8 Eylül 1937 Tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6

8 Eylül 1937 tarihli Son Telgraf Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

BONTELGRA Tefrika No:68 T Salih üç kardeşler kahvesinde.. Rumları ona musallat ettiler, bir Rum | E» — B Eylâl 1“1 Yazan: M. Süleyman g apan ESRARENGİZ İSTANBUL. Terelime ve iktibas bakkı mahfuzdur ayağa kalktı ve oynamaya başladı. Rum kabadayılara gelince, bunlar balâpervazlıktan çok hoşlandıkları, kendi halinde yaşıyan adamlara çat- mayı kabadayılık saydıkları için, Sa- Hhe bir gösteriş yapmak, bir tec « Tübe balonu uçurmak istediler. Bir gece, Salih (Üç kardeşler) in dnosunda otururken, sulu Rum - lardan birini ona musallat ettiler. O söz attı, hafiften küfretti, nâra sal- ladı. Salih sustu, cevap vermedi, her #amanki yaptığı gibi küfrü bile haz- metti. Sulu herif, bundan sonra, köşede çalan çalgıcılara seslenerek, bir ka- sap havası istedi. Çalgı başladı. Herif ayağa kalktı, başladı oyna- muya... Fakat, herifçi oğlu o kadar azmış ve taşmıştı ki, bir türlü yalnız oynamak istemiyor, beraber tepin - mek için müşterilerden bazılarını davet etmiye kalkışıyordu. Kimze kalkmadı. Oynamadı onunla kimse... Sulu adam yalnız kalınca, oynıya oynıya masasına doğru gitti; kara « 1, Salihin masasına fırlattı. Ve arkasından sordu: — Yati den pezis?.. Vire rofyanos! Sâlih, Rumcayı o kadar iyi bilme- mekle beraber, bu sözün ne demek olduğunu, bahusus: — Rolyanos! Pek güzel anlattı. Ömründe ken- disine bu şekilde kimse hitap etme- iş, O cesareti güsterememişti. Kan üne fırladı. Daha fazla tahammül edemedi. Yerinden fırla- üne atıldı, bir kaç to- yaklarının altına al- dı, kafasını topuklarile ezmiye baş- Tadı. Vurdu, vurdu. Hetifte ağız, surat, göz, burun bi- ribirine karışltı. Maruf bir tabirle çarşamba pazarına döndü. Dükkân sahipleri olan (üç kardeş- ler) herifi Salihin elinden kurtar - mak istediler Hattâ birisi, sunturlu duktan sonra, sert .. yoksa karışmam! Salih aldırmadı bile... Hattâ, eski- sinden daha fazla bir kuvvetle vur- maya başladı. Bunun üzerine (üç kardeşler) Salihin üstüne atıldılar. Bunlar, çam yarması denilen ta - kımından, iri çaplı adamlardı. Salih, eline bir sandalya geçirdi, Tâm cım demeden ilk karçısına çıka- nin kafası ti. Adamın kafası karpuz gibi ikiye ayııldı. Ve sonra, orası bir karıştı, ana baba gününe döndü, Salih sandalyeyi hü- €um edenlerin - neresine rasgelirse #uruyor; kafa demiyor, göz demiyor, yerleştiriyordu. Bağırma! İnleme! Feryat!.. Şimdi çalgı sesleri yerine, dükkâ. Aun içinde duyulan sesler, hep bun- lardı : — Yandım ! Yaralının, çırpınırken yere düştü « günü zannetmiştim. Bu esnada ba- şıma bir örtü atıldı. Kimin tarafın- dan, bilmiyorum. Yavaş yavaş ken- dimi kaybettim ve gözlerimi açlı - ğam zaman, Mösyö Senter'in kolla - rında idim. 5 Enkarnasyon sözünü bilirmişti. İs- tintak hâkimine baktı. Gözlerini ye- Te indirdi, sustu. Uzun bir süküt ol- du. Yalnız, zabıt kâtibinin kalemi- nin cızırtısı duyuluyordu. Mösyö Volger, müddeiumumiye gdöndü: — Bir roman yaşıyoruz sanki! Siz he dersiniz, aziz dostum? — Ay başım! — Gözüm çıktı! Müşteriler çoktan kaçmıştı. Gazi- | noda kimsecikler kalmamıştı. (Üç kardeşler) bıçaklarına asıl « dılar. Garsonlar da ustalarının yar- dımlarına koştu. Salih elinde san - dalye, yanına kimseyi yaklaştırmı - iyor, heriflere silâh kullanmak fır - satını vermiyordu. Bu gibi kavgalarda pişmiş olduğu için ona göre (tabiye) yapıyor, bir sandalye ile, (üç kardeşler) ile sekiz garsonuna posta okuyordu. Esasen, bunların birkaçı turşu gibi -olmuş, hücum edecek halleri kalmamış, kafaları gözleri kan içinde, canları- ni kurtarmaktan memnun, kendi- lerini kordon boyuna güç atmışlar- dı. Salih, silâhını çıkarmak islemiyor- du. Fakat, bu heriflere bir ders ver- mek ve işi uzatmamak için, taban - leasını çekti, sonra mütecavizlere doğru nişan aldı. Şu emri verdi : — Ulan keratâlar! Ulan cdepsiz- ler! Düşün önüme bakayım! Yoksa alyınızı harcarım!.. Görün bakalım İstanbul — kabada; İzmirinkilere benziyor mu?.. | Herifler Salihin şakacı bir adam olmadığını, hücumlarından, müda- faalarından ve tabiyolerinden anla- |dıkları için, cevap bile vermediler, Teklifi reddetmiye cesaret edeme - |diler, Altısı birden sıra oldu. Sonra Sa- lih şu kumandayı verdi : -— h Adımlar atıldı, yavaş yavaş yürü- miye başladılar, Salihin sesi bir daha |bir top gibi gürledi : — Deniz kenarına !.. | Emre mutavaatle yürüdüler. De- İniz kenarına geldikleri zaman hepsi İbirden durdu. Çünkü bir adım daha atsalar, hepsi birden : — Cop! Diye denize düşeceklerdi! Salih sordu : 'e durdunuz?.. Cevap yok... Tekrarladı : — Neden durdunuz? Yi dımınızı atın bakalım, Yine cevap yok... Adım atan yok. Hareket yok! Hepsi de mahlanmış gibi duruyor- lardı. Salih kızdı: — Hey öndeki şişman.., yüri — Nasıl yürüyeyim?.. Önüm deniz, düşeceğim gonra.. — Öyle ise kendini ai tışmam kurşunu beynine ye: Kurşunu yersin tehdidi karşısın- da şişman adamın benzi allı, kurşun yemedense, denizde ıslanmayı daha ehvenişer buldu. Nasıl olsa yüzmek te biliyordu. Sırasını savı Salihin emrini yerine getir: atladı. Ve Salihin emri teva « Yoksa ka- 1 o — Ben de sizin gibi düşünüyo - vum. Hakikaten bir roman. Esraren- giz bir roman. Altı genç aralarında söz veriyorlar, beş sene bin bir ma- cera geçiriyorlar, müddet bitip de dönerken, birisi vapurda kazaya uğ- ruyor. Acaba kaza mı? Sonra ortaya kırmızı sakallı bir adam çıkıyor. Bi- risini yaralıyor. Yaralı kayboluyor, | Ve hiç bir iz yok, Garip bir mesele! Müddelumum! sustu. Mösyö Vol- ger, kapıda duran polis memuruna İişaret etti: — Bana, dedi, Müsyö Senter'i deriniz. İki dakika sonra, Senter odaya gi- Durma HİKÂYE * . Bir gazeteci (4 üncü sayfadan decam) «Eh, artık iş buldu, biz de ona bor- cumuzdan kurtulduk> diye sevin - mişlerdi. ö hem de bü hâdiseden bir buçuk ay |sonra yol vermişlerdi? Mektupta ya- |zıyordu. Gazeteye ortak olarak yeni patronlar gelmiş vesaire... Bundan ona ne? O çalışmıyor mu idi? Hem de takdir edilerek çalışmı- .yor muydu?. İşinden na pek o İkadar yanmıyordu. Bu doğrudan İdoğruya meslek izzetinefsine bir dar- be idi. Demek ona bir gazetede lü- züm yoktu. O halde neden lardı?.. T ay sonra gönderişle onu ( miş oluyorlardı. Mektubu verirken, gazeten patronlarından üzerine idarevi mış olanı, mektubun altına yan için : — Bilsen, demişti, bu mektubu ya- zarken ne kadar müteessir olmuş Sakın gidip kendisine bir şoy söy - sir olur. O, gülmekle iktifa etmişti. Çünkü artık yazı yazmamıya karar verm İti. Hattâ, eve dönünce, yazıhan de ne kadar başlanmış ve bitmiş ya- zı varsa hepsini ocağa atacaktı. Kâ- ğit namına ne varsa ortadan k: a- caktı. Lâkin eve gelip te bu kararını tatbik için masasının başına geçin - ce, eline kalemi alarak bütün bun- ları yazdı. Zaten başka türlü yapa- mazdı. Karısı gelmiş, onâ bakıyordu. Bu gece olsun, çalışır güb yapması Tâzımdı. Bir sinema yıld;zın karısı (5 inci sayfadan devam ) da bunun kadı tif bir ev yoktur. Karısı pratik bir ev kadınıdır. Karı koca pek az çıkarlar ve evlerine de pek az misafir kabul ederler. Kadın, kocasının mektublarını alır, — okur ve cevablarını yazar. Bu mektublar arasında artistin tanımadığı ve yal- mız porde üzerinde kendisine fşık ©- fan kadınlar tarafından — gönderilen mektublar da vardır. Bunların ce- | yabları da gene karısı tarafından ve- rilir!.. Artiste mektub yazan kadınlar bunu bilmezler... Holivudun lâtif ve güzet artist. | lerinden Mis Grece Moore, ansizın bastalanmış ve amefiyat yapılmak ü- zere hastahaneye nakledilmiştir. Ar- facaktır. Grace Moore, bu hafta zarfın- da kocasile beraber bir Avrupa seya- hatine çıkmak niyetinde idi. Bu âni hastalik üzerine seyahatini — tehire mecbur olmuştur. Yukarıdaki resimde artisti koca- Si Valantin Parora ile bir arada gö- rüyoruz. | RADYO Akşam neşriyatı: Saat ,18,30 plükla dans musikisi, 19,30 konferans: Beyoğlu Haikevi na- mına (Müzik), 20 Bimen Şen ve at kadalşarı tarafından Türk musil ve halk şarkıları, 20,30 Bay Ömer Rıza tarafından arapça söylev, 20,45 Nezihe ve arkadaşları tarafından 'Türk musikisi ve halk şarkıları (Sa- at ayarı), 21,15 Orkestra, 22,15 Ajans ve Borsa haberleri ve ertesi günün İprogramı, 22,30 plâkla sololar, opera İve öperet parçaları, 23 son riyordu. Müthiş yorgundu. İstintak hâkimi, bir taraftan gözlüğünü siler- ken dedi ki: —Her halde bir an evvel hakika- tin ortaya çıkmasını İstersiniz. Bu sebeple size, bütün bildiklerinizi ta- mamen söyleyip söylemediğinizi sor- mak istiyorum. Söylediğinize emi - nim amma, usulen... Senter verdi: — Bütün bildiklerimi söylediği- me eminim. Bir an durdu, düşündü: — BHayır, dedi, bir şey unuttuğu - mu zanneti — Siz, Matmazel, Mösyö Gerniko nişanlınız idi değil mi? Enkarnasyon'un verdiği cevap her- kesi şaşırttı: —| — Bu sualinize cevap vermiye mec- bur muyum? Mösyö Volger şaşkın şaşkın: Fakat... Diye söze başladı, lâkin alt tarafı- nı getiremeyince, müddelumumi — Söylerseniz, dedi, daha iyi olur. İLâkin, buna mecbur değilsiniz. Eğer 'söylemenize mani bir şey varsa... Ka- İnuni bir mocburiyet yok, leme. Çok hassas kalblidir. Mütees- | Hist üç hafta kadar hastahanede ka- | Fakat bu sefer neden kendisine, | Cengiz Rüstem: — Ben bugün için yaşıyorum.. diye palasını çekti, Nihayet düşmanın arka kasara « sına da on beş yirmi 'Türk denizcisi |girmiye muvaffak oldu.. Şimdi büyük İspanyol gemisinin baş ve arka kasaresi önünde iki-kan- |h döğüş sahnesi açılmıştı. Don Fernando geminin arka kata- İresinde bir halat yığınının arkasına |gizlenmişti. Fornando'nun yalnız sesi işit yordu: | — Gayrtt. gayret. korkmayın! Hristos yardımcımızdır. Anıbardaki İbütün altınları size vereceğim, be - nim kâra kartallarım! İşte bir felâket! Fakat, bu felâket İspanyolları çıle dırtmış ve Türkleri sevindirmişti.. 'Türkleri sevindirmişti.. Murat Reis bütün hızile koşarak Rüstemin yardımına yetişmişti.. Ar- tık İspanyollar için kurtuluş ümidi kalmamış gibiydi. Fornando müthiş bir kasırgaya tu- tulmuştu.. Ölüm saçan bu kasırga - nın içinden kurtulup kaçmak kabil değildi. Şimdi üç gemi borda bordaya gel- miş, eskisinden çok daha katılı ve he- yecanlı bir dövüş başlamıştı. Topçu Hasan ve Zaloğlu Mehmet top başından ayrılmış, palalarını kın- larından sıyırarak İspanyolların ü- zerine atılmışlardı. Bir aralık Mürat Reisin gür se: yükseldi: —İşte., İspanyol şövalyesini görü- 'yorum. arka kasarede bir köşeye sin: miş. Haydi, koca aslanlar! onu diri olarak yakalamıya çalışın! Murat Reis bağırırken, Zaloğlu Mehmet düşman gemisinin arka ka- saresine baktı: — Ben de gö Diye haykırdı. Zaloğlu Mehmet bu şövalye ile bir İkere de Halkulvaad kalesi önünde karşılaşmıştı. Mehmet şövalyeyi çok iyi tanıyor- du. Palasını savı sinin arkasına &i Murat, Rüstemin yanına koştu: — Ah, dedi, şu herifi bir ele ge- üm.. ak düşman gemi - Rüstem: | — Ben de gideyim.. Diyerek palasına sarıldı.. Düşman gemisine geçmek istedi. Murat Rüstemin kolundan yaka - Tadı: — Nereye gidiyorsun? Sen bana |her zaman lâzımsın, Rüstem! Sen ö- lürsen, yerin boş kalır! Bu boşluğu, başka bir kimse ile dölduramam.. Sen aslan rekli denizcilerimizin başından ayrılma! Rüstem silkindi: — Bırak beni, gideyim! Ben, böyle bir gün için yaşıyorum. Bugün de bir varlık gi min ne manası k Rüstem, Muradın elinden kurtul- du: — Denizcilerimize bir baş yetişir.. Sen varsın ya! Diyerek geminin prova direği ö- nüne atladı. Genç kadın susuyordu. Müsyü Vol- ger kendini toparladı ve sordu. — Dün akşamki mesele hakkında |bütün bildiklerinizi, gördüklerinizi jsöylediniz mi? ı — Evet, dün akşamki vaziyet hak- kında bülün bildikerimi ve gördük- lerimi söyledim. — O halde burada yapılacak başka bir işimiz kalmadı zannediyorum, ne dersiniz Mösyö Vusur? Müddeiumumi tasdik etti. Ayağa kalktılar. Müddeilumumt, Senter ile Enkarnasyona: — Şimdilik, dedi, seyahate falan çıkmak arzunuz varsa tehir ediniz. Size ihtiyacım olabilir. Belki bir muvacehe için lâzım oabilirsiniz. Senter'in gözleri parladı: — Bir muvacehe mi? Demek katili bulabileceğinizi düşünüyorsunuz' Müddeiumumi omuzlarını silkt — BHer şey kabil, dedi, lâkin daha evvel, kaybolan yaralıyı bulmak i - İcap eder zannedersem, Ve kapıya doğru yürüdüler. Tam gıkacakları sırada, istintak hâkimi durdu. döndü : Fernandonun gemisine atladı. Zal oğu Mehmet nihayet ispanyor gemisinin kaptanını ele geçirmişti. Murat, bu sırada Rüstemi gözden kaybetmişti.. onu göremi 'du. Rüstem ne çabuk sıçrayıp gitmişti. O ne?! Birdenbire İspanyol gemisinin ar- | lkenini iye baş- kasından küçük bir kayık, açarak rüzgâr gibi uçup lamıştı. Kayıkta sekiz on küreğin işlediği de görülüyordu. Kayık Cezayir sahillerine doğru açılmıştı. | Murat Reis bu kayıkla şövalyenin kaçtığını tahmin etmekte gecikme- di. Derhal ide duran 'Türk yel- kenlisine kayığı takip etmesi için - İmir verdi Türk gemisi küreklere sarılıp yet- ken açıncıya Kadar düşman kayığı |bir hayli yol almıştı. Hasta Baba Ölen kızına Benziyen bir Kızı öldürdü Birleşik: Amerikada — çocuklara tasallut etmek ve bilhassa çocuk ka- çırıp mukabilinde fidyei necat iste- mek adeta moda olmuştur. Dertoit- de Joseph Jakob adında bir adamın bundan birkaç sone evvel küçük kızı BİF hastalık neticesinde ölmi vallı adam bu acının tesirile müvaze- | nesini kaybetmiştir. Jakob dost ol- duğu bir ailenin Evelin adındaki kü- Çük kızı, ölen kızcağıza çok benze- mektedir. Jakob bir gün bu aileyi ziyare- te gitmiş ve Evelinin annesinin hast- ta olduğunu görünce şeke almak üze- e kızcağızı otomobiline bindimiş ve kırlarda bir müddet dolaştıktan son- ra otomobilin manivelâsi ile kızcağı z öldürmüştür. Jakob tevkif edilince demiştir ki: — Niçin bunu yaptığımı bilmi- yorum. bu kızcağızı, ölen kızımı hatırlattığı için çok seviyordum... şında idi, — BSiz gelmiyor musunuz Mösyö . O zaman, salonun loş bir kö- n Catlı bir ses duyuldu: — Eğer müsaade ederseniz, biraz daha kalmak istiyorum. VENÇESLAS VOROBEYÇİK O zaman, Senter ile Enkarnâsyon istintak hâkimi, müddeilumumi — ve deri ile beraber, gayct mahvi- yetkâr ve daima gerilerde kalan bir adamın da gelmiş alduğunu hatıria- dılar, Bütün bu adam, sesini çıkarmadan bir köşe- |de oturmuştu ve herkes önun mev- cudiyetini unutmuştu. Esusen, o da ben bütün dikkat ve itinasını, pantalonu tek ütüsü ile kravatımın düğümünü İdüzettmiye sarfediyordu. | “Adam, kendinin hazırlandığını gö- İrümce, yerinden kalktı, salonun or- lü, Şimdi, Senter le En- 'un gayet şık giyinmiş ol- duğunu görüyorlardı. Bu adamın ga- yet tuhaf bir sarı renkte ayakkapları yardı ve ayakkaplarına hususi bir |itina gösterdiği belliydi. ür, Za- | tahkikat müddetince, Buldünüz. Hem eminim ki, B” İtabkikat ile alâkadar gözükmüyor, | Eğer Don F kaçıp gitmiye m İTürk korsanları hesabına çok acı netice verecekti Murat Reis — O kayığı mutlaka yakalamali ** İyız, diyordu, eğer elimizden kurtü ? lup giderse, düşmanın büyük KU vetlerine hâdiseyi haber verecel hiç yoktan, yani Papanın gemileritik ararken, İspanyol dönanmasile haf be tutuşacağız.. j Murat Reis korku nedir bilmezdi Fakat, böyle bir ihtiyatsızlığa me3” dan vermek de hiç işine gelmiyi İspanyolların — Halkulvaad kâ önünde kırktan fazla gemileri VAF dı. Küçük bir korsan filosu gıb'lf' böyle bir kuvvetle boy ölçüşmek #” temezdi. (Devamı var) Kara adam Bir çocuk okuduğu Hikâye yüzünden Korkarak ölüverdi! Salzburgta bir çocuk - birdenbift ölü olarak bulunmuştur. Yapılan tü kikatta çocuğun korkuadn - öldü lanlaşılmıştır. Korku da şudur: | Çocuk son günlerde bir çok ga7'” İteler ve mecmualar okumakta V bunlarda (Kara adamın sergüzesi” leri) ismindeki müthiş korkunç hikâye resimli olarak tetrika edil ” mekte imiş Çocuk son günlerde bi hassa karanlıkta gezmemiye, kâap! dan dışarı çıkamamıya başlamış ” annesine: — Kara adam geliyor? — Ânne korkuyorum. Kara ada 'ne zaman gelecek? Diye söylenmekte imiş. | Annesi ve babast çocuğun korki” sunu keşfedince mecmuayı ve B* İzeteyi okumaktan menetmişlerse “ İçocuktan korku gitmemiş ve nihâ İyet geceleyin abdest bozmak üzeff arıya çıktığı vakit birdenbire şüp ölmüştür. Hükümet korkunç hikâye ve resifi Küçük Evelin 10, Jakob 45 ya- ineşreden gazetelerin ve mecmualâ rın aleyhinde takibata başlamışti” İ | Orta boylu, otüz yaşlarında, ku"': ral saçlı idi. Daha doğrusu, saçl rından arta kalmış olanı kumral Açık alnının üst tarafını örtmiye lışan bu saçlara, ayakkaplarına terdiği kadar bir Hi baktığılir nları tarayış tarzından anlaşılıy0” du. Adâm, Senter'e döndü: — Sizi, huzurumla bir kaç dakt daha rahatsız etmeme müsaadef İrica ederim. Nerde kaldı ki, bü mı daha evvel yapamadım, çok idi < ğim zaman söylemiş olmalarına İmen ismini de unutmuşsun! İKendimi tekrar takdim etmem zım gelecek, Esasen ismim biraz L |hafça olduğu için çabuk akılda B mıyor. Kendimi tekrar takdim !ynrıım: Venceslas Vorobeyçik' | Bunları söylerken; adam elini süne götürdü ve büyük bir M |simde imiş gibi, eğildi. Senter "’; |dama soğuk soğuk bakıyordu. |fik görüşte, sinirine sokunmuştu. sebepten, biraz sertçe, sordu: — Vaüzifeniz? — Polis müfettişlerinden! (Devamt tü- gö aai

Bu sayıdan diğer sayfalar: