7 Ocak 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

7 Ocak 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

SON POSTA Kenan Paşa Zade Sarafim p Yazan: ZİYA ŞAKİR Hapishanede bir mülâkat ':ınümdıki notlara göz — gezdiriyo - Üstiklâl Mahkemesi) müddelumu - :j'lînin epeyoe uzun beyanatı, tüyleri- kimunlıı, mahkeme huzurunda kor k nazarlarla etrafı süze süze hüküm lerken müddeiumumi. bühassa mü- lna şöylece devam ediyor: (!) (Bu meşhur serseri ve hırsızin yaptığı Hirkat ve yankesiciliklerin adedi dşaratı Secavüz edecek kadar çoktur. Bu şerir, beşeriyetin en sefil tabakası- Na mensubr olanların ahvali ruhiyesini A mükemmel temsil eden bir cenidir. İşga! zamanında yaptığı müteaddid sir- 'den dolayı muhtelif defalar hapse Mahküm olmuz.. ve İstanbulda (İdarei Milliye) nin (2) teessüzünden sonra da Mütenebbih olmayarak habasetine devam *tmiş olup, hukuk ve ceza - ülemasının hükaten ve tabiaten mülcrlm telâkki etti- Yi şerirlerden biridir. En son vak'ası, 15-16 yaşlarında, akra- bir kıza tecavüz etmek isteme- #İ. ve kırın müdafaan üzerine onu kat- Teylemesidir. Maznun, bunun bir kazadan ibaret ol- enu söylüyor. Halbuki, kız vurulduk- İün sonra kendisi kaçmamıştır. Vak'ayı verseydi, belki tedavisi imkânı hânl olurdu. Kızın, hayli didişmeden sonra öldürül- düğünü, yüzündeki bereler, vücudünün AGir aksamındaki kan lekeleri gösteriyor. tahkikiyede, bunu eden #air Üeliller de vardır. Şir Bendenizce, (Sarâfim) in (Elisavi) yi öldürdüğü) hakkında kanaati kömile hâni olmuştur. Sarafim, bir cürüm irtikâb etmek is- diğer bir cürüm işlemiştir. Bina- #naleyh, Sarafimin, (174 üncü madde- iraia O“TÜ(1531090 s0hesi mart ağizidü, Ankarüda' (ö- l eden İstiklil Mahkemesi'nin zabıtla- aynen çıkarılmıştar. $ () Meş'um mütareke senelerinden sonra, bulun milli kuvvetler tarafından işenli Oramnda. »« Bvet bu mutlaka nin fıkral ahiresi) ne tevfikan tecrimi 174 üncü maddenin fıkrai Dehşet... âhiresi., (İdam) dır. Notları gözden geçirmekte devam e- diyorum. Anasından canl doğan.. — ve hayatı, darağacının altında hitam — bulan bu bedbaht adamların isimleri şöylece sı- ralanıyor: Hayreddin., Şerif.. Ali., Sabri. Altın- diş Mehmed... Bu isimlerin arasma, İstibdad devri- nin dört paşasının İsmi de karışıyor: Kenan paşa., Cevad paşa,. Şevket pa- şa.. Muzatfer paşa... Büu isimlerle, Sarafim'in meş'um a - dı arasında bir münasebet bulamıyo - Tum, Heyecanımı yenmeğe — çalışıya « rum. Önümde, Koca bir tomar halinde bulunan notları sıraya koymağa baş - Sarafim olacaktı si ien Türkçeye çeviren: M. Süreyya Dümem gemiciler Ben, bu baskın harekâtını —elimden | ki bir Norveç manav kayığını ikiye böt | |gelirse— biç bir ölüme sebebiyet ver - |mekte beisş görmiyen bir kimse olmalıf (. meden başarmağa karar vermiştim. Fa kat bazı hâdiselerin vukua gelmiş bu - | yolunun üzerine çıkan bize önleyememektedir, |küfür etmekte bulunduğunu tasavvur Bana kalırsa kadınlar «roman ve aşke (edebiliyordum. lunmasını insan w müterafidirler - harbin değil. Ve kaptanın, şimdi, köprü üstünde ne kadar | üphe yoktur ki ©$ debur! Defol yolumun — Ahmak mı Öğle üzeri, büyük dalgalar arasında |üzerinden.. yoksa, alitnallah, çiğnerim | yol alırken bir vapur daha görmüştük. | ha!, İ Bu vapurun tuttuğu yol tam bizim roee| Diyordu | tamıza aykırı gelen bir yoldu. Bunun da ne bayrağı, ne de yazılı adı Nihayet randa ve floklar'ımız; san « vardı. İcağa doldurarak vapuru rüzgâr üstüns Hüviyetini bildirmesi için sinval verdik | de bıraktık. Aksi takdirde bir müsad&« se de cevab almağa muvaffak olama - | me kabul etmek Jâzım geliyordu. İngi | dık. Muhakkak ki bu gemi, içi kayna - |liz bizim üç yüz yarda açığımızdan ger yan kudretli bir İngiliz kaptamının ku- | çiyordu. mandasında idi. Bir İngiliz kaptanının, | Alman harb bandırası süratle direli ekseriya, burnunun altındaki vazife -| te yükselirken: sinden başka bir şey görmediğini, gemi sinin hamulesinden başka bir şey dü - şünmediğini ve tahtelbahir tarasudun- — Ateş! Kumandasını verdim ve ilâve ettimt — Ve bakalım bu, ona fikrini tebdili dan başka bir şey görmek istemediğini |ettirecek mi? bilir misiniz? Şüphesiz bu adam: On - 'Top gürlemiş ve bir mermi slik çıı: 4 — Beşeriyetin gizli ve iğrenç derd - |lardan biri idi. Elbette ki eski bir Nor- |larak vapurun üzerinden aşmıştı. leri... Önümdeki notlar, (1926) senesi Teş- rinisani ayında, Ankara hapishanesin- de başına gelen bir kaza neticesi mah- pus bulunar bir tapu kâtibi tarafından tutulmuş... Bu meraklı adam, notlarına şöyle bir mukaddeme ile başlıyor: * Tapu idaresine girmeden evvel, se - kiz sene kadar zabıta hizmetinde, Ga - lata ve Beyoğlu merkezlerinde bulun - dum. Bu meslekten ayrılalı, beş seneyi geçti. Fakat zabıta mesleğinin bende kökleştirdiği âdedler ve tabliatler, bir türlü geçmedi. Taşrada, hattâ bazan şark vilâyetle- İrinde bulunduğum halde İstanbuldaki (arkadaşlarla muhaberede devam edi - Iynr—lıım Bunlardan, zabıta işlerine da- ir malâmat istivordum. Adeta, İstan - bulun zabıta hareketlerini büyük bir Gikkatle takib evliyordum. Arkadaşlar, mütareke — senelerinde (Devamı 15 inci sayfada) veç yelkenlisi tarafından rahatsız edil- memeliydi. — Bey.. yarabbi! Herif hâlâ fikrin « de musır! Yelkenlerin hepsi fora edilmiş ve mo| Geminin bacası şimdi daha kesif bir Ü0 tör de işlemekte idi. Biz de onunla bu- |duman bulutları çıkarmağa başlamış « © mıştık. Şurasını bilhassa size söylemek |tim bile isterim ki denizde vapurlar veya mo -| mermi. Bu defa bili! değiştirmemişti. törler, yelkenle hareket edip te önle- |den aşırılacak. B rine çıkan gemilere yol vermeğe —ge-| Vapur rüzgâra karşı dönmüştü. Bu micilik nizamlarına tevfikan— mec -|esnada Leudemann müstehziyane: burdurlar, Çünkü mihanikf vasıtalarla — Bu kaptan, dedi, akıllı bir çoculi | müteharrik olan gemiler, daha süratle|olmalı! Billyor ki bir yelkenli rüzgüra T manevra kabilivetini haizdirler. Bu itibarla, önümüzdeki mağrur İn- giliz vapurunun da bize — yol vermesi karsı gidemez! Biz, şüphesiz ki onu, takib etmekle yakalayamazdık. Fakat gemi top mene gerekiyordu. Fakat bu hiç oralarda de- | zilimiz dahilinde bulundukça onun u # görünüyordu. Sanki bu nizam ona bir mana ifade etmiyordu. Rotasını bir püs bile tebdil etmemişti, bizi çiğne - mekle mahzuz olacak gibi görünüyor - du. Kendi kendime düşünüyordum: zaklaşmasını pek âlâ önleyebilirdik. Binsenaleyh bir mermi bacaya, birka- çı da tekneye savrulmuştu. M Şimdi gemide bir panik başlamıştı. — Vapur siren düdüğü ile acı acı bağrı « — Hareketleri bir tş adamına çok ya- | yordu. Merminin biri tam güverte Ü « raşan bir kaptan cenablarının gemisin- | zerinde infilâk etmişti Bir tane de teke © lıyorum. Gittikçe artan bir merak ile|bir çok yeni yeni câniler, şerirler, ser - | de herhalde çok mühim bir hamule ol- neye vurmuştu. Gemi de yavaşlamış, ©. büyük ve acı bir hakikate vüsıl oluyo - |seriler, hırsızlar, yankesiciler türedi - | malıdır. Herif kapısının — çalınmasına |dalgalar arasında sersemlemiş gibi idi. © (Devamı 13 fincü sayfada) — hiç aldırış etmiyor bile. adamcağız es- Son Poslanın edebi romanı: 19 Aşıklar yolur_ı_un yolcuları Yazan: Halid Fahri Ozansoy Alacakaranlıkta çamlığa çıktığım z24 -| geçirdiğim dakikaların zevkini yaşıyor Tman #deta değişmiş, bu sabahkinden de, #ün gecekinden de başka bir insan ol - Muştum. Geceki yaşlar benim gözlerim- Gen mi başanmış? Gündüz plüjda o kor- kak yalvarışlar benim — dudaklarımdan Mi dökülmüştü? diye şaşıyordum. Kendime bu kadar emindim, Süheylâ- Tn geleceğine nasıl eminsem... Halbuki niçin bu derece onun vüdine ? Kaçamaklı bir cevabla, im> ktinı oluraa dememiş mi idi? Evet, imkânı olursa demişti. Fakat o Ankânı her halde bulacak, hasta baba « yanından ve kurnaz anasının gözle- H önünden nasıl olsa bir kolayını bulup caktı. —hl niçin böyle idi, bilmiyorum? Niçin hissim bu kadar kuvvetli idi? Onu ;;:k benim kadar Aşık olanlar anlıya- AÂşk, her zaman, bu kadar — kuvvetle nanır ve bekler. Ben de bekliyordum, Süheylâ mutlaka tir, gelmelidir diye.. Zıra gel - si benim için dün geceki yeisimin İstüne bir ıztirab, belki de bir ölüm o - u. Siüheylâ onun için gelecekti. Nasıl ki geldi. çamların arasından, bir kuş gibi bana doğru uçarak... XI ı:fıhcyıınm allesi eihetinden çok ha- %bulduğum bazı itiraflarına — rağ - %d» hâlâ dün akşamın saadeti, hazzı h'he baygımim. Hâlâ — çamlıkta, Dile n bir tepede Süheylâ — ile başbaşa gibiyim, Hâlâ sanıyorum ki elleri elle- rimin içindedir ve dudaklarım — önün çiçek kokulu sarışımn saçları üstünde - dir. ©O bir saat içinde neler konuştuk, Ya- rabbi, ne tatlı ve ne acı şeyler! Tatfı o- lan tarafı ikimizin kalb — çarpıntıları - mMız, acı tarafları ise... Of, onu hiç dü - şünmesem daha İyi! Fakat düşünmemek kabil mi?.. Sev- gilimin hayatı etrafındaki faciayı bil - hassa onun ağzından — da dinledikten sonrâ... Hey Naciye hanım hey!.. Meğer sen iki cana birden kıymışsın. Biri kocan bunlarım, biri de kızın... Birini dışından sakatlıyarak vurmuşsun, birini içinden zehirliyerek... Fakat ikincisini ben kur- taracağım. Buna yemin ediyorum. Fakat hayatımın bu en — büyük aşk mülâkatını anlatmadan — önce dağınık hatıralarımı toplamalı, sonra bunların en küçük nokfalarına kadar bu sayfa - lara geçirmeliyim. İstemem ki Sühey - lâ ile yanyana ve dizdize yaşadığım bu ilk akşamın hikâyesinde bir tek ma - nalı jesti unutmus olayım ve bir tek sözümüzü kaydetmeden geçeyim. Çün- kü bu buluşmanın her jesti benim için ayrı bir kıymet ve her ağzımızdan çı- kan kelimesi ayrı bir derinliktir. Hem şeffaf, hem karanlık yerleri — olan bir derinlik! Sükeylâ kendisini beklediğim çamın dibinde yanıma gelir gelmez, karşılıklı ilk sözlerimiz şunlar olmuştu: — Sizi çok beklettim mi? — Hayır! Fakat dakikaların bile ba- na bir yıl kadar uzun geleceğini düşü « nürseniz... — © zaman evet mi diyeceğiz? — Tabil.. Elini dudaklarıma götürmüş öpüyor- dum, O da, başını omuzuma eğmiş, bu tk heyecanımın geçmesini bekliyar - du. Fakat o da benim kadar heyecanlı idi! — Artık oturalım mı? — İsterseniz gu çamın altına... Top- rak daha az taçlı... — Hayır.. burası daha, iyi.. deniz de çok güzel görünüyor: — Ben denizi değil, sizi seyretmek isterim. — Fakat yessamlar tabiati severler! — Aşkı daha çok.. Bu sözüme karşı! — O halde tabiat ressamı değil, por- tre ressamı olmalısınız! Dedi. Sesinde, incitmiyen hafif bir istihza vardı. O zaman, iki omuzundan tutarak gü- zel vücudunü göğsüme doğru çektim: — Emredin.. zaten ne zamandır ben de onu düşünüyordum. — Sahi mi? — Evet.. ilk modelim de siz olacak- sınız! — Ah ne iyi! Çocuk gibi sevinçle- ellerini çırptı. Dudaklarım, bir gül yaprağı gibi hisli ve küçük kulakları yanında hemen he- men hafif bir rüzgâr temasile yanağı- nin kenarına dokunmuştu. Birdenbire silkindi: — Bakın, dedi, uzaktan şu denizin kararışındaki güzelliğe!.. — Şimdi karanlıkları değll, aydın - lıkları seviyorum. Cevabını verdim, — Fakat güneş çekileli çok oldu. — Yıldızlar yök mu?. Onlar yeter bize.. Bilhassa gözlerinizin yıldız pa - rıltısı bana bütün geceyi aydınlatır. — Ne ince sözler 'buluyorsunuz! — Yanıntada taş bile dile gelir, şair olurdu. — Â, sahi.. şilir de yazar mısınız?. — Ne sessiz akşam! Diye fısıldadı. — Ya karganın bağırışı? — Sustu bile.. kimbilir nereye uçup | |© gitmiştir! Âi ğ 'Bu sözün arkasından, hıçkırığa bısı)W | ziyen sinirli bir kahkaha kulaklarımdaş - — Mektebde iken bir aralık mera « önlkk kım vardı. Fakat sonra bıraktım. — Resme merak sarınca mı? — Evet... — Ne yazık!.. Ben şiiri de resim ka- dar severim. — Bilinmez.. belki içimde uyandırdı- ğınız hisler bana yeni bir sanatkâr hü- viyeti verebilir. — Hayıt . hayır.. gene ressam kalın.. sonrya benim portrem ünutulür. — İşte bu, olmıyacak şey.. — Ne zaman başlıyacaksınız? — Belki hemen bugünlerde... — Yarın gene plâja geleceksiniz ya? — Evet.. bundan sonra hergün.. — Demek denizi artık daha fazla sev- meğe başladınız? — Çünkü bir deniz kızını seviyorum. — Çamlıkta da deniz kızını mı? — Hayır, çamlıkta yalnız ruhumun kızını... Elimi boynuna dolamıştım. Başımı eğerek umuzuma yaslandı. Ben de e Bilmiştim ve dudaklarımız, birden da- yanılmaz bir cazfbe İle birleşmişti. Fa- kat dallara bir kanad çarpması ve bir karganm keskin sesi bu dakikamızın sihrini garib bir tesadüfle bir saniye içinde bozdu. Hemen kendime geldim. İrademe sahib olmalı idim. Bir alçak gibi hareket edemezdim. — Affedin, dedim, bir an.., Dağılan saçlarını elimin acele hare- ketile düzeltti, sonra çama sırtını da- yıyarak; — Ne tuhaf değil mi? | — Tuhaf olan ne? — Gündüz saksağan, akşam da kame | ga.. kuşlar peşimizi brrakmıyor! t Baktım, adeta titriyordu. — Ne oldunuz birdenbire? Adeta gn nirli gibisiniz!. ”| — Niçtn bilmem, büyük kuşlar bana | his verirler. Bavkuştan çok adam ıoı—; kar ya.. önün gibi bir şey... Saksağan, ğ karga, atmaca, papağan.. np bileyim,; bütün bu kocaman kuşlar sinirlerime dokunur. ğ — Fakat saksağanı görünce gündüş neş'elendinizdi” | — Önce Öyle.. fakat sonra hatırlâs ği dım: ugursuzluk! ? — Bırakın bu düşüneceleri.. bunlaş Şadan halama yekışır! | — Şadan halanız da büyük kuşlardağ korkar mı? — Hayır, o en ziyade cinlerle peri * lerden korkar. Dün gece de bu korlüğ | ile buhranlar geçirdi. | — Siz ne yaptınız? l — Ona teselli verdim. Fakat ne yalağı söyliyeyim, sonra benim de sinirlerilii bozuldu. Çamlıkta ağladım. Hayretle yerinden fırladı: — Nasıl? Ağladınız mi? — Evet... — Niçin ağladınız? (Arkan var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: