19 Kasım 1939 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

19 Kasım 1939 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

“Son Posta, SİMEmEN Köye bir #ydanbe; ter son; bir kurt musallat olmuştu. Bir Ti bazı geceler, el ayak çekildik- Meni öplui slinan bütün tedbirlere rağ bir pa Ye ihiyor ve ahırlardan birinden kay kapıp kapıp kaçıyordu. ii gârib tarafı, bütün köy halkı : da işittiği, köylülerden ba- dilini, ranlıkta parlayan gözlerini Muratla e kimse onu yakalamağa Kayan olamıyor, hattâ götürdüğü 5 zan bile ses çıkarmıyor, çırpınıp muyordu, SN bar başka, köyün köpekleri de ev- dilen viyarak ortalığı velveleye ver - bü ii kurtün peşine takılmıyor, di daş 29$i bir hayvan değil de ken Ünetl, dön biri imiş gibi tekrar sü - << Yerlerine dönerek uyuyorlardı. ii kö sk sik hayvan kaybolması her telişin üşürmüştü. İlk günleri bu tam bi getirdiği heyecan ve şaşkınlıkla Yik m karar vermeğe, bu meseleyi lâ ide Se ciddiyetle muhakeme vime - Ma edir olamıyan köy! “pekleri seferber h: Pusuya yatmak gi biriey, Kalmayı 2 ler, sonra getirmek, nö bir çok ted - larsa da bu gece hırsızını ys- Yin, een Muvaffak olamamışlardı. Hay- Bibi Yün her tarafını bilen bir insan m ç<: defasında başka bir yoldan hü bir gp “YOR, gizli bir maksad takib eden $man hilesile (köylüleri her gün a sokuyurdu. İT sabah, köy kahvesinde, #htiyar A- AİN gür bir sesle: him BU Gelen kurt değil, sizin gibi, be - Eİbi bir insandır. e Yoksa köpekler dre, Susmaz, hayvanlar sahibinin ar - ği kuzu gibi onun arkasına dö: Deyince, herkesin gözü açıldı ve: A - kim?» diye herkes birbirine gordu. 5 bâşına belâ kesilen bu herif kim- Pal Mehmed oturduğu köşeden N €al Köyü di? bayk, Yuz Ali ağanın hakkı var. Kurt gibi u - 9". gözleri karanlıkla kurt gözleri gi ay Sakmak çakmak parlıyor amma o elli Aklı bir adam, E Uşaklar bir olur onu tepeleriz. Artık kurt olmadığını öğrendikten e ondan kim korkar? Ri kurt masalma daha ilk gündenbe- Âyge Miyan birisi vardı. Muhtarın kızı töz ,,”, Fakat ağını açıp kimseye bir tek tap, <Yemiyordu. Nasıl söylesin! Mus- ile seviçtiklerini, babasını: ei PİT Muhtar kızı yersiz yurdsuz bir Mig karı olmaz! diyerek evlenmele - a olduğunu ve bu sebebden Mus öy Li Yalnız muhtardan değil, bütün Ün; glkindan intikam almağa and etti- p leme nasıl ilân etsin! kz st geceleri, ortalığa zifiri karanlık Yeki © Toüthiş kurt ulumağa başladığı lar, Yatağında ter ter tepiniyor, kuluk- evvel Yastığile tıkayarak, onun bir ay izi, Köyden ayrılırken söylediği son Si duymamak istiyordu: Ya! Demek yersiz yurdsuz çobana duy Deyi geçti. Madem Dimliriya- Yere salonunda yeni tanışıklıklar olu- br e Birbirlerini ilk defa gören kadın- Meme €rEekler bu karşılaşmalardan Mazej un Körünüyorlardı. Bir aralık mat- Keş, Dimitriyadu piyanocunun basına D yi gece evvel King Jorj otelinde tefakak dânseden delikanlı ona kemanla diye is etti, konservatuvar tslebesinden Böyle kdim edilen bir gene kz şarkı Yarağı Yan taraftaki küçük odada yu- aşi, ; Masanın etrafına toplanan çıplak Kadır, “rta yaşlı bir adam, geçkince bi kom, ,“€ daha bazı kimseler hararetli bir Partisine dalarak uzun müddet $e, IM masadan kaldırmadılar. Türk. İonuuhanca, ingilizce, fransızca dillerile 1, Sulduğu işitiliyordu; fazla olarak di, pit muhatabsız kalan rusçası da var- Ür ler Cemiyeti merkezinin kori- düş, nda ancak bu kadar bol çeşidli b da Sitilebilir. Lisanlar kadar mevzu- değisik ve dağınıktı; san'at, poli- dila, iktasndi münasebetler, aile dediko- mtosunda İzmir mebusu olduğunu yen ve benimle karşılaşmaktan pek tik JUN görünen bir ihtiyar, türkçe ola- işbem de arabalı, farsçalı, lügatli, talan, Osmanlı türkçesile mazideki ha- ket Maş lırlığına, mes'uliyetine, iki mil Betek ndaki siyasi münasebetlerin gele- İ inkişafına dair uzun uzadıya bir ii, Erdi. Misafirler, üç tarafı camla Ki bal ışıklı, çicekler, palmiyeler ve Meslerile güslü yarı ser, yarı hol, Veranda tertibi yerde hazırlanmış 0- de ağırlanıyordu. Buradan camlı Dağdan inen kurt AR. Mam cez: Muazzez Tahsin Borkand .dMGRNMMİR Ye mizah... Vaktile Osmanlı par.! SON POSTA nın Hikâyesi |baban kızını vermiyor öyle mi? Ben ken/rını giymeden dışarı fırladı ve dağa gi - dime bir yurd yapmak için köyünüzün!den yolu tuttu. Tanıdığı bu yerlerde bir başına belâ kesileyim de görsün 0! Bak! keçi hafifliğile yürüyor, ayaklarının al - ben hepinize nasıl «aman!» — dedirtirim|tında bir küçük taş bile kıpırdamıyor - /Ayte... Dağların arkasında gizlendiğim'du. İyeri yalnız sen biliyorsun; babanı fuka-İ, Birdenbire karanlıkları daha çek ka - Falıktanı kurtarmak istediğin gün bana) rartan beyulâ gibi bir gölge yolunu kes- gelirsin, Köyünüze kimin musallat oldu -İti; ğunu babandan gizlemek için evvelâ baş |kalarının hayvanlarından — başlıyacağım, fakat sonra babanın evinde bir tek hay- İvan bırakmıyacağım, onlar da bitince e- vinizi bir kibritle cayır cayır yakacağım. Baban da benim gibi yersiz yurdsuz ka -| jlecak! — Yapma Mustafa, Babamda — Kim o? Dur; yoksa yakarım. — Benim Mustafa... Bir saniye evvel gök © gürültüsü gibi kükreyen ses birdenbire çocüklaştı, yu - muşadi? — Geldin mi Ayşem? Canım, ciğerim. -— Hayır Mustafa, gelmedim. Babam- dan İzinsiz senin olamıyacağımı söyle - miştim. Yalnız sana yalvarmağa geldim: Beni seviyorsan babamı rahat bırak, ih - tiyar gününde adamı ya deli ya katil e - deceksin. Delikanlının sesi çelikleşti: Bunlari söylemek — için mi geldin? ıl karşımdan kahbe! — Pişman olursun Mustafa, babam - dan vazgeçemem ben... sevmiyorsun Ay — Yıkıl diyorum! Git ona de ki, yer - ediklerin hep YA -İsiz yurdsuz çoban dağların arkasındaki ya bir yana, sen bir m. da oturuyor, senden çaldığı hay- yanal, demiştin, Şimdi kafleşlik ediyor -! vanlaria kendisine kocaman . bir sürü sun kız! İ yaptı. Yakında bunları gidip (o kasabada — Vallah da yalan değil, billâh da Ya-| satocak. ondan sonra da senin evini ya - lan değil! Senden başkasına varırsam İKİ| karak senlik yapacak! gözüm çıksın, minemden emdiğim süt — Mustafa! burnumdan gelsin! Dağ değ çınlayan bir kankahadan son- re karanlıklar yarılarak Mustafa ortadan Jkaybo'du. cezayı bans ver! ikâhlanınağa ra- zı ol. Bir akşam, olduğun gibi bana kaç, kassbaya gider nikâhımızı kıydırırız. Bir- birimize tutkun olduktan sonra, bir da «| m birkaç da davarım ( yok diye bizi| birbirimizden ayırmak muhtara yakışır) mı? — Gelemem. Babamın sözünden dişa-| rı çıkamam, | — O halde beni İirmak kenarında lan! Hani ba * Her gece iki delikanlı, ellerinde halta- larla bekledikleri halde düşmanı e'e ge- * SK Kabil etmmyretln. FAkAK, ginodi İİ A yaşa arlık myku haram Glnbüği, wiş, hırsızlık yalnız muhtarın ahı -| ii “ “Ke Her gece koynuna babasının taban baslamıstı. Kâh bir he -İ koyup evin kapısına çöküş inek ortadan adar Mustafayı bekliyordu. Sinirleri İkadar bozulmuştu ki onu görenler: , e — Ayşeyi cinler çarptı; baksana g sında hergün biraz daha üzülerek ihti - 0 ŞE ye Te bir yarladığını gördükçe büsbütün sararıp İsaluyar. ona koşup her şeyin doğrusunu söylemek istiyordu: — Baba, bütün bunlara sebeb Musta - fadır, Hani uzak yerlerden gelip bir se - ne burada çobanlık yapan ve sen «ben yersiz, yurdsuz âdama kızımı vermem! dediğin vakit sadece başını (o sallıyarak: «Peki, öyle ise Allaha ısmarladık, ben gi. diyorum, bir daha yüzümü görmezsiniz!» diyerek ortalıktan kaybolan adam... eri söylerse, öfke ile kan- lanmış olan babası kendisini zorlayıp se- ır ve ona Mustafanın gizlendiği ye- ti söyletirdi belki! Hayır, hayır; onu ö - lüme göndermesine imkân yoktu; hem Mustafanın yaşaması, hem de İhtiyar ba basının rahatlanması lizımdi. Ayşe kararını vererek geceyi bekle - di. yapılır: İroz. kâh bir keçi, kâh bir kayboluyordu. Ay çöktü, Isrdı. Sonra bir gece, dağdan kurdu bekliyen delikanlılar, inecek olan müthiş bir koştukları vakit Ayşeyi, elinde dumanı tüter bir silâhla gördüler. — İşte o... “Hayvanları öldürdüm... Delikanlılar anlamamış “gibi Mustafaya yaklaşmışlardı. — Sen misin? Bütün sen misin Mustafa? Yaralı cevab vermeden gözlerini ka - padı, — Evet o... Bu akşam da babamın e- vin yakmağa gelmişti. Bir sene köylerinde kaldığı halde kim seye bir zararı dokunmamış olan yumu- şak huylu çobanın böyle alçakça bir ha -! rekel yapacağını ummıyan odelikanlılar ona Gaha çok yaklaştılar ve tekrar sor - du çalân hırsızı çoban bunları yapan * Dağlar uyumuş, sular uyumuş, gökler Ayşe gü r, Doğru mu Must sonra da yemeğin devam ettiği müddetçe derinin altından uzun uzadıyı beni süzdü ve galiba nereden geldiği ve ne maksad taşıdığı kendisince belli olmıyan bu yabancının aile sofrasına girişinde bir uğursuzluk sezerek hoşnudsuzluğunu giz. Yemeğe çalıştı. Gündüz, misafirlerini ağırlamağa uğ- raşan Liza ile pek az birlikte bulunabil- miştim. Simdi onları matmazel Rita ile bir masanın etrafında birleşmiş görünce gerek hayretim, gerekse iki saattenberi kafamın içinde kıvrılmağa başlıyan sorgu yeni baştan canlandı. Sofrada, bir tesadüf mü, yoksa tertib neticesi mi bilinmez, matmazel Rita ile bir kapı açılıyor, geniş mermer merdi. venlerie bshçeye iniliyordu. Çiçek hahçe- sinin ve uzaktan görünen ormanın man- Zarâsi pek güzeldi. Misafirler akşama doğru bir bir izin a- hp gittiler, Yorgi Dimitriyadis yemeğe kalmam hakkındaki ricasım bir daha tekrarladı ve matmazel Ritanın da ye- mekte bizimle beraber olduğunu söyledi. Bir müddet sonra kalabalık evin içi tamamen boşalmış ve biz hemen hemen başbaşa kalmış bulunuyorduk. Yorginin babası tütün satışlarını biz- zat idare etmek üzere Almanyaya çit. mişti; Yorginin annesinin kalabalıktan ve asri cemiyetlerden haşlanmadığı ve onun için gündüz salona inmediği zöyle-| Yörgi yanyana oturuyorlardı; karşıların- nilmişti. İhtiyar kadınla ancak akşam ye-İda Liza ile ben yanyana oturuyorduk. meğinde karşılaştık, Yaşının ilerlemiş ol-| Yorginin anmesi sofranın bir başında, kız masına rağmen dinç, sıhhatli, maddi ve|kardeşi öteki başında İdi. manevi varlığı derli toplu bir kadm...| Bu problemi kendi kendime balletme- Ana dilinden başka lisan bilmiyor, mat-İğe çalışıyorum: Yorgi Dimitrivadis öyle mazel Ritaya yunanca ve bana da oğlu-|pek saf bir adam olmasa gerek... Liza nun tercümanlığile nazik sözler söyledi;'onu kıskandırmak için kendisins uzun iri nizi yor! diye birbirlerine gösteriyor» | tabanca sesile fırlayarak muhtarın evine| Yazan: Reşad Ekrem Hünkâr gaçiyor Padişahın kendi hakkında gös. verdiği sonsuz itimada rağmen, yeniçeri ağası Hasan Halife bile, başlarını kâğıdın üzerinden kaldırır kaldırınaz, padişahın dudaklarından şu kısa emrin çıkacağım bekliyordu: — Kaldırın şu mel'unları!. Yeniçeri ağası ile bostancıbaşı, başla- rını kaldırmadan, her ikisi de içlerinden | kelimei şehadet getirmişlerdi. Muradın dehşet saçan gözleri ile karşılaşınca, her ikisinin de vücudünden, tepeden tır- nağa soğuk bir ter boşanmıştı; ve göz- ini tekrar yere indirmişlerdi; fakat, bir yıldırım tarrakası bekliyen kulaklı- rır.â, tatlı bir ses çarptı: — Ben denizden giderim Çekmeceye.. siz de karadan. denizden ymünâsib tedbir ne ise alın... Çekmecede Güllü Fatma ile Musa Meleğin düğününü yapmam gerek. tir... Çocuklara hediye getirip suçlarınızı #ffettirmeğe bakın... Haydi varın selim ve muhabbetim sizin iledir... MEŞELİ TÜRKÜSÜ Sultan oğlu sultan, birinci Sultan Ah- med Hanın oğlu dördüncü Sultan Murad Han, pehlivan yapılı genç ve güzel hü kümder, yirmi küreğinin başında ikişer ikiser kırk tane gürbüz tersane neferi di- zilmiş muhteşem kayığında, çingene kızı Göllü Falma ile sakisi Musa Melek Çe lebiyi karşısına almıştı. Kayığın dümenine, Muradın, Musa Me- İek ile beraber hemen hergün yanında Rezdirdiği pehlivan Deli Hüsey çiş. ti. Kayığın baş tarafında da, kılavuz ola- rok, tersanenin en tecrübeli kaptanlâarın- dan bi: vardı. Her küreğini iki tersanelinin bu saray kayığı, on yedinci asır ortasın- Ti gemi yapıcılığının şaheserle. den biri idi, boyu yüz kırk arşındı. De- n bir şahin gazası gibi sivrilen bur. nunun üst tarafında, altın bir çubuk üze- rinde bir tuğ sallanıyordu. Kılavuzun durduğu on on beş ayaklık bir yerden kçi oturakları, sıraları beşi urcu oturaktan sonra, kayığın n yeri geliyordu. Burası, gül kaplanmış genişçe bir na üstüne, Sumatra ada man Açe sultarının altmış yet kadar evvel garb Türk imnaratorla rından birine hediye gönderdiği nefis bir ayak kilimi serilmişti. Üstüne de, gene bir elli yı! kadar evvel, İngiltere kraliçesi büyük Flizabet tarafından gönderilmiş İskoç i i den padisahın oturacağı, İnci islemeli idi, Solfanır üstü, dört ince altın sütun üslüne #erilmis bir ipek tente ile örtülü idi, bu tentenin etrafı, incili püsküllerle süslen- — — ——— — Kesik bir ses: — Evet... dedi. -- Muhtarın evini de tutuşturacak mıy ? Doğru söyle.. bu gece onun için mi geldin? Ölmek üzere olan Mustafanın ağzın - dan şu sözler döküldü. —- Hayır, evi yakmıyacağımı, babasını rahat birakâcağımı Ayşeye ( söylemeğe Yazan: Refik Ahmed Sevengii müddet benden bahsetmişti, bu hazırlı- dm arkusından, günlerce lâfım edildikten sonra bir aralık kendim de çıkıp geliver. dim. Yorgi Dimitriyadis karısı ile benim aramda belki de hâlâ devam eden veya tekrar canlanmek üzere olan eski bir münasetet bulunduğunu düşünüyor, K: rısıma ayn! surele karşı koymak niyetin. dedir. Tıpkı benim gibi eve çağırılan, tıp- kı benim gibi yemeğe alıkonulan, ailenin mahremiyetine kabul edilen matmözel Ritanın vaziyetindeki mana ve mahiyot bundan başka bir şey olmamalıdır. Yok- sa, dostumuz Yargi Dimitriyadis bu ka- dınla ötedenberi münasebette idi de onu evin içine kadar sokmak İçin benim geli. şimi fırsat mı bildi? İki takdirde de Yor- gi Dimitriyadisin Lizaya bu kudar fazla benziyen bir kadını bulup ortaya çıkar- mış olmasına ne demeli? Yemek neş'esiz ve hemen hemen ses- siz geçti. Aktris, yeni bir maceranın baş. langıcında imiş gibi memnun ve hül hı idi; Yorgi yanıbaşında ona bir misa - mişti. Paa suhlara aid birçok kayıklarda ayetler. kasideler, şiir yazılmak âdet iken bu kayıkta yazı adına bir şey yoktu. “Hünkür ile gözdeleri kayığa binerler. ken tersane kasrının kiler ustası, Musa Melek Çelebinin maiyetinden ve Osmanlı sarayının has oda gılmanlarından bir ço cuğun eline, kocaman bir sepet vermişti. İçinde, Muradın içkisi ve içki levazım vardı. Kırk gürbüz delikarlının küreklere a sılmasından az sonra, deniz kokusu ve deniz serinliği ile, Murad, belki de Bü- ükçekmecede dehşetli bir fırtına haline gelecek gazabını gizlemeğe muvaffak ol da, Bir müddet, gözleri kürekçilere takılıp kaldı, Sahne, cazib ve canlıydı. Baslarında al Cezayir fesleri, bellerinde 4l kuşaklar ve kısacık donları ve kolları sıvanmış beyaz mintanları, yarık gemici derisi ile nefis bir renk ahengi vüöcude getiriyordu. Yirmi kürek denizden çıkın- ca, üzerlerinden dökülen suların şapırtı. sile kayığın burun tarafına doğru gider. ken, kırk kürekçi başlar omuz üstünde dik ve hareketsiz, pençeleri küreği sağlam kavramış, İleriye doğru eğiliy rdı. Kürekler denize girerken bir adım hareketi ile hepsi birden ayağa kalkıyor, ve sonra, olanca kuvvetleri sılarak küreği göğüslerine alırken ve gövcdeleri- ni de geriye doğru atarken yerlerine oturuyorlardı. Oturur oturmaz de, deniz gümbürdüyor, sular, üzerlerinden şsapır şapır sular dökülerek havaya kalkıvordu. Muradın yüzünde bir tebessüm belir » mıy idi zamanlar par»la olurdu, dehşet saçardı, en derin itimadı- nı kazanmış olanlar bile ondan ürker - erdi. Fakat nes'e'i zamarlarında cömerd. Wi . âlicenablına ölcü O hulunmazdı. P , ndeki tebessümü ören Musa Melek ile Güllü Fatma ve diğer İmaiyeti derin, rahat bir nefes aldılr- Yal İnız Musa Melek ok ucunda gönd esrarengiz tehdid mektubunun kurtulamamıstı. Padişahın yüz! ren bu tebessümün, fırtına için, tık sövle bir görünüveren günesten far kı voktu, Amma hic vlmavsa, Cekmaseye çektiği aklar demekti. Kayık limanda gemiler ve kay asndan geçerken, çok kimseler, Padişah olduğunu farkedemivorlar”* ek bir ok gibi süzülüp pect kayıkçılar müşterilere, vahud mü kayıkcıva, yahud müşteriler (o bir'rine, gemilerde, tesadüfen denizi seyred-> bir tayfa arkadaslara bağırıp sesleniyordu! — Bre Hünkâr geçti... — Sultan Murad geçti.. Sultan Murad geçti... — 'Tüh be. selâma duramadık... — Vay anam vay.. hiç de vüzünü gör- memistim... Bir kerecik göreydim be... — Mehmed, Ahmed, Ali, koşun ulan Yünkâr geçiyor... Hünkâr geciyor... Kayık Galata ile Bahçekapısı iskelesi arasına geldiği zaman, (o baştaki klavuz kaptan, hemen hemen durmadan: — Varda... Varda... Kayık safa al... Kayık sola sl... Varda! (Arkası var) firden ziyade bir nişanlıya gösterilme - si lâzım gelen ihtimamı eksik etmiyor - du. Genç adamın annesi ove kız kardeşi, sarki sofranın iki başıma pusu kurmuş » lor, yabancı memleketten gelen yabancı sovdan gelini ve onun yabancı misafirini gözetlivorlardı. Liza bu düşman bakışia « ra alışmış gibi kayıdaz görünüyordü; ben dikkatli idim. Yemekten sonra fazla kalmadım. Ay- İrilecağım sırada Liza bir fırsatını bula » rak bana yaklaştı ve türkçe olarak: — Bu evde ne kadar sıkıldığımı gör - dünüz, dedi, bana yardım etmenizi rica ederim; ziyaretinizi eksik etmeyiniz! Kocası yanımıza geldi: — Siz bu şehirde yabancısınız, dedi, Atinanın gezilip görülecek pek çok ver. Teri vardır, müzeler bilbassa enteresan - dır. Müzelerin acık bulunduk'arı zaman» İlsr, benim iş saatlerime rastgeldiği için İmaalesef size faydah olamıyacağım; za - ten oralardaki eserler hakkında size ve - rilecek pek çok malümatım da yoktur; lâkin kız kardeşim mektebden yeni çık . tı, kafasında harcanmavı o bekleyen bir havli tarih bilgisi var. Sizi gezdirsin, ka- rım da aranizda tercümanlık eder, Böyle bir zahmeti göze aldıkları tşk - dirde ikisine de müteşekkir o kalacağımı sörledim. Dimitriyadisin otomobili beni otele götürmek üzere Kifisyadaki villânın ö - münden ayrılırken matmazel Ritanın hu- susi otomobili kapıda bek ke “

Bu sayıdan diğer sayfalar: