28 Mayıs 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8

28 Mayıs 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

iğ Muharrir-Kitabcıdavası Muharrirler, kitabcıların istismar iddiasını reddetmelerine karşı ateş püskürüyorlar a ada istismarın bunu Wbât , bir kısmı da kitabela - ri değil, muharrirlerin kitab- söylemişlerdi. Bu- Size cevab veren bir kitabcı demiş ki vererek alırım. Ona sormak istedim: — Bayım, sen tab'ettiğin 'Kitablara nasıl kıymet veriyorsun? Yani okuyup kıymet'mi takdir e - diyorsun? ,. Affedersin amma sen okuduğunu anlğr mısın? ... Türkçe okuyup yazman var mı - dır? ... Kiteblera kiymet takdir edebile- cek İnsan kala kala sen mi kaldın? Gene ayni kitabcı demiş ki: — Kıymet vermediğim (muharririn eşerini basmam. Ona sormak İstedim: Elinde muharrirlerin kıymetleri - ni ölçecek bir ölçün mü var? ... Bu ölçeği sen mi keşfettin? Kıymet vermediğin--muharrirler kimlerdir? Onların hepsinin senin kiymet bi- çemiyeceğin kadar yüksek olabilecek - leri hiç hatırına gelmedi mi? Kitabının söylediklerine devam e - delim: Dem — Ben kendi hessbıma tab'ettiğim eseri daima lâyık olduğu ücretle kar - şılamışımdır. Ona sormak istedi — Nedir? — Bedbinliğinizin sebebini anlamak istiyorum. — Ne yapacaksınız? — İşin içerisinde bir macera bir Fo- man seziyorum dâ. Ahmed Ercan en samimi tavrile ce- vab verdi: — Vallahi yok! Hayatım en basit bir hikâye mevzuu dahi olamaz. — Herhalde cemiyete karşı küskün- sünüz? — Ne için küskün olayım? Ne fena- Jığını gördüm?. — Bazan olur: Mutlaka fenalık gör- miye, padra uğrumıya lüzum yok. — Hayır. Hiç kimseye karşı, zerre kâdar infial duymuyorum. Bilâkis, oemiyetten gördüğüm nimetlere mu- kabele edememekten muztaribim. — Ne gibi nimetler gördünüz? — Çok! Bir kere mâişetimi temin e- diyor... — O sizin hakkınız. Değil mi? — Ben hiç bir şeyin hak olduğuna kani de — Ya, verdiğiniz emekler?. Onları, beni okutmuş, bana kül - türümü temin etmiş bulunan hüküme- time karşı uyum, — Her muyilim sizin gibi düşünmez. — Emin olu: epsi böyle düşünür. Dünyada Türk ilk mekteb muallimi gi: bi fedakâr, feranatkâr, wzifesine ve mesleğine bağlı hiç kimse yoktur. Ma- arif ordumuzun bu kahraman neferle- ri, hudud boylarında düşmanın teca- vüzünü önlemiye memur yiğit asker - lermizin birer eşidir. İdarei hususiye- lerin daracık bütçelerinden gayri mun- tazam ödenen cüz'i bir aylıkla, Anado- İunun, Rumelinin en ücra, en 15ız bucaklarında, senelerce, bilginin nuru- nu saçmıya çehalarlar. Siz hiç yurd içerisinde gezdiniz. köylerimizin ekse- risi hakkında bir fikir edindiniz mi? Bunlar meyanında öyleleri vardır ki, #tepin ortasında, gök yüzüne dayanan yüksek addedilecek hakkı| Şe — Ben tab'ettiğim kitablara kıymet — Bir eser için on bin lira mı verir - ... Bin lira mı? .. O da değil beş yüz lira mı? | .... Biraz daha inelim, 7 dersin? Otuz liraya alıp bastığın kitabla - nı senden zorbelâ alabilenler İrm pa yok mudur? Kitabcı konuşmasına şöyle devam e- diyor: — Öyle tahmin ediyorum ki, Falih İ Rıfkı, Peyami Safa, Yakub Kadri, Re - Nuri vesalre gibi kıymetlere fazla telif vereceğim günler uzak de - ir. Ona sormak istedim: — Onların terfihi için bu bir müjde mi? ... Yoksa ağızlarına birer parmak bal mı çalmak istiyorsun? o usa nisbetle bir liğen su ne ise onlara nisbetle de sen osundur. Konuşmasını bilmediğini anladık, susm: da mı bilemedin? İşte azizim benim Kitabcılarn ce - vablari karşısında düsündüğüm bun - lar. Bunların içinde doğrudan doğru- ya sualinin cevabı da mevcuddur. Suad Derviş «— Kitabemın muharriri istismarı YÜZ de yüz bir kat'iyetle kabul edeceğimiz bir yettir. Evet Türk kitabcıs, Türk rririni istismar etmektedir. Ve Du- Dun itiraz edilmez bir hakikat olduğunu bat etmek te pek kolaydır. 'Türk müelliflerinin yazdıkları eserleri tâb' ve neşretmekten başka bir para ka- zanmak membaları olmıyan Türk kitab- İ cılarının hepsi zengindirler ve bu servet- ni Tip üellifinin yenilmiş hakla. temin etmişlerdir Eğer bir kitabın te- min ettiği kâr muharrirle kitabeı afasın- da makul ve müsavi bir şekilde taksim edilmiş olsaydı, hiç olmazsa Türkiyede KAR arasında cihanla ber türlü irtibatını kesmiş, kaybolmuş gibidir - ler. Oralara, âh bayvan sırtında, kâh o hayvanı da yede- ğe alarak; bilmem hangi şimendifer is- tesyonundan © sekiz, dokuz, on saatte gi- İdilir. Eh yakın in - İsan kesafeti kilo - metrelerle mesafe - İdedir. Köye varırsı- nız. bir küme ev. İnsanın dili bunla - ra ev demiye de var maz. Çamurdan tümseklerdir. Har, lâ, geçmiş rejimlerin ihmali halkın naddeten kalkınmasına meydan ve im- iştir. Bununla beraber, 0- , manen aydınlanmıya teşne - vleri'in şeklini muhafaza ede- dursun, canla bağla çalışarak, orman - dan odun, dereden kum, dağdan taş ta- Şıyarak mekteb yaparlar. Muallim gi- der, o mektebin bir köşesindeki ufacık odaya yerleşir. Yerleşiş o yerleşiştir. ilk gününden, bin türlü mahrumiyet « ler içerisinde, en iptidat ha#vayicin yüz- lerini dehi görmiyerek, mücadeleye a- tılır. Yegâne müşevviki, içindeki iman: dır. Kuvvetini vatan aşkından alır. Karşısındaki hasım müteaddid ve çe - tindir. Cehil, taassub, sefalet gibi adlar taşır. Muallim bunlarla carnısır. İdeal. dağların jdirler. SON POSTA yalnız kalemile servet kazanmış olan in- | sanlarda da meveud olmaz mıydı? İ İ Türkiyede kitab satılmadığını iddia ef» mek doğru değildir. Okur yazarlarının sayısı her sene yüz binlerle artan bir| İmemleket içinde kitab satılmıyor demek ayıbdır. Eğer kitab satılmıyorsa muhakkak ki tab verilemiyor, onun niyor, iyi kitab verilememesinin ni ibi muharrirde obulacaktır. z suçu Onun kendi hasisliğinde görüyoruz. Bir müellif iyi bir romanı yazmak için her gün muntazam surette çalışmak su” retile en azdan bir buçuk, iki sene çalış » malıdır. Dekomantasyonu, kompozisyo - nu da her bir kahiramanın psikolojik tahlillerinin kusursuz olması ve eserin üslübu için böyle bir itina azdir bile, | Roman yazmanın ne demek olduğu - İnu bilen bütün romancılar bana hak ve-| İrecekler, belki de iki seneyi bile az bu «| İacaklardır. Bir müellif ancak bu kadar #tizce çalışabildikten sonra iyi bir e - ser ortaya koyabilir. Fakat iki senelik bir mesainin bedeli de en aşağı bir mü - ellifin iki senelik hı ni hem de mü - reffeh bir surette temin etmelidir. Yok- sa biz Türk romancıları, hikâyecileri, tiyatro müellifleri, hayatımızı kazan - mak için roman, hikâye, piyesten baş - ka her gün makale, fıkra, röportaj ya- yucuların kapış kapış, alacakları eserler | verebiliriz, İ Her insan bir tek insanın yapacağı mesaiyi yapmağa muktedirdir. Ondan bundan fazlası istenildiği zaman yapa - cağı şey tabii ki şişi Bir çok insanların ağzından düyuyo - ruz: «Bizde Proust gibi Gides gibi mu- | meharet sahil “SON POSTA, nın Tarih Müsabakası No. 2 Şemsi Ahmed Paşa Padişaha ilk defa rüşvet veren ve “ Padişahı alıştırdım, artık bu devlet yıkılır! ,, diye öğünen rp i Ahmed paşa Anadolunun eski |kanlı gibi ava gitmekten çekine i paşa gi beylerinden Kızıl Ahmedli sülâlesine mensubdu. Osmanlı sarayınm Ende - run Osmanlıları arasından yetişmişti. Sar#ydan müteferrikalık #le çıktıklan sonra bölük ağası, Rumeli beylerbeyi - si, Anadolu beylerbeyisi, o Kubbealtı veziri olmuştu. Kanuni Süleyman dev- rinden üçüncü Murad zamanma kadar, yüz yaşından fazla yaşamıştı. İkinci Selime ve üçüncü Murada ne- dimlik eden Şemsi Ahmed paşa, lâü - balimeşreb, tuhaf fıkralar nakletmekte , çok güzel konuşur, söz“ Jlerinde «ırz ve edebe» dikkat etmez bir adamdı. Bir devlet #damı olarak, Pe - çevi İbrahim efendinin kaydına göre «yalancı şöhret sahibi» idi. Ancak elâk- lâkai lisana malik» idi. Fakat avcılıkta cidden mahirdi. Se - Bime ve üçüncü Mur4da bilhassa sür - gün avlarında günlerce refakat eder, zan? barrir (yetişmiyor (o vesselâm». o Peki (Devamı 14 üncü sayfada) Yeni Edebi Romanımız: 16 DAĞA GÜNEŞ VURDU Ercümend Ekrem Talu İkizi de suzuyorlardı. Nerman d algın dalgın köpeğine bakıyordu. den başka elinde bir silâhi yoktur. Gündüz, çocukları okutur, onlara yurd sevgisi, bucak sevgisi, millet sevgisi ve insaniyet sevgisi aşılar. Kendi hüviye- ti yavaş yavaş silinip kaybolurken, o- nun mesaisi ile birçok, küçük lâkin me- tin hüviyetler belirir. Bu, muallimin bütün hazzı, biricik tesellisidir. Köye posta uğramadığı için kitab ve gazete gibi manevi gıda edinemiyen biçare muallim, ders hericindeki boş saatle- rini köylüye basreder. Onun derd or- tağı, mürşidi, akıl hocası odur. Mek - tublarını yazar, elemlerini teskin eder, yeislerini dağıtır, ona yaşamasını, iyi bir insan olmasını; vatana bağlılığı, Cümhuriyete ve büyüklere savgıwı öğ- padişahı açık saçık fıkraları, | lâübeli sohbetlerile eğlendirirdi. Yaş» yüzü aş- kın olduğu zamanlarda bile bir deli retir. Böylece, mu - allim, rejimin, me »- deniyetin, en ileri hattaki -piştarı, ka - rakol nöbetçisidir . Buna rağmen, muz- tarib yaşar, çünkü hassastır. Köylüye tabii gelen maddi, manevi mahrumiyet ler, muallimin varlı ğını kemirir, sarsar. O, köylünün derdini avuttuğu halde, kendi derdlerini a - vutâcak kimse bula- maz. İstikbelidü - şünmek belki bir te- seli olabilirken, kendisine ö da sân- ki memnudur. Yegâne ümidi başka yere nakledilmektir. Fakat o yerin de nasıl çıkacağını bilmez. Uzun teahhür- ierle eline geçen aylıktan biriktirdiği beş on kuruşu, tatilde, ihtiyar anamı, kardeşlerini, arkadaşlarını görmek ü - zere memleketine döndüğü zamah, ge- Wp giderken harcar.. bir can yoldaşı bulmasına çok defa imkön yoktur. Is- sız bir köyde, dünyadan ve insanlar - dan uzak kim gider de kapanır? Mu - allimin, bu itibarla, her şeyi. Anası, babası, eşi, yoldaşı, mektebidir. O mek- tebdeki çocuklara onun (o bağtılığı hiç bir babanın evlâdına bağlılığına ben - zemez. Bin: kat daha üstündür. Çünkü o çocuklardan ber biri onun mzarında bütün sevgi mevzularını temsil eder. «Padişaha rüşvet aldırdım. BU Jetten, bununla Kızıl Ahmedli int. mını aldım» diye övünen gi” med paşanın bu ihanetini dev verrihi Âli efendi şöyle nak eti «Bir gün Şems' paşanın hali : smda idim. Padişahın yanında. yordu. Fevkalâde sevinç içinde ii i kethüda denilen bir kethüdi” dı. Ona: — Bugün Kızıl Ahmedll'nin wi mmı Âl Osmandan aldım. e ocağımıza su koydukları gibi yi onların ocağını söndürecek bir gç tertib ettim. Dedi. Kethüda: — Ne vechile? ki Dedi, "| — Rüşvete dadandırdımı, bin altın bir büyücek lokma id turdum. Bundar sonra bunlar, ve almaktan kendilerini 8 ) (Devamı 14 üncü sayfad? Şu saçlarıma bakın! — Gene mi saçlarınız larınızda? — Onları ağartan sonu gezi hassürlerdir. Çölde, altından ölüp de susuz kalan yolcunuP j savvur eder misiniz? O ne vi İşte ben de hayat çölünde ay ti yette kaldım ve ayni ıztırab? ör. Onun, oyalayıcı serablari değilse. Benim serdbım da seli Tek bir ağacm altına ek 3 Ne vt dinleniyorlardı. Muallimin desi genç kızın rikkatini tah! ti: — Zavallı Ahmed bey! deği, Mf Ahined Ercanın fıtri gururU z hametten ineinir gibi old. | il # — Yok! Hiç de zavalli dele vemi o çöle bile bile, isteye İL ye kettim. Mesleğimden, sıkıatilt # men memnunum. YalmzUığ&» sizliğe, susuzluğa da aşar yi Biraz tereddüd ediyormu$ du, sonra ilâve etti: i # — Şimdi, serabım da var İkisi de susuyorlardı. Kerimi si kışları, ayak ucunda W bira A upuzun yerde serili köpeğe Siri t. Güya, onun,her tarafi £ sineklerle mücadelesini (8 yeli hakikati halde ise, Ahmedi aya lediği köy o mualliminin, , sereneâminı canlandırıyor ff Ahmed, genç kızın n€$ ei sy dığını hissetti. Kendisi ini ' yordu.İçinde, senelerdeni. de taşmak istidadını göst 7 rd lerin bir parçasını Gis Lâkin bu zehir fazlasın! ? içine akmış olmasından eyi ' ve nadim oluyordu. Onur rini başka tarafa sevket gö le, sordu: 7 — Kışın da Erenköyündt p rursunyuz? © iğ? Di çok get) Evet. Babam b pe i

Bu sayıdan diğer sayfalar: