31 Ekim 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

31 Ekim 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

BON POSTA Sayfa 18 ncı asırda İstanbula gelen Bohamyalı Baron Wratislaw'ın hatıraları: 85 Türkçeye çeviren: Süreyya Dilmen Hünkârın fermanı Bakikaten ordugühta bulunduğumuz! Müddetçe hergün bizim taraltan yakala- dikları heydukları (1), yaralı büssarları Ve birçok kesilmiş kafaları getirdiklerini de eylemekte idik. a in; Osmanlı hududları içinde bu- a sahalardan geçerken korunmamız- Yardımı olsun diye bize verdiği yeni- Şeri neferinin herhangi bir endişesini ön- İmiş bulunmak için eğer bu geçtiğimiz Yerlerde, hıristiyanlara rastlıyacak olur» | sak kendisine hiçbir zarar getirtmiyeceği- d yeminler ediyor, teminat veriyor- uk. Ö da buna mukabil, eğer Türklere üf edecek olursak selâmetle yolu Müza devam edebileceğimizi, hiçbir kılı Haa bile hata gelmiyeceğini, cünkü (bün- hn fermanı) cebimizde oldukça bu la korkuya mahal olmadığını söylü- ve ancak... Tatarlarla karşılaşasek ve Onların eline düşecek olursak bu hususta biçbir teminat vermeğe muktedir olma- ğin beyan ediyordu. Hattâ kendisinin ile bizim uğrayabileceğimiz akıbete du- Şar olacağını açıkça söylüyor, çünkü Ta- tarlârın, rasladıkları ve kendilerinden 87 Ve Zâyıf buldukları Türkleri bile - hiçbir ve kanun dinlemeksizin - üzerleri- Be çullanıp imha ettiklerini ve üzerlerin- de bulduklarını yağma eylediklerini an- Matayordu Bu sebebden dolayı bize yol göstermek bir de yerli kılavuz almıştık. Bu su- vetle - firar - hazırlığımızı tamamladık- tan sonra İngiltere kraliçesinin elçisi o- lan zatla vedalaştıktan ve bize karsı ib- Taz ve izhar ettiği şefkat ve muhabbet “serinden dolayı kendisine şükran ve Minnettarlıklarımızı arzettik. Hünkâr ve uzu Zolnaktan harekete geçerken biz - büyük korkular içinde - sapadan Bu-| istikametini tuttuk. * Artık kurtulmuş mu idik Burası daha belli değildi!... Zira yolumuza de- Vam ederken ikide birde ve yürek çar- Pıhtıları içinde, dönüp dönüp arkamıza Yor ve acaba tekib olunuyor muyuz? ye ödümüz patlıyordu... Ordugühtan kactığımız höber alınıp ardımıza asker takıştırılmış olması teh- bertaraf edilmiş bulunsa bile esa- ke) Seçtiğimiz yerler başlı başına «tehli- eli mıntakalars dan sayılırdı. Zira, yukarıda vazdığım gibi, buraları ürk, Tatar ve Macar süvarilerinin bir- birini avladıkları sahalar idi ve yerli kıla- Vüzun söylediğine göre, Budine varabil- Mek için başka yol da yoktu. Binaensleyh Süvari keşif kolu tarafından çevrilip killarmağı her an beklivebilirdik. Bu feci ihtimallerin tahayyül ve tasav- bile yüreklerimizi ağızlarımıza ge İiriyordu!.. Allaha bin sükür'ki şafakla ber başlayıp aksam karanlığile bitir- iz heyecanlı ve helecanlı bir yürü- €snasında «insan» denilen bir kula ; e a ()) Bu yelime dilimizdeki «haydud» sözü (Müreteim) ke, Sündüz kütüphanede Yazı Yazar- gördüğüm ve bir Fransız siyasisi cl- ihtimalini düşündüğüm şarap tüc- kıyatetli palabıyık adam, kendisine old zam görünce hafif gülümser gibi Vaziyetimizde gayri tablilik mi var- fazla mı sarhoş olmuştu; manza- Pümiz çök mu âşıkane idi? Böyle de olsa ?.. Terbiyeli bir adam, başkalarile r ısrar İle meşgul olur mu?.. Dimitriyadu peçetesini sofranın bırakıp ayağa kılktı, salondan üzere idik. Şarap tüccarı kıyafet- in da ayağa kalktığını ve bize y gördüm. Kendisine de hakaret etmek lâzım olacağını dürünerek asabi bir eda ile yolun orta- Ba durdum. Yaklaştı, ayni gülümseme vega taksız Fransız olduğunu anlatan şi- İle ismini söyledi: > Jan Benova, gazete muharriri, ken- nizi size takdim etmek için müsaade e en ili bir kita © elindeki siyah cil bı gös İeterek ilâve etti: — Gündüzdenberi şuradaki resminize Ki sizi tanımağa çalışıyorum. Meş- I Türk muharriri Hüseyin Gerçek ile iğüme emin olabilir miyim? egiTânsız gazetecisinin koltuğunda Türk mg biyatı hakkında son zamanlarda fran- ve a olarak yapılmış bir antoloji vardı ey,sösterdiği resim, benim birkaç sene Vel çekilmiş bir fotografımdı. kaybolmak ve unutulmak için sa ERE ; E ekete geçtiğim sirada ve daha ilk e-| verdi: bir yabancı tanınmak tarafından sıkmıştı, İlk hissin: aramı Çin ordusunun Japonlara karşı i kazandığı zafer (Bastarafı 7 nci sayfada) Jetmeğe başladı. 3 Birinciteşrinde, Çin bombardıman O tayyareleri, (o Japonların Hankov tayyare karargâhıma bir akın ya- İ parak, Japonların 64 tayyaresini ve bir çok benzin depolarını tahrib ettiler. Çin piyadeleri, Japonları tazyik et- mekte devam ediyorlardı. Bunu takiben j gelen haberler, Çinlilerin, birçok Japon fırkalarını imha ettiklerini bildirdiler. «Son Posta» nın tarihi tefrikas: 40 Yazan: Reşad Ekrem Batakhaneye doğru Hacı Ataullah ta uşağını: — Bre Murad kalk... Ağa geldi. bre ver bohçayı ağaya.. bre çabuk! Diye dürtükledi. Kendisi de telâş ve !h bir âfetti. fakat, kürkçü Ataullah gibi zengin bir ihtiyarı korkunç bir tuzağa düşurmek için yoluna çıkarılmış bir ka- dın,da olabilirdi. Bir aralık aklına ara a e eid RR Çanşa muharebelerinde Japonların uğ- eş - 5 “ radık N vela vik ei köy aki yalnız telef olarak, 30 bini geç heyecan ile toplanarak syağa kalktı. İh- bayı durdurtup inmek geldi. «Kürk te, tiyarın gözlerinde esrarengiz bir parıltı bilezik te pembe yaşmaklıma helâl hoş peyda olmuştu. İliklerine kızgın iğneler olsun, ben bu işden vazgeçtim. Benim gi- a gezindiklerini görmiyelim mi?.. bu İgörüş müthişti!, Tanyeri ağarmadan baş- lıyan ve saatlerce süren bu kaçışta türlü ihtimalleri gözönüne getirmekten zaten manen bitmiştik. İşte nihayet korktuğu- muz başımıza geliyor, düşündüğümüz ka- ira ihtimallerden biri tahakkuk ediyordu!. Büradan geri dönmek mutasavver ola- mazdı, nereye gidebilirdik ki?. Binaen- aleyh her ne olursa olsun, derin bir hen- dekle çevrili bulunan köye ilerledik ve köylülere, bizi köye alarak Testarların e- ine geçmekten korumalarını rica ettik. Bu zavallı adamlar ricamızı reddetme- İdiler, hendeğe küçük bir köprü atarak İköye girmemizi temin eylediler. Bu biça- relerin yüzlerinden - selem ve Keder» de- nilen acı hisleri okumamak, sezmemek İmümkün değildi. Zaten kendileri de bizi İbilsmmükabul ettikten sonra başlarına ge- İlen felâketi, bilhassa bu Tatarlardan çek- tikleriri anlattılar. | Onlara göre, köylerinin yanı başında İ500 Tatar atlısı, açık ordugâh halinde bu- İlunuyorlardı. Binaenaleyh köylüler, va- kit geçirmiyerek hemen köy papazın İgörmemizi ve Tatarların göremiyecekle- ri bir yere gizlenmemizi tavsiye ettiler. İ Köylülerin verdikleri bu öğüd üzerine İderhal köy papazına koştuk ve bizi ko- rumaşını, kiliseyi bizim için açmasını di- ledik. Ricemız reddedilmedi.. Alicenab köy papazı bize kiliseyi açmakla beraber hepi: de birer parça peynir ve ekmek te vermişti. İ Kiliseye girince ilk işimiz Cenahihak- ikin ilâhi ve samedani merhametini dile- İmek ve Tatarlara karsı bizi himaye ct- imesini dua etmek oldu. Ondan sonra ne suretle hareket etmek lâzım geldiğini bi- lemediğimiz için yeniçerinin bu Tatarla- ra hesab vermeğe hazır bulunmasını te- menni edivor ve hünkârın «azadname:- sini ve Budin bevlerbeyine yazılan mek- tubun da meydana konulmasını düşünü- yorduk. Halbuki bu biçare veniçeri de bu Ta- tarlardan bizim korktuğumuz kadar korkmuş ve adamcağızın beti benzi - bi- 'zimkiler kadar - sararıp solmuştu! O ka- dar ki bize, kendisine türkçe hitab etme- mizi bile tavsiye ediyordu. Bu esnada Tatarlar, köyün ortasında büyük ateşler yakmışlar ve kestikleri ö- küz veya koyunları - bütün olarak - kı- zartmakta bulunmuşlardı. Etler kizar- İdıken da, kızaran kısı kesiyorlar ve aç İköpekler gibi yiyorlardı!... (Arkam var) Yerli malı kullanmak, milli iktısa- diyatın yükselen binasına yeni bir taş ilâve etmek demektir. Utusal ve Ekonomi Artırma Kurumu — Yanılıyorsumuz, ben muharrir filân değilim... sızcayı duyunca durmuş, dayanamamış ve: lunuyorsunuz. Çanşa muharebeleri sonunda Japon ordusu Milo, garbi Pintsiyana ve Siya- ninya mıntakalarından tamemen uzak- laştırıldı, | Çanşa muharebeleri hakkında, Çin w- mumi karargâhı Santral Niyüz ajansına şu beyanatta bulundu: «27 aydanberi devam eden Çin - Ja- pon harbi esnasında Jsponlar, Çanşa mağlübiveti kadar büyük bir mağlübi- yete hiç uğramamışlardı. Japon ordusu. nun Çanşaya karşı olan taarruzunun İf- Yâsı, Japon stratejisinin iflâsı ve Çin or- dusunün zaferi demektir. «Japonlar, 6 aylık bir hazırlıktan son- ra Çanşaya yaptıkları tanrruzda flkönce Çin müdafaasını yarmağa muvaffak ol duklarını zannetmişlerdi. Çin ordusu, ön- İceden hazırlanan bir plâna tevfikan mer- kezde ric'ate başladı ve düşmanı içerile- re doğru çekerek, yanlardan Japon ordu- suna esaslı bir darbe hazırladı. Üç gün #detli bir muharebe neticesinde Çin ordusunun cenahlardan vaki olan şiddet- KW darbeleri üzerine, Japon ordusu umu- pa bir ric'ate başladı. Japonların ne bu havaliye 100 bin askeri tahşid etmeleri, ne de havadan, ve denizden yardım gör- meleri, onlara hiçbir fayda temin etme- di. 27 Eylülden 3 Birinciteşrine kadar 30 bin telefat veren Japon ordusu, o, kadar süratle ric'at ediyor ki, yaralılarını bile götürmeğe imkân bulamıyor.» * 4#apon ordusu bu havaliye yeni yeni kuvvetler yığıyor. Fakat Şanghaydaki ecnebi gazete muhabirlerinin takminle- rine göre, Japonların Çanşadı uğradık- ları mağlübiyet o kadar ağırdır ki, onla- rın uzun bir zaman için yeni bir taarruz hareketine girişmelerine imkân yoktur. Fakat ne olursa olsun, burada mühim olan cihet şurasıdır: Japon emperyalizmi gerek, Çanşadaki Çin ordusunu imha et- mek, gerekse Van - Tsin - Veyin işini ko- laylaştırmak gibi iki maksad güden bu tanrruzda, maksadlardan hiç birine erişe- memişlerdir. Yani, ne Çin ordusu imha edilebilmiş, ne de Van - Tsin - Veyin pro- pagandası tahakkuk ettirilmiştir. Çin harekâtını âç ayda bitireceklerini iddia eden Japonların, Çin - Japon har- binin üçüncü senesi sonlarına doğru uğ- radıkları bu mağlübiyet, herhalde Japon- lar hesâbına çok acı, ve çok manalı «Son Posta» nın yeni edebi romanı: İl maş n e batıyormuş gibiydi. Pemibe yaşmaklının ağası, kundurala-, rım çıkarmak üzere yere atılan kahveci çırağını elile tuttu. Öbür elini de kuşağı-| na sokarak üç akçe çıkardı; Çakır Meh- mede uzatarak: — Al bakalım kahvec:başı.. ocak bere- ketidir; biz toruculardan değiliz... | Dedi. Çakır a&kçeleri alarak: — Eyvallahi, Diye eğildi. Pembe yaşmaklının ağası uşak Muradın uzattığı kürk bohçasını pie aldıktan sonra Hacı Ataullaha inüp: ıyurun ağa hazretleri. konakta sizi beklerler akşam taamma... Dedi. — Haydi Allaha ısmarladık #palar... Haydi güle güle Hacı ağa hâzret- Allaha ısmarladık Çakır — Heydi güle güle velinimet... Haydi Allaha ısmarladık... Haydi güle güle... Haydi eyvallah... Haydi varın sağlıcağınızla... Uşak Murad ortalık iyice kararmadan; iskeleye varıp bir sandala atlamak için, Eski saray önünden Fincancılara doğru bacaklarının bütün hızı ile yürümeğe başlamıştı. Hacı Ataullah ide zenci harem: ağası da Divanyoluna doğru ilerlemeğe! başladılar. Fakat Çarşıkanısına geldikleri! zaman harem ağası durdu: —Hacı ağa hazretleri, dedi, Kamor hatun cariyeniz koçusunu günderdi. Şu sokak içinde bizi bekler. buyurun bine- Jim, Kürkçüler kâhyası da böyle bir şey gözlüyordu. Mısırçarşılı Osman ağa ile balıkçı güzeli Ahmedin bir gün içinde es-| rarengiz bir şekilde kaybolduklarını, bir! kere de o anda hatırladı. İhtiyar âşıkın! vücudünü buz gibi bir ter kapladı: I Doğrusu aşkolsun Kamer hatun k-|“* zıma,. dedi. Hani ben de sana bir bulsak diyecektim ağa... koçu — Efendim sultanım.. Kamer hatun cariyeniz «ağacığım yorulur, hem zama- nımızda yollar da tekin değil, koçu ile buyursunlar» dediler. Kürkçüler kâhyası ile zenci koçuya bindiler. Arabanm perdelerini içerden çekip iyice kapadılar, Arabanın içi xifiri karanlıktı. Arabacı hayvanları kamçıla- dı. İri taş döşeli caddede, nal ve tekerlek sesleri garib ekisler yapıyordu. Kırımlı tüccar ile harem ağası da ikide bir ara- bacının boğuk sesini ve ıslıklarını işiti- yorlardı: — Haydi evlâdlarım.. varda... Savu- Arabanm içindeki karanlık, ihtiyar â- sıkın asabında bir kamçı tesiri yapmıştı: «Nereye gidiyordu?.. Kendisini deli eden bir güzel kadın uğuruna gösterdiği cesa- ret ne büyüktü!... Evet. pembe yaşmak-' CEYLÂN AVI Yazan: Refik Ahmed Sevengil Birlikte merdivenleri çıktık, sigara sa-|nim hasta ve yorgun oluşuma mı, yoksa lonuna girip oturduk. istediği mülâkatı alıp Xendisine birkaç Deyip kurtulmaktı; fakat Liza Dimit-| (Fransız muharriri bazı gazete ve mec-İlira getirecek olan bir yazı mevzuu ku riyadu bu kadar güzel söylenen bir fran-|mua isimleri saydı. Dünyanın dör” buca-|zanamadığına mı, anlıyamadım yanımız-İden biri: ımı dolaşarak röportajler yapıyo” ve buldan da çekilip gitmedi. umumi mevzular İgazetelerle neşrediyormuş. Türkiyade iki|üzerinde konuşmeğe, arada güya hisset- öç Evet, Mösyö, demisti, evet... İşte|bafta kalmış. Ankarayı ve Yalovayı pek|tirmeden sualler sormağa başladı. Türk meşhur romancımazla karşı karşıya bu-| beğenmiş. Tanınmış kimselerle ahbab ol-|inkılâbının muş. (Birkaç vekil, meb'us ve muharrir|dan, memlekete kazandırdıkların- , refahtan başlıyan konuş- Fransız muharriri, mübalâğalı görü-|ismi söyledi). Balkan memleketlerini do-|ma çarşsf ve peçe bahsine geçti, nihayet, nen ve yaşına başma, hele o babayani kı-|laşmak üzere seyahatine devam ediyor- merak, tecessüs ve heyecan peşinde ko yafetine asla uymayan bir şekilde eğile-| muş. Yolculukta bsna rasgelmiş olmasın-| şan gazeteci asıl ehemmiyetli sualini sor- dan istifade etmek istiyor, sanki ben razı'du: rek: — Sizi ve reflkanızı hürmetle selâm- lamama lütfen müsaade ediniz! Bir saniye içinde Liza Dimitriyadu ile olmuşum, yahud müsasde mi almağa hiç — Hakikaten Türkiyede artık harem üzüm yokrmış gibi kâğıdını, kalemini çı-| kalmamış mıdır? Kafes arkasında hürri- karmış, suallerini hazırlıyordu. ! Alâkasma teşekkür etmekle yetsizlikten inliyen kadınlar yok mu? beraber | Gülümseyerek Lizaya baktım. gözlerimiz karşılaştı, genç kadin bu «re- bir zamandanberi hayli yorgun ve biraz| ODimitriyadisin karısı, söze karışarak fikanızı» kelimesine gülmekten kendisini da rahatsız olduğumu, dinlenmek mak-| Fransız gazetecisine cevab verdi: alamadı; sonra bu kahkahanın belki de ayıb olacağını düşünerek adama cevab bir mülâkat için beni affetmesini söyle | çoktur, dedi, fakat haremde değil, mua- Romancı ve refikası size teşekkür ediyorlar. sadile seyahate çıktığımı, o neşredilecek dim. — Vah, vah... — Hürriyetsizlikten inliyen kadınlar sır ve medeni hayatın hüküm sürdüğü! her yerde... Türkiyede olduğu id Dedi. Üzülmüş gibi göründü, fakat be-İ Fransada ve Fransada olduğu kadar dün- itaullahın da elinden İbi ihtiyarm kârı değil imiş gece müsafin liği» diyerek dönecekti. Fakat bir türlü ağzı varıp arabacıya seslenemedi! Pembe yaşmaklı, kocasının işi vüzün- den İmal edilmiş bir genç kadındı. Pem- be yaşmaklı, dadı hatunun da anlatmak istediği gibi, arasıra g kestardi erkekleri içeriye al du ve oan kendisinden bir gecelik misafırliğin be- deli olarak bir gül yüzük ile bir müceve herli bilezik istenilmişti. Kendisi ise, sırt o bir çift ahu gözünün hatırı için kıy» metli bir kürk te hediye götürüyordu. Pembe yaşmaklıya, ilerisi için de birçok fedakârlıklar yapabilecek bir adamdı ve nihayet, pembe yaşmaklıyı seviyordu. Hem çılgın gibi seviyordu. Onun için bü- tün servetini, hattâ, hayatını feda edehir dirdi. Pembe yaşmaklının elinden, ecel şerbetini, gözünü bile kırpmadan içerdi, Fakat zihninin dönüp dönüp takıldığı bir nokta kalıyordu: Ya pembe yaşmaklı masum, hiçbir şeyden haberi olmıyan bir kadın ise.., Kendisinin bu dilbere gönül verdiğini haber alıp ta onun tarafından geliyorum diye kendisini bir batakhaneye düşüre- cekler ise.. fakat, Hacı Ataullahın pembe yaşmaklıya gönül verdiğini bir dadı har tun biliyordu. O ise, kendisine asla iha- net etmiyecek olan bir kadındı. Arsbanm ievkalâde çok hoplayıp (sıçramasından, gayet bozuk bir sokağa girmiş oldukları” nı anladılar. Nihayet, koçu durdu. Hacı Ataullah, heyecan ile ve hafif sesle sordu: — Geldik mi? Zenci ayni tonda: — Evet elendim sultanım.. Dedi. — İnecek miyiz? — Evet efendim sultanım.. Arabadan evvelâ zenci atladı. Hacı A- tutarak inmesine yardım etti, Onlar iner inmez de arabaş, hayvanları kamçılayıp arabayı sürüp A ti, — Neredeyiz? — Konağın arka sokağında sultanım. Zenci Hacı Ataullahı kolundan tutup küçük bir kapının önüne sürükledi, Ce efendim İbinden bir anahtar çıkararuk kapıyı açtı, Hacı Ataullah biran tereddüd etti, Etra- İma bakındı. Sokakta kimsecikler yoktu. Karanlıkta zenci harem ağası, uzun boyu ile pek korkunç duruyordu. Hacı Atauk lah içinden kısa bir dus okuyarak üstüne üfledi. Zenci kürkçü bağının koluna gir di: (Arkası var) Türk vatandaşı, Türk pamuklusuş Türk yünlüsü, Türk ıpeklisi giyer, ya bancı mal sırtımıza dikendir. : Ulusal ve Ekonomi Arttırma Kurumu yanın başka yerlerinde... Bir kelime ğ- zerinde değişiklik yapmamız lâzım geli- yor: Hürriyetsizlikten inliyen kadınlar değil, hürriyetsizlikten inliyen Insanlar demeliyiz. Sosyete, hakiki bir hapishane- dir ki insanın ömrü bu dört duvarı yık mak, havaya, aydınlığa, başıboşluğa ka» vuşmak cehdi içinde geciyor ve galiba - tam muvaffak olacağımızı sandığımız si rada hayatımız bitiyor, Pransz rmuharriri, basını salliyarak; — Haklısınız, madam. Dedi. Sonra zarif bir gülümseme ile ve ikimize birden hitab ederek, ilâve etti: — Balık tutmaktan hoşlanır mısınız? — Evet, dedim, en büyük zevklerim- iridir. — Öyle ise sözlerim 2'zin için daha çok ifadeli ve manalı sayılacak. Ben tatil ay- larımda Fransada elimde ucundaki olta- ya yem takılmış uzun bir kamış, boy- numda çanta, nehir kenarlarında dol makla vakit geçiririm. Aramanın hiebir seyde voktur. Bahk ticaretile meğ- gul olmıyan ve karnını doyurmak için kâfi derecede parası olan bir adamın be- lık tutması ne demektir? Neticede ele gececek üç beş minik hayvan mı, voksa onları arayıp hevecanla peşlerinde kop mak ve yorulmak mı sayedir? eme) zanrederim ki sosyetenin bizi saran di duvarını yıkmak için serfettiğimiz cehid, bizzat onu sarfederken duyduğumuz he- 'ecanla mükâfatlanmış oluyor; daha fa» ia bir şey istememeliyiz! Arkası var) | | i

Bu sayıdan diğer sayfalar: