyi hatırlarım, ben bu fe- na görüşün, ta uzaklara, Kafkasyaya ka- dar geldiğini de görmüştüm. Oradı da, insana yels verecek, kalbleri şüpheye ve hattâ ümüdsizliğe düşürecek fıs:ltılar var- dı. Netice hakkında gok emniyeti o- lanlardan biri bülünmama râğmen, bu hut ekabiliyetsiz> diye bir etiket takari çekilirler. Artık kendi kendilerine vazif! lâkki ederler, SOZzZz Ruzveltin oğlu Nişanlısı ile Londrada Amerika Cumhurreisı Ruzveltin oğ- lu, Franklen Ruzveltle, nişanlısı bu - günlerde Londrada bulunmaktadırlar. Franklen Rüzveltin nişanlısı, Ameri - kanın tanınmış şahsiyetlerinden ve A- |*t merikan Cumhurreisınin siyasi düşma- ni Du Pont'un kızıdır. Londraya varır varmaz, neş'eleri ve sıcak kanlılıkları ile muhitlerinde kendilerini sevdiren iki genç, gazete - lerde günün mevzuu olmuşlardır. Franklen Ruzvelt gazetecilere şöy- le demiştir:. — Hukuk okuyacağım. Daha gen - cim. Burada, nişanlım ile benden baş- ka mes'ut çiftler varsa onlarla da ta- nışmak isterdim. Babanılı. nişanlımın babası arasındaki geçimsizliği mi so - ruyorsunuz?.. Politika başka, dostluk başkadır. Babamla, kayınbabam da öy- ledirler> Amerikada bavul içinden bir ceset çıkarıldı Nevyorkun Bansilvanya gimendiler is- dasyonu memurları trendeki eşyalar ara- gında bulunan bir bavuldan kanlar. ak - Bazı aileler çocuklarına çok genç yaştan «kabiliyetlis, ya- etiketi taktıktan sonra müsterih olarak kendi SÖN POSTA lar. Ve bir defa bu köşelerine lelerini yapmış te - BE Çocuk Bukalemun gibidir $8 Çocuk pek az müstesnası ile bir bukalemun gibidir, muhi- tinin rengini alır. Kabiliyetli veya kabiliyetsiz görünüyor- | gelmiyeceği gibl. sa bu etiketi ona veren kendi muhitidir. Aile kabahati ço - cukta değil, kendisinde aramalı, onu tashih etmelidir. ARASINDA *| Paris sergisini KEKGÜN BİR. FIKRA Benim yerime Adamın biri ağır hasta ıdi. Ha öl - dü, ha ölecek deniliyordu. Karısı ya- nabaşında orurmuş ağlıyordu. Husta bir aralık ağlıyan karısına baktı: — Karıcığım, dedi, haydi kalk, güz- lerini sil, yüzüne biraz pudra sür. Ge- linlik esvaplarını giy de yanıma gel. Kadın şaşırdı: — Aman efendi bu nasıl söz; senin bu halinde ben nasıl süslenir, gelin- Tik esvaplarırmı giyebilirim. Azrail et- rafımızda dolaşıyor. — İşte ben de onun için söylüyo - rum ya, Azrail seni o kilıkta görün- <e belki beğenir de benim — yerime seni alır gölürür. Domuzun kuyruğu Ne tarafa khıvrulır Bilir misiniz? KA Amerikada Noew Jersey eyaletinde bir çiftçi kadın ortaya dam Amerikanvari bir mesele atmıştır: Kadın Zirsat müdürlü ğüne gönderdiği sormaktadır: ür moktupta şu suali |* Gezenler içinde Kaç dalgın var? 4 KA eli Jülim, fazıl sanır, Halbuki, değildir. Di * Parıs sergisine hergün giren yüz -| fakat besle: binlerce halk arasında eşya» servisine sormuş: — Buraya hergün 400 tane muhtelif | buradadır. 4 cinsten eşya getirilir. Cevabını almış. Bunların içinde şa-|üstün görür. Yazdığı yazıyı anlamıyor * rap şişesinden gramofon Kutusuna kâ-|lar diye kızar. Düşünmez ki, © yazımll dar her şey vardır. Korkak ve cessur gazetecinin farkları Uzakşarkta Japonlar ile Çinliler bo-| siz: Şopenhaverden, Ogüst Kont'tan, V? guşurlarken iki Amerikan gazetecisi| yetmiş iki ilmin bütün yabancı kutup!3” kazaya uğradı. Biri öldü, öteki yaralan- | "ndan dem vurur. dı. Fakat gazetecilerin hepsini ölecek yaralanacak kadar cesur sayma -| raber tekmil şark âlimlerini hiçe saya”* yalım. İçlerinde bir tanesi vardır ki sa| Serbest meslekte ise, bunların bahsi 8*$” ç olmakla kalmıştır ve o da şlkçe açıktan açığa tezyif eder. Memüf ve; dece gi Amerikalıdır. tam mânasile | kafanın kerpiçi içerisinde mozalak halif” ” dalgın kaç kişi vardır? Bir Parisli mes | de kalmıştır. -- lekdaş bunu merak etmiş, gidip ekayır Bu zat Pekin'e vardığı zaman şehri rı hilâfına sakin görmüştü. İlk işi| ” uhik hükümet konağına giderek muharebe-| fatsız, kâh ta, kandıracak saf bir mu”” , Sözün Kısası Serbest Delilerden : Homo Scientificus E. Tahı — şlik size acayip göründü. d€ * ğil mi? Bu Jâtince tabir, kulâk> larınızı tırmaladı. Nerede ise, coşup, hâY” kıracaksınız: — Yurddaş! 'Türkçe konuş!.. Emrinizi, başka vakit olsa dinler, dile- ğinizi yerine getirirdim. Fakat şimdi mâ* zurum. Buğünkü mevzuum ancak böy' lâtince bir serlevhaya mütehammildir. Homo Selentificus — ilim adamı d€ * ir. Lâkin, bu tercüme maksadı tâ * — ifade, tasvir edeceğim tipi mü * | kemmelen tavsif edemez. Homo Selen “ tifleus bambaşka şeydir. Her âlim bü | sıfata müstahak olamaz. Homo Selen * tificus'un dâ mutlaka âlim olması lâzıli O, her hangi bir liseyi yarım yamalal bitirdikten sonra, Üniversiteye girmik — mizaçgirliği ve frenkperestliği sayesinder - mütehassıs profesörlerden birisine hü * Jı lül ederek, kendini Avrupaya, olma! | bir ilim tahsiline göndertmeğe muvaffali olmuştur. Avrupada nasıl okuduğu az çok malür — mumuzdur. Eğer bekârsa ve kimsedef Eı pervası yoksa evinde bugün hâlâ sakladır — ğ fotoğrafilerden, hocalarının — kimlüf olduğunu anlamak güç değildir: Alman* Marguerite. Amerikada bulunmuş is€i | Daisy, Doliy, Edith gibi ahenktar isimlef — taşıyan bu muallimlerin bir faydasi d"_ 1 kunmuş ise, ona türkçeyi unutturmak pahasına kendi dillerini öğretmek ol * muştur, , | Homo Scientificusun başlıca vasfı U © |kalâ olmaktır. Kendi kendini gerçekteh Mağına ilmin tohumlarını gerçi ekmiştir: | yetiştirememiş, ilim, Homo Seientificus bu mozalakları hâ* kiki ve olgun meyva zanneder ki feli Kimseyi beğenmez; kendini herkestef — anlaşılmaması okuyanın gabavetinden ve cehaletinden değil ,bizzat yazının ve İİ denin kötülüğündendir. Muhaverede, münakaşada tefevvukü * nu temin için, münasebetli münasebet * Farabiyi, İbni Sinayi ve bunlarla bt * ise, korkusundan susar, fakat sükütunü bir mana verir. Homo Seientiticus - Pİf ikroptur. Ve her mikrop gibi kâh 74 * * buldu mu, zararlıdır. «— Bir “domuz kuyruğu acaba hângi |nin nerede cereyan ettiğini sormak ol- ? tarafa doğru kıvtılır. Bunü bildirmeni- |du. Kendisini nezaketle karşıladılar:| Her halde, böyle .birisine tesadüf eik zi saygılarımla dilerim.» — Ne muharebesi? cümlesile hay - niz mi? Benden size nasfhat olsun? Mektubu alan airast müdürü derhal |yetlerini ifade ettiler. Eğer burada her| ©!ometre uzağa kaçınız! mütehassısları toplar bir komiszyon ku- rulur, içtimalar yapılır! Fakat kat'i n ticeye bir türlü varılamaz. Topiantıda bulunanların ekserisi domuz kuyruğunun daima sola kavrıldığını iddia ederler, Nihayet karhisyon meselenin halli için tığını görerek polise haber vermişlerdi. Polis tarafından bavul-açılınca içinde he. hüz soğumamış olan sarışın bir gencin cesedi bulunmuştur. Hemen faaliyete geçen polis bir kaç saatlik bir müddet arasında bu korkunç cinayetin faili Onk- ten ismindeki ahçıyı yakalamıstır. Mak- tulün ahçı ile birlikte bir evde ikamet eden Sinekal isminde bir genç olduğu fena propaganda beni de tesiri altına a- hyor ve içimi sızlatıyordu. Sonra, birden- bire bir kaç haber duyuldu: Türk ordusu hücuma başlamış. Yunanlılar mağlüb ©- luyorlar, ric'at ediyorlarmış. Bu kısa haberler, bir hafta içinde, uzun ve büyük bir hakikat oldu. Bütün âlem, hayretler içinde öğreniyordu ki Yunan ordusu, başkumandanına varıncaya kadar yok hangi bir muharebe cereyan etmiş ol- saydı siz şimdi ölmüş bulunurdunuz. Maamafih muharebenin yarın başla - ması mümkündür. Ve gazeteci doğru telgrafhaneye ko- — « olmüş, Türk askerleri deniz kenarlarına | da katilin ifadesinden anlaşılmıştır. Cı - şimdiye kadar bir milyondan fazla do-|sarak gazetesine âni bir hastalığa tu DU GUNK et K - K invg:kı;d.ır. SEe ae : nayetin WN meçhuldür. 9"“*" arka- (muzu sucuk fabrikalarına süren bir do- | tulduğu için o akşamki vapurla avdet va gün evvel hâkim olan fena, elem- | daşını öldürdükten sonra cinayetin izini | muz gobanına mürecaata mocbur kalır. |edeceğini bildirdi. Z H, yüklü, boğucu havadan sonra, birden- bire bu parlak ağustos güneşi, bu temiz hasad havası, zafer tarlasında yetişen bu bereketli mahsul nereden çıktı? Dün hava açık geçti Dün hava evvelki güne nisbetet dukça sıcak, ta- 'î mamen — bulutsuz ve yağışsız. geç. miştir. Hararet de. recesi de düne na- zaran öğleden son- İra artmış 18 - 27 İıın.'.igrıd olarak olmıyan bir adrese gönderdiğini de itiraf | cevabı vermiş: gİ de sola kıvrılır, etmiştir. | — Domuzun kuyruğu hem sağa, heml Ve mesele şimdilik böylec: İSTER İNAN İSTER İNANMA! Müusikiyi sevdiğinde ve musikiden anladığında hiç şüphe- ı yapılacak şeyler şunlardır: | miz olmıyan bir gazeteci arkadaş meyhaneye düşen eski | — Rakı ile musiki birbirinden ayrılmalı, musiki ziyafeti müusikimizin iğneli fıçıya “girmiş olduğu — kanaatindedir. | veren yerlerden vergi kaldırılmalı, konservatuvarın gözün- Diyor ki: den geçmiyen yeni eserlerin gramafona alınmaları, radyo- kaybetmek için bavula koyup mvcu*[cobın meseleyi kısaca halletmiş ve şü | sesesesccenc o e kapanı * Bıu mahsul © büyük çifteinin eserldir ki ön sekiz senedenberi memleketi bır tarla haline getirmiş, hiç durmadan, bir taraftan ekip, öbür taraftan biçiyor. Tıpkı, kıraç ve çorak Anadolüu yay- lâsı üstünde, asırların fırtınalarına ve eç d DĞ Gicü serlida) -. .. tablat unsurlarının zulümlerine karşı, çıplak göğsünü gererek, hayatla müca- dele eden bir Türk köylüsü gibi, bu bü- yük Türk de bu mahsulü almak için bin bir kuvvete mücadele etti. Kâh yokluk- Tar içinden bir ordu varlığı yaratmak için kâh hakikati anlamıyanlara onu anlat- mak için, kâh kendisine en yakın insan- «Türk mus'kisinin devrini kapadığını söyliyenler, davayı yetmiyen kimselerdir.» yükseltilebilir, İSTER artık yeni bir gey yapamıyacağını, yet, ne de milli tekâmül bakımından incelemiye asla gücü Arkadaşımızın düşüncesine göre eski musikimiz tekrar tokrar şaheserler yaratabilir, bunun için ne san'at, ne cemi- İNAN İSTER da söylenmeleri yasak edilmeli. Arkadaşumız düşüncesinde belki haklıdır. Fakat eski Türk musikisinin dirilerek yükselmesi eğer bu şartların tahak - kukuna bağlı ise biz o günün gelebileceğine inanmiyoruz, amma, ey okuyucu sen: INANMA! İkaydedilmiştir.” o Barometre tazyiki 756-57 ,_.]y;rmd:ıy' lup rüzgâr yıldız istikametinden *7 de beş metre sür'atle esmiştir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: