28 Kasım 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

28 Kasım 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

28 İkinciteşrin “Ben bir tımarhane kaçkınıyım !, Tıbbı Adlide aşk Şarabi elbiseli kadın, “ Kimi gğvîy';);sun? » diye sorunca bana ** Seni ,, cevabını vermez mi? Röportajı yapan: Faruk Küçük (Tercüme ve iktibas hakkı mahfuzdur) Sinaia kazinosunda kumar —3T — Kâni, atıyoarsun Raliba?, — Ne atmam ya - bu! Allah gösterme. tin ama, gidersen gö- Türsün., Bak — nmeler Var, orada neler... Kâni de içini çeke Ççeke yamımdan uzak. laştı. Pencerenin kena - Tında, yapayalnız kaldım. Kadınlar da- ha içeri girmediler. Deli gömleği giydiri- len — kadının . sesi, boğuk boğuk geliyor. Tam pencerenin yanında, kesik saçlı, şarabi elbiseli Mak ister gibi dik dik yüzüme bakıyor. Hiç de fena değil hani. Hoşuma gitt doğrusu. Şununla kanuşsam., konuşsam &ama, söze nasıl başlamalı? m ne arıyorsun buradi zi bir karış açılıyor. Otuz gözüküyor, gülüyor. Hafif bir Yahuc Ş#ivesile cevab veriyor: — Hiç..'ya sen ne ariyorsun?, — Ben de hiç, Adın ne senin? — Eftra, — Ne vakit geldin buraya? —İKİ gün oldu. — Neye geldin? — Annemle kavga ettik. Beni kara- kola verdi.. — Neye annenle kavga ettin? | — Neye olacak, ille beni Avramla | evlendirmek — istiyordu. Halbuki ben Avrami istemiyorum.. | — Başka bir sevdiğin mi Var? | — Evet. | — Kim? — Seni.. Şaşirmış kalniiştim. Şimdiye kadar bu kızecağızı görmemiştim. Halbuki o bana âşık oluyor ve beni seviyordu. Bugünlerde talliim çok yaverdi doğ- Tusu.. Sordum: — Sen beni tanıyor musun? — Tahimaz olur muyum — hiç? Hem seni kim tanimaz? Hayretten ağzım bir karış açılmıştı. Ben de amma meşhur adammışım da haberim yok. | b; Senin tekmil oyunlarini seyrettim — Oyunlarımı mı? — Evet.: Bedavacilar kralini, löstrâ- cilar şahini; pâra kralini, sürüsüne be- | Teketini, genç kizlar mektebindeni.. l Ağzım bir karış açık, abdal aâbdal yü- | züne bakıyorum: | — Ne,ne? — Evet canim, neye inkâr ediyor. sun? Seni tanimiyor muyum zannedi- | Yorsun? İ —İLiğ. K P - Şen Milton değil misin? Olur şey değil. dağrusu her şey ak- hma gelirdi, fakat Milton olacağım as- la. Şimdiye kadar kimse de bana Mil- tona benzediğimi söylememişti . — Milton olduğunu neye inkâr edi- yorsun? — Hiç... İnkâr etmiyorum. Hem neye ihkâr edecekmişim? ğ — Söyle bakayim sevgilim, sen de beni seviyor musun? |lı kumral bir kadın peyda oldu. Knnıxş-’ Timarhanenin dahilinden bir manzara Hasta koğuşları — Ne yapacaksin, başka şirfintilar- yezdin, durdun.. — Vallahi gezmiyorum, na mi inânayim, yozume ç defa öpüşürken yordum.. erede? — Sinemada... Anladım, sinemadaki oyunlarımı hakikat zannediyordu. Her halde bu kadın akıllı olmiya- caktı. Akıllı olmiyan bir kimse her halde deli idi. Acaba delilerin aşkı na- l oluyardu? dan daha Mi vi l za ben d # ra, dedim, sen de beni az Mi üzdün? X — Ben mi seni üzdum? — Üzdün ya.. — Ne vakit? — Her vakit... Sana a kadar haber gönderdim yüzüme bakmadın, — Yalan söyleme, bön sana 6 kadar haber yönderdim, o kadar mektub yazdim cevab bile vermedin. - Yalan.. mektub - filân almadım senden, bilâkis ben sana yazdım., — Hâayır, bön sana., — Ben sana! — Ben sana! — Ben sanas! Sesi, gitgide- perde perde yükseli- yordu. Böyle giderse gardiyanlar. ge- lecekler, onu odasına götüreceklerdi. — Kız; dedim, yavaş söylel. O, bilâkis sesini bütün bütün yük- seltti: ç — Neye yavaş konuşacak mişim, kimden korkum Vvar ki.. neye ganâ mektub yazdiğimi inkâr ediyorsun? Söylesen e! Mutlaka bir metresin var.; ondan korkuyorsun.. — Ne oluyor, ne olüyor, gene ne 0- layor? Salim ağabeyin hiddetli sesi duyul- du. Arkadan kendisi de gözüktü- Pen- cerenin önüne geldi: — Haydi bakayım, haydi ! Erkeklerin penceres! ön: ftra nda- de ne i- — Kocamla konuşuyorum, — Ne-kocasi? — Ne - kocasi vlacak, kocam.. Ben de söze karıştım:; > — Öyle ya, “kacası ile Ben onun kocasıyım. — Sen süs. Sön de yürü odana, — Yitmem, kocamdan ayrilmam ben. Salim ağabey alel'usul kadıncağızı omuzundan yakaladı, odasına götürdü. Öbür kadınları da içeri soktu. İpek pijamalı hasta, hâlâ dışarda. konuşuyor. | Taş höcreye giden kadının boğuk sesi, “ydan dediler ki: «Ora- boğuk boğuk, daha boğuk geliyor. Eftra: — Ah hayinler, yozleri kör olsun. Be- in. Bek-'ni kocamdan ayırıyorlar! diye bağırı- yor, Bizim odadakilerin kimisi ikişer iki- şer yataklara, kimisi yerlere uzanmış- lar. Çember sakallı ile çocuk nâlâ oynu- Hiç mi beni sevmedin? yorlar. Kâni şarkı söylüyor. Sonra tekrar ekki halini aldı: geleli ağzından lJâkırdı çıkmıyan Ah- — Zaten erkek değil misiniz? En iyi-|med, donuk gözlerle etrafına hayran nizin boynu altinda kalsin. hi n bakıyor. Muhtelis bir depo me- . muru olduğunu öğrendiğim ipek pija- — Senin için kaç yece uykusuz kal-|malı adam koridordan kayboldu. Pen- dim. Yençliğimin en iyi seneferini se-|cevenin önünden çekildim. Uykum yok, nin uğrunda feda ettim. Halbuki sen...| Fakat bacaklarım gövdemi çekmiyor. — Ben ne yaptım? (Arkası var) — Sevmez olur muyum? — Peki; madem ki seviyorsun, niçin bu zamana kadar beni beklett lettin de gelmedir.. Birdenbire sesinin âhengini değiştir- di ve meşhur şarkıyı söylemeğe başla- dı. Beklettin da yelmedin? bti nzlsieizükzn ae llli aa idadi Na z anaed aBi A aai nnn ee ll Geldim| ” Hemen herkesin gözlerindğ bir günde zenğin olmak hırsı tutuşuyor, bunların arasında kazandığı fişleri sepete doldurup götüren bir adam gördüm ki bana ci TP Bugün yola çıkacak herkeste bir üzün - tü var: Para İşi. Zen- gin bile olsanız Pa - ra sıkımtısı, yolculu « ğun bütün tadını ka- çırıyor, Geçen sena Atinaya — gitmiştim. | Üç dört günden !ıı;h kalacak değildim. İstanbuldan gönderi- len para havalesi bir türlü - gelmedi. O gün kaldım, onu bek- ledim. -Aldığım para da bu on gün için - deki otel — borcunu Büç kapattı. Bu sefer İde yola çıkarken | Köstence üzerine bir para havalesi aldım. İstanbuldaki banka- da bu paranın hepsi- ni almıya mecbur değilsiniz. İstediğiniz kadarını alıp harcarsınız. Yüz liranız mı var, bugün yirmi beş lira, birkaç gün son- ra 40 lira alırsınız. İstemezseniz, geriye |Eslanı da hiç almazsınız, Dönüşte biz ge- riye veririz!... — Ne âlâ değil mi? Fakat iş hiç de böy- le olmadı. Köstenceye gelince para di- İye bankaya koştuk, Havaleyi on beş gün önce gönderttiğim için para hazırdı, Va- Ikn Ya hepsini alacaksınız, dediler, ya- ud Siç alamazsınız. Paranızı İstanbula geriye göndereceğiz.> Yü anız var, dedik değil mi?.. Ro- manyada da on beş yirmi gün kalacak- tımız. Vazgeçtiniz, yeniden yola çıkmak istiyorsunuz. Hiç para almazsanız, öl- |maz... Ne viyip içeceksiniz, otel parasını |nasıl vereceksiniz? Hepsini-aldınız mı, ne yapacaksınız? Harcamasanız © da olmaz, |Romanyadan çıkarken biraz Mâadeni pa- radan başka üstünüzde kâğid para götüre mezsiniz; yasaktır, Çaresiz, bu yüz lirayı har vurup. harman gavuracaksınız, Vazık değil ım? * Köstenceden Bükreşe... İstasyonda bi- Tet pencerelerinin önünde berkes biribiri. Hin oMUZUNA — çıkıyor; trenler uzaktan görünür görünmez, yer kapmak için ko: şan koşana. O kadar kalabalık... Büyük bir şimendifer garından Bük. |reşe gidiyoruz: İnsan, şarktan biraz daha uzaklaştığı. İni, gittikec Avrupa rengini alan Bir şehs ak bastığını anlıyor. - Köstence ile Ökreşin arası üç saat tutar, tutmaz, , &1 balkm kılığı ktyafeti, üstü başı birdenbire değişti; Köstencedeki çıplak. lar burada yok. Şapkasız erkek, çorahsız kadın bile pek seyrek. Yalnız Köstence. deki gibi burada da otomnbillerle binek arabaları kardeş olmuş; ikisi de yanya- na... İkisi de ucuz; tramvaylar, otobüsler de öyle... Komanyada pek zengin Insanlar oldu- ğunu yorlar. Çok büyük, pek mı teşem binalar var. İçlerinde belki mil- yonlara mel olmuş, yeni, ön ön beş katlı olanlar görülüyor. Fakat dünyânın hiçbir yerinde eksik olmıyan arayış rengi, ka- ranın yanında büsbütün göze çarpan bo- yazlığlı burada da, hemen bir bakışta bu- İuveriyorsunuz. O kadar zenginliğin ara- sında, çıplak ayaklı köylü çocukları, otuz kırk paraya kundura boyamak için, ge- Hip geçenlerin arkasından koşuyor. Her yerdeki gibi burada da bolluk ile yokluk anyana. Biri ötekine hiç aldırış etmiyor, sanki rısbet verir gibi görünüyor; öteki de ondan dökülecek kırıntıyı bekliyor, o- nu dileniyor, belki de için için diş bili- yor. * Para kazanmak, yeni bir iş bulmak is- teyenlerin kulakları çınlasın; işte bizde henüz hiç kimsenin başlamıdığı bir iş; şemsiye üzerinde kumar oynatanları hatırlattı ilkönce kim yaparsa, umarım ki, para da kazanır: Sokak başlarında bir adam duruyor; e- linde, objektifi çok kuvvetli, gölge ol- sun, güneş olsun her yerde, bir saniye i- çinde resim çıkaran bir fotoğraf maki- nesi, gelip geçenlerin içinden kimi gözü- ne kestirirse onun resmini alıyor; hele kadın erkek çift gezen gençleri hiç kaçir- mayor, Sonra, kimin Tesmini çıkariıtsa-o- ra bir kâğid parçası uzatıyor: Kâğıdda fotoğrafcının adresi yazılı. Dalgın dalgın yolda giderken, yanınızdaki ile tatlı tat- h konuşurken, resminizi almışlar; alan fotoğrafcının nerede olduğunu da kâğıdı okuyup anlıyorsunuz. Ertesi günü oraya gidiyorsunuz: beğenirseniz; o Tesimden ısmarlıyorsunuz. Fena mı? Hele plâjlar- da, büyük caddelerde; büyük. âbidelerin önünde böyle fotoğrafcılar pek çok. Cadde'erde gündüz öğleye kadar, ak- şamları da-dörtten, beşten sonra kavna- şan. bir kalabalık. Otomobiller, tramvay. lar sağdan, soldan birbirine geçiyor. Oteller temiz, pek de pahalı deği! Adım başında lokanta, birahane... En bü- yük lokantalarda bile yemek üstüne, meyva yerine, suda pişmiş mısır yıyor- lar, Çoğu koçanından yakalamış, ısıra 1- sıra yiyor; kimisi de çatalla yiyor ki bu da alafrangası... Meyvalar, hiç de ucuz değil. Şöyle böyle bizde sekiz on kuruşa satılan şeftalilerin üstünde, tibkı Beyoğ- Jundaki mağazalardam birindeki gibi (88. * |'desü, çamlardan biraz hayat, biraz yazılı... Aşağı yukarı seksen kuruş de « mmek... Ağaç çileği biraz ucuz, üzümler ko- Tuk Tenginde, elmalar yenmiyecek ka- dar ekşi, karpuzlar bazı bakkal dükkân- larında buz içinde satılıyor. Bükreş çok sıcak oluyor; zenginler ya- zın hep Sinaya'ya gidiyor. Üç, üç buçuk saat kadar uzak... Otomotörle gidilirse 'bir buçuk saat sürüyor. Yazın, kaplıca' mevsimi için gidip gelme bilet yapmışlar, yalnız gitme pârasına. Fakat pek de ucuz değil, haniya... Gidip gelme 270 kuruş totuyor. Trende oturacak yerinizi, önce- den, ayırlırsanız iki lira da onun İçin ve- riyorsunuz. - Otoamotörle gidip gelirseniz, © zaman da altı lirayı buluyor. Sinâya, dahâ ziyade Avrupadakj eğlen- ©e yerlerine gidemiyen — Romanyalıların yazlığı. Yüksek, çamlı dağlarıla çevrilmiş bir köy.. havası, her zaman sonbahar se- rinilğini andırıyor. Sık sık yağmur yağı- yor. Büyücek, Ççok güzel, çok temiz bir. 'park: İçinde çocuklar köşüşuyorlar; genç. ler, ağaç diplerinde sarmaş dolaş sevişi- yorlar; hastalar, omuzlarında birer par- bekliyorlar. Parkın bir köşesinde iki üç tane büyük otel, biriki pansiyon... Otel- Ter temiz, güzel... Yemek içmek-hepsi i- çinde altı lira..; Pansiyonlar dört ira... Fakat otellerle yanyana getirirseniz pan- siyonların odaları da, yemekleri de pek k*tü... Parkın içinde bir de kazino var; kazi- (Devamı 10 uncu sayfada) Ben iç'i Düşmeanı değilim.. Kadıköylü okuyucularımızdan Bay Ta- lüt, bayram günleri dağıtılan Yeşilay ro - zetlerinden müşteki: < Ben, diyor, Iilâhahmer gibi, Hava Kurumu gibi, Çocukları Esirgeme Kürü - M gibi teşekküllerin istediği yardımlara koşmayı, ihmali mazur görülemiyecek VA zifelerden sayanlardanım. Bu İtibarladır ki, cebimdeki tek kuruşu, bu teşekküller. le paylaşmak fırsatını kazandığım 2a - man, yeryüzünün en yüksek hazlarından birini duyarım. Fakat bu Yeşil Hilâle ne oluyor? Vapur gezintileri, danslı çaylar, halolar gibi vesilelerle adını — duyduğum bU cemiyet benim bildiğim, içki düşman- ları tarafından kurulmuştur. Ben kendi hesabıma, ne içki düşman- larına düşman olacak kadar — içkiyi se « venlerdenim, ne de içkiye karşı, düşman olacak kadar büyük bir kinim var. Binaenaleyh ne bir sakşamcılar cemi. yetis nin, ne de bir «içki düşmanları ku - rumu> nun rözetlerine metelik vermek is- tememi [ı Hem rozet dağıtanlar, rasigele, het yakaya yapışırlar, Şimdi, bir - «Yeşilay» roözelinin bir akşamcının göğsüne ilişti « rildiğini tasavvur buyurun! Bu, meyha « neleri topa tutmak için, Bbarut parasını meyhaneellerden istemeğe benzemecz mi? Yarın faraza zıpırin birisi çıksn Ga, bir «gazeteci düşmanları. cemiyeti kursa, &- zin ocağınıza Incir dikmek gayesini güt - se, ve günün birinde de, rozetini sizin Böğsünüze yapıştırıp paranızı — iştesa ne yaparsınız? Bente, eğer rozet dağıtma müsandesini verenler, bu ciheti düşünmezlerse, — «içki düşmanları» kabilinden cemiyetlerin To- zetleri yüzünden ortaya bir «rozet düş - manlığır çıkacaktır. Böyle tehlikeli ve sırasız bir düşman « lığın doğmasına sebebiyet vereceğ hare - ketlere el birliğile düşman olalım diyo « rum bayım... Bilmem siz ne buyurursunuz! Biz karilmize verilecek: — Hay hay! dan daha münasib bir ce- vab kestlremedik. Bilmeyiz, siz okuyucular ne buyurur - sunuz!

Bu sayıdan diğer sayfalar: