30 Ocak 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

30 Ocak 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Kensolos, B "Bizim Durum icabı ydra ile vermiyenleri dedim, kararımı niş na usun, dim. <östencenin kenarından, iki ya nuna bolluk ve zenginlik dağıta 5 rak, hafif kıvrıntılarla nasl maz” akan (Kara su) adında büyük OT irmak vardır. Ne yazik ki, bu gü zel ırmağın iki yanma dizilen köy lerin halkı, şimdi bilmiyorum ie kat o zamanlar, bir yosma naz ve edusiyle kırıla Kıra akan sia kucaklayıp öpecekmiş gibi m ağaçların gölgeledikleri sazlık. > yeşilliklere gömülürlerdi, cömer tabiatın serdiği, serptiği eşsiz gü iller karşısında kuşlar gibi aşk besler, büyütürlerdi. Irma - suyundan iki yanlarında- ki verimli toprağından da Bulgs- ristandan gelen bahçıvan gospo - dinler istifade ederlerdi. Vucut - larım besler, keselerini şişirirler di. zelli larını ğın gür wmenlerin gafletleri, zevk ve eğlenceye muhabbetleri — ünden bayağı bir Bulgar sömür - pe baki elk bu civarı her gün dolaşıyor, çehreleri kendime ve arkadaşlarıma benzer Bulgar ar yordum. Güç bir işe giriştiğime, aradıklarımı bulamıyacağıma hük- mile sıkılmayınız saym okuyü - cularım. Çünkü o zamanın pssa - portlarında bilhassa işçi, çiftçi gi bi insanların pasaportlarında, şim diki gibi fotoğrafları bulunmazdı. Bunun için #radıklarımı bulmak- ta, kendileri ile anlaşmakta, hat - tâ tahmin ettiğim kadar-bile”z0r- krpemiştim. Teşebbüsümün ünü, ben Tırnovalı Todo- imitri, Giritli Mustafa ri oğlü e. Anastaş, Hüseyin Ça- Yuvan Sol oğlu Apostol olmuş- vaş ta” eişiklik bize onar altın tuk, Bu ÖL lerimizi trampa ete vermek, ersiz bir feda - Mek gibi S* — Ne olmuştu. rağa Mİ östencedeki Rus resi E aanesindeydik. vi kans0” bilmem, bir ir iki defa gidip ze Memuru hay gaglndi: Pl ein odasına 80 ye götürdü. Rusça bil- de Po çin, könsoles çe görüşüyorlar- , bizim Bulgar KL nalinden bah- bey de baştan &- #ediyor, kon kâtibe de s0 - Sağı beni sü? Yuyorduz A — e Di Yi a — Bili k ks ” tâ Bulgares)” 4, Onların halle şöyor kinden rençber olduk- ri mi de tereddüt edile- Şar demek uy biraz şüphelt ar mı bunlar?, yek bun! güme bakmak - Konsolos DE lerini kâtibe çe - 1 eda ile gülüm - bit hal nda bir Za — Ben bu yö rum. Bi iy * Niçin git- wet göre” in biri! Niçin iller gibi GÜLÜ desaya sordun , bahçıvanlık ye * yanında çalışmı- e lüyorlar. 3 “ki, konsolos ta Teyekklir cıkmadı. Hat- kâşibı gibi €V iş halde benimle *4 Bulgar€i pımı çağırıp ü m görmedi. Kâti- de birez eğlendi. yağışladıı küz- eşeklik ekledi idi gi arkadaş!" şmiye, * e ük sıfatına BİK © ve emrini vr” — yap ee ş > Josun asnmetli Me Ka iğim arab Ge da çe! de unutamam. U- güm bana sa- güntü ile e© a, gitsinler etler kadar uzun gelmiş, hele kon- solosun İlk bakışları karşısında &- zilip süzülmekten, ümidim gibi dermanım da kesilmişti. Fakat konsolosun insanlar arasında ger- çekten hayvan yaradılışlı adamlar da bulunduğunu cok güzel ispat © decek bir şezilde gösterdiği keskin ihtisas İle hir bakışta bana öküz- lük tevcih edince miye niç te maha tım. Kabiliys rımızıtı vize edilm ile göstereceğine bayağı inanmış ve çok te ferahlamıştım. Vizeli pa- sapor'larımızla konsolosaneden na- sıl sevinerek çıktığımızı artık takdir buyurunuz sayın okuyucu" larım 1331 yılı Nisanının üçüncü günü idi. Rus bancırslı “Nikol: va- purunun güvertesinde culumuzu, kebemizi yapmıştık, kocuklarımıza ürkmiye, titre- lami sarınmış, koyun derisi dağarcıkla- rımıza baş soyup yatmıştık. Soluk ve fersiz Nizan güneşinin ilıklığı yüzümüzü okşuyordu. Deniz sakin, gök bulutsuz rüzgâr durgun deni- lecek kadar hafif esiyordu. Vapu- rumuz, gümüş gidi parlıyan bir buz düzlüğü üzerinde, tıpkı usta kayakçılar gibi biraz sarsılarak fa- kat emniyetle ve sessizce kayıp ilerliyordu Etrafımı saran tabii dekordaki bu durgunluk ve sessizlik, neden bilmem, boynu bükük bir öksüzün üzgün ve suzgün hali gibi görün- müştü bana Daima yakmasını, par lamasını istediğim güneşi, bü olık- lığı ve fersizriği ile istıraptan sara- ran bir ökzüsün solgun yüzü benzetmiştim. Rüzgürn hafif ve cansız esişi, mecaisiz bir öksüzün kesik ve iç soluyuşuna ne kadar da benziyordu — Bilseniz, Ya, şen ve- şakrak çocuklar rıbi dalma sıçra- yıp zıoladığım görmiye alıştığım denizin o günkü durgun hali, tıp- kı bir öksüzün hüzünlü tavrı gibi etrafa yels ve gam saçıyordu. | ae bu halinde bir hafif. Tik, bir yetsizlik sezinlemiş, içlenmiştim Hiç te uğur saymadı gım bu yumusaklık bu uyuntuluk karşısında İrade ve imanının bayağı didiklenmi,. dişlermiş gibi sarsıl- dığını ürkmüş. sinmiş gibi bir bez- ginliğe kapıldığırı hissetmiştim. Gönl-im. taliatin eszaplanıp şah- lanmasını, denizin kanayıp köpür- mesini, rüzyörin sertleşip delirme- sini, göğün kararım kapanmasını özlüyor, irade ve ımanımın da ta- biste uyup kükremesine özeniyor- dum, Bunu da, yoluna düştüğüm işte muvaffek olacağıma uğurlu, yumlu bir işsret sayıyor, bekliyor- dum. Felek, alt» saat sonra dileğimi yerine getirmişti. Tabiat kamçısı- şaklatmıştır Deniz coşmuş, rüzgâr kudurmuş, gök somurtmuştu. Gür- lüyor, çakıyor. yıldırımlar savuru- yordu Karadenizin ak köpüklü dal gaları arasında bir ceviz kabuğu | gibi sürüklenen vapurumuzda gü- len, sevinçteu kızaran tek yüz be- nimdi. Bütün çehreler sararmış, kararmıştı, Falım uygun çıkmıştı. Muva'fakıyet mukadderdi. artık. Ben de deniz gibi coşmuştum. Zıp- yor sıçrıyor avazım çıktığı ka- dar bağırarak zafer destanları oku yordum. Yüreğimdekilerini bilmi- yenler hal ve tavrımdaki anormal» ligi görerek hiç şüphesiz, çıldırdı- gıma hükmetmişlerdi. Hattâ arka- daşlarım bile. Nisanın atuıncı günü sabahi Ode- saya “nmiş, iMoskova) caddesinde (Spilandid Palas) oteline yerleş- miştik Otuz elti sast süren salıntı, sarsıntı, affedersiniz bulantı arka- daşlarımı, içkili bir kına gecesi eğ- İentisinden çıkmış sarhoşlar gibi sersemletmişti. Yatakları içinde YAN —— ————— ——————— nn —ğ—ğ—ğ—ğğ— LGAR SADIK Tarihin En Esrarlı Çehresi: 75 Şarihin En Kararlı Çehre: Konsolosane Kâtibi Şüphelenmişti e eni Baştan Aşağı Süzdükten Sonra Mujikler Gibi Öküzün Biri Dedi bir ölü sessizliği, hareketsizliği ile uzanıp kalmışlardı Gemideki falının uygun çık- al arttırmıştı, ümltle- bir m çınlıyor, galpten gelen lendirmişti, İkide gür bir ses — Durma yürü Sadık!.. Muvaf- fakıyet seni bekliyor! diyor görünmiyen kuvvetli bir el daima it dürtüyordu beni, yor garsonunun tecrüneli eline bıraktım, kendimi sokağa attım. Bir saat sonra Sofiça caddesinde, “Aleksandr Samet) in kapısında idim. Bugünkü gibi ha- tırımdadır, halkasına deli gibi asıl dığım çanın evin içinde kopardığı acı ve hırçın çıngırtıları daha bit- meden, açılıyeren kapının eşiğinde ince vapılı, tatl bakışlı, sadef diş- li, kumral güzeli sir kızcağız belir mişti. Dostumun va kardeşi ya da ailesi olduğunu tahmin ettiğim bu madam veys matmazeli. verlere kadar eğilerek selâmlamıştım. Ve: — Sizi rahatsız ettim efendim. Aleksandr Sumefi görmek istiyo- rum Diyerek »çeri girmiye hazırlan- mıştım ki, sızcağızın yüzünün ek- şimesiyle demir kapının hi ratıma kapanivermesi bir olmuştu Şaşırmıştım. Gerçi kıyafetimin bir Bulgur dilencisinden farkı yoktu. (Devamı var) a su Bilecikte Bir | Köylü Karısını Ö .. . idürdü Bilecik, (TAN) — Bundan bir se- ne kadar evvel işlenilen bir cineyet şimdi meydana çıkarılmış, karısını öldürmüş olan bir köylü tevkif edil miştir. Tafsilât şudur: Göl pazarının Üyük köyünden Os- man, karısı Ilediyeyi kendi evinde başka erkeklerle beraber görmüştür. Birkaç gün sonra beraberce pancar ekmeğe gitmişler, aralarında kavga kmış ve Osman, Hediyeyi boğup skarya civarında bir yere gömmüştür. Ertesi günü de, karısını | arayacağını söyliyerek köyden ayrıl- lee Tavsanlıya gilerek çobanlık eden Osmandan orada şüphelenilmiş, hü- viyet cüzdanında evli olduğu yazılı bulunmasına rağmen zabıtaya “be - kârım,. demesi büsbütün nazarı dik- kati celbetmiştir. Nihayet Hediyeyi öldürdüğünü itiraf ve tevkif oluna Osman, etmiş, ak buraya gönderil muştur muhakemesine başlanılacaktır. İzmirde İncir, Borsada Satılabilecek İzmir — Önümüzdeki seneden i*i- baren incirin borsada nümüne üze. rinden satilmasında biç bir mahzur olmadığı neticesine varılmıştır. Tütünün borsada satılması için ya pılan tetkikat henüz bitmemiştir. İzmirde 15 Günlük İhracat İzmir, (TAN) — Ticaret odası Wi- manımızdan on beş gün işinde ecnebi | memleketlere ihraç olunan mahsulle- İrimiz hakkında bir istatistik hazırla- | mıştır. Buna göre 15 günde 2.678.125 Vira kıymetinde 95.9172 tonluk mah- sul ihraç edilmiştir. Bunun 312,561 liralığı üzüm, 142.058 tiralığı incir, 1.037,157 liralığı tütündür, | kılırsa, bunda k Boğaz Hastalığınm Beyazı O da, kırmızımsı gihi, en ziyade kiş mevsiminde görülür. Bu mev- sİmde olmasına göre soğuğu ve rü- tubete hamledilirse de, bu yıldaki gibi, soğuk olmıyan kis mevsimle- rinde gene çokca görüldüğüne ba mevsiminin s0- #uğundan ve rütubetinden baska sertlarınm da tesiri olsa gerektir: Havaların sık sik değişmesinde gö- rülen elektrik değişmeleri, yahut | ve > anın heniz bilemediğimiz baş- ka halleri, Boğaz hastalığınm kırmızısı ile beyazı arasında höyük hir fark var dır: İkisi de ayni mevsimde cok gö- rülür. Ikisi de ehemmiyetsizdir. An cak kırmızı boğar hastalığı güçlü kuvvetli adamlarda olur, Beyazı da kendi basına ağır, vahim bir hast lık sayılmaz, O da'çabuk geçer. Su kadar ki boğaz hastalığının bu tür- lüsüne tutulanlar —cocuklar müs. tesna— zaten baska hir hastalıktan yorrun olanlardır: Ateşli bir has- talıktan yeni Okalkanlar, yürek hastalığına, verem hastalığma, ka- raciğerde yahut böbreklerde bir hastalığı bulunanlar gibi, Bu has talıkların hepsinden «alim kalmış adam bulmak gile olduğu İçin ber ğaz hastalığının sadece kırmızı la gecen sekli az görülür, en riyade görülen boğaz hastalığının beyaz renklisidir. Demek oluyor ki bu hastalık hir bakımdan faydalı bir şey sanılabi- lir, Kendisi ehemmiyetsiz olmakla beraber vücudün bir tarafinda yorgunluğa, zayıflığa bir sebep bu- lunduğunu haber verir. Onun İçin vücudünden haberi olmiyanlara boğaz hastalığı gectikten sonra vücudün her tarafında #mumi bir yoklama yaptırmıya vesile olur... Kışın boğar hastalığı sadece kır- mizrltkla geçerse merak etmeğe hiç lüzum yoktur. beyaz olunca, gene merak etmeden vücudünüzün bütün uzuvlarmı birer birer yok. lstırsnniz ihtiyatlı bir İş görmüş olursumuz. Boğaz hastalığınm bu türlüsü de birdenbire titreme İle baslar, Ateş te viiksek olur, Otux dokuz dere- çedir. Daha ziyade erktiğı vardır. İlkin. dilin paslı olması, bulantı, baş dönmesi, mide bozukluğunu hatıra getirir. Fakat birar sonra yutkunmada güclük, boğazda nğ- rının şiddeti olması hastalığın merada olduğı bildirir. Ririnei güntü ağrı yalnız bir tarafta olur. O zün aynada boğazımıza bakmak isterseniz ağrıyan taraftaki ba- demeciğin üzerinde beyaz beyaz be- nekleri görürsünüz. Rofaz hasta- hiğmin yalnız bir taraftaki badem» ciğin hastalanmasile geçmesi na- dirdi. Öteki de er veya geç ayni hale tutulur. Bazılarında bir taraf- tnki biter de öteki taraf sonra haş- lar. O zaman hastalık daha sıkın» tile olur, Hastalık çabuk gecer, Yalnız bi raktığı yorgunluk daha uzun sü. rer. İnsan sekiz, on gün derman- si, bozuk sinirli kalır. Tekrar gel diği de çoktur. Onun İcin ates gec tikten sonra birkac gün daha İsti. rahate devam etmek lâsrmdır. Çocukluğa yakın genclerde ho- nr hastalığının hevazları böyle bademelklerin üzerinde olmaz da, aralarında birlesir. Onlarda bu tür. | lü boğaz hastalığı baska hir uruv- da hastalığa değil, bademeiğin ken- disinde iltihap istirkidima delâlet eder, Ondan dolayı boğaz hastalığı sık sık ta gelir. O çenelerin bazılarında, hadem- eiklerin aralıklarmda hasıl olan nm beyazlığı katılır. Onun İçin çocuklarda ve çocukluğa yakım genelerde bademciklerin aralıkla rmda beyazlık görülünce difteri hastalığı hemen hatıra gelmelidir. Hekim ve Tâboratunr bulunan yerde çocuğun hoğazındaki heyaz- İktan bir parca alın müayene et- tirmek işi halleder. Lâharatuar olmayıp ta yalnız hekim bulunur. sa 0. ne yapacağını bilir. İ de hulunmadığı verde, bir kere, çocuğun hoğazma - her ne olursa olsun - bir ilâc sürmek- ten sakınmalıdır. İlk günü çocw- Eun boğazmda görülen beyne be- pekler, kırk sekİz snaf sonra, co- galmamıs, avni halde yahut azal mis” olursa difteri olmadığına cok ihtimal vardır. Beyaz beneklerin arsları bevazlıklarIn. dolmuşsa © vakit uzaktan, yakmdan difteri se- romu bulun çocuğa serom yaptır mak lâzrmdir. Bir de etrafta zatep difteri has- talığı varsa, o zaman da kırk se- kiz saat heklemeğe tahammül edi- lemez. Beyazlar görülünce gene uzaktan yahut yakmdan hekim ow- Twp eocnön göstermelidir. l Yakında AŞ 000000000004040000000000906000 ......00 Kö u istasyona giden yol, eriyen karlardan dizboyu çamurdu. İk' mızrak boyü yükse- len güneş henüz tarlaları örten kar ların üzerinde pırıltılarla ve göz kamaştıracak yanıyor, fakat yolda ki pissu pırikintilerine vurunca donuk sarı Bir renk alıp boğuluyor du. Kocaman ve altı çivili kundura- larını, çıplak ayaklarına geçirmiş olan rüçük Hasan sağ koluna al dığı yüğümü, ara ra dinlenerek sürüklemiye çalışmakta idi. Ba- zan sol elindeki çinko maşrabayı yere 'irakarak ağır yükünü vücu- İ düne daha 27 ağrı verecek bir şe- kilde kavramak istiyordu. Ağzına kadar ayranla dolu olan güğümün alt kenarı her adım atışında dizle- rire jurmakta ve dirseğine kadar geçirdiği sapı kolundan kurtulup önüne yuvarlanmak ister gibi, ileri | hamleler yapmakta idi. Kundura- larının arka tarafı o kadar dişarı doğru eğilmisti ki, çocuğun topuk- ları ayakkabının ökçesine değil, doğrudan doğruya çamura basi- yordu Yaz, kış her gün gitmiye mecbur, olduğu bı: #r: saalik yol bu sefer daha uzamış gibiydi Tam yarı yol- da bulunan küçük ve kuru söğüt sacı henüz ufukta ve sisler için- deydi Küçük Hasan hiç bir sey düşün- meden ilerliyordu. Ne evde kendi- sinin dönmesini bekliyen iki kü- çük kardeşi, ne de dört sast uzak- taki nahiye merkezinde hizmetçi lik yapan anası bu anda aklında de- ğildi. Ayranini satıp satamıyaca- ım ds düşünmüyordu. Kafasında yalnız bir şey vardı" Bu yolu tek» rar yürümek, geri dönmek mecbu- riyeti. . Küçük Hasan senelerdenberi gördüğü şeylere elâkasız gözlerle bakıyordu. Kuru sazların arasında çorax ovayı oyarak geçen ve tâ ya nina gelmeden farkına varılmıyan dört adım genişliğindeki küçük derenin yanyana uzatılmış üç ka- lastan ibaret köprüsü artık çöke- cek kadar «sllanmıya başlamıştı. Biraz daha yukarda, küçük bir sırta dayanacak ovaya bakan de girmenin uğultusu duyulmuyordu. Bu kış günlerinde üç gün işlerse beş gün işlemiyen, kapısının önün- deki yaprakları dökülmüş üç sö- gütle tamamen terkedilmiş bir vi- raneyi andırıyordu. Uzun bir ağlamanın sonunday- mış gibi içini çekti. Maşrapayı tut. tuğu #ol elirin çatlaklarla örtülü üst tarafı ile burnunu sildi. Gözle rini ileri çevirince istasyona yak- laştığını gördü. I tarafı çıplak dağlarla çev- rilen bu upuzun ovanın tam orta yerinde yapa yalnız duran ve ve etrafındaki yapraksız akasya- larla Âaha zavallı görünen bu so- ğuk bina, oreva tesâdüfen atılmış bir taş parçasını andırıyordu. Gün de iki defa geçen posta treni bile, ne diye bu mânasız yerde duruyor- rum diye hayret eder gibiydi ve bir kaç dakikalık tevakkuftan son- ra kaikarken çaldığı düdükte ke- yifli bir ıslık edas: vardı. Küçük Hasan istasyonun tahta parmaklıkla ayrılan hududuna ge- lince biraz dinlendi, sonra yine tah ta parmaklıklı kapıyı aralıyarak içeri <üzüldü İstasyon binasiyle raylar arasın- da kalan dört beş adım genisliğin- Yazan: Sabahattin Ali gereeseseseapeeessssesessessssesesessree 5 İlKi GÜNLÜK HİKÂYE 8 İ....0.0002.0000000000000000000000002009 40400009 deki verde neyt üstüne 0- turan iki köylü ile, kaputunun için de büzülmüş gibi duvara dayanan bir fandarmadan tu. Burası öyle çeşit kebaps mişçilerle dolan büyük ista dan değildi. Ancak yazın civar köy lerden kara üzüm, kavun, karpuz getiren beş or köylü burayı can- landırırdı. Kışın ise küçük Hasan- le vir küçük bir kü- getiren topal ve ih- tiyar hir köylüden başka kimse or- talıkın görünmezdi. Tren geldikçe rahatsız edilmiş bir suratla ortaya çıkan istasyon memuru, işi biter bitmez derhvl odasına çekilir, bü- tün gününü on senelik akümülâ- ndan bir ses çıkara- esla vets getirmeden makla geçirirdi Bugün kış armudu satan köylü de ortada yoktu. Küçük Hasan gü- ğümü yerin ıslak kumları üzerine bırakarak rayları seyre daldı Her gü adamı bilmediği bir yerden alıp i*lmediği bir yere götü ren bu upuz ır ve sonu olmıyan de- mirlerin arasında gelip geçen Joko motiflerin b raktığı siyah yağ leke- leri sörülüy.rdu. | een w» düdük sesi ile irki di, İstasyona gelen tren ken dini uaber veriyordu. Lokomotif tam vağ İekelerinin üstüne geldi ve durdu. Küçük Hasan kurulu bir maki. ne gibi güğümü ve maşrabayı Ya“ kalıyarak trenin Boyunca koşmuıya ve başinı pencerelere kaldırarak" “Ayran, avran, temiz ayranl,, diye nağırmıya başladı. Yann “buz gib: diye bağırırdı, şimdi, bu soğuk huvada, sankı her ayran kelimesinin başında hâlâ o “buz gibi, mfatı vardı. Kimse ba- ını şevirip takmıyordu bile Tre Bin nemen nemen bütün camları kapalıydı, açık olan bir iki tanesin. de de boy saçlı yün bluzlu ka. dınlar duruş ordu Kürük Hasahın gözleri, del zamanı çeşit gazozcular, yer fe kış armu süzlere ek- miş pibi kapalı camlara diki iyor ve bunların »rkasında tenake maş rapadan ayran içebilecek insanlar: hali vakti yerinde köylüler, boyun bağsı« esnaflar, İzinli giden asker. ler, hasılı susamış #imseler ariyor. du Bir baştan bir tasa üç kere tu. Güğümür keskin ken ince oacaklarına İakat o, azıcık yüzü rak: “Ayran, temiz ayran! ğe devam ediyordu Dört bardak, hiç olmazsa dört bardak satabilseydi. Buna muka, bil alacağı bes kuruşla eve bir ka Ta ekmek götürebilirdi. Onu mesini, aç bİr Uyusukluk dört gözle hekliyen iki kü deşinin hayal! gözlinden gi; bi gelip geçiyor ve o hep b du: “Temiz ayran... Temiz. Annesi hizmetçi bul unduğ den haftada bir kere, bi, için geliyor. yanında bir, bir kaç soğan. baan 3 pekme getinyordu vi © e Üç tane aç mideye iki gün bla öi miyordu... Ondan sonra iki karda beslemek vazifesi #üçük Ha, > düşüyordu. Biri iki öteki beç peri da olan bu sıska çocukların bütün işleri, basık tavanlı bir “ da i Ki mdan iba koş- rl dibi SATPIP acıtıyor, ÜNÜ buruştura. “» deme. n gel- İçinde çük kar. imsek gi. Ağirıyor. yer- r kac saat AZ yufka Meram war)

Bu sayıdan diğer sayfalar: