29 Kasım 1937 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

29 Kasım 1937 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

29. Ikinciteşrin SON POSTA' “Ben bir tımarhane kaçkınıyım ! .» Tıbbı Adlide gece... Gürültü ettiği için taş hücreye kapatılan kadın, şimdi şarkı söylüyordu: “Duvarı deleceğim, yarimi göreceğim, aç kapıyı gard Röportajı yapan: €Tercüme ve iktibas -3 Dizlerime karasu indi. Uzun otursam, nereye?.. Yataklar komple. Nereye ya- tacağım, nereye oturacağım? Köşeye bağdaş kuruyor, sırtımı duvara dayı- yorum. Gözlerim kapanmağa başlıyor. Deli gömleği giydirilerek taş hücreye yatırılan kadın, bağırmağı burakmış: Duvarı deleceğim, Yarimi göreceğim, Aç kapıyı gardiyan, Beş papel vereceğim.. Diye şarkı söylüyor. Tam bu sırada, kadınların odasında bır kızılca kiyamettir koptu. Gardiyan- lJarın koşuştuklarını ayak seslerinden anlıyorum. Acaba ne oluyor, kabil olsa da bak sam: Bir tıkırdı. Bitişik odanın kapiısı açılmış olmalı. Salim ağabeyin sesi: — Gene mi kavga, gene mi kavga? Çaçaron bir koca karı sesi: — Kavga ya, ne zannettin? Şu Yahu- di karısı yok mu, benden daha güzel ol- duğunu iddia ediyor. Bak suratıma, baksana be? Ben mi güzelim, o mu gü- zel? Seni gidi maymun suratlı Yahu- di... — Sus diyorum. Arkam ağrıyor. Yere uzanıyorum, çok sert. kemiklerim ağrıyor. Başımı bir türlü koyacak yer bulamıyorum. Tek kolumun üstüne koyuyorum, ol- muyor. İki elimi kavuşturup yüzüko - yun yatıyarum, olmuyor. Bir elimi u- zatıp yan yatıyorum, olmuyor, olmu- yor, olmuyor, vesselâm... Çocukla çember sakallı altalta, Üüste üste; küçük köpek yavruları gibi şaka- laşıyorlar, Onların bu oyununa, kıranta Karnik sinirlendi. Yatağında doğrularak: —BHe! diye bağırdı. Yeter artık.. hay- di bakalım, sen küçük geç yerine otur, Sen de sakallı.. yaşından başından u - tan, bacak kadar çocukla oynanır mı? Kesin gürültüyü! Çermiber sakallı hiç aldırmiyor, bu sözler sanki ona söylenmiyormuş gibi çocukla itişmekte devam ediyor. Bu defa Kâni de yalağından fırladı: — Bana bak sakallı! Haydi, dırıltıyı kes.. dün akşamkini biliyorsun ya, şim- di kalkarsam görürsün ! n Bu söz Karniğinkinden daha tesirli çıktı. Hoca çocuktan ayrıldı. Odanın içinde bir aşağı, bir yukarı bir kaç defa gezindiklen sonra yanıma geldi. Ceke- tini yere serdi. Oturdu. Biraz sonra ço- cuk da yanımıza geldi. Konuşmadan birbirimizi süzüyoruz. Tıknaz, kopça gibi gözlü, çiçek bozuğu yüzlü, burnu- nun yanlarından kulaklarının delikle- rinden fışkıracak kadar mebzul -kıllı yüzlü olan bu sakallı herhalde eski bir! medrese sakini olmalı, Kalın ensesinin katmerleri arasın -" dan loş medreselerin küf kokularını duyuyor gibi oluyorum, Çocuksa kara kaşlı, kara gözlü, kara saçlı, bembeyaz dişli, insandan ziyade küçük maymunları hatırlatan bir şey. Bir kedi sokulganlığile hocan'n dizle - rinin dibine oturuyaor. Onlar bana, ben onlara bakıyoruz. Bakıştıkça hocanın yüzünde geniş bir tebessüm beliriyor. Dudakları kulakla- rına kadar açılıyor. Sırıtıyorum, sıritiyorlar, sırıttyoruz. Soruyorum: — Hocam.. adın ne? Cevab vermiyor. Gözleri evlerirlin içinde fıldır fıldır dönüyor.Tebessümü daha genişliyor. Tekrar ediyorum. — Adınızı bağışlar mısınız? — Dainizin mi? — Evet.. — Abdülgaffur Süruri.. — Teşerrüf ettim. — Estağfurullah! Karnikle, Kâni ve ismini bilmediğim sarışın mavi gözlü, uzun upuzun birisi dv:r yanımıza sokulup bağdaş kuruyor- — Merhaba., — Merhaba, Abdülgaffur Sürüri, bunların yanı- iyan, beş papel vereceğim,, Faruk Küçük hakkı mahfuzdur) Detilik hâtıralarından: El arabasında seyahat mıza geldiğine memnun değil. Yüzün- deki o geniş tebessüm kayboluyor. Ka- ni söze başlıyor: — Sâakallı anlat! Kavun paraları ne foldu?. Karnik cevab veriyor: — Kavun paraları uçtu. Karyolaya uzananlar, pencere için- de oturanlar, yerdekiler elhasil bü - tün oda balki tektar ediyor: — Kavun paraları uçtu.. Gene Kâni ağzını açıyor: — Sakallı, Allahaşkına anlat! Döz- düncü karından nasıl dayak yedin? 'Hocada cevab yok... Mümkün olduğu kadar hocanın ko- nuşmasını taklid ederek ve a ları dört telif mikdarı uzatarak Karnik cevab ve- riyor: — Maşa ile, yedim, maşa ile yedim.. Bütün koğuş tekrar ediyor: — Maşa ile yemiş; maşa ile yemi Sakallı artık tamamile öfkelenmiş nefesi huzlılaşıyor, burun delikleri hı H hızlı açılıp kapanıyor. Kâni devam ediyor: — Sakallı, kavunlar ne oldu? — Şırak! Bir tokat sesi,. Hoca hiddetini yenemedi, <Ya settar»! diye Kâninin suratına bir tokat aşket- ti. Sorra bir kaplan çevikliğile üzerine atılıp gırtlağına sarıldı. Altalta, üstüste | bir kavga başladı. Ağız dolusu küfürler' savurarak İndiriyor tekmeyi, - basiyor | yumruğu, Küni de aşağı kalır mı, o da! ona yapıştırıyor. Etraftakiler de işe kâ- rıştılar. Ayıratağız diye onlar da ya pıştırıyorlak yumruğu.. ama - nereye rastlarsa... Bir iki tane de benini talii- İkıp pencereye koşuyorum, avazım çık- 'tığı kadar bağırıyorum: — Salim ağabey! Salim ağabey! Ses yok... — Salim ağabey! Salim ağabey! Gene ses yok. Salimağabey bulunur mu? Hitabı değiştirmeli: — Gece nöbetçisi! Gece nöbetçisi! Ses yok.. — Gardiyan! Gardiyan! Ses yok.. , TAlmanyada bronz ufaklığa Alman toprağından geçerken Bacalarınan alev fışkıran bir tabrika kalabalığı: İşte Almanya... Bütün pencerelerde ——— kırmızı sardunya... Başka çiçek -- Romen topraklarından geçiyoruz: Pet- rol kuyuları, tanklar, masir tarlaları, ör- manlar, kereste yüklü vagonlar... Akşama döğrü Lehistan... Saatler, orta Avrupaya uyduruldu: Birer saat geriye alındı. O gece, ertesi günü boydan boya Polanyadan geştik. Ortalık kararırken, hacalarından âlev fışkıran bir fabrika kalabalığı otrafımızı sardı: İşte Alman- *_vayu giriyoruz. Gümrük için, para için bir sürü araştırma, uzun uzun soruştur- ma. Avrupada İngiltere, Fransa, İsviçre Bgibi birkaç memleketten başka nereye giderseniz, her yerde: — Üztünüzde kaç para var? diye sorar- lar; fakat pasaportunuza yazıp geçerler. varıncıya kodar hepsini uzün uzun sordular; birer birer saydılar... Ertesi sabahı; Berlinde,.. Bir iki sağ şehirde şöyle bir gezinti: Pazar, her S0 kuri sab ettiklerine göre ucuzluktan Yazan: Kemal Ragıb yasak mı?... Şimendiferler sağdan, soldan geliyor Işte fabrıka kalaba kapahı... Vitrinlere bir bakış: Bir mıı:kı' zünde de baştanbaşa kırmızı çiçekler aç- , bir doları 2.25 marktan he- | hiçbir mış. Yanında bir apartıman, onun yanın- da bir âparlıman daha. Arkâsından bir şey anlaşılmıyor. Ancak turist markı &- apartıman, bir apartıman daha. Hep bir malı ki yaşamak biraz ucuz gelsin. Bu-. biçimde, hep bir büyüklükte, hepsinin de nun için de günlerce, aylarca Almanya- | balkonları baştanbaşa kırmızı sardunya da kalmak lâzım. ile dönanmış. Kendinizi tutamıyorsunuz, Gene o gün yola devam ettik. Tren dudağınız bükülüyor. Bu apartımanlarda bir saat geç kaldı. Yolcuların arasında Aoluranlnrm hepsi de çiçek diye yalnız bir Fransız vi Hani ya, nerede a meş-| sardunyayı mı seviyor? Hepsi de sardun- " da uzanıp giden beş altı tane demiryolu... me isabet etti. Aralarından güç belâ Çı- p. hacaları,.. hur intizamı?» diye söylendi, durdu. Ha- | müllara filân vermek için para bozdur- mak istemiş. İstasyondaki resmi büro: gitmiş. Üzerinde 7,30 da açılacak, diye yazılı. Saat ön bir. hâlâ kapalı... Yanın- daki tütü sözüm ona, ecnebi parası alıyor; âhıyor ama bir doları 225 mark sayıyor. Fransız, buna da attı, Ben de bir Türk lirası bozduracak oldum. ! Bir liraya 1,25 mark vermek istediler, Bi- | zim borsada markın piyasası 28 — kuruş, halbuki bu hesaba göre 66 kuruş tutuyor. Kambiyo işi şu son senelerde bütün dün- yada kangren oldu, gitti... ütün gün Alman topraklarından geçi- yoruz: Her yer yemyeşil, bu — yeşilliğin yanında sarı bir renk görüyorsanız o da biçili toplanmış ekinler. Köylünün birisi, ilk defa bir şimendifer — görmüş. Köyüne döndüğü zaman bunu anlatmak için: İ Arabalar, arabalar, arabalar... Dermiş. Benim gibi ekspresle Alman- yanın içinden geçerken de denilebilir Şimendiferler, şimendiferler, — şimendi ferler!.. Sağdan geliyor, soldan geliyor, karşıdan gellyor. Üstünüzde bir köprü, oradan geçiyor; altınızda b%r_k_Üprü da- ha, oradan da geçiyor. Birbirinin yanın- Yemyeşil ovalar, göz alabildiğine or- manlar, ormanlarla yarışa kalkan fabri. yanın kırmızısına mı tutkun? İçlerinde beyazından, pembesinden hoşlanan — hiç kimse yok mu acaba? Penceresine sar- dunya yerine bafka bir çiçek, bir karan- | fü, bir belargonya, bir yıldız saksısı koy- mak günah mu sayılıyor, yoksa yasak mı? Bu büyük günahı işlemeği göze alacak, bu yasağı bozacak hiç kimse çıkmıyor mu?.. Bu âiyarda oturanların zevkleri de mi ölçü ile? Bu ölçü acaba daha nerelere, nerelere kadar girebiliyor? Bu kadar birlik, bu kadar beraberlik ilkönce biraz ahenk hissi verir gibi olu- yor; sonra insanı yavaş Yavaş yürüvor. usandırıyor. Bilmem, herkesi bu kadar hendeseden, böyle yuvarlak — yaşamak- tan, dünyayı bu kadar dört köşe görmek- ten hoşlanır mı? Yoksa buna da zevk me- selesi. deyip geçmeli mi? Akşam üstü, Belçika... Ertesi sabah, artalık ağarırken de pencorenin arkasın- dan Fransız toprakları uçuşüyor. Gene |her yer yemyeşil, her yer ekilmiş, biçil- Ş Yalnız o ölçü, o hendese, gözünüzün | önünde her saniye bir yaprağı daha açı- hp uçan bu albümden artık silindi, yok oldu. Parise yakım köylerden, yazlıklardan geçiyoruz. Herkes telâş içinde, toplanı- yor, bazırlanıyor. Aynaya şöyle bir göz atmıya bile korkuyorsunüuz. Üç gün, üç gece tren yolculuğundan sonra tanınınaz İnsan Almanları görür görmez, bir za- manlar yeryüzündeki birçok milletlerin | bir araya toplanıp neden onları boğmak istediklerini, Almanyadan geçerken de bu milletin yıllarla süren böyle bir bo- Buşmaya nasıl olup ta dayanabildiğini Ben de ama apdalım ha! Hiç bu vakit , — , bakışta anlayıveriyor!.. Her yer ekilmiş, her yer biçilmiş. Hepsi de ölçü ile, hepsi de hendese ile... Evlerin arası bir ölcüde, yüksekliği bir ölçüde, gelip geçenlerin yürüyüşü bile ölçü vle Çiçeklerle süslenmiş, tellerle çevrilmiş, bakımlı, güzel bahçeler. Kimisinin orta Kavgacılar müdhiş bir hal aldı. Mil- yerinde küçük küçük kulübeler: Tavuk Jet birbirile hoğuşuy Var kuvvetimle bağırıyorum: kümesinden pek az büyük, birer ikişer pencereli, içi, dışı yağlı boyalı.. anlaşılan — Nöbetgi, gardiyan kimse yök Mu?| bunlar da oralarda yaşıyan İnsanların Adam öldürüyorlar.. yetişin, yetişin! Gene ses yok.. yazlığı... 'Tren yollarile yanyana akan nehirler, Bağırmağı bütün bütün arttırıyorum: | 4<ma köprüler, sanra da büyük büyük şe- — İmdad, imdad yetişin! hirlerin ortasından geçiyoruz. İlkönce Nihayet şimdiye kadar görmediğim ( hep öyle bahçe içinde küçük küçük ev« bi de! tle bağırıyor: isi pencerenin önüne geliyor ve hid-İjer, arkasından apartımanlar. Onlar da, apartımanlar da hep bir yükseklikte, bir — Kuyruğuna basılmış yılan gibi ne| biçimde, bir renkte. Pencerelerinin ö- diye bağırıyorsun? İsını düzeltiyor. (Arkası var) nünde birer balkon, balkonların hepsi de uda içerdeki kavga bir-| çiçeklerle süslenmiş; çiçeklerin hepsi de verdi. Herkes üstünü ba-|kırmızı sardunya! Diyelim ki yüz pence- reli bir apartıman. vüz tane balkon. vü- bir renge girmişsiniz. Gömleğinizin ya- kasını görünce utanıyorsunuz; acaba bir gören oldu mu, diye yanınızdakilere ba- lığı. Almanyadayız. kıyorsunuz; yüreğinize biraz su serpili- yor: Onlarınki de öyle, hepsi simsiyah!' Göz kapaklarınıza enli enli sürmeler çe- kilmiş!.. Suyun, sabunun değerl Işte şim: di anlaşılıyor... Paris: Şimal istasyonu. Şehrin içinde nasıl bir kalabalığın kaynaştığı, daha bu- radan belli. Girip çıkan, birbirine geçen bir insan dalgası. Üstüste çanta yığınları. Kalabalık, baş döndüren bir uğultu. Saat daha sekiz. Trenlerden yalnız yabancı yolcular değil, yerliler de, Parise yakın yazlığlarda oturan, gündüzün işlerine gi- dip gelen binlerle, binlerle insan da ç | yor; yanınız sıra istasyonun içinde koşi şuyorlar, hepsinin elinde birer pakat, bi- rer küçük çanta, İstasyondan çıkar çık- maz koşar gibi, hızlı hızlı, caddelere da- Bilıyorlar. Beş on dakika yürüdünüz mü, aruk Paris'n ortasındasınız. bütün o büyük mağazaları, adım başında bankaları, ti- yatroları, yolların boylu boyunca kah- veleri, iokantalarile işte Paris!.. Kemal Ragıp Enson Resimli fıkra müsabakamızın mühleti yarın akşam bitiyor Resimli fıkra müsabakamızın bal suretlerini göndermeleri için okuyu- cularımıza 10 ikinciteşrinde verdiğ'- miz 20 günlük müddet yarın akşam bitiyor. Gelen yüzlerce mektubdan da anlıyoruz ki, bu müsabaka okuyucu- larımız arasında büyük bir alâka ile karşılanmıştır. Okuyucularımız içinde müsabaka- ya henüz katılmamış olanlar varse, acele etmeleri, yarın akşama kadar kupürleri idarehanemize göndermiş veya teslim etmiş olmaları lüzimdir. » İşte uykusuzluktan kıvranan sinirlilerin bitmez tükenmez dilekleri ., .. galih gelmez, her gün arlan sinirlilikten giltikçe kuvvet azalı, #rtesi gün İnsan yorgun argın, hiç bir şey yapamamak halsizliğile kalkar. Bromural -knoli- Bo feliketten kurtulmak için kullanılacak İlâçtir. Asla zaram yoktur, sinir. 'noll A-Oş kimyevi maddeler fabrikaları, Ludwlgshafen /Rhio :

Bu sayıdan diğer sayfalar: