1 Mayıs 1941 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 2

1 Mayıs 1941 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 2
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Hergün Cebelüttarık Muhittin Birgen o smanlı tarihinin Gelibolu- su me ise Arab tarihinin Cebelüttarıkı da odur. Biri Asya ile Avrupa arasında bir geçid nok- tasi, öteki Afrika ile Avrupa ara- sında tablatin açmış olduğu bir yarık, fakat, her ikisi de bir iç de- nizin kapısı. Bizim — Boğaz, ki Yunan kolonizasyonu i; Bizansin hakimiyeti a çıkıp Osmanlı eline geçtiği tarih- tenberi Akde: bu İ ni, Osmanlılar ie sımsıkı tut- tular, Onların tutacak elleri kal- madığı zaman da, yezâne küvvet sahibi varis sfatile kapı Türkle- rin gilerine geçi lbuki, Cebe- iğ O, tarihte redir. Bizim Boğazlar, bizim için, bir n sna topraklarını müdafaa keyfine devirir, ö ildir. İki deniz geçidi arasında. ki yegâne fark ta burada göze car- par. O, bir zamanlar kâpısı, Akdeniz geçidi idi. açılahdanberi de bir dünya geçidi oldu. Bunun için, Cebelüttarık bir vatan müdafaası bakımından mü talea edilemez. Onun &eçid verdi ği yollar üzerinde, az veya çok, hemen hemen her milletin esaslı hakları vardır. Fakat, onun bir milli vatan müdafaası bakımın dan herhangi bir ehemmiyeti ol- mamasına mukabil, dünyayı sar- mış bir imparatorluğun müdafaası bakımından kıymeti çok büyük- tür. Bunun içindri ki, o, nihayet İngilterenin eline geçti ve buzün| de onun elinde bulunuyor. İmpa-! ratorluğun müdaf: yahud da imparatorluk müfuüzunn - yervü. zünde kuvvetle hâkim olması ba- kımından büyük ehemmiyeti ve kıymeti olan Cebelütlarıkı, İngil- tere, elinde sapsağlım tuttuğu ve oradan dünya hareketi, i kon trol ettiği müddetçe, milletlerin hayat haklarına ve hürriyetlerine © he dereceye kadar hürmet ettiği veya etmediği, tarihin münakaşa edeceği bir bahistir. Bu hususta şikâyetçi davacı olan milletler çok| olmakla beraber, bizim böyle bir davada alâkamız çok azdır. Fakat, ber ne olursa olsun, Musa Bin Nâ- sirin azadlısının İsmini taşıyan ve bir geçide kuvvetle hâkim bulu- nan bu azametli kaya parcası rafında bugün gene kuvvetli dedikodu cereyan ediyor. * Dedikodu sebebsiz değildir; Al-| manyanın 941 harb plân: içinde, Akdeniz meselesinin halli gayesi mevcud olduğunu gösteren alâ. metler çoktur. Mihverle İspanya| arasındaki münasebetlerin derin- diği malüm olduğu gibi, İsnanyolla rın Cebelüttarıkı İngiltereye des- lime mecbur oldukları tarihten- beri bu işi bir türlü hazmedeme- miş bulundukları da kimsenin meçhulü değildir. Diğer taraftan mareşal Peten| hükümetinin son bir kararı da Ak- denizin bu kısmına ald yeni hâdi- seler arasındadır; Şimali Afrika ii- manlarını Fransız İstiva Afrikası- na bağlıyâcak olan büyük demir- yolunun inşası kararı, Bu demir- yolunun alelâcele inşası fikri, - ki| bu işe Almanyanın da yardım et- mesi onun ehemmiyetini bir kere daha artırır - maresâlın alelâde bir imar faaliyetinden am ak mış değildir. Bu kararı ilham e den istikbal görüşü içinde, Akde- nizi, onun sahilleri üzerinde yaşa- yan milletler bir dahili deniz yapmak fikridir ki hâkim bulu- nuyor. * Cebelüttarık dedikoduları Lon- dr. geliyor. Şimdiye kadar ge- çirdiğimiz tecrübelere göre, Lon- dra gazeteciliğinin dedikodu ha- linde ortaya attıkları şeyler, bir) müddet sonra, şu veya bu şekilde, hâdiseler sahnesinde birer birer meydana çıkmaktadır. Zaten, harb İşleri ile gazeteciliği birbirine çok karıştıran yegâne Avrupa merke- © zi Londra kaldı. Diğer memleket- bir Eğer, Londra gazetecilerinin okalemlerile dik- kat Ibetmeye baslıyan bu son dedikoduları da bundan evvelki- lere kıyas edecek olursak, yakin- da Cebelüttarık bahsinin de crta- ya çıkacağını tahmin edebiliriz. © Ne zaman? Nasıl? Londralı mes- Jektatlarımızın bu noktada bizi! en evvel tenvir edecekle,| wenebili Muhittin Bizgen İ güneşin icadinda rol alan binlerce tir.» «Çocuk arzu eltiği bir şeye kav: öre tadil eder: Canı ata binmek mi istiyor? Sandalyayı me biner. Bu sandalya SON Resimli Makale: uşmak istediği zamaı resliteyi onun muhayyelesinde af POSTA — Çocuk gibi düşünen münevver & «Çocuk büyüc teyi olduğu gibi görmeye başlar realite ile berüikleri arasındaki il Meş'aleden elektriğe Yakılan bir ateşin alevi neye yukarı doğru yükselir, bilir misiniz ? Elektrik lâmbasını kim icad et - . Umumiyetle bu sual sorulduğu zaman, hiç düşünmeden: Edison 'diye caveb verirler, Halbuki bu hiç de doğra deği dir. Çünkü Edison, bugün evleri xi ve sokaklarımızı aydınlatan sun'i insandan biridir. le zamanlar vardı ki, herhangi bir şehrin en büyük £ sokaklarında bile bir tek fenere Tastilamak kabil . İnsanları, evlerinde, gecele- ör bir kandilin, veyahud İç Zindan yapılmış bir mumun za - yıf ışıkları altında geçirirlerdi Şayed biz. bir çaydanlığı andı - tan eski zaman yağ kandillerini bu- günkü elektrik lâmbalarile mukaye. #eye kalkarsak, aralarında en ufak bir benzerlik bile olmadığını görü. rüz. Halbuki, bu biçimsiz yağ kandi - linden bugünkü parlak elektrik lâm basına giden, ve birbirile sıkı sikiya bağlı olan muazzam bir hâdiseler ve değişiklikler zinciri vardır. Sokaklarımızı ve evlerimizi ay- dınlatan lâmbaların daha parlak işik vermesi için binlerce mucid, bin lerce yıl emek sarfetmiştir. Odanın ortasında yakılan ateş Bugün bize gayet berbad görü - nen yağ kandilleri, onlardan evvel neveud olan lâmbalara nazaran ha rikulâde güzel ve şik bir aydınlat - ma vasitasıdır. Hiç lâmbaların mevcud olmadığı zamanlar da vardı, Bundan beşyüz yıl önce, şimdiki muszzam Paris şehrinin yerinde, damlar: samanla örtülü pis ve berbad birkaç tahta kulübeden başka bir şey yoktu. Bu kulübelerden birin içine başımizt u- zatıp bir baksaydık, biricik odanın orta yerinde bir teş yandığını göre. cektik. Odanın orta yerinde yan - makta olan bu ateş, o devir insan- rinin hem yemek pişirdikleri oca ğı, hem asındıkları sobası, hem de odalarını ışıklandırın lömbası idi. Üzeri samanla örtülü tahta bir evin orta yerinde ateş yakmak her halde tehlikeli bir şeydi. O devirde sık sik yangın çıkması hiç de tema. düfi değildi. O zaman yanginlar - dan, en tehlikeli, en namerd bir düş mandan korkar gibi karkarlardı. Bacalı ocaklar, Garbi Avrupada, ancak bundan yedi yüz yıl önce ya pılmıştır. Şarki Avrupada: Rusya ve Polonyada ise bacalı ocaklar, çok daha sonri Bugün bile birçok yerlerde öyle köyler vardır ki, bu köy evlerinin! bacalı ocakları yoktur. Ateş yakıl-| dığı zaman mutlaka kapıyı açmak| zarureti vardır. Çok soğuk yerlerin bacasız köy evlerinde, küçük çocuk ları soğuktan muhafaza etmek gün ortası yutağa yatirirlar, yüzi gözünü kalın gürklerle örterlerdi. Meşten - Meşaleye Küçücük bir odayı aydınlatmak için, odanın orta yerinde kos koca" man bir ateş yakmıya ne lüzum var. dı?, Halbuki bunun için, pekâlâ bir çira parçam yakmak kâfi idi. Evin, yahud odanın orta yerinde, gecenin ber saatinde, kos kocaman bir ateş yakmak her bakımdan zararlı ve lü. zumsuzdu. Evvelâ, böyle kocaman bir ateş Tüzumundan fazla is yap - makta izli. Sonra bu, başlı başına bir israftı, Diğer taraftan yazın si- cak gecelerinde böyle kocaman a - teşler çekilir şey değildi. İşte bunun içindir ki insanlar, bir çok odunların yandığı ateşi kaldı. rarak, bunun yerine, tek ve uzun bir çıra parçası kullanmağa başladılar. Çıra, kendi zamanına göre mü - kemmel bir icaddır. Hem çıra pek de eski bir şey değildir. Daha bun- dan birkaç yıl önceye kadar, Avru. panin birçok köyleri, çita kullanır. İardı Fakat çirayı yakıp kullanmak pek de zannedildiği kadat kolay bir gey değildi. Bu belki si finiza gidecektir. Lâkin hakikat bu merkezdedir. Bir kibriti yaktığımız zaman ma-|,, sl tutarız?, Sobayı tutuşturmak iste diğimiz zaman, yakuğımız küçük tahta parçalarının nasıl totulduğu Ba bilmem dikkat ettiniz mi?, Dik. kat ettiyseniz, görmüşsünüzdür ki gerek kibriti, gerekse tahta cıklarını matl i buriyetindeyiz!, Yani, kibriti olsun, tahta parçacıklarını olsun, yakmak| için biraz mail tutmıya mecburuz. Bilmem anlatabildim mi?. Gerek kibrit parçası, gerekse tahta parça- «, gerekse tahtacıklar, yanarken, yanmış tarafları yers müteveccih olarak biraz mail tutulmağa mecbur durlar. Niçin?. Bir tahta parçası, veyahud bir çı ra yakıldığı zaman alevler daima çıranın etrafında olmak üzere yuka- n doğru yükselirler. Bu neden bi - lir misiniz? Çünkü yanmakta olan bir çıranın etrafındaki hava, ateşin tesirile ısmmıştır, Sıcak hava ise 80. ğuk havaya nazaran daha hafiftir. İSTER iNAN, biraz taha! m —. Yazan: Halid vde, yazmak ve okumaktan fazla yorulduğum zamanlar, vakit geçirmek için, ya birikmiş eski mecmuâlardan parçalar keser, sak lar, yahud. divanları karıştıri - rım. Bu, ikincisi biri, i kadar 0- tomatik, zihni yormıyan, . bilâkis İhoş sürprizlerle zihne haz veren | bir meşgüledir. Bu esnada bazan şimşek gibi geçen bir fikir bile bir okşayış, bir dinlendiriş olur. Geçne akşam gene öyle yaptım. Yakınımdaki etajerden rasgele bir kaç divan çektim ve gene râskele yerlerinden aç bu oyunun zevki U - ğinde ve xendimizi tesadüfe bırâ- kışımızdadır. İşte ilk olarak, Meh- med Ali Hilmi Di Babavın vak- tile bir deftere geçirmiş olduğum mânzumelerinden birile kanşılaşı- yorum. Okuduğum beyit şu Bahrü berde verdi tslimi vapüra ahımı | Şükr Wllâk küyu dildere açıldı ince bir buluş var! karada dâ, denizde de aşkının isli- mi İle vapura yol veriyor: sewgili- ye ancak bu hizla kavuşacak! Yal- nız acaba, karada (yürüyen j vapur ne biçim şeydir? O bile, is- İtihzanın bir cephesi değil mi? | Parmaklarım birkaç sayfa bir - den çeviriyor. Bu defa şu beyti o- kuyorundu İ Nice gün görmiyeli kaşların. ey l k senin, Şebi hicrinde kalıbdur bu gönül ah senin. Enfes! Rim, lisan, sadelik için- de zarafet ve hislilik... hepsi var. Vakıâ kaşlarm aya benzetilmesi, Diyan edebifatı şairlerinin müş - terek mazmunlarındahdır. Fakat burada çok sade, samimi bir dille bu hayal ne güzel kullanılınış! Sunra, «mah» kelimesinin İmalesi ne tatlı! Hele ikinci mısrada kaf!- ye olan «ah> in güzelliği! Maama- i em neden, bu .âh; keli - senseseranesesLesensksamsssesaremenr0e İSTER iINANMA! Peyami Safa şu satırları yazı- yor: «Gazetelerimizden birinde A- merikaya hücum. Neden İngil- tereye yardım yolunda seke $€- ke yürüyor diye. Bir başka gazetede Cuhrchi hücum. Neden son nutkunda b ze nâhoş imalar yapıyor diye, Gene bir gazetede İngiltereye hücum. Neden Romanya pet- rollarını bombalamadı, meden Yunanlılara tam yardım yap- madı, neden şimeli Afrikaya Alman çıkışının önünü alamadı diye, Bir haftalık mecmuada ona, size, bana hücum. Besbelli ki neden devletin siyasetindeki iti- dal ritmini takib elmiyen taş- kınların ve kundakçıların bare- ketlerini beğenmiyoruz. neden e onların ifratları ve defritleri a- rasında bocalamıyoruz diye, Bir sabah gazetesinde Yunus Nadiye ve oğluna bhü- cum. Sanki üeden Nadir Nadi dünyaya gelirken istediği ba- bayı neden son yazı- larından birinde ahlâkın, yalnız ahlâksızlıkları iştirak Oetme- mekten ve seyirci kalmaktan i- baret, pasif bir şey olmadığını iddin etmiş diye, Görülüyor ki sinir harbini, biz, yabancı parmakları lüzumsuz bırakacak derecede, kendi ken- dimize karşı yapıyoruz. Durup dururken sinirleniyor ve Karşı- muzdakinin haklı mukabelesini davet ediyoruz.» Arkadaşımızın mülaleası tâ- mamen doğrudur, biz bunun böyle olduğuna inanıyoruz, fa- kat ey okuyucu sen: İSTER INAN, iSTER INANMA! ökçe hâdiseler önünde bitara! durmaya ve reali- Divanları karıştırırken rahımaz.| p. Gülümselim, Hiç de sağlam bir) p. *l aşıklarda bu kadar uzun feryada *İ düm. Fakat en yaşlı insanlar için bile iras perdesini yırtmak kolay des İYATI Fahri Ozansoy mesi pek çok şiirlerde benim si- nirlerime dokunur. Çünkü ekseti- ya damdan düşme, yahud diken £ibi bir mahiyet alır. Hele dol - durma mısralarda buna hiç taham mül edilemez, Lâkin burada öyledeğil... Bu ikinci mısradaki «şebi hicran» ter- kibi de olmasa bu beyti bügün ya- zılmış en temiz, en sade bir aruz nümunesi telâkki etmek bile müm Neyse, Dede Baba'yı bırakayım da, masamın üstüne koyduğum ö-| Divanı karıştırayım. Bu, Ley- Tarımın Diva: . Rasgele açı - yorum. Ah, işte ne garih, fakat ne düzgün ifadeli bir beyit: Bunca yıllardı? esirim dâd elinden gönlümün, Did elinden gönlümün ferydd pürüzsüz- ış bir hi gibi çınlayışına rağmen, bu n fikri bugün bana fazla mü- i ve romantik geldi, Yeni! tahammül ver mıdır diye düşün- Buna mukabil, gene Leylâ Ha- mımın şu mısraları ne kadar her zamanın aşk iz Ol bivefayı ağlejnp andım bu nam ile, Yöâdetmez oldu âşıkım bir selâm ile. Leylâ Hanımın ağzımdan, bütün kalbi yanık âşıklara bu hediyey' sunarım. Acı ve tatlı hatraları a- rasında bunu da saklıyabilirler. Bu akşam «Natli Kadim: den yalnz şu beytin üstünde durdum ve düşündüm: Arayişi bahar iledir gülşenin dahi, Ey gonca inbisatın o demdir se - nin dahi. Şimdi Sabit'le başbaşayım, Çok kere bayağı mazmunlar yazmakla müöştehir olan bü galrin bazan in- ce hayalleri de var, İste bir tanesi: Görüp ol ruyu âli Vile gil Düşme olmaz havaya iale çibi, İste realist ve müstehzi Sabit'- ten de bir misal: Âsıka dilrüba ms eksik olur, Ehli derde belâ mı eksik olur. Ya Nergisi'ye ne dersiniz? Ha- kündür, ji Mayıs 1 —> Sözün kısası Türk kadını Mama 5 KİRGT İTAİNİ ça A nkarada bir ecnebi ile ko- , muşuyorduni.. bir. aralık, elindeki gazeteye bakarak: — Ey! dedi; Türk kadınını vazileye çağırıyorsunuz.. — Saştınız mı? — Hayır. Fakat bu davetten â- miz velicoyi merak ediyo da Neden? — Siz Kadınlarının esaretten, şe ik altından yeni kurtard in dar vakit olmadı kil, dülümsediğimi görünce sordu: — Doğru değil mi? Daha düne kudar.. — Düne kadar, re? Öyle ya: Onları ka sinde vahşi kuşlar gi ii Şval idiler. Her şevi ö/ e müsb için henüz kâf; ve olamaz sanırım. — Affedersiniz, do: . An yorum ki siz bu bakımdaki inki lâbımızın mahiyetini iyice anlıya- mam çarşai çıkardı ham madde deği hel Türk kadu gır sartlar içerisinde dahi terbiyesi ve kıymeti, en yüksekle- rile ayni âyarda olan bir varlıktı. Evet, memur, avukat, meb'uş ola- muyordu. Fal bakımından ve : > iş görebilmek rübeleri yoktur ıltından zannettiğiniz « gibi enmiş cev« p lan meşhur muarrirlerinizin si de bizim kadınların meziyetle- rinden, dirayetlerinden, ailenin düzenindeki. önemli rollerinden hayranlıkla bahsetmişlerdir. N'ne- lerimiz, annelerimiz pürmarifet, hakiki bi ev kadım idiler. Kız- ında gördüğünüz yüksek kabi- oldukları rape liyet onların bırakmış mirastır. müşahı terbiyeyi veren ana olduğuna gö- dâb ustalarının kim. den ve ni ders aldıkları kolayca takdir edilir. Kadınlarımızın inkişaf ve tekâ: miz kadar eskidir. O tarihi İ osyal inkılâbı, ü milli tarihi dik- ve alâka ile tetebbü edecek olursanız 'bu milletin de Jan Dark- lar, Jan Haşetler, A Boleynler, Madam dö Stâeller yetiştirmiş ol- duğunu görürsüni Propaganda- dan, maalesef bu derece teneffür etmiş insanlar olmasaydık, bizim- kilerin de destanı onlarınki gibi dillerde gezerdi. Bugün vazifeye davet ettiğimiz kadınlarımızdan biz çok şey umu- yor ve bekliyoruz. Simdilik, bek- İediğimiz, onun kendisine hâs olan şefkat hududundan öteve geçmez. Fakat emin olunuz ki iş başa dü- serse, Ulus meydanındaki Atatürk heykelinin kaldesinde timsal'ni gördüğünüz, ve deminden evakşi kıyas eylediğiniz Türk ki kir pars gibi dövüşme- sini ve vatan uğurunda lâzım 0- lunca seve seve kan dökmesini de, bilen bambaşka bir mahlüktur! E Elsem Cats Peynir satışlarını kontrol Yeni yıl peynir mahsulünün bol olması dolayısile Fiat Mürakabe Ko misyonu tarafından peynire konan narkin kaldırıldığını yazmıştık. Ye. ni peynir satışlarında ihtikâr yapıl. maması maksadile Fiat Mürakabe ni gu, KVLI inci asırda Türk nes- rini ucubeye çeviren... Maamafih şairliği de vardır. Onun da şu bey- tini pek beğendim: Gezer elden ele sagâr gibi ey Ner- gisi şi'rin, Neşatefza olur yarana mazmunun. rabasa. sa İ Muhakkak ki bu, İahriyelerin içinde en güzellerindne birisidir. Hayal ve mefhumu Divan edebi. yatı içinde yeni olmasa bile ifa - desi sağlam... 'Divanlar içinde Nedim ile Fü - zuli sık sık okuduklarımızdı, İcak onları tek başlarına tetkik et- meli, Esasen pek çok gilrlerini eZ- bere bilenlerimiz her zeman ve İher devirde sayısızdır. Bunun için İ burada onlardan bir tek mısra bile kaydetmiyeceğim. Herkes, bir an, İzihninde ilk uyanan mısraları ha- İtirlasın, zevk duyması için kâfi! Garib bir hisi Şu anda Sey- hülislâm Yahya Elendinin bir mis- ramı hatırladım: Ü Hiç böylelğin ogörmemişiz faslı baharm. Bu hatırlayış İçime bir ürün (Arkas sayfn 6 slitun 5 te) Komisyonu satışları kontrol edecek, ör. Kontrol, satışı narka tâbi olmi- yan maddelerde gözönünde tufulan azami kâr haddi nisbetlerine uy - gun bir şekilde yapılacaktır. Narkın kaldırılmasının peynirin daha (az- la bollaşmasına sebeb olacağı zan. nedilmektedir. TAKVİM

Bu sayıdan diğer sayfalar: