23 Eylül 1938 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

23 Eylül 1938 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Havadan neler yağar? Bir tarihte Vezüvün külleri kara bulutlar halinde istanbul şehri üzerine kadar gelmişti Meşhur tabiiyeci Abdülfeyyaz Tevfik, “Son Posta,, ya Bursaya bıldırcın yağmasının sebeblerini anlatıyor Bizim Bursa muhabirinin bildirdiği- ne göre geçen gece şehre bıldırcın yağ- maş!. Tabiiye hocasının mekteb sıraların- da bana niçin daima sıfır verdiğini şim- 0EDEBİYAT | İngiliz Başvekili Gençlerle konuşma 24 saatini San'atkârın iddiası var mıdır, varsa en doğru nasıı ueçirir? iddiası ne olmalıdır? Yazan : Halid Fahri Ozansoy <Üyanış» mocmuası üç dört nüshadır | fından da ayni teessürle ayni dgrç('.dgl Gevam eden bir anketinde genç muhüar- | variddir. | rir ve şüirlere elddlanız var mudir?» diye| Geride ne kalıyor? Yetişmiş ve isim soruyor. Şimdiye kadar verilen cevab - yapmış edebiyatçıların, yetişecek — ve ları tasnif ettim. Umumiyetle gu nok -| belki bir gün isim yapabilecek gençleri tada toplanıyorlar: 1 — Her san'atkârın iddiası vardır. Bünkülerin olduğu gibi — bugünkülerin de.. Zaten iddiasız hiç bir meslek ta - savvur edilemez. 2 — Fakat san'atkârın, bilhassa genç san'atkârın sadece iddiada bulunması Kkâfi değildir. Onların bütün kudretile yetişebilmesi için, daha evvelki neslin bimaye ve teşvikine muhtaçlırlar. Hal- buki gençler bunun zıddına uğruyorlar ve bu yüzden pek çoğunun istidadları sönüp gidiyor. İşte ardda dikkate çarpan diğer bazı fikirler olmakla beraber, yapılan an - ketin aldığı cevablarda şimdilik siklet merkezi bilhassa bu düşüncelerin ağır - lığımı taşıyor. Önce ilk nokta etrafında duralım. E- vet çok doğru düşünüyorlar, Her san'at- kârın bir iddiası vardır ve olmalıdır da... şeyden evvel kendi kendisini inkâir et - miş sayılır. Ancak, ankete ilk cevab ve - renlerden Nusret Safa Coşkunun dediği gibi bu biraz tevazu meselesidir, Gene bu genç ve kıymetli meslekdaş söylüyor: «Biz genç istidadlar henüz bu iddia - larda bulunacak bir vaziyete geldik mi? Bana göre hayır. Mecmualarda hâli şiir diye saçmalıyoruz, nesir diye zır - valyoruz. Şu genç şairlerimizin yazdık- Tarına bir bakın Allah aşkıma! Acaba yazdıktan sonra bir kere alsun okumak firsatı bulamıyorlar mi?> Şimdi ben de soruyorum? Nusret Sa - fanın bu satırlarını ondan iktibasş ede - cek yerde bu fikirleri ben yazsaydım, yani dünkü nesilden bir ağabey... O za- man yukarıki satırları yazanın değil, fa- kat ihtimal başka arkadaşlarının şu it « hamına uğramıyacak mı idim? «Görüyorsunuz ya, işte dünkü nesil- den bir şairi münekkid... Hiç iyiyi gör- mez ki... Sade hırpalamak için gayret e- der, Sebebi de, dünkülük ve bugünkülük meselesi'» Bilmem, maksadımı anlatabildim mi? * İşte bu ruhi halettir ki, her nesilde yeni yetişen san'atkârları, daima, kendisin - den evvelki neslin himayesizliğinden şi- kâyete sürüklemiştir. Büsbütün haksız mıdırlar? Buna da hayır. Fakat ne var ki, san'atkâra karşı bu himayesizlik, a- Ş#ağı yukarı, cemiyetin kendisinden doğ- maktadır. Edebi bütün nesiller - bunun acısını çekmişler ve çekiyorlardır. Yal- mız bunun da, yavaş yavaş, geçeceğini ve yazı san'atkârının da dünkünden da- ha mes'ud bir varlığa ka ı müj- deliyen hareketler de yok değildir. Bu meyanda Halk partisinin son defa aç - mış olduğu nakdi mükâfatlı piyes ve hi- küye müsabakalarım zikredebilirim. Bu müsabakaların yetişmiş muharrirler için ayrı, yeniler için ayrı olarak açılması da çok yerinde düşünülmüştür. Ancak iş 'bu kadarla da kalmıyor. San'atkârın e- serini yalnız kendisine münhasır bir ceb lügati gibi taşımasına mâni olacak, di- ğer teşvikler de cemiyetin kendisinden doğmalıdır. Bu bahsi evvelce yazdığım makalelerimde uzun uzadıya tahlile ça- Jıştığım cihetle, yazılarımı takib etmek lütfünde bulunan okuyucularıma tek - rarlamak istemem. Yalnız şunu hatır - Jatmak isterim ki, bu noktada, en tesirli kuvvet olarak başta kitabçılar gelmek - tedir. Onlarsa yaşlı olsun, genç — olsun bütün edebiyatçılardan yalnız kendi ka- falarına göre eserler bekliyorlar —ve sadece fazla satış gayesile kitab bası - İ e Çünkü iddiam yok diyen san'atkâr her | | çekememesi.. Onları körletmesi mi?.. Ey, işte bu iddiayı da doğru bulmuyo - rum, Zira, san'at ateşi insanın içinde ya vardır, ya yoktur. Varsa teşvikle ben_:l dâha ziyade parlar, himaye gördükçe kuvvetlenir, ancak yalnız teşvik ve hi » mayelerin san'atkârı yaratacağını san - mak ta haylice lüzumsuz nikbinliktir. İsim tasrih etmek istemem, nice san'at- kârlar hayatta daha fazla refaha kavuş - tuktan sonra susmuşlar, nfceleri de yol- larında devam etmişlerdir. Buna muka- bil, hayatlarını san'atları haricinde baş- | ka işlerle kazanan diğer nliceleri de genç- liklerinde başladıkları eserlerini — bütün İbu yorgunlukları arasında fasılasız de - vam ettirmesini bilmişlerdir. Hem böy - leleri, san'at yolunda daha çetin olmuş-| lar, eserlerine daha sevgi ile sarılmışlar- jdır Neden? Çünkü bitmiyen bir hayat mücadelesi içinde her zaman yüksekte parlattıkları san'at meş'alesini nasıl sön- | dürmeksizin güçlükle taşıdıklarını her- kesten iyi kendileri bildiklerinden... Maamafih bu yazımda asıl, üzerinde durmak istediğim nokta, san'atkârda id- dia olup olmadığı meselesidir, yani an- ketin belkemiğini teşkil eden cihet! Bu- na, yukarıda kısaca <evet, vardır. diye Jeevab vermiştim, Yalnız görüyorum ki, genç yazıcılarımız davayı daha şimul - lendiriyorlar ve çapraşık yollara götürü- |yorlar, Meselâ Ali Kemal Meram'ın ce - vabından şu satırları okuyalım: «Bugün görüyoruz ki, tek iddiam taşt- yan san'at devrelerinde kiymet pek az, hattâ yok gibidir. Tek bir iddia içinde tel: bir kıymet vardır. Ondan sonrazı ise bi - İyer teferrilat, hattâ mukallidlktir. Taklid, hiç bir zaman san'ata destek 0- lamaz. Bu düşüncenin doğruluğunu ka - bul etmek için, divan edebiyatından, Tom- zimattan, Edebiyatı Cedideden, Fecriâ « |tiden ancak birer veya ikişer kıymet sa- yabilmemiz kâfi değil mi?» Bu fikirler ya müphemdir, yahud yan- lış! Müphemdir, çünkü «san'at devrele-| Ti İle neyin kastedildiği iyice anlaşılamı- İyor. Meselâ klâsik, romantik san'at dev- releri mi? Eğer garb edebiyatının o dev- rzeleri de bu tasnif» e giriyorsa yanlıştır. Sebebi de basit: (Devamı 13 üncü sayfada) İngilterenin En haylâz Çocuğu budur | Londra halkından olan on yaşlarında- ki Dennis, haylâzlığı sever, mektebden Başvekil zevcesile parkta saban gezintisinde İngiliz başvekili Chamberlain pek ra- hat bir geceden sonra, saat sekizi on beş geçe kahvaltı etmeğe başlar. Masada po- litikadan konuşulmaz. Chamberlain, ga- zetesini okur. Kalın, gür kaşlarının altın- daki gözlerinin hızlı bir süzüşle satırları orakladığını, arada sırada gülümsediğini görürseniz, anlayınız ki 'gözüne — iliştiği bir nükteden hoşlanmıştır. Saat, 8,45 de başvekil, peçetesini kat- lar, masadan kalkarken, gayet nazik bir jestle karısının da kalkmasına yardım eder. Başvekil giyinmiştir, şemsiyesi kolun- da, katı yakasının uclarıhı çenesinin ya- nından fırlıyarak, sokağa çıkmaya hazir- dır. Bir kabine içtimama gideceğini sa- nırsanız yanılırsınız. Aile nizamnamesi sarihtir. Her sabah zevcesile birlikte St. Games parkında, bir gesinti yapılacaktır. Bu gezintilere ancak en mühim vak'a- lar mâni olabilir. (Tayyara ile yaptığı son Berhtesgaden mülâkatı gibi.) Saat 9 dur. Güneş çıkmıştır. Kuşlar ö- tüşmektedir. Başvekil politikadan iki milyon kilometre uzakta bulunmaktadır. Aman ne mühimi dakika: Eşine — güç rastlanır bir kuş peyda olmuştur. Cham- berlainin gözleri parlar. Çocukluğundan- beri, kuşlara, böceklere ve kelebeklere bayılır. Lütfen şunu da hatırlayınız ki, garbi Hindistanda bulunan Terias Cham- berlain kelebeğine bu isim başvekilin a- gareeesaALALEESAAREKLENSEKDSELRLEEEReBenEKcErELEcEAEAE. | diNA İZafeten konmüştur. Gezinti nihayet bulmuştur. Başvekil, hemen Downing Strcete döner ve bura- 'ya bahçeden girerek orada bulunan ağaç- lardaki yuvaları gözden geçirir. Saat 9,30 dur. Biraz evvel hususi işlerile meşgul olan başvekil yeni bir hüviyete bürünmüş gi- bidir. Devlet işlerile uğraşmaya — başla- mıştır. Yarim saat kadar moktublarını sistematik bir surette okur, tasnif eder. Saat 10 a bir dakika vardır. Ayağa kal- kar. Kapıya doğru yürür. Başvekil başvekâlet binasının — cümle kapısının medhaline gelir, kapıdan baka- hm: Bir sürü muhbirler, fotografcılar bekleşmektedirler. Aşağılara doğru da yüzlerce, binlerce kişi, meraklı insanlar, başvekâlet binasının etrafını kuşatmış- lardır. Yeni haberler bekliyorar bunlar. Saat 10,80 dur. Lord Halifaks gelir. O- nu Baron de La Warr takib eder, Diğer nazırlar da birer, ikişer sökün ederler, Büyük saat 11 1 çalmca kabine içtimar başlar, Başvekil, arkadaşlarile — birlikte galışır, didinir. Bütün sorulanlara cevab- di daha Iyi anlıyorum. ndüm, ta- şındım, bu işe aklım bir türlü ermedi. Yoarulmazsanız sizinle beraber Maç- ka Palas'a kadar uzanalım. Meşhur ta- biiyeci, Abdülfeyyaz Tevfik üstadımız bize bu gökyüzü sürprizleri hakkında enteresan malümat verebilir. Bıldırcın yağmuru belki ihtiyar üstadı alâkalan- dırmaz amma, göl ün bu lütüfkâr hâdisesi her halde sizlere alâka bahş şeyler anlatmak için bir vesile olur. İşte üstadın evinde ve karşısındayız.| Sualimizi sorduk, Dedik ki: — Üstadım, Bursaya bildırcin yağ- mış. Bazan kurbağa, balık gibi mahlü:| y yaırır zannettiniz?, kat da yağmakta kusur etmiyor. Bu hâdiselerin sebebi nedir?... 45 yıllık tabiiye üstadı konuşmıya | men ilâve edeyim ki, bu enderi nâ başlıyor. Dinliyelim: — Beni İsrail Mısırdan kaçarken Ti sahrasında aç kalmak tehlikesile karşı Karşıya kaldığı için Cenabıhak onlara gökyüzünden bazı şeyler ihsan buyur- muş. Bunu mukaddes kitablar yazar. Birçoklarının ilikadı vardır buna, Fa- kat Cenabıhak hiçbir vakit zamanın i- cab ettirdiği hususiyetler üzerine o za- man düşünülmüş bir hareket icra et- mek gibi şanı azameti hilâfına hâdise- ler vukua getirmez. Tabiat kanunları dediğimiz bütün hâdisatı tabilyeyi ida- re eden kanunlar gene menşel aslisini ilâhi kudretten aldığı için inam, ihsan şerefi gene kendisine aid olmakla be- raber bu gibi hâdiselerin menşei mad- di ve tabiidir. Nasıl ki Beni İsrallin ü- zerine yağan ebâbil kuşları ve menlem bunların hepsi bilhassa Beni İsrail için gemada hazırlanarak gönderilmiş şey- ler olmaktan ziyade âni ve şiddetli mü- teakib depresyonların vücüde getirdik- leri havai girdibatların eseridir. — Peki hocam, menlem nereden çık- tı da Beni İsrail tayfasına gıda oldu?... — Bunlar gene âni ve çok şiddetli müteakib depresyonların meydana ge- tirdiği havaf girdibatların insan ayağı basmamış mıntakai hârre ormanlarında yetişen kayın ağaçlarından söktükleri ve asit nisbeti oldukça yüksek bir nevi zamklardır. Ebübil kuşlarına — gelince: Bunlar da havada birdenbire peyda ©- Jan şiddetli irtibatsızlığın önünde sürü ve küme halinde kaçışırken gene bu ha- vaf girdibatlara tutulur ve hayli uzak mesafelere kadar sürüklenir. Zamanı- mızda tesadüf ettiğimiz bu hâdiselerin ilmi izahı aşağı yukarı bu şekildedir. Hattâ dikkat olunursa ilkbahar sonla- rında semadan bazı renkli maddelerin yağdığı görülür, “Bunlar yağmur sula- rına karışan ve çiçekleri mebzul vadi- lerden hava girdibatları vasıtasile sö- külmüş milyarlarca tüveyç parçaları- dır. Velhasıl gökten taşlan tutunuz da en rakik şeylere kadar dökülen madde- lerin hepsini idare ve sevkeden kuv- vetler maddi ve tabiidir. Burada üstada garib bir sual sordum: — Ne zaman başımıza taş yağacak? Zeki muhatabım sualimdeki — ciddi kalıba girmiş şakayı derhal sezdi. — Bunu ben bilmem. Zamanı ma- lüm değildir. Bir gün bakarsınız hava girdibatları kaldırır taş yığınlarını... Abdülfeyyaz Tevfiğin sözünü kes- tim: — Ne diyorsunuz, bu hâdise taş yı- Banlarını kaldırabilir mi?.. Üstad Abdülfeyyaz Tevfik Azami şiddette estikleri zaman #deta tonilâtolarla a - Bir maddeleri taşıyabilirler. Amma, he- raf kabilindendir, hattâ ismi ve mevkli aklımda kalmamış, Amerikada, pek de eski zamanlarda değil şiddetli bir ha vaf girdibat bir koca tarihi anıtı yı den kaldırarak başka bir yere götür“ müş bırakmıştır. Ertesi gün âbidenin yerinde yeller estiğini görenler şaşır mışlar, biraz #onra ayni âbideyi uzak bir yerde dikili görünce büsbütün hay“ rete düşmüşlerdir. Kim bilir bu hâdise- yi nasıl tefsir etmişter ve korkmuşlar- dir.Vezüa — yanardağı — infilâklarından. birinde böyle bir havaf girdibat, kra* terden çıkan kum ve külleri İstanbul? kadar getirerek şehir üzerine serpmiş- tir. Taş yağmasından bahsettiniz bira? evvel... Sedüm hâdisesini ahlâksızlıjık artmasından taş yağdı şeklinde tefsit ederler, bu bahsettiğim hâdisenin bi! | netii r. Ve bunlar havaidir. Bir &€ semavi taş yağınası vardır ki, polit vt aerolit denilen taşlar kuyruklu yıldız |larm kuyruklarından düşen taşlardı? Uzvi olanlarınki havaidir. Meselâ kur bağa yağmuru..; Anlattığım gibi, muh telif ve müteakib depresyonların tev lid ettikleri havaf girdibatların, mul: telif istikamette esen şiddetli rüzgâr ların bir eseridir. İşte bu şiddetle deve ran eden hava kütlesi bazı bataklıklari tesadüf ettiği zaman tıbkı deniz hor tumlarının denizlerden su çekmesi git bataklıkların sathındaki sürfelerle ba taklığın dibindeki hem havada, hem sur da yaşıyan hayvanatı sularla birliktt€ yukarı çeker ve sürükler. Nihayet ha* va cereyanının şiddeti tenakus ede ed* mühtevi olduğu bu sürfeleri tutamıya” cak bir hâle gelir ve arz cazibesi tesiri” Te zemine döker, Boş bulundum, sordum: — Sürfeler kalktığı yerden düşeceği yere kadar havada mi kurbağaâ halint inkılâb ediyorlar?... v Üstad güldü: k — Hayır, canım, eğer kurbağa dâ yukarı çekilmiş ise kurbağa, kurbağt olarak, sürfe de sürfe olarak düşer. Şimdi sevimli bıldırcınların nasıl in* safsız rüzgârım önüne katılarak sürük” lendiğini, sonma sersemjiyerek- düştü" ğünü bu izahatla öğrenmiş bulunuyo” ruz. Üstaddan ayrıldıktan sonra şöyle bif düşündüm: Hava girdibatları tonilât0* larca ağırlığı nakledebiliyorlarmış.--* Ne olur, Orta Avrupada bir şiddetlirt esse de Südetleri olduğu gibi kaldırı? Almanyanın ortasına bıraksa, Hen? dünya sevinir, hem Çeköslovakya d€“ rin bir nefes alır. yorlar. Ey, o halde, nerede kaldı sadece nefret eder. Onun için de arada sırada genç yazıcıların eserlerini bastırmak s0-İevinden kaçar, kendisini tanımadıkları hasında müşkülâta uğradıkları iddiası?. | bir tarafa gider, Polise müracaat ederek, Çünkü böyle müşkülât yalmız - onların | her seferinde başka adresler, isimler ve- başında değildir. Her neslin yazıcıları,| rir, evini kaybettiğini .5,15_’3.5.,-_ ken- * her hangi neviden yazsalar da, ister | disinden elâman çekmekte, yaka silk- şiir, ister roman, ister tenkid veya ted- | mektedir. kik eseri - hep ayni duvara kafalarını| Çocuk başıboş gezdiği zamanlarda ek- çarparak geri dönüyorlar. Demek ki it- | meğini taştan çıkarmakta, ona buna yar- ham tek cepheden savurulmamahdır, |dım ederek, hizmet görerek para kazan- bugünkü nesil kadar dünkü mesil tara- | maktadır. Hoca bu cehaletime hayli güldü: lar yetiştirir. Fikirlerini söyler, — Yalnız minnacık bıldırcınları mı Saat 12, bir, bir buçuktur. — Baylar, öğle yemeği için celseyi ta- Nüsret Safa Coşkun tablarına göz gezdirir. Ne kadar da çok| — Saat 15 dir. Kabine tekrar içtima edi” Haai Şekspir külliyatı var raflarda? Bütün ki-| Bu arada başvekil 6,00 dan sekize kadâf SA D Z tabların okunduğu, sevildiği yüzlerinden |ziyaretine gelen heyetlerle görüşür. CU / Diyerel içtimaa nihayet veren başve- | bolli. Üzerlerinde tek bir toz bulamaz-|ne bu arada bir sefir gelmiştir. Sir St kil, doğru hususi dairesine çıkar. Nazır | çınız. Tmüuel Hoare'ın da vekâlette olduğu Hü" hüviyeti kaybolmuş, yerine hususi hüvi-| - Yemeğe inen başvekil, sofrada ev işle-| beri verilmiştir. Sefirle 9,25 e kadar K0 yeti gelmiştir. rini görüşür. Zevcesine torunundan bir|Nuşan başvekil artık gece — istirahatın? Başvekil bütübkanesine geçmiştir. Ki-|haber alıp almadığını sorar. hak kazanmış olur. ülir - ÜŞ S rezin u

Bu sayıdan diğer sayfalar: