12 Nisan 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12

12 Nisan 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 12
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

İ ğ j : n / | © bastasına > olmak memnu. eksi takdirde... © © duğunu hemen anladı. Bir şey söyleme. » Mu teselli etti: © gözlerini kapıyameiz. Yatağa | girmeğe © Yemek salonuna gelmişlerdi. İçeri © — Rica ederim Cevad, benim için © yınız, itidalden ayrılmaymiz. artık iyice '9*/ li, gelecekti. “Son Posta, nın Hikâyesi SON POSTA e KORKU KURBANI EL Smm, Çepizez: Jorahim Hoyi NEBE Göz doktoru hastasına biraz daha eğil-! bir türlü cesaret edememiş. yatak odasın.) bir ışık saçan ampule bakar ve: «Oh!... © di. Tekrarlıya tekrarlıya tekrarlamaktan bıktığı cümleyi bir daha mırıldandı — Şimdi, şu ışığa dikkatle bakınız. Tamam!,.. Gözünüzü kırpmayınız, biraz. bah!.. Oldu... Hunm!, Pek güzel bayım. Göz mütehassısı elektriği söndürdü. Başından lâmbay: çıkardı, Elinde tuttu- ğu pertevsüzlü aynayı masaya © bıraktı. baktı, dudaklarını sonra: © — Mister Cenkins, dedi. Gözlerinizi kat'i surette dinlendirmelisiniz. Oku” mak, yazmak., herhangi bir şeyle meşgul Dev cüssesine rağmen hezal yaprağı gi- bi tirtir titriyen Mister Cenkins, dokto- run sözünü kesti, adeta fısıldar gibi bir © sesle sordu: — Yaâni.. gözlerimin nuru sönecek, kör olacağım öyle mi?, Doktor omuzlarını silkti: — Belli olmaz. ihtimal ki, gene böyle yüzde 40 normal bir şekilde görerek daha #önelerce yaşıyabilirsiniz.. oveyahud da, bir saat sonra hiç görmiyebilirsiniz. Ma- Müm a.. gözlerimiz en nazik uzuvlarımız- © andır. * Cenkins, arpa kumrusu gibi düşüne| düşüne evine vardı. Karısı kapuskalı ku- Bu pişiriyirdu. Çok sevdiği bu yemeği, » artık görecek gözü yoktu bu gece. bu ge- ce ağzına bir lokma bile koyamıyacaktı. Derdi başından aşkındı. Görüp göreme. mek gibi can alacak bir mesele ile cenk- Jeşiyordu. Karısı, kapıyı açınca kocasının durgun. den onu öptü, Cenkins solraya oturdu. Bir müddet çatal ile oynadı. Sonra altı yaşlarındaki oğlunu: «Haydi oğlum, sen biraz içeriye git te oyna» diyerek bitişik odaya yolladı. Arkasından derin derin içini çekti. Karısı onu hiç böyle gamlı görmemişti. Ee bir daha 'içini çekti: — 1, ben kör olacağım!. di rıldandı. m er Karsı, çığlığını zor tuttu; gözlerinden yaşlar boşanarak: — Ağzını hayra aç!.. dedi. Cenkins eşinin omuzunu okşadı ve 6- — Merak edilecek bir şey yok eleim. işimi terkedecek, tenha bir yere gidece- ğim. Doktor, istirahat edersen, geçer. Bir şeyin kalmaz diyor... Adam gece yarısından saat ikiye kadar oynattı, | İda da ellerile gözlerini siper ederek bir iskemleye çivilenip kalmıştı Nihayet Jmuş, fakat elektriği söndürmemişti. Sabaha karşı saat dörde doğru karısı İtyandı. Cenkinsin muntazam nefeslerle mışıl mışıl uyuduğunu gördü. Kadının İtuhaf bir huyu vardı. Aydınlıkta yata. mazdı. Onun için kalktı, Ayaklarının u- cuna basarak, elektrik Juhduğu tarafa doğru v söndürdü. Tam bu sırada Cenkins deli gib yataktan fırladı ve Mertat,, Martal,, Göremiyorum.. Allahım göremiyorum! diye bağırdı. Marta. hemen elektrik düğ- mesini çevirdi. Alnından bakla gibi ter- ler süzülerek yatakta kazık gibi dimdik duran Cenkins, aydınlığı kavuşmaktan doğan bir sevinçle gözlerini kırpıştırıyor. dişleri birbirine vürarak takırdıvor, elle. ri de İspazmoza tutulmuş gibi titriyordu. * bede yalnız başına yaşıyordu. Karısı da beraber gelmek istemişti anfma o: «Ha- yır, sen şehirde kal, çocuk meklebinden olmasın!..» diyerek kabul etmemiş, bu kulübeyi kiralamıştı. Doğrusu burann havasından, suyundan çok memnun kal. mıştı Yarı karanlıklar dünyesında bu yalnızlıktan ziyadesile hoşlanıyordu Kulübeye yerleştikten bir müddet son- ra bir pusula hazırladı, zarfladı. Üzerine de: — Ölümümden sonra açılacaktır!.. diye yazdı, Tanrmın günü, çamurlu, taşlı yoldan aşağıdaki köye iner, hancı ve berberle çene yarıştırarak akşamı ederdi. Arada sırada berberle dama oynardı, Sonra t&- tüncüden sigarasını alır, dar keçi yolun- dan kıvrılarak tepedeki kulübesine doğ- rulurdu. Cenkins hergün bu tepeye tırmanmayı pek seviyordu. Hiç olmazsa böylelikle yürüyüş idmanlar yapmış oluyordu. Yo- kuşun başına gelince, mola verir, sık sik nefes alır, terliyerek açılırdı. Sonra başı- nı göke kaldırır ve bir lâhzada, yaldızdan bir ışık bırakarak kaybolan yıldızları seyrederdi. İşte o zaman içini bir korku bürür ve bir anda etrafını kalın zulmet duvarlarının kaplıyacağı ve ebediyen kör kalacağı vehmine düşerdi. Geceleri ku- lübesinin ışıklarını yanık bırakırdı. Kısa “Son Posta,,nın Edebi Romanı: 45 — Bunler: seviyorum, 'çok seviyo » Tum; fokat her şeyin bir hududu var. « Siz bu hududu geçiyorsunuz. Meselâ bu akşam verdiğiniz inciler çılgın bir © masraftır. > — Ben sizinle ayni fikirde değilim! Bunları size, başkasına zarar vermeden “ve bütçemizi sarsmadan al sonra delilik bunun neresi: Karısının çekingenliğine gülüyor, o- nunla eğleniyordu; fakat çok candan bir tavır'a... — Bu kadar büyük bir serveti üze - rTimde taşımak beni utandırıyor Cevad.. bununla başkasını kıskandıriyorum gi- bi geliyo:. — Ne çocuksunuz! Âlemin ne düşü- heceğinden size ne, Siz kendi keyfinize bakın, ildikten | e girmeden Muallâ bir dakika durarak kocasına baktı... yapacağınız masraflarda ifrata varma- — Her zaman itidal. her şeyde iti- kısa fasılalarla uyanır, ölgün, sarımtrak naklerlen : Muazzez Tahsin şey! Siz bunu yapabiliyorsunuz Mual- 14 lâkin ben, heyhat! Gülüyordu; fakat gözleri bufanıktı. Yemek masasına kadar gitmek için kolunu karısına uzetırken vücudünün bir sanive titrediğini duydu. Bir şey söylemeden sükünetle oturup yemeği- ni yemeğe başladı. Temmuz sonu İstanbulun en tenha zamanlarından biridir. Bu aylarda bir- çok aileler sayfiyelere (o taşındığı için şehirde rahatca dolaşmak kabildir. İşte bundan istifade eden Cevad sabahları Karısına İstanbulun muhtelif görüle - cek yerlerini gezdirmeği (o fırsat bildi. Sıcak saatlerde otele gelip istirshat e- diyorlar, sabah ve akşam saatlerinde müzeleri, camileri dolaşıyorlardı. Her gittikleri yerde — Muallâ bütün gözlerin kendisine baktığını biraz sıkı- larak görüyordu. İlk günler bu, anla - madığı bir sebebden, tatlı bir su içmiş gibi içine bir hafiflik, bir serinlik ver- mişti, Fakat şimdi artık bundan sıkıl - yorgunluğa dayanamamış, yer'ne uzan-| Cenkins altı aydır değ basındaki kulü-! Daha görüyorum!» diyerek dualar e- derdi. Bir gece berber kendisine misafir gel- di. Damasmı birlikte getirmişti, Gece ya- rısına kadar oynadılar; raüthiş bir kasır- ga olmasına rağmen, berber karısı merak eder diye kulübede gecelemedi, Cenkins te heş'eli neş'eli yatağına girdi. Berberi yenmişti. On oyun kazanmış, iki oyun vermişti. Keyifli keyifli ışıklı tavana baktı ve uyudu... Ertesi sabah saat onda, postacı var küvvetile pedallarına basıp (bisikletini sürerek köye indi, karikola koştu. Ko-| misere: İ — Cenkins yatağında ölü olarak bu- lundu. “Hemen kulübeye varan komiser, kısa bir araştırmadan sonra mahud zarfı bul. | du. Pusulada şunlar yazılı idi: «Bu zerfm acılması belki aylar süres| cek. Fakat #mikadderatın #nüne gecile. miyeceğini biliyorum. Kör olmaktan kor. karorum. Zulmete bolmak enâtim gel. diği an hayattın silinip gideceğim. Tanrı kusurumu affetsin! >» Komiser cesedi muayene etti. Rapo-| Tunu yazdı. Kulübeden avrıldı. Daha hâ-| lâ yağmur yağıyor, uzaklarda şirsekler| eskıvor, çakıp sönüyordu. Arkıdase| birlikte hiç konusmadan, düşünceli, dü- şünceli atını süren kömiser: — Yanık oldu, diye söylendi. İyi bir a- damdı, Çoluk çocuğu da vardı. Arkadaşı tasdik ettir — Doğru, Hakikaten yazık oldu. Nel yapsın zavallı. akıbetini biliyordu. Kör. | lük te zor iş hani, Komiser cevab vermedi. Gözlerini ufka dikti. Yağmur şiddetlenmiş, kır etırın sağrısını dövüyordu... Komiser birden sanki bir şey hatırla, | mış gibi arkadaşına döndü: — Kuzum!. Elektrik fabrikasına va- rınca hatırlat ta ustabaşıyı göreyim. Dün geceki fırtma Cenk'nsin o kulübesindeki elektrik tesisatını bozmuş. Bütün am. gidip puller yanmış. Haber verelim de tamir etsinler...» dedi. ELİ Yarınki nishamızda: Tuhaf bir yanlışlık Çeviren: H, Alaz üzerinde uzun uzun dolaşırken, ken - dinde rahatsızlığı benzeyen bir duygu duyuyordu. Cevadın bundan büyük bir gurur hissettiği belli idi hele bir akşam ye - wmek vakti otelin salonuna girerlerken bütün bakışların hayranlıkla üstünde dolaştığını görmüş, kocasından bir me- ded umuyormuş gibi ona (yaklaşmak istemişti, fakat onun gözlerinde mağ - rur bir sevinç vardı ki vücudünün bir saniye içinde alev alev yandığını son- ra buz gibi bir terin arkasını titrettiği- ni hissetti. Acaba Cevadin bu yepyeni (halleri, karısının. güzelliğinin erkek gururunu okşamasından mı idi? Acaba onu ya - nında kıymetli bir biblo gibi dolaştıra- râk herkese göstermekten gizli bir zevk mi duyuyordu? Bu zevkini ve gururu- nu tatmin için de, genç taşralı kızca - Zızın gözlerini kamaştırıyor, onu tatlı diller, derin bakışlar, mütehalik tavır- lar ve nihayet kıymetli esvap ve hedi- yelerle kendisine çekmeğe çalışıyordu. İstanbula geleli beri bütün varlığını saran bu yeni şüphe onu o kadar hır - palıyordu ki, genç kadın belki de hak- sız olan bu şüphelerle mücadele etmek, kocasının kendisine karşt olan bütün bu yükınlıklarını aralarında ciddi bir anlaşma vesiles? gibi görmek için elin- den gelen kuvveti sarfediyordu. Fakat onun gözlerinin bu mağrur (sevinçle kendisine dikildiğini (o veyahud onun, bir zaman Beykozdaki çiftlikte terke - derek mühimsemediği karısına bugün mağa başlıyofdu. 'Terzide, (sokakta, barda, bahçede, camide, müzede, her en çok yakışacak, onun güzelliğini art- tiracak kıymetli ve zarif elbiseler seç- dal.. ne İleri, ne geri... Bu ne müthiş geçtiği yerde kadın ve erkek bakışları | tiğini gördüğü zaman bilâihtiyar içi - Su Tai SAÇ EKSİRİ Saçları önler, besler, köklerini o kuvvetlendirir, kepekleri giderir. ECZANESİ Beyoğlu - İstanbul dökülmesini İNGİLİZ KANZUK BÜYÜKLERE VE KÜÇÜKLERE; İtimad ile verilen ve azami yirmi dört saat içinde solucanları düşürmeğe kat'i tesirini gösteren Sıhhat Vekâletinin resmi müsaadesini haiz (İSWET SOLUCAN BİSKÜVİT ) lerinin piyasaya taklidleri çıkmıştır. üzerinde dalma (İSMET) markasını Sayın vetandaşlarımızın kutuların aramaları ve istemeleri menfaatleri icabıdır. Her eczanede bulunur. Kutusu 20 kuruştur. nin derin bir köşesinde < ince bir telin sızladığını ve ayni şüphenin (kalbini bir kurd gibi kemirdiğini duyuyordu. Bu sebebden, İstanbulda kalmağı ta- sarladıkları on beş gün bittikten sonra kocasının: — Bir müddet daha kalalım mı? Bu- radan belki hoşlünıyorsunuz. Çiftlikte gene sıkılmağa başlarsanız Sunline, onunla başbaşa yaptığı bu gezintilerden azami bir zevk ve İstifa- de duyduğu halde menfi cevab ver 2 miştir: — Hayır, hayır, Beykoza dönelim ar- tık... Hem Zeynebeik de pek üzülüyor. Bakınız son mektubunda neler yazmış. Cevad kızının acemi yazısile dolu 0- İan kâğıda göz gezdirdikten sonra gül- dü: — Pek âlâ Muallâ, mademki siz böy- le istiyorsunuz, Zeyneb de sizsiz yaşa- yamıyor, o halde dönelim. Söz aramız- da, İstanbulda artık ben de sıkılmağa ve çiftliği aramağa başlamıştım. — Niçin daha evvelce söylemediniz? — Evvelâ işlerimiz bitmemişti. son- ra da size birçok verleri göstermek is- tiyordum. Üçüncüsü (de sizin birkaç gün İstanbulda kalmaktan hoşlandığı- nızı görüyordum. ; Maamafih artık dönebiliriz. Misafir- ler gelinceye kadar kalan birkaç günü-! müzü çalışmakla geçiririz, xvı Cevadla Muallâ tekrar ciddi çalış - malarma başlayamadılar. Çiftliğe av - det attiklerinin ertesi günü, hiç bekle- medikleri iki misafir onların (başbaşa geçen hayatlarına nihayet verdi. Ceva- ın, bütün ömrünü Adanada geçirmiş olan ihtiyar bir amcası vardı, Daha doğ rusu baba amcası... Cesim pamuk tar- lalarına ve portakal bahçelerine sahib olan Mustafa bey Adananın en zengin tüccarlarından biri idi. Hiç oğlu olma- mış, biricik kızı da genç yaşında ölmüş olduğundan Mustafa beyin bütün mi - rası yeğeni Müfid beye kalacaktı. Hak buki ihtiyar adamın, her nedense Mü - fid beyle kanı barışmamıştı. Bu sebeb- den İstanbulda bir seyahat yapıp hen birkaç senedir görmediği küçük yeğe ni Cevadı görmek, hem de bu'vesile ile mallarının mühim bir kısmını ona ver- mek istemişti. Mustafa bey pek fazla okumuş bir a- dam değildi. Her nedense, bütün aile - sinde biricik bir tüccar yetişmiş ve vak tini okumağa ve tetebbüe hasredecel yerde ticaret yolunda ilerlemenin ça * relerini düşünmüştü; fakat bir oğlu ol” saydı onu mutlaka tüccar değil ya me mur. yahud da bir âlim yetiştirecekti. İhtiyar adam sonradan sonraya oku * mağa merak sarmış, kendi içtimal va * ziyetini ailesi efradınınkilerden alça) görmeğe başlamıştı. Para kazandıktan sona şimdi bütün vaktini kitablar ara sında geçiriyordu. İşte bu sebebden, “dünyada en çok sevdiği kimse, küçük yeğeni Cevaddı Hele onun beynelmilel bir şöhret sa * hibi olması, hergün gazetelerde resmi ve ismi geçmesi, ecnebi diyarlarda gi“ dip könferanslar vermesi Mustafa be ” yin koltuklarını kabartıyordu. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: