14 Haziran 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

14 Haziran 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

14 Haziran eağ ESKİ GÜNLER fas Bir çapkınlık gecesi Yazan: Muallim Nihad Onların İonyağr, bizim rakımız sona ermek üzere iken oda kapın birdenbire açıldı. Darültünundayız. Sınf arkadaşları iz merhum Filibeli Mehmed Ni- Oda hakkında bundan fazla tafsilâtı lüzumsuz gördüğüm için asıl maksada yani bizi oraya koşturan dilrübalara ge- giyorum: Bunların her ikisi de kumral, yirmi beş, yirmi altı yaşlarında tahmin olunabilir tazelerdi. Birisi her hareke- tinde fazlaca fıkırdaktık gösteriyor, olur; olmaz şeylere gülüyordu. Yaşlı hanım paketleri dışarıda masayı hazırlarken bir taraftan da: — Beyefendiler! Ne kadar da külfet açıp N sna yüklenecek değiliz Payımıza | etmişsiniz! Elbet cariyelerinizin bende- Üiyeni fazlasile öderiz!, hanesinde de yüzümüzü kızartacak ta ol- İO: biraz afallar gibi olduktan sonra: |sa takdim edecek çerezimiz bulunurdu! >> Hayhay! Lâzum gelen tertibatı ala- | diyordu. İM. Sizi haberdar ederim, dedi. Arkadaşım bu işlerde pişkin bir deli- ibeli söze atıldı: kanlı tavrile cevab verdi: «> Beni mazur görün, ben yeni nişanlı-| — Estağfurullah hanımefendi! Fazla Yan, bana yaraşmaz!, değil, belki noksan... Hizmetimizden biz > O halde ikimiz gideriz. Nasıl söz mahcub oluyoruz. Yiyor Tousun? — Aman beyefendi! O nasil söz! Valla- > Dedim ya, ben etraflıca değerli bir amirler; sene hayli diye haber Veririm, Bizim bu tatlı macerâya atılma arzu- Müz 822 rumi senesinde oluyordu ki o h ke gece hovardalığına gitmek ol- bir kabadayılık, hatırı sayılır bir Çrtuk gk Çünkü mahalleli se- sezmez evi basar, kadınları da, er- leri de kemal rezalete döve, pata karakola götürürlerdi Gençlik bu! Saim de, arkadaşın da böyle tehlikeleri #hünsiyecek vaktimiz yoktu. Kanımız | i — tay, Yabı, talihin varmış! Öyle ikı ay- Parçadan söz aldım ki tarif götür. ki : : E ; F â! dedim, demek Xi bn çarşamba mükemmel bir cümbüşteyiz dese- bir program yapım, bir şey ta- mı? Gerçi senin kadar bilmez- öyle bir yere kollarımızı sallıya gidemeyiz. Yenecek, içilecek ne tedariki icab eder. arkadaşım: merak etme! Ben her ciheti dü- İİ / Hr para alıp gelmeyi unutma! dedi. kolay! Benim hizmetim bundan besöztünel * ba akşamı sular karardıktan slimizde irili, ufaklı paketler ke İtina ile etrafı kollyarak cümbüş vardık. Arkadaş evvelden ka- parolayı verince - re kapı açıl ye #o Ti Tâmbasının silik ışığile aydınla- dak, tıkta geçip merdiveni çıktık, ol- ü yi bir sofa üstünde iki oda var- Sokak üstünde, biri de bahçe ta- * Sokak üstündeki odanın ka- Sag apalıydı Bizi buraya kadar on ya- ik; ; bir ahiretlik kız çıkarmıştı. Solada Yigi, eninle kırk beşlik bir hanım kırk a banışırmışız gibi bizi lâübaliyane, ii bir tavırla karşılayıp arka oda- “klar. Oda; alafranga koltuk, kana- hi he k, tan, # İş Marka sedir halitasile döşenmiş, or- *t köşeli bir masa etrafında dört alya... Yalnız sen çarşamba günü yanı- | hi bizi utandırdınız. Masanm etrafına çevrelendik. Hanım- lar rakıdan hoşlanmadıkları için Yuna- nistandan gelen meşhur (Metaksa) kon- yağını içiyorlar, arkadaşla ben de yarım okkalık bir (Umurca) yı bafiflelmeğe çalışıyorduk. OKadehler tokuşturuldu, mezelerden eski tâbirile <nevaleçin» ©- Tundu. Yaşlı hanım maşasınâ taktığı si- garasının dumanları arasınis gâh naze- geçiriyordu. O bizi süzüyor, ben de gö- zümü kıkırdak kumraldan bir türlü ayr- ramıyordum. Kadehler birbirmi kovala- dıkça neş'eler fazla yağmura uğramış azgin nehirler gibi taşmıya başladı. Bir aralık büyük hanım: — Bana müsaade buyurunuz, yatsı na- mazını kılacağım! Demez mi? Şaşkınlıktan (gözlerimin faltaşı gibi açıldığına eminim. Kahkaha- yı salıvermemek için dudaklarımı ısır- iz| dım. Hanım gitti, abiretlik yavrucuk, - Ah! Bu zavallı Anadolu çocuğunun bu batak- hanedeki mevcudiyetini hatırindıkça hâ- iâ tüylerim diken diken olur - o da gitti, Bizbize, başbaşa kaldık. Arkadaş fıkır. dağa göz koyduğumu anladığı için onu benim yanıma verdi. Hoş! Ona düşen daha alımlı, daha halâvetli idi, Ağır başlı tavrı beni hoşlandırmamuştı. Onların konyağı, bizim rakımız sona ermek üzere idi ki, oda kapısı şiddetle açıldı. Biz to- parlandık, Büyük hanım başında namaz bezi ali al, moru mor içeri girdi: — Aman beyefendiler! Mahalleli şüb- helenmiş, Kapının önü mahşerallah! Merdivenden inip mutfaktan geçmeniz bile doğru değil! Bahçe pek alçaktır, he- men atlayın. Karşıda bostana açılır ufak kapı vardır. Sürgüsünü çekip bostana geçin! Bahçıvan Bulgar (Dançef) bu iş- lerde pişkin bir adamdır. Eline beş on kuruş verirseniz sizi sahili selâmete çı- karır, Arkadaş ta ben de derhal ayıldık, Ce- ketleri, fesleri giydik, pencereyi yavaşça kaldırdık. Ben atlıyacağımız yeri göz yordamile bir şavulladım, zifiri karanlık olmasına rağmen odadan âkseden ziya ile belliydi ki atlanmıyacak bir yer değil! Gençliğimde spora merakım çok, vücü- düm atik ve çevikti. Pencerenin kenarı- na çıkmamla binadan ki metre ileri bah- çenin ortasına atlamam bir oldu. Hemen tarif edilen bahçe kapısını aramıya baş- (Devamı 10 uncu sayjada) SON POSTA rağacı altında biten memuriyet hayatı: 8 Sayfa 7 i ( Niğde tahrirat kaleminde başlayıp İstanbulda ) da eearaanae annamammnmmn ei Devlet kapısında elli yıl Yazan: Eski Dahiliye Nazırı ve eski meh'us Ebubekir Hâzım Annemin, kucağımdaki heykel yüzünden başgösteren şaşkınlığı geçince kaşları çatıldı ve hiddetli bir sesle: “ Çabuk, bu çamur piçi al, nereden Hüseyin devam et- ti: — Hele annemin elinden çektiklerimi hiç sorma! Beni ça- lışırken Oo gördükçe üstüme yürüyor: — Sen Allahı gü- cendireceksini,. Kâ - fir olacaksın?!. Ya - rın ahirette Allah sana: eYarattığın bu kula can ver bakar lım!s derse ne ya - pacaksın? Ha? Ne yapacaksın? diyor - du. Hattâ bir defa- sında, üzerine tit - rediğim heykeli par ça parça etmiye ni- yetlendi!. Eğer elle- rine ayaklarına kapanıp yalvarmasay- İdim, bu niyetinden vaz geçeceği de yoktu. Bereket ona, heykeli tamamlar *tamamlamaz bozacağımı vâdettim de, laldandı. Yoksa, bütün emeklerim, yor- gunluklarım, uykusuzluklarım böşa gidecekti, Ben, bütün bu sözlerin de arttırdığı bir takdirle, Hüseyinin boynuna sarıl- dım, iki yanağını öptüm. Sonra: — Madem ki, dedim, annen bu hey- keli istemiyor, onu bizim eve götürü- rüz! Herkes: «Cenaze, bir çocuk benazesi!; diye bağırdı. ıztırabı, bir taraftan da, annemi kan- dırmanın yollarını, çarelerini düşünü- yordum. Fakat annemin dediği dedik- ti, Ben, bu meselede nazımı söktüre- miyeceğimi anlayınca, heykele emin ve münasib bir yer bulmayı düşün - düm. Elimizde heykelle evden çıktığımız zaman, Hüseyin: — Biz, dedi, bunu gene bizim ahıra götürelim. Bana kalırsa, en emin yer yemliktir. Heykeli yemliğe, deminki İgibi yatırır, üzerini saman'a örteriz. Hüseyin, bu teklifimi masum bir) PP ümid, ve büyük bir sevinçle kabul €*- Heykel kucağımızda, bizim eve git — Olmaz!. dedim. Ve ilâve ettim: — Çünkü, baban ineği ahıra bağ - tiğimiz zaman, sokak kapısından doğ-İlarken heykeli de görür, kırar!.. ruca içine girilen koca sofa misafirlerle dolmuştu. Iztırablarını daima yüreğinde gizle- mesini seven temiz ve merd Hüseyin İçeri girer girmez, anneme, heykeli acı acı güldü: uzattım: -— Bak, dedim, sana ne getirdim! - Merak etme.. dedi... Ben sana- söylemeyi unutmuştum. Bizim inek ö- Fakat, benim bunu söylememle or-İleli tam bir hafta oluyor!.. Şimdi ah;ra talığın karışması bir oldu. Annem dene giren var, ne çıkan!. dahil olmak üzere bütün misatirler: Bu cevab, Hüseyine karşı beslediğim Cenazel.. Bir çocuk cenazesi! İyürmet hislerini büsbütün artırmıştı. diye feryadı kopardılar!.. Çünkü, öldüğünü söylediği inek, bu fa- Ben, onları elimdeki cismin bir Ç0- İkir aile için büyük bir serveti. Onlar, cuk cenazesi olmadığına inandırmak İekmeklerinin katığını, o emekdar ine- için, bildiğim bütün yeminleri ettim. ğin sütünden çıkarırlardı. Ve Hüseyin, Nihayet, annem, yanıma sokulmak, Ve | yendi derdile en yakın arkadaşını bile heykele yakından bakmak cesareti- ni gösterdi. İkinci bir cesaretle heykeli elile yoklayınca, gözlerini dolduran dehşet, hayrete tahavvül etti, ve; — Hayret!, dedi... Sahiden çamur - b danmış! Annemin verdiği teminat üzerine, solayı dolduran bütün misafir kadınlar, etrafımı çevirdiler. Hepsi de heykele ayni dikkat, ve ayni hayretle bakıyor- lardı, Bu misafir hanımlar içinde, münev- ver kadınlar da vardı. Onların bile, e- limdeki cismin, çamurdan yapılmış bir beykel olduğunu anlıyamamaları, ve bu hakikate” ancak heykeli elledikten sonra inenabilmeleri, Hüseyinin eriş- üği muvaffakiyetin hududsuzluğunu gösteriyordu. Annem şaşkınlığı geçince bana, Wp- kı Hüseyinin anası gibi çıkıştı, Hemen hemen ayni sözleri söyledi. Ve: — Çabuk, dedi. Bu çamur piçi al, nereden getirdiysen, oraya götü Annemin bu sözleri, biçare Hüseyi- nin; içine yıldızlar aksetmiş karanlık bir kuyu suyu gibi parıldayan yuvar- lak sevimli gözlerini yaşla doldurdu. Belliydi ki, en fazla emeğini yiyen bu eseri: ! belki küçük Kardeşi kadar seviyordu, Kendisini gecelerce uyku- suz birakan, uğraştıran bu taze ve gü- zel eseri şimdi ne yapacaktı? Onu, da- ha seyretmek zevkine bile varmadan parçalamıya eli varabilir miydi? Biça- re çocuk, en güzel eserini içinde yâşa- dığı dar zihniyetli muhitin tecavüzle- rinden nasıl kurtarabilirdi? O meşru veledi san'stini, bir veledizna gibi so kağa atabilir miydi? Ben, bir taraftan Hüseyinin duyduğu üzmemek için, ailesini katıksız bıra - kan bu koca hâdiseyi bile gizli tutmuş- tu, Ben o zaman, bunları düşünebile- gizlemesinde, mahiyeti, manası mec- hul bir büyüklük sezmişti. Hüseyinin fikrini, bittabi muvafık buldum. Ve az sonra, tekrar yemliğe yerleştirdiğimiz heykelin Üzerini, bah- çeden topladığımız otlar, çalılarla ört- tük, Gübre ve saman kukan ahırdan çi- karken ikimiz de, çok sevgili bir dost mezarına çelenk, çiçek koymaktan dö- getirdiysen, oraya götür! , diye bağırdı Bem İki büyük insan kadar Omüteessir diki * İspartadan An - talyaya tayin olun- duğumuzu yazmış - tım. İspartada kal - dığıımz dört yil işinde, (o Hüseyinin temiz, sıcak arka - daşlığını özlemek - ten, bir gün bile kurtulamadım, Bu dört yılın sonun - da, babam, İspar - taya döneceğimizi söylediği zaman, ilk hatırladığım (o sima, Hüseyinin ince, 80 Yuk, vakur (siması oldu. İspartaya yaklaşırken, sadece ona bir an evvel, kavuşmak maksadile “babamın muhalefetine rağmen-, atımı, mahmuzladım. İspartaya, onlardan bir saat evvel girdim. Fakat, az sonra karşılaştığım manzara, gözlerimi ıslattı: Çünkü Hü- seyinin iki gözden ibâret evi yıkılmıştı Fakat yemliğinin içindeki çamur hey- kel, hâlâ bıraktığımız gibi duruyordu. İçinde koşmaca, saklambac oynadı- Eımız bahçelerindeki bütün ağaçlar ke- silmişti. Bahçenin orta yerinde yalnız, Hüseyinin en küçük kız kardeşini bir kuzu gibi bağladıkları kızılcık ağacı kalmıştı. Oradan, bir deli gibi fırladım. Ve Hüseyinin evine bitişik olan evin Kapı- sını çaldım. O evde, Halime adında, ih- tiyar bir kadıncağız otururdu. Halime hanım, telâş içinde sordu - gum suale şu cevabı verdi: — Gittiler... Sonra izah etti: — Hükümet, buraya basma mushaf ve cüz. sokulmasına müsaade etti... Bu yasak ortadan kalkınca, el yazması mushaf ve cüz yapıp satarak geçinen- lerin işleri altüst oldu. Bu arada, Hü seyinin ailesi de, fena vaziyete dü: Evlerini yıkıp kerestelerini sattıla Bahçelerindeki ağaçları kesip oduncu- lara taşıdılar. Ve bir gün, sessiz sessiz ağlıyarak çıkıp gittiler... Ümid ve alâkayla bağırdım: — Nereye? — Hüseyinin anasının Aydın köyle- rinden birinde akrabaları varmış!,, Ga- liba onların yanına gittiler! Ben, kararsız ve müteessir, o arkadaş evinin bomboş kalan yerine bakarken, Halime kadın bir kemik haline gelmiş kupkuru parmağile, bahçenin ortasin- daki kızılcık ağacını gösterdi. Ve acıklı acıklı içini çekti: —Buna baktıkça gözlerim doluyor... (Arkan var) | Çamur güreşi işte budur! j Amerikada pek revacda olan çamur güreşi, halkı heyecandan heyecana sürük- lüyor.

Bu sayıdan diğer sayfalar: