24 Ağustos 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7

24 Ağustos 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 7
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

rtajları Gagavuzlar arasında Ben türkçe konuşuyordu m, halbuki Komrad'lı genç kız gagavuzca konuştuğum şaşıyordu Besarabyada çok gi- Tİn, çok temiz bir kas sabacık olan Kom- Tad'a bir sabah er- kenden vardım. Âvü- Te bir seyyah gibi kendi- kendime 80- kaklarda — dolaşarak şehrin ve ahalinin hususiyetlerini tedki- ke çalışıyordum. Ön- ©e, büyücek bir mey- dana nazır bir kah- venin dışarısında, U- fak bir masanın ba- Şina geçip oturdum. Rumence ne istediği- Mi soran garşonun Yüzüne dikkatle bak- tım. Verdiğim hü- küm, onun «bizden> olmadığı yolunda Ben de kahvemi , ne? Bi yi asını kavrıyamıyan ço - ::;_ kunduralarını boyat - bir delikanlıya seslendi: Sualimin cuk, biraz makla meşgul — Ağal Bu bak! De yanına ı dimi tanıttım. Niçin geldiğimi söyledim. üzünde bir sevinç okunuyordu. ;.“ daha düzgün ve pürüzsüz bir İs - tanbul şivesile hitab ederek, benden * özürler diledi. Beni giyaben tanıyormuş. Bazi yazılarımı okumuş. Esasen kendisi İstanbulda tahsil ediyormuş. Yaz tatilini üzere memleketine — gelmiş. sunduralarının boyasını âdeta yarıda bi- fıku:dı; benimle beraber biraz evvel o- turduğum kahveye geldi. Karşı karşıya geçtik. O, ille beni kasabanın tleri gelen- jerile tanıştırmak iİstiyordu. Ben ise, bazı mülâhazalarla bundan — kaçınıyordum. Kendisile hasbıihal etmeyi tercih ettim. Açıkgöz ve epeyce kültür sahibi bu Benç ile birlikte kasabanın içinde dolaş- tık. Halktan bazı kimselerle ayaküstü ko- nuştuk. On üç, ön dört yaşlarında çiçek Bibi bir genç kız benim <gagavuzca» bil- diğime şaştı. Mütevazi bir aşçı dükkânında, eli - kanlı benim davetimi lütfen kabul ede- rek, birlikte karnımızı doyurduk. O, bü- tün bu esnada bana, Gagavuzların asılları, nesilleri, âdetleri hakkında birçok malü- mat verdi: Besarabyada altmış bin Gaegavuz var- dır. Gagavuz'ların aslı Kuman'lar, Ku - man Türkleri olduğu ve Oğuz * Uğuz koluna mensub bulundukları tarihen tes- bit olunmuştur. Avrupa yakasına geçiş- leri 1224 yılına tesadüf eder. İlk yerleğ- tikleri yerler Tuna'nın sağ — sahillerile, Karadenizin batı kıyılarında Varna, Ka- varna, Balçık, Silistre bölgeleridir. Son- ra, oralardan, muhtelif muharebeler ve Astilâlardan kaçan bazıları gene Balkan yarımadasında muhtelif yerlere dağıl - mışlardır. Gagavuzlar, Hâlâ en eski Türk âdetle- rine riayetkârdırlar, Her sene kurban keserler; ölülerinin canı için helva döker ve dağıtırlar. Millf ve dini bayramların- da fıkaraya yiyecek, sadaka dağıtırlar, su sebil ederler. Som derece misafirperver- Girler, Kendilerine misaferet şurelıle gelen düşmanları da olsa, onu izaz ve ikram eder, onun hizmetinde bulunurlar. Dilleri sâf türkçedir, mekteblerinde Tu- mence ile beraber türkçe tedrisat ta mecburidir. Ailenin reisi bulunan erkek, bütün aile efradınca mukaddes — sayılır. Büyük, küçük hepsi de ona son derece Tiayet ederler. İhtiyarlar da, gençlerden her yerde ayni hürmeti görür. Muamele- lerinde, fevkalile dürüst, san'atta - çok kabiliyetlidirler. - Aralarında — husumet güdmek Adet değildir. Davalarını ekseri- kün değillerdir. Milli Açki olarak boza kul- lanırlar, Bizans hâkimiyeti altında yaşamış olan bir kısım Gagavuz- ları, © zamanlar, Bi- gans — imparatorları Rumlaştırmağa pek çok çalıştıkları gibi, Çarlık Rusyası da, Be sarabyadakileri Mos- kotlaştırmağa hayli uğraşmış. Hattâ, Rus- ya, bunların türkçe okumalarını, türkço söylemelerini şiddet- le yasak etmiş. Fa- kat, damarlarında a- kan Türk kanı bu tazyik ve bu yasak önünde isyan etmiş,| coşmuş.. Gagavuz'lar ağızdan ağıza kendi tür- külerini söyler, kendi dualarını eder, ço- Balkon röportajı 2 ru.â cuklarını kendi ninnilerile uyutur ve kendi masallarile avuturlarmış. Çığırtma, kaval, kemençe, kobza ve gayda üzerinde çaldıkları tatlı musiki ile bizim milli musikimiz arasında nağme yakınlığı vardır. Anadolu saz şairinin bağrından kopan yanık feryadları, Gagavuz'un kavalında, kemençesinde de bulursunuz. 'Türküleri ekseriya hazindir. Çünkü onlar da feleğin zülmüne uğramış garib insanlardır. Şimdi, buraya tahsile gelen gönçler oralara bizim türküleri, bizim yayıyorlar. Bunların orada ne büyük rağbet gör- düğünü söylemeğe hacet yok: Her Ga - gavuz'un, bilhasşa gençlerin nazarları bizden tarafa dönük olduğunu bilmeliyiz. Bana o gün Konrad'da refakat eden asil ırkdaşım, o muhterem genç, beni toei Vederken, gözleri dolu dolu, bana Behçet |Kemalin şu şirini okurken, o tahassürü |bütün kuvvetile sezdim: Kaybolmuş kardeşlerim ve sen, işte yan- & yana; Göcül yangınlarını hber sa söndürmez, Tu- na, Derdim ne, sevincim ne, sen en iyi bilen- Tuna, iç ateşime serpilecek su sensin, Nacl _:'_d, kalırsın görür de Türk'ü, Tuna, Her çağıltısı bir Türk gengine türkü Tuna? Mülâ var şafağında, güllerinde al kanım, Suyunda batan güneş suya düşen kalka- nını; Kıyında ber fırtına bir geki akın sesi... Suya alılacağım, kesilse çarkın kesi, Hançerim başını açık, ıllmlü- yak, Süleyman Çelebinin salındayım sanarak; Batan günün sudaki yangısı, kızıl ipek, Yeni düşmüş bir sancak, kurtarıp dikmem gerek. Son ışıklar çiziyor suda murdan bir sırat; Kıyıdan bize doğru koşuyor bir sürü at; Ne fayda istediğim gibi şair değilim: Tutmalı miydi şimdi sadece kalem elim? Bir elimde kamçılık bir yeşil söğüt dalı, Bu atlardan birinin sırtına atlamalı, Bir elimde yelesi, sürmeliydim Peşteye, *Yol verin Yeniçeri torunu yolda;» diye.. Ayağımın dibinde akdakların sağ, Tuna, Derdine yan buhar ol, gel Hozkıra - yağ Tuana; Bulut ol göğümüzün üstünde ağla bu yaz, Türkten ayrı düşenler ne yapsa avunamarz. 'Türke hasret çektikec, geldikce dara, Tu- . na, Döküldüğün denizde git onu ara Tuna: Orda seni anlayan, arayan Sakarya var; $Siz Türksünüz dünyanm sonu gelene kadar. Hasretsin: yatağında dön, çarpın, dövün, Türk'ü gördükce konuş; Türklükle övün, Tuna... Ercümend Ekrem Talu SKB n tü ümalersaşer y Alacak yüzünden dört kişi kavga etti Kadıköyde Hamam — sokağında — oturan kardeşi Haşim zabıtaya vi ıruzlarken boyacı Salın ve Galib yahvede d.ıârlu: grken yuııünuın Te Gatb aktığını im e Galibin sandalya ile baş îınnı v:m: suretile kendilerini yarala « DArAK Ww— BUĞATOA 2br, şirleri, bizim edebiyatımızı götürüyor ve | SON POSTA Franchot Tone, Joan Cravforddan ayrıldı, sinemadan çekiliyor B Franchot Tone son filmlerinden birinde Hollytwrooddan alınan en son haberle- re göre meşhur sinema — san'atkârı Franchot Tone teşrinievvelden itibaren sinema hayatından çekilecektir. San'at- kârın M. G. M. süğyosile olan mukavele- namesi de teşrinievvelde bitmektedir. Franchot Tonenin sinema hayatından çekilmesinin başlıca âmili Joan Craw- ford ile ayrılması olarak gösterilmekte- dir. Aksi iddialara rağmmen san'atkârın bu yıldızdan kat'i surette ayrıldığı bildiril- mektedir. Bu haber Hoollywood sinema âleminde büyük bir heyecan uyandırmıştır. Herkes tarafından çok sevilen ve çok takdir edilen Franchot Tone bir devriâlem seyahatine çıkmak niyetindedir. Walt Disney yeni filmler hazırlıyor Miki Farenin babası namını alan san'atkâr Walt Disney yeni sinema mev- simi için on sekiz kısa ve bir uzun film hazırlamaktadır. Bu on sekiz kısa filmin mevzuunun bir kısmı masallardan alınmıştır. Başlıcaları şunlardır: 1 — Grimmin: masalı. 2 — Grimmin: (Boğa Ferdinan) masalı, 3 — Kaz anne Hollywooda gidiyor... 4 — Hakiki domuzcuk... B — Koleksiyan merakı... Yapılmakta olan büyük filmin ismi: Pi- nokiodur. Bu filmin çekilmesi bitmek ü- zere olduğundan Bambi adında büyük bir üçüncü film için hazırlıklara başlanmıştır. «Sümer» sineması genişletiliyor. (Cesur küçük terzi) (balkon) da hayli uzatılmıştır. Bundan maada, sinema müdüriyeti, bu mevsimde makine ve ses aksamında da en son yenilikleri tatbik edecektir. Parmakkapıdaki Yeni sinemanın inşaatı ilerliyor. Beyoğlunda Parmakkapıda büyük bir sinemanın yapılmakta olduğunu haber vermiştik. N Değerli ve genç sinemacılarımızdan Cemil Filmer tarafından tutulan bu sine- manın inşaatı hayli ilerlemiştir. Açılış merasiminin Cumhuriyet bayra- mında yapılması için büyük bir faaliyet sarfedilmektedir. Bu yeni sinema her ba- kımdan şehrimizin en modern sineması olacaktır. Venedik «Film» sergisine 20 devlet iştirak ediyor. Venedikte açılmış olan beynelmilel film sergisine yirmi devlet iştirak et- mektedir. Avrupadan Almanya, İngiltere, Belçi- ka, Fransa, Felemenk, Macaristan, İtal- ya, Lehistan, İsveç, İsviçre, Çekoslovakya, Amerikadan Birleşik Amerika Cum- huriyeti, Brezilya, Meksika, Asyadan Japonya, Hindistan. Afrikadan da Cenubi Afrika hükümeti, Jeanette Macdonald'ın seneci devriyeleri Geçenlerde — güzel - san'atkâr — (Janet Makdonald) m üç senci devriyesi birden tes'id edilmiştir. Bu münasebetle yıldı- zın mensub bulunduğu M, G. M. stüdyo- larında büyük merasim yapılmıştır. Tes'id edilen senei devriyeler gşunlar- dır: 1 — Yiıldızın otuz yaşına basışının yil- dönümü, £ — Evlendiğinin ilk senesi. 3 — Nelson Böy ile çevirmiş olduğu ) filminin Üçüncü senesil Şehrimizin en büyük sinemalarından biri olan (Sümer) sineması 300 den fazla sin,|seyirci almak üzere genişletilmektedir. Ekran bir hayli geriye çekildiği gibi maceralarını anlatıyorlar : | a gea Fransız karargâhında işlenen Fransız yüzbaşısı, failin cinayet İstanbul halkından biri olduğunu körükörüne iddia ediyordu, bir gece Eski polis âmirlerinden İstanbulun işgali günlerine aid acı bir içinde bunun aksini isbat ettim Bay Hasanın hatıraları hatwra: Osmanlı Meclişi NaM önünde İtilâf devletleri donanması Eski polis âmirlerinden Bay Hasan: — Size iddialı bir hatıramı anlatayım, dedi. İtilâf devletleri işgal kuvvetlerinin memleketi terkedecekleri günün - gecesi idi. Bunun bir an — evvel olmasını, dört gözle bekliyorduk. Sevinçten, gözlerimize uyku girmiyordu. Halbuki kısmetimizde, zaten, sabahlamak varmış! Gece yarısı, Fransız askerleri karşıma dikildiler, Yan- larında bir tercüman; — Müdhiş bir cinayet, faili isteriz, diye kıyamet koparıyorlardı! Sordum: — Kim öldürülmüş? — Silâh arkadaşlarımızdan biri! — Cinayet nerede işlenmiş? — Karargâh içinde! — Haydi gidelim. Yanıma iki memurumu da aldım, De- mirkapı caddesini tuttuk. On beş dakika sonra nöbetçi zabitin odasında idik. Bu, kendini Napolyon sanan toy bir yüzbaşı idi! Bize: — Bilhassa hareketimize takaddüm e - den bir günde, böyle çirkin bir hâdise - nin vuku bulması cidden esefi mucibdir, gibilerden uzun boylu bir konferans ve- recek oldu. Dayanamadım, yüzbaşının sözünü kestim: — Şimdi lâfı bırakalım da işimize ba- kalım, kapiten cenabları... Caniyi yaka- hyalım, sonra bol bol kanuşuruz. Siz de © vakit bol bol, kendi arkadaşınız olan faile teessüf edin! Bu şözüm, bizim hiddetli yüzbaşıyı çi- leden çıkarmasın mı? — Katil, neden bizim arkadaşımız ol- sun? Ben eminim ki askerimi öldüren Türklerdir! Güldüm, Soğukkanlılıkla: — Sizi bu yolda bir kanaate sevkeden sebebleri söyler misiniz, dedim. Yüzbaşı küstahça: — Bu sizin vazifeniz, cevabını verdi! Eğer delile sahib bulunsaydım, katili şimdiye kadar çoktan cehenneme yolla- ı;;um. Beyhude yere de sizi çağırmaz- Gene güldüm. Muhatabımızın bu kaba sözlerine gene soğukkanlılıkla karşılık verip alay ettim: — Yüzbaşı efendi, sizinle on şişe bor- do şarabı üzerine bahse girerim ki mak- tul gibi, arkadaşınız olan katili de sabah olmadan teslim edeceğim. Kozunuzu yol- da paylaşırsınız! ıüYüzbqı_ farfaracı bir Marsilyalı şive- e: — Dakor, dedi! Ölü, çadırına nakledilmişti. Üstüne, harbde ölmüş bir kahraman gibi, Fransız bayrağı örtmüşlerdi: — Şu örtüyü kaldırınız, dedim. Nâş, sapsarı çehresile meydana çıktı, Maktulün yüzündeki mütekallis hatlar - dan anf bir ıztırabla can verdiği anlaşı - liyordu. Bir kurşunla işi bitirilmişti. Ni- şan alan da atıcı imiş ha! Kurşunu, he - rifin kalbine bir sallamış, tek saniyede eanını cehenneme yollamıştı! Etrafı araştırdım. Karargâhın içindeki çadırların on beş metre ilerisinde bir kape çık (boş mavzer kovanı) bulduk. Bunu muayene ettirdim. Fransızlara aid olan silâhlarda kullanılan bir kapçık idi. Yüzbaşıya dedim ki: t — İşte size ilk delil. Katil Fransız ore dusuna mensub askerlerin silâhile cina e yeti yapmış! — Bu, bir şey ifade etmez. Silâh, Fran- sızların olabilir. Fakat o silâhı kullanart elin bir Fransız eli olduğu ne malüim? Anlaşılıyordu ki yüzbaşı bir keçi gibi inadçı idi. — Biraz sabredin öyleyse dedim. Yalk mız, şimdi burada ufak bir divanıharb ku- racağız. Emir verin, karargâhtaki bütün, askörler, silâhlarını omuzlayıp karşıma İ gelsinler, dizildi. Sırası gelen, elinde silâh, içeri g- riyordu. Bir saat kadar uğraştık. İkide — birde, yüzbaşı sabırsızlanıyor; yahud da — aklı sıra benimle alay etmek istiyerek: | — Bahsi kaybedecej benziyorsunuz, diyordu! ör h Ona: dum. Böylece beş, on dakika daha geçti. Nihayet içeri hali pek telâşlı bir onbaşı girdi. Silâhını tereddüdle bana uzattı. U- muzu isbat ediverdi. Yüzbaşıya döndüm; — Bu adamı tevkif ediniz, dedim! Herif şaşalamıştı. Meğer o, yüzbaşıdan baskın imiş! Çabucak kendini topladı: — Türk polisi bana iftira ediyor, diye bir yaygara kopardı ki sormayın! Yüzbaşı, sakız çiğner gibi, gene bin cevher yumurtlamasın mı? — Var mı deliliniz? Onbaşının silâhını gösterdim: — Barut lekelerini görmüyor musu « nuz? Meğer, bizim yüzbaşı bakar körlerdene — miş! Yahud da katilin pir aşkına avukat» lğını yapmağa karar vermişti: 4 nabilir! — Adam öldürmak için mi? — Maznuna da müdafaa hakkı verinizi Bakalım o bize ne cevab verecek? Onbaşı yalanı çoktan bhazırlamıştı: Si- lâhını kullanmış! Bunu inkâr etmiyor« du. Fakat ne için diye hiç sormuyormu w guz kil Zavallıcık, karga avlıyormuş! Sa. baha kadar, bütün karargâh askerlerini uyutmıyan bu müuzir hayvanları gebert- mek suç mu imiş sanki? ! Artık kızmıştım. — Yüzbaşı efendi; dedim, bu kadar te. lâşlanmayınız! Fransız arkadaşlarımı bile mem amma, bende, ağzındaki kaşar peye nirimi düşüren bir karga hamakati var sanmayınız... Şarablar da sizin olsun, kas til onbaşınız da! Yalnız gu ölüyü biz a« hp götüreceğiz! — Nereye? (Devama 11 inci sayfada) j i | t İ | İ Kapı önüne bütün karargâh movcııdıı'— ğ .ş — Sabaha kadar vaktimiz var, diyor- — facık bir muayene, aradığımızı bulduğu- — — Bir asker silâhımı her zaman kullar —

Bu sayıdan diğer sayfalar: