14 Ağustos 1937 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6

14 Ağustos 1937 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Yefrika No:456 — ve hııı 14 NESRARENGİZ TÜP.İSTANBUL Tercüme ve iktibas hakkı mahfhaadar Dayak yemekten de zevk duyulur mu?7.. yle bir gezindim, güzelce bir n dayak y:dlm geldim !,, Bibi yapar, benim dal « , arkadaşlarla sohbet e- ifade ederek sıvışır, gi- derdi, Bir akşam, Lângada Maksutta iç- tim, kafayı denkledim, yola çıktım. Sekiz on adım yürüdüm, bir de bak- ftım Rıza karşımda... Herif benden © kadar yılmış ki,hemen söğüt yap- vağını kasıklarıma dayanıverdi. Bak- tım, barsaklarım dökülecek, sol elim- ley sıkı siki bastım, sağ elime de Trabzon — işini aldım. Başladım arkasından koşmuiya... Amma da ka- çıkordu ha!.. Ha bire' ha bire! Kum- kapı, Cinci meydanı, Fazlıpaşa, Mah- mutpaşa yokuşu, Balıkpazarı, Tah- takale... Durmadan, — aksamadan kovaladım. Herif ayağına pekti, köşlü gibi koşuyordu. Yavaş ya - vaş ben de halden düşmiye başladım. Kan paçalarımdan akıyordu. Taban- cam yanımda yoktu, eğer olsaydı, ar- kasından mıhlamak bir iş değildi be- nim için... İstibdat yıllarında palavracı kaba- dayıların en meşhuru Oduncu İsmail imiş. Zavallıyı bir gece tenha, karan- lhk bir sokakta sıkıştırmışlar, at - muşlar sopayı, atmışlar sopayı, öyle ıslatmışlar ki, iler tutar yeri kalma- mış, Dudaklar patlamış, kafa ya « rılmış, gözler çürük içinde... Kendisi gibi meşhur bir kabadayı- yret edenlerden biri sormuş: — Kimlerdi?.. Nasıl olup da da « yak yedin?.. — Ne bileyim ben?.. Öldürme » Giklerine şükür!.. Palavracı kabadayılardan, öyle « i vardieki, Köprü başında, Çarşı de, meyhane köşesinde dayak yer, arkadaşları arasındı Birinin çırtlağınd zesinden tultum, şü tos yaptırdıklan İkisi de armut gi bastım, geldim. Onlar nc Ne bileyim ben?.. Dediği halde, akçam üs kolda, kömiserin karşısındı — Şu halime bakın kı Her tarafım yara bere içindi rümemiş bir tarafım kalma Tumu beklemişler, biri lobutla, di - mrukla hücum ettiler. kâvetle bulunur, Ğ duğunu söylerdi Bunların, by gibilerin bir de küçük bı lıkla ufak bir a bir kısım - vardı ki. di adeta zevk duyarlardı. Ba yetistiğim ve bildiğim da- yak severlerin araşında Dragon Ha: sen; Acem Timur, . - bir zamanlar, Galatada esrar tekkesi işletirdi. Son zamanlard esrar solıcılığı yapıyordu. Geçen yıl öldü - Balatlı Moiz, Galatalı Yani -şimdi Yunanis- tandadır - , kuru kahveci Kirkor - Gedikpaşada, Kumkapıya gidecek yolda dükküm vardı. Umumi harp- te birdenbire ortadan kayboldu - en başta gelenlerdendi. Bunlardan bir de köçek (M.) adında biri daha var- diz ki, zilleri eline takıp ta oynamıya başladığı zaman, göbek atışlarına hayran olmamak kabil değildir. Kö- cek çingene kızları bile oyun oyna- makta önün kâbına varamazlar. Meoşhur zurnacı (Arap Mehmet) te dayak severlerdendi. Bu değerli gan'atkâra ne kadar (İltifat etseniz, — he kadar bol para verseniz, istekle Zzurnasını üllemez, ancak dayak ye- dikten sonra nağmeler” hâlkederdi. Bunun içindir ki, onun bu huyunu bi- denler, para vermeden evvel güzel arasında wracı - e olmiyan vemekten seyyar — bir sopa çekerler, sonra fesini, zur- — Basının ağzını para ile doldurur - , lardı. f Bir gün Ahmet Rasim, babam, — Bektaşi babalarından Nuri Mahfi ba- ba - İttihat ve Terakkinin ekmekçi- 'T cemiyeti reisi idi, İstanbulun em- salini pek ender yetiştirdiği zarifler- Gen ve nükte adamlarındandı. Ka- / diköylüler kendişini çok severlerdi. — Çoök mütekâmil hlı'l İnsan nümuüne- tehlikesine uğrayan bir genci kur « tarmak isterken kendisi tekerlekler altında kalarak öldü - Enderunlu Ayı Raşit - hılkaten zacil, mazmun- |perdaz bir adamdı. Mübalâğasız ola- İtak söylüyorum ki, Bor Muhsin gibi büyük san'atkârla idaha üstün bir artist idi. Şuanun tçinden çıkarır, gi İgüldürür, soğuk cinaslar yapmaz, berlenmiş nükteler savurmazdı. Bu- İhaşları çok orijinaldi. Balkan harbin. İdem zonra öldü - Koragöz gaze |oaşmuharriri matbaacı Bekir Efendi zade Mahmut Nedim; Kadıköylü udi Nazit Galatada (Küçük Aynalı) bi- rahanesinde oturup içerlerken, ma- samızda oturanlardan — larımadığım birinin : — Sırtım kaşınıyor, biri çıksa da adamakıllı bir dövse... Canım öyle dayak istiyor ki... Dediğini işittiğim zaman hayret. ier içinde kalmıştım. Şaşkın şaşkın yüzüne bakarken, Ahmet Rasim: — Şaşma oğlum... Yalan söylemi- yor, O hakikaten dayak yemek me- caklısıdır. Diye beni temin elmişti. Sonradan, ben de böyle haslalara çok rastla » dim, Bilmem, şimdilerde böyle has- talar var mı?.. Kırk, elli yıl evvel de böyle daya! meraklıları, canı dayak yemek iste- yen kimseler varmış, Bunların en |meşhuru Tıflı Hasan “Efendi imiş I. Onun dayak severliğini tahkiye leden bir fıkrasını naklediyorum Tıflı Hasan Efendi bir gece, esbak seryaver Halil Paşa ile bir gazinoda oturuyormuş. Paşa, tavla meraklısı (Devamı bar) vfik, rdan T" Tıflı Hazan Efendi Üzküdar. ber. Uzun zamanlar gümrük me « murluklarında bulunmuş, müdür * İlüğe kadar yükselmiştir. Zarif, hoş- sohbet, mazmuntarraz bir adamdı. Çok rakı içerdi. 67 yaşında, çok sar? hoş olduğu bir gün, makasla damar- larmt keserek tntihar etti. Fıkraları, hikâyeler bir darbrrnesel kader meş- hurdur. Ve hâlâ söylenir ve tatlı tatlı İdinleni | | biz denizetler örnrü karadan ziyade denizde geçer. Seni dip edemiyeceğimi bilmiyorum. Ş dilik bunu düşünmiye vaktim yok. sadece seni seviyorum! İşte o kadar.. Ve ilk defa sevgi in boynuna sarıldı. kumral saçlarını okşıyarak, yanaklarından öptü. Ortalık kararmıştı. Rüstem, evinde, sevgilisile başba- şa vererek şarap İçmiye başlamıştı. Gemide başlıyan dostluk, şimdi, |çabuk iletliyor, ve saatler geçtikçe biribirlerine biraz daha yaklaşıyor. lardı. Jüzetta bir aralık sordu: — Babamı bana göstereceksin, de- Gi mi? Bunu yolda gelirken vâdet- miştin.. Rüstem ciddi bir tavırla başını sal- ladı: — Sözümde duruyorum.. gemiler |selir gelmez, ilk işim seni babanla görüştürmek olacak, Jüzetta sevindi: — Sen çok temiz yürekli bir er. keksin! Seninle konuştukça, Türk- leri sevmiye başlıyorum. — Zaman geçerse, daha çok seve- Ceksin, Jüzetta! Biz durup dururken kimseye fenalık yapmayız. Fakat, yaptığımız iyilikler bize daima kötü- iük getirmiştir. Umarım ki, sen ve baban böyle hareket etmiyeceksiniz! — Babam hesabına bir şey söyliye- mem. Lâkin bana yaptığın iyiliği hiç bir zamân unutmıyacağım, Rüstem! Beni köntun şatosundan ve haydut- ların elinden kurtardın. Onlar beni öldürecekti.. sen imdadıma yetiştin.. beni tekrar hayata kavuşturdun! Sa- na karşı nankörlük yaparsam, siz » /— Biydi. Beyoğlunda Kanzuk eczanesi- |den önce Allahtan ceza göreceğim - /|hin önünde tramvay altında kalmak |den eminim. 1 şarabın verdiği neş'e ve hararetle çok | Fransız İstihbarat Bürosu (4 üncü sayfadan devam| Bastian adında bir kadın da yine |istihbarat bürosu tarafından hizmet- çi olarak Alman sefarethanesine yer- leştirilmişti. Alman murahhasları, mütarekeyi imza etmek için geldik- leri zaman da yine istihbarat büro- su, Alman murahhaslarının bindiği vagona metrdotel, hattâ aptesane bekçisi sıfatile ajanlar ikame etmiş di. tecavüzidir. Büro, eenebi memleket- lere kadın ve erkekten mürekkep lmcmurlır göndermektedir. Eyl | Bu memurlardan prof, u: Jadında biri kâtibi Matmazet Geor - |gette ile beraber İtalyada tevkif edi! te miş ve isticvabında şose ve köprü Bunu söylemiştir. — Turlng Klüpten size verilen tın üzerine, bazı binalar, bilhassa as- keri işlet hakkında not almışsınız. |Söyleyiniz bakalım, İtalyaya niçin |geldiniz? | — İtalyan » Yugoslav ve İtalyan « Avusturya hudutları hakkında ben - den islenmiş olan sskerf mahiyette malümat toplamak için geldim. — Bu malümatı kime gönderdiniz? — Paristeki kâtikime. | — Ayni zamanda Paris poliklinik |mektebinin kâtibi, olan adaminıza wi? — Evet. — Bu kâtip, bu notları acaba kime verdi? — İstihbarat Servisi zabitlerine... Filhakika yapılan tahkikatta Tüm- general rütbesini haiz olan profesör Eydeux'nun bütün Yugoslavya hu - dudundakt askeri hazırlıklara dalr elde ettiği malümatı Lubliana'daki istihbarat servisine gönderdiği anla- şılmıştır. Profesör ve yanında bulli- |Jaan hizmetçisi Matmazel Bonnefond ne hapse mahküm olmuşsalar iyasi sebeplerden dolayı affedilmiştir. — Siz Pransanın Almanyadaki ca- susluk teşkildtini idare eden bir a - |damsınız. Hizmetinizde 26 memur vardır. Bunlardan bir kışmı hükü - metin askeri talim ve terbiyesini ve |bir kısmı da Grandenvohr kampın - daki atışları tetkike memur odil - miştir. R Suçlu, Fransız yüzbaşısı Robert Pendaries diArimont bunu inkâ ra lüzum görmemiştir. Çünkü me - murlarından birinin üzerinde bir mektubu bulunmu,; Müddelumumi, vatanı için cesu - rane çalışmış olan bu zabite hürmet etmiştir. Zabit iki sene hapse mal İküm olmuş ve bilâhare affediler: M *Bu Venediklilerden usan ma düzüp Venedik suları! “— Baban da çok iyi bir adam! Mik- ro adasında bize yol gösterdi.. bizi adahların tuzağına düşmekten kur- tardı. Halbuki şimdi sen onun hesa- bina söz söylemiyorsun.. Baban - ( 'dan şüphen mi var? İstihbarat bürosunun hedefli hep | |mühendisi ve ayni zamanda Paris Po- |üklinik mektebinin Müdürü oldu - |— TefrikaNo: 140 Süleymanın«Sarayında ü Söğe.. — Kİ at a KUDÜS KIZLARI Yazan: M. Necdet Tunçer Süleyman “ Sarı Çiçek ,in yaralandığını du- yunca, odasına koştu.. Onu yara- Süleyman titredi: » bir r — Bu kızı kurtaramaz mıyız? — Vakit y nerdeyse Üüzerine a- “ İtilacak.. leyman telâşla bağırdı: — Haremdeki odaları aratalım.. çağırtarak y Muhafbzını meseleyi anlattı: — Çabuk, dedi, haremağalarını Jtopla. Bütün cariyelerin odalarını İdolaş. Elinde hançerile cariyelerim- den birini*öldürmek istiyen bir ca- navar varmış. Onu yakalayıp buraya getir! Saray muhafızı şaşkın şaşkın hü- kümdarın yüzüne bakarak, bir şey ylemeden salondan çıktı. Saray halkı telâş ve heyecan için. 'de koridorlarda koşuşuyordu. Hare- mağaları cariyelerin bulunduğu dai- reye geçmişlerdi. Bütün kapılar ve menfezler nö « betçilerle tutulmuştu. Süleyman, sihirbazın yanına so - kuldu: Fransız hududuna kadar teşyi edil- BİR CASUSUN İNTİKAMI Harp gibi, casusluk da - sevimsiz, fakat lüzumlu bir işdir. Her memle- ketin isltihbarat teşkilâtı vardır. Casusları silâhsız olarak bırakmak bir ihtiyatsızlıktır. İstihbarat bürosu kör edilir mi? | İstihbarat bürosuna mensup yüz- başı Sambling adında bir zabit bir gün ancak romanlarda tesadüf edile- bilen bir tarzda: «İntikamer» imza - sile bir mektup almıştır. Almanya - dan gelen bu mektupta Almanyanın Fransaya karşı olan plânlarını ver - meyi teklif ediyordu. Zabit evvelce bu mektuba ehemmiyet vermemiş- tir. Fakat bunda ısrar etmiş ve nil 1 bahsetmiş; Almanyada bulunan İbu zatla münasebete girişmek em - rini almıştır. Bu hususta üç mülâkat vukubul - muştur. Birt Pariste, diğeri Brüksel- de, üçüncü de Niste. Her defasında «İntikamcı!», yüzbâşı Lambling'e ba- şından ameliyat geçirmiş gibi IKTOR:S.AN — AFDA LLA-R-ÜN, AT REİ UR Rüstem o gece Jüzetta ile başbaşa kalm Venedik dilberi memleketine nasıl döneceğini düşünüyordu. ea din artık. BUYÜK Dİr donan- ma göndermek isteyorum, İ — Hayır.. fakât, onun neler dü - şündüğünü bilemem. Sizi bugün memnun etmiş.. yarın da rentide e- debilir. — Her koyun kendi Lasılır, y bacağından um! Bundan sana ne..?! Baş kumandanlığın gözüdür, bu göz | yet zabit şeflerine bun- —- Hâlâ uyanmadı mı.. Haydi, bir |daha bakbakalım.. Diye haykırdı, Sikirbazın alnından damla damla ak terler dökülüyordu. Tekrar gö- ateşe dikti.. Mavi, siyah du - nların aarsında bir şeylet görü - 'yormuş gibi, teessürle başını salla - yarak: — Geç kaldık, me dedi. Cana- var, elindeki bıçağı yatakta uyuyan kızcağızın göğsüne sapladı.. İşte bir |debreşme.. hazin bir feryat 'rumv can kurtaran yak mu? — diy bağırıyor.. İşte bir gölge.. kapı açıl - dı.. yaşlıca bir hizmetçi içeriye giri- yor.. bir feryat daha.. canavar, can |kurtarmıya gelen bu hizmetçiyi de İbir hançerle yaralayıp yere serdi.. Şimdi canavarın sesini duyuyorum: «Tamarayı öldürmiye karar vermiş- tim.. onu bugün öldürecektim, deği! mi? İşte, onun öcünü alıyorum sen- den, kaltak!, 'Tamara bu sözleri duyar duymaz kendini kaybetti. ve Süleymanın kucağına düştü. Süleyman: —- Tamara.. kendine gel! ne olu - zün olan başını göstermiştir. «İntikam - €i'» nihayet evrak ve vesaiki teslim etmiş ve umum Alman Karargâhına mensup olduğunu izpat eden bir de vesika göstermiştir. İntikamcı: — Ben yaptığımın bir alçaklık ol- İduğunu biliyorum. Fakat âmirlerim |benim hakkımda daha alçakça ha - |teket ettiler. İşte bu suretle onlar - dan intikam alıyorum, demiştir. Fransa, bundan sonra Almanyaya mühthiş bir surette intikam almıştır. Çünkü verdiği plânlar 1914 te nokta- sı noktasına tatbik edilmiş olan Sehli- İetfen plânı idi. Bu iş, istihbarat bürosunun en yük muvaffakiyeti idi. Bu plânlar |Fransaya 60 bin franga mal olmuş. bur. Fransa, bundan sonra Almanyyaa gönderdiği adamlar sayesinde bu plânın sahte olup olmadığını tahkik ettirmiş ve Alman casusunun verdi. ği plânın hakiki plân olduğu anla - şılmıştır. Bu adam bir hain mi, bir casus mu ydı? İşte facia burada ._T,_' ıştı-. caba babam hak- müyor.. biliyor mu- — Murat Rei kında neler dü! sun? — Baban şimdilik bizim elimizde esirdir. Yarın ne olacağımı Alfah bi- Hir, Her hülde ona, buşka esirlere yap- fiğımız muameleyi yapacak değilir. Belki de kısa bir zaman sonra, bazı şartlarla kendisini Venedik Hüküme- tine teslim ederiz.. Jüzettanin yüzü güldü: — Böyle bir #htimal varsa. — Bundan sana ne?? Hani ya beni seviyordun? Baban giderse, sen de gitmek mi istiyeceksin yoksa, ? — Memleketime dönmek, sileme | kavuşmak yrzusünu nasıl rim? Böyle bir talepte bul beni haklı görmelisin! Ben, yurdun- dan, gile ocağından ilk defa ayrılan bir genç kızım. Günün birinde bunu senden İstersem, bana darılir misin? Rüstem içini çekerek cevap verdi: — Ben henüz dünya evine girme - gim. Seni burada bayağı bir meyha- he rakkasesi gibi kapstmak niyetin- de değilini, Senden çok hoşlandım.. ıs..-»—ı nikâhla almak fikrindeyim Böy-) le olunca, Venediği bir daha rüyan- da bile göremezsin! Tözetta vücudünde hafil bir ürper- me duydü.. fakot, Rüsteme bir şey sezdirmemiye calıstı: ;ıdı. Bu bir tuzak mt veya intikam'| layanhayaletin izini sarayda bulamamışlardı! |yorsun? | Diye bağırdı. Sihirbaz ateşin başından çekil « İmişti. | Acaba sihirbazın söyledikleri ha- |kikat miydi? B a dolaşan hayalel kimdi? Süleyman çok heyecanlı idi.. Sihirbaza sordu: — Yaralanan kadını tanıyor mu - sun? — Çok genç b medim, mellâ! Beni İsrail hükümdarı, ayıltmıya çalışırken, ha 'e girdi; an kızı bulduk, mellâ! |Fakat, madık.. Süleyman telâşla sordu — Kimdir bu kız? — Çok güzel olduğu iç! ierde babası tarafından saray: rilen «Sarı Çiçek..», | Ne diyorsun? Safi'yi mi vurdu- lar?! Haremağası önüne bakarak ilâve etti: — Yarası çok ağır.. eresinden yaralanmış? — Göğsünden.. — Yarasını hemen sarsınlar.. — Sarıyorlar, mellâ! Saray muha- fızı da başı ucunda bekliyor. Bir em« riniz var mı? Süleyman sihirbaza döndü: â — Çok iyi görmüşsün.. bütün de diklerin doğru imi Ve haremağaları — Tamara'yı odasına götürüp ya« tırımız! Dedi., Süleymanın gözdesini ku « |cakla salondan çıkardılar.. Kollarına girerek odasına götürdüler. Tamara cariyeler ve harcmağaları tarafından muhafaza altına alınmış- Süleyman gittikce artan metak ve sabırsızlık içinde bir müddet boca - ladıktan sönra, sihirbazı yanıma al - |dı: — Haydi «Sarı Çiçek» in yanına lelim... Salondan çıktılar, Harem dairesine geçtiler, Sarı Çiçek.. Bu adı ona Süleyman vermiş Fakirlerin güzel kızları on sekiz (Devamı var) im ol- mak istiyen Türkler, günün birinde nasıl (Bizans) 1 zaptettilerse, y günün birinde Venediği de ele ge- çirmek istemezler mi? Rüstem, bu nen alayın farkına vararfad tayı dinlerken kollarını | — Kimbilir? dedi- Günün belki bunun da tahakkukunu görü - Tüz. İşte o zaman sen de bizimle be- raber Venediğe rsin.. Yurdunu |bir daha dünya gözile görürsün! Tali |bu ya.. Belki bu gerefli akınlara biz |de katılır, gideriz. Zaten padişahım fikz Venediği zaptetmektir. Bir ç vil önce: *Bu Venediklilerden usandım.. Bü- Yük bir donanma düzüp Venedik su- İârıma uzanmaktan başka çare yok!» diyen padişah, bu sözü elbette boşu- jpa söylememiştir. | Padişahın bu sözü gerçekse, Türkler er geç Venedik gularına ka- dar uzanacaklerdır. Zaten Venedik- te bu korku -yeni değil- eskidenberi İvar. Şövalyeler, Türke meydan okür- ken bile, arkalarından uzanan her gölgeden körkarlar: <Acaba Türk - ier mi geliyor?. diyerek sık sık, Ve İnedik sokaklarında bile arkalarına dönüp bakarlar. Tin sitinda gizle- — O halde, onlarda bu korku, biz. de de atılganlık varken, etme, günün birinde sen de İksvusursun! Gece yarısı.. İkisi de sarho: Rüstem türkü muştu. söylüyordu : |eSenden başkasını sevmem, saramam, eni sevdim, başka güzel in beni zinödirleyen, h: Seni sevdim, başka güzel aramam!» z (Devamı var) vp

Bu sayıdan diğer sayfalar: