17 Mayıs 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

17 Mayıs 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

POSTA Namlarına jübile yapılan Tıb üstadları “Son Posta,,ya hatıralarını anlatıyorlar Hayatı cebhelerden cebhe'ere, çöllerden çöllere koşmakla geçen emekli albay doktor Kemal Çulha'nın anlattıkları Bütün hayatınca şansına inanmi$ olan arlisi; Ronald Golman yer saransanammaı reeessasares eemearanu Holivudun bu münzevi san'atkârı telgraftan ai bir şekilde ni €dar. Çünkü 20 yil evvel, harbde iken babasına kendisinin ğüne dair bir telgraf götürmüşler, adamcağız telgrafı okur okumaz dü şüp ölmüştür. Jübilesi yapılan e e biri, yi ün mekteb sıralarında iken da») hat, il ara merak ederdim. Bilhas » Ib, böbrek ve peritonit has tince cephelerde, at ialıklarından mütevellid istiskayı batın! dum. tedavisile, bu illetin tedavi ça -; . İstanbula gelebilmek fırsatını da b ce ile geçen yegâne hatıramdır. rim. Zira, bütün hayatım müdde- tünde koştum, dı yer ELE LER Maşallah önler, bu ne zindelik, si- ze gıpta ettim, dedim! Bay Kemal Çulha güldü ve: iz de benim oğlum sayılırsınız, de- un için şu pederane nasihatimi leyiniz. Hayatta biç bir şeyin ifratına ver mayın, Arsbların darbı meseli meşhur dur: Hayr ri tuha. İşte, ben bu sözü düs tim, Gerek ça mak, gerek eğ nek ve gerek istirahat- te hiç bir zaman ifrat ve tefrite kaçma - dım, Bizim kimyayı uzvi prefesörümüz Dellâ Suda Paik Paşa - mühtedidir * alkol bah. sinde şunları söylemişti: «— Alkol alan şahıs, bfinyesine göre, en az 30, en fazla 50 gramdan fazla ka - çırmamalı!ı Takın, ben bu yaşa gelinciye kadar ca- Bam istedikçe birkaç tek atin bir insanım. Fakat hocam Faik Paşanın sözünü hiç bir Akşam unutmadım. Size bir hatıramı daha anlatayım: Daha gençliğimde, bir gece, mehtab safası ya- piyorduk. Bizim sazlı, sözlü eğlencemize iştiraki arzu eden yaşlı, gün görmüş bir zat, sandalını kayığımıza rampa etti, Haz ret ile bir iki lâftan, birer tek ikramdan sonra dost olduk. Bize; «— Rakıyı zinhar susuz içmeyin!» Dedi. Bu adamın sözü de «hikmet» değil amma, kimya profesörünün verdiği na “ #ihatin yambaşında yer almak değerin -| dedir. İşte, insan, her beşeri arzusunda rakı bahsinin formülünü unutmamalı. Bay Kemal Çulhaya, bu formülü unut» | mıyacağımı söyledim, güldü; — Öyle ise hakimana mütaleaları bir yana bırakıp hekimane hatıralarıma ge- gelim, dedi. © urgun gecelerde, ağaçların ve çiçeklerin ıtrı sevilen bir güzel kadın nefesi gibi müheyyie bir hal alı- e Hiç bir sanatkâr kimyedger bu dar çeşidli ve nefis kokuları mezce - derek bir esasn İnsanın manev ıtırda tabi; cuda getiremezdi. a nüfuz eden bu ruhu vardı, Ahmed Ercan burasını cennete ben-| getiyordu. Harici âlemden tecerrüd et- miş, hilkatin en sevimli, en münis mah- tarasile karşı karşıya yaşıyordu. Yerleşeli bir hafta olmuştu. Kendini gitgide daha iyi hissediyordu.Baş dön- mesinden, kulak uğultusundan şikâ - yeti kalmamıştı. Doktor Şerifin tevsiye ettiği gibi €- line ne kitab alıyordu, ne de gifzete. Babahleyin güneş doğarken uykudan uyanıyor, yatağından fırldyıp, ayağına keten bir pantalon geçirdikten sonra kendini bahçeye atıyordu. Her ağaca, her çiçeğe bir ad vermişti, Hiç birini, kıyıp ta koparmıyor, incit- miyor, yalnız seyirlerine bakıyordu. Havuzdaki kurbağalarla, koca ceviz a- Zacının dallarında vuva yapn kuşlar- Ja ahbâb olmuştu. Bunlar onu görünce kaçmıyorlar, serptiği yemi, yanına ka- dar sokulup kapışıyorlardı. Bazan, keçi yollarından yürüyerek kırlarda dolaşıyor, Bakkal köyünden Kayişdağı eteklerine, suyun aktığı ye- re kadar uzanıyordu. Orada, sedin & - zerindeki gölgelikte oturuyor, uzakta! dalgalanan Marmaranın, Adaların ilâhi manzarasını temaşaya dalıyordu. Erenköyüne geldi geleli, kadından başka insan yüzü görmemiş- $i. Konışularının kimler olduklarını bilmiyordu. Köye de inmemişti. Böyle, rahat ediyordu. Konuşmak için de yo- rulmak lâzımdı. O yorgunluktan dahi vareste kalmak istiyordu. Her sabah traş olurken, aynanın kar- gısında, gümüşlenmiş saçlarıma gülüm- siyerek bakıyor ve: — Eh. koca dağ! Sen de karlandın. relerini araştırmakla meşgul oldum. Şim ! dukça Eyübde oturdum. Eyübden hiç ay. hizmetçi | diye kadar elimden geçen yüzlerce has - tanın » bir, mükstesna - hemen he- men hepsi: dum. Hattâ, benim bu sahadaki ihtsası - İmi duyan bir mülâzim, kumandanından izin alamamış. Midilli adasından kayığına atladığı gibi Çanakkaleye oradan la İstanbula gelmiş. Ken- rim, Zeki Paşanın kulağına gitmiş. Yakın ir dostunun kız çocuğu da isliskayı ba - ğırttı, meseleyi anlattı: ir kere bakayım efendi; Böylece başladık tedaviye, Birkaç ay sonra ayakları şişmiş ve yürüyemez bir bale gelmiş olan hasta, koşup sıçramağı başladı. Zeki Paşaya gidin teşekkür et - mişler. Zeki Paşa beni tekrar oçağırttı. Karşısında esas vaziyeti alır almaz sor - du: «— Sen ne kadar oldu binbaşı olalı?» — Beş sene. «— Peki, teşekkür ederim.» Selâmı çakıp dışarı çıktım, amma bu kı | sa mülâkatın sonunu bir türlü tahmin e » demiyordum. On beş gün sonra, meta « kım zail oldu: Kaymakamlığımın iradesi alınmıştı! İşte, yarım asrı aşan iababet hayatımda !bu kabilden vak'alar - tabii. terfi vasfı müstesna - doludur, Ömrüm, 27 fırka ser. tababeti ile Suriyede, Kudüste, o Yafada, Şark vilâyetlerinde, Erzurumda, Erzin - canda, Rümelide, Arabistanda geçti. Mü. İteaddid kolordularda başhekimlik yap « vE Bir kere da Almanyaya, kardeşim Sabit Paşanım yanına gittim, İşte bu seya- a diye söyleniyordu. Bu « Karlı dağ » teşbihini diline do - tamıştı. Hoşuna gi - du. Yarım asra yaklaşın hayatın - da, bu bakı, bir dağ duruğu gibi daima yüksek, daima dik tutmamış mı İdi? « Elbette karlana» caklıs diyordu. Yağmurlu bir gün. de, ihtiyar hizmet çiyi karşısına almış önula konuşmuştu. — Nerelisin Ha 4 fize hanım? — Ben mi, beyim? Kocdmustafapaşa - iyım. — Kimin, kimsen sar mı? Zavallı kadın içini çekmiş ve ona, basit olduğu kadar elim bir macera hi- kâye etmişti: — Vaktinde çok iyi, çok rahattım, beyim. On altı yaşında beni ere verdi- ler. Kocam varyetli adamdı. Zanaat sa- hibisj idi. Uzunçarşılı İsmail efendi derlerdi. Beşik falan yapardı. Koca - mustafapaşada babamın evinden onun Çarşambidakı evine gelin gittim. ne yalan söyliyeyim? İsmail efendi yaşlı, titiz, sert idi amma beni el üstünde tut- tu; kuş sütile besledi. Bir defacık ol - sun: «Gözüntlin üstünde kaşın var!» de- medi bana. Senesine, Cenabihak bir evlâd verdi. i etmeğe muvaffak ol «| bir ba * İş, iy bir gün Tophane müşiri ve mektebi Tıbbiye nas| tından muztaribmiş. Müşirpaşa, beni ça) Yeni KARLI DAĞA GÜNEŞ VURDU Yazan: Erciimend Ekrem Talu rılnadım. Sordum: — Niçin doktarcuğum? — Pederin vasiyeti var dı onden... Hat- tâ, soyadımı da babamın hatırasını ihya a , Benim silem, cedbeced Çul - ha idi Bu yüzden, yiğitliğe, «Çulha» yi uygun buldum. Doktor Kemal Çulha, bir sn düşündü Sonra: — İçimde ukde olan bir hatıram var, size onu da söyliyeyim, dedi, Balkan harbi esnasında, Rumeliye gel- diğim zaman Atatürk ile tanışmıştım, A- radan yıllar geçti, talih, beni, onunla tek- rar yüz yüze getirmedi. Geçen Ağustos ayında, meb'us Yahya | Galibe rastgeldim. Hazret te Eyüblü ol duğu için, kendisi ile musrefem eskidir. Söz arasında Atatürkün hastalığından bahsettim yük san'et- arından biri de hiç şüphesiz Ronald Colmündır. Birçok büyük filmlerde büyük roller yapmış olan bu san'atkâr öyle her filmde rol almaz, Ancak çok beğendiği filmlerde öynar. Bu rolleri bulamayınca, Holivud civarında inşa ettirmiş olduğu İngiliz temindeki seyfiyesinde rahatça vakit ge" çirir. Ronald Colman aslen İngilizdir. Şimdiye kadar elde ettiği muvaffaki « yelleri şansına medyun AR söyle - Yip durur. Ona göre şansı Harbi Ürmumide başla - mıştır. İngiliz ordusunda asker olan Ro- nald Colman Harbi Umumirnin en kanlı safhalarından birini teşkil eden oYpre muharebesine kıt'asile iştirak eylemiştir. Bu muharebe strasında çök ağır hir su- rette yaralandığından hemen hastaneye eee 'unmuş, birkaç gün baygın yattık » Bazı doktor arkadaşlarımdan, Atatür -| an sonra gözlerini açabilmiştir. kün «sirüzdofus» dan muzterib oldu - Bunu, karnında su toplandığını öğren - miştim. Bunları Yahya Galibe söyledim ve; — Delâlet et *e, bir kere de ben göre - yim. Çünkü bu hastalığın tedavisinde ben ihtısas sahibiyim. dedim. Yahya Galib: «— Delâlete lüzum yok, yaverleri gör, kâfi, Cevabını verdi. Ertesi sabah, Dolmabahçe sarayına git- tim, Beni, bir odaya aldılar, Bir saat kadar olurdum. Fakat saraya sefirler geldiği için, o gün Atatürkle görüşmek kabil ok mıyacağı anlaşıldı. Bana: (Devamı 10 uncu sayfada) Bazan keçi yollarından yürüyerek kırlarda dolaşıyor Nurtopu gibi bir oğlan. Ertesi yıl bir daha. İki sene sonra da ikiz doğurdum. Kurban olduğum tanrım her doğan ev- lâdımın rizkını da beraber gönderiyor- du. Kocam işini büyüttü. Saraylardan siparişler ahyordu. Boynuma sıra sıra beşibirlikler dizdi. Derken, nazara gel- dik. Önce evimiz yandı. İsmail efen - di kahırlandı; üstünüzden (irak şifası olmuyan bir derde uğradı. Tam on yıl, sattık, yedik. Sonunda eceli geldi, öl - dü. Ben, dört çocukla dul kaldım. Tah- taya, çamaşıra gidip oncağızlamı bü - yütmeğe çabalıvordum. Meğerleyim © si n da ömürleri yokmuş. Beş yılın içerisinde dördünü de, rabbim bir Sözü san'atkârın kendisine bırakalım: — Ypreste iştirak eylemiş olduğum harbde ölümle karşı karşıya kaldım. Bir an oldu ki artık hayata kat'i surette ve- da eylemek üzere olduğumu sandım, Gözlerimi kapadım... Birkaç gün sonra hastanede kendime geldim. Bu, şansımın gözel bir tecellisi idi Ben şans diyorum, Buna, mukadderat, talih te denebilir... Harbe bi ürükliyen kötü şansım idi. Bu muhakkak... Fakat harbden sağ ve sa Him çıkmam da iyi şansım oldu, bu da bir hakikattir. Gene şans eseri olarak sahne- de Lena Ashwell ile rol yapmağa başla - dım, Şansım sayesinde İngilterede ilk san'at hayatım ve muvaffakiyetlerim başladı. Edebi Romanımız: 5 İz O gün bugündür el Kapısında rızkımı a- rar, bir yahdan ra kederimi avutmağa uğraşırım. —bBir dâha ne - ten evlenmedin, Ha *ize hanım? — İlâhi, beyim! Evlilik demirden leblebi. Rabbim in - sanı bir gün güldü- rürse, bir yıl ağlatı- yor. İlkinden ne ha- ir görmüşüm ki bir İkincisini deneyim? gönlümde bu - n beş yara bir - gen sızlıyor. e Hiç Münya evine girme seydim şimdi bu a - cıları o duymazdım. Değil mi, beyim? — Öyle, Hafize hanımcığım! — Ya, sen neye evlenmedin bu yaşa kadar? — Mesleğime bağlandım.. odaldım.. öyle şeyi düşünmeğe vaktim olmadı. — Şimdi? Ahmed Ercan gülümsedi.» — Şimdi. atı alan Üsküdar geçti. başım karlandı artık, görmüyor mu - sun? — Sen erkeksin.. erkeğin yaşı ol - maz. O başındaki karların gönüle ne tesiri olur? ! hem; demin - denberi ev! diliğin kötülüklerini, demir- kula vermesin, arka arkava yömdüm.İden leblebi olduğunu söyliyen sen de- Ronald Colman a Şansım sayesinde 1920 senesinde rikaya gittim. San'at âlemine katıldı Hoş Amerikada şansıma kadar çak kara gürler geçirdim Yâz yi! Bana Holivudun en esrarengiz # dini kârı sıfatını verirler, Eğer ken # sık halka göstermememden dolsf doğrudur... Holivuddan hoşlanmıyfı. > dilim... Bilâkis çok hoşuma giöiY ağ hayli de arkadaşlarım var... Pal kadaşlarımla boşuna sağda solda cağıma beraberce evimde vakit ği tercih ederim. ii Sonra Holivudda eğlence hayal tur ki... Birkaç gece klül Bir iki (Devamı 10 uncu Sa teşvik ediy i sun? — Beş parmak bir değil, beyi » kesin talihi başka başkadır. Beli e nımda öyle yazılı imiş; E . Amma, sana belki d i gün dahada caksın. Bakım istersin. Bir can $i ararsın. O zaman ne yapacak — Aha! kerim! d Bu muhavere burada kalmışi” kin bilâhsre Ahmed Ercan bü üzerinde durmuş, düşünmüştür ksten bir insanın dünyada bir arkadaşa muhtaç bulunduğunu yavaş yavaş tekdir ediyordu. ön, on beş yıl önce neden düş' ğine, hatıra getirmediği Kendini vazifeye, mesleğe, bU niçin kaptırmıştı?. Bir kadın, yatını ne kadar dolduracak; »€ değiştirecekti? Kırk bu kada # ömründe, yalnızlıktan tad nar bulmuştu? Evet: Belki o da 4 lacaktı. Belki o da ihtiyar vu tattığı acıları tatacaktı. Fakat De le sinirlerini sıhhatini bozan misin? Beni he saklıktan evlâ idi. İnsanı ins9” hayatın değişik vakıaları, hey” sevinç'er, acılar değil midir? sırık bir zamanı hangi etmişti? Bugün etrafında boşluk; hodgâmlıfının cezası! bir şey değildi. Başma buyuruK nın yalancı hazzını, şimdi kat tırabla ödüyordu. — Acaba; çok mu geç kaldi? lr? Bu sualin cevabını — kendisi olduğu veriyordı, Her fikir amelesinde pwn yorgunluğu derin b h şahika, gibi duruyordu. <arkes* çel

Bu sayıdan diğer sayfalar: