16 Mart 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9

16 Mart 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

anıha : Trenle, Ankaraya, hiç mola ver- Melen, Yozgada vardık. Kumandan . kuvvetlerini, vaziyetin icap Mirdiği sekilde dağıtmıştı. Bu a- > böni de Akdağı madeni ile S- #rasındaki isyan mıntakasma emişi, Madene vardığım za- asabayı yakılmış, yağma €- Pişi, | bir halde buldum, Tahki- Küyg aşladm. O zamanın şöhretli lil Delihacı adm rifin, kendi gibi üç yüz > kasabaya hücum ettiğini, a için silâha sarılmak İste- Mn önüne belediye reisi İc, Dün geçtiğini ve halkı alda a © Kasabanın Delihacının sdam- i, rafından yakılıp yağma ©- iğ sebebiyet verdiğini -öğ- taya biraz daha derinleş - lüzum gördüm. Çünkü ve reisi OoŞükrü denilen iş, Yozgatın ilk isyanında ben- a İcna intibalar bırakmıştı. kitler de bir gün, Çapan oğlu ilin Boğazlıyanda, Kılıç Aliyi Iğını haber almış ve he- ta, Müfrezemle o tarafa koşmuş- madenden çıkar çıkmaz, hah iye reisi Şükrü denilen e camanaye koşmuş ve We yanda Çapan oğlu Celâle i, İolgraf uçurmuştu. Kılıç Ali Ya, , Kistırılmasından memnuni » heç “Yan ile maden halkının gnin- AĞ teşekkürlerile beraber, bö- 4, e Kılıç Aliye yardım için haberini verem-bu telgrafı ben, Mn. Gepah oğlunun eline kasan adını taşıyan Yobazın Hang daha evvel aldığı bir tel- Gapazi benim hareketimi öğrenen iş oğlu Celâl, ben Boğazlıya- Yarmadan evvel, kaçmıştı. Te- tün Boğazlıyan telgrafhane - * önüme serdiği bu hiyanet na da hemen kumandanım Beye göndermiştim. 4 Zaman Yozgat mebusu olan kardeşi Rıza Beyin şefaati X kurtulan bu hain şakinin, bu na İsyanda da ele başılar ara- li ıştığını, maden kasaba ve #felâketini — hazırladığını rakam. Isyanın son ka - haty verildiği sırada, madenin lilarından ve milli fikir ve #araftar bulunanlardan Beyin de yok edilmesi key- Deli Hacı ile belediye reisi raflarından isyan progra- 'çirilmiş. İsyan başlayınca, verilen karar mucibin- Hacı üç yüz atlı ile ma ulmuş. Bunu haber alan una sarılan halk sokağa . Kasaba kenarında Deli yüz geri etmek için toplan- Ikın bu haklı galeyan ve ini haber alan belediye re- ü de, giyinmeğe vakit bu- gecelik halile sokağa fir- ikı yatıştırmış, evlerine © kandırmış. ik sakinleşince Deli Hacı ne girmiş, oDoğruca gidip İ Beyin evini sarmığ. Zaten da bulunan Bahri Beyle e- ârı silâha sarılmış. Yapılan ede Deli Hacı vurulmuş. in öldüğünü gören yol - fi EM ee EL Tü Börg hırsla şehire saldırmış. Üğümüz gibi yakmış ve yağ- da “tmiş, €n bu tahkikatla uğraştığım , , Sirada, kumandan muavini- ; Hacı Vasfi Bey de madene il DİŞ ve işe el koymuştu: Teş- #dilen divenıharpte memleke- v, Aİvanetleri, isyanda teşvikçi İk “9 başı vaziyetinde bulunduk Ki, Anlaşılan belediye reisi Şük- e dayısı İbrahim, damadı Hüs- *niştesi Hasan ve Şükrünün R Dayı Mesut adamlarından Molla Mehmet ve isimlerini şimdi hatırlıyamadığım dokuz kişi idama mahküm edil - mişler ve hükmün verildiği gü - nün sabahı da asılmışlardı. Bu havalide tam üç ay kalmış ve asi- lerle uğraşmıştık. Biraz da yukarıda ismi geçen Rıza Bey, bana pek tuhaf ve ib- retli bir hâdiseyi hatırlattı. İlk Yozgat isyanının son günlerindey- di. Hamdullah Suphi Beyin kar - deşi olup şimdi nerede ve ne işle meşgul olduğunu bilmediğim Çam cali Kerim Bey; o sırada Akdağı madenine yakam tayin edil - mişti, O zamanlar Yozgat mebusu hküm Olmuş Yakın Tarihin En Esrarlı Çehresi: 117 Belediye Reisi Halkı Aldatmıştı : rpte Vatana Hıyanetleri Sabit Olan Belediye €isi İle Arkadaşları Ma ve Asılmışlardı bulunan bu Rıza Bey, Hamdullah Suphi Beye hulüs çakmak ve hem- şerilerine de caka satmak için ye- ni kaymakamı madene götürmeyi, balka tanıtmayı üzerine almış, yo- la çıkmışlardı, Ben de o esnada, on beş senedenberi dağlarda ge zen Kürt Memo adında bir azılı- nin takibi ile meşguldüm. Bu Bey- lere (Karamara) denilen Oköyün yakınlarında rastlamıştım. Kerim Beyi İstanbuldan tanıdığım için, tabii eski günleri hatırlıyarak bi- raz yarenlik etmiştim. Bu arada da, muhitin vaziyetinden bahisle, O geceyi geçirmek istedikleri Ab- durrahman köyüne gitmemelerini ve (Karamara) da kalmalarını tav- siye ile, kendilerinden © ayrılmış- tım ok sevdiğim Kerim Bey ile Ç buluşup görüşmek bana u- ğurlu gelmişti. Çoktanberi arka- sında gezdiğim halde, bir türlü kuyruğunu ele (geçiremediğim (Kürt Memo) yu iki saat ileride “Yalınç,, köyünde (o kıstırmıştım. 'Tam kısrağına atlayıp kaçacağı Si rada üç arkadaşiyle beraber tepe- Jodim. Cesetlerile silâhlarını hay- vanlarına yükliyerek “Karamara,, ya döndüm. Kerim Beyin, Abdur- rahman köyüne gitmek üzere Rı- za Beyin ısrariyle bir kaç sast ev- vel, köyden gittiğini muhtardan öğrenince, midem bulanmıştı. Ri- za Beyin bu ısrarı bana pok yakı- şıksız ve hele çok münalı görün - müştü. (Devamı var) SAFRA YOLU TAŞLARI Kadınlarda meydana çikan müz- min hastalıklar arasında rökor kr- ran bu hastalıktır, en çok bu görü- lür. Eski zamanlarda büyük &- taşları da pek meşhur olduğundan safra taşları kadınlığın, böbrek ve mesane tas- ları da erkeklerin nasibi sayılır- lardı, Şimdi erkekler arasmda mesane taşlarından şikâyet eden- ler uzuldıysa da, safra taşları Ba- yanların yakasını - daha doğrusu sağ böğrünü - hâlâ bırakamamış- tır, Bu hastalığın neden dolayı da- ha ziyade kadınlara musallat ol - duğu, hemen bugünlerde denile. cek kadar, yakın zamanlarda an- laşılmağa başlamıştır. Fence pek meraklı olan bu işi başka bir gün anlatacağım. Bayanlarda bu hastalık otuzla elli yaş arasında, tam olgunluk” devrinde, hir gebelikte, vahut ço- cuk doğurduktan sonra sancılarla meydana çikar, Fakat başlangıcı ondan pek önce, gençlik zamanm- dadır. Otuzla elli yaş arası da ta- bii yaşlılık demek değildir, kız- lik zamanında demek istedim de, kalem sürçtü... Hastalğa istidat 2- nadan kıza geçer diyenler çoktur. Bir de Bayanların çok oturdukla- rini, hem de çok yediklerini iddia edenler çok olduğundan bunlar da safra yoluna taş toplanmasma İs- tidat verir, derler, Bir de üzüntü- ler, kederler, düşünceler. Fakat safra taşları mı bunlara sebep o- lur, yoksa bunlar mı taşlara, pek iyi bilinmez. Galiba, hepsine bir- den sebep olan şey kadınlıktır. Safra yolunda taşlar pek genç yaşta baslar ama, hemen meydana çıkmaz. Uzün uzun yillar - kadın hayatının yıllarıma uzun demek caiz olursa - hemen belirsiz gibi kalırlar, Yalnız, mide bozukluğuna at- fedilen birkaç alâmet: İştahım az olması, yemekten sonra midede biraz ağırlık, biraz sıkıntı, mide- sine yumurta, yağ, kızarmış etler ve katı peynirler dokunur, o vakit karaciğeri ve safra yolunu hatır lamak lâzımdır. k Yemekte rahatsızlık geldiği va- kit belki sağ böğürde, ortaya doğ” Tu biraz ağrı, bir de titreme olabi- lir. Kimisinde yemeğin hemen ba- smda, kimisinde de hazım sonun- saner, midede yanmak, esnemek, bazılarında da üstüste geğirmek 0- lur. Böyleleri mideden gaz çıkar- dıklarmı zannederek hava yutan Bayanlardır... Neden sonra bir gün, gebelikte, yahut lohusalıkta Crisime , rap yen günler içinde sızlık a tar, bulantı çoğalır, midenin üzeri pek fazla hassas olur. O zaman karaciğer de elle yoklanırsa az çok büyüdüğü anlaşılır. Arkasmdan şiddetli sancı mey- dana çıkar, çok defa akşam yeme- inden tiç, dört saat sonra.. Saner nm bulunduğu yer derinden e ormuş, o koparıİrormu$, - Ni gibi gelir, Saner devamlı olur, fakat arada sırada daha siya- de şiddetlenir. Biraz uyusuyor- mus gihl olduğu vakit kücük bir hareketle, yahut yerine biraz bas- makla hemen uyanır. Sancınm asıl Yeri sağ böğürde kaburga kemiğinin “kenarındadır. Fakat oradan sağ omuza, barila- rmda göğüse, boyuna, basa doğru yayılır. Her halde bu safra yolu sanetsı sağ tarafta olur ve daima yukarıya doğru yayılır, Sanct basladıktan biraz sonra kay gelir, ilkin midedeki yemekler kar, arkasından safra çikar. İn san bu halde su bile içemez... San- er ile birlikte gelen öksürük, baş dönmesi, çırpımmak, idrarda karı- şıklık alâmetleri ikinei - derecede kalır. Ates bulunsa da pek vüksek değildir. Yüksek olursa sefra ve- Tunda Mihap olduğunu gösterir. Fakat bu sancı o munyyen gün- ler içinde gelince, dem'in kesile- bileceğini düşünerek bunu merak etmemelidir. 023932 DOLA AAA O PN ç HİKAYE Ş v v İM v v v v fazan: Halikarnas Balıkçısı Ğ e | 0233333333232 322s M otörlü kayığın upuzun am- top gibi, sşağısındakilere ciro et- barına, fasulyenin içine sira- mekti. Fakat bu gök gürültüsü lanan fasulye taneleri gibi, inekler öküzler sıralanmıştı. Büyük Alpuf- ten, Aleko, Johnson tütün şirketi- nin “eksperi Bay Haşmet Çongur- tekin Karaoğuz, Dadça taraflarm- daki tütün mahsulünü teftiş için motörle palamut büküne geçecek- ti. Halis altın kaç ayarsa Çongurte- kin Karaoğuz da o ayarda eksper- di. Kelli felli, gururlu, çalımlı idi. Yürüyüşü bir kutup ayısı kadar a- zametliydi. Her oturup kuruldu. ğu sandayla ise bir âbide kaidesi kesiliverirdi. Bir yere vardı mıydı, oranın tüccarı, muteberanı hep “hoş geldiniz" e koşarlardı. Kâtip- ler, daktilolar çantalarmı hammalk lara birakmazlardı. e Kasadarlar, muhasipler oksperin yatacağı yeri, yatağını döşeğini hazırlarlar, tica- rTethane sahipleri de lokantalarda kuzular, hindiler doldurturlardı. Şa ka değil, Karaoğuz “cart!” etti mi- idi bin lira hapı yuttu, “curt!” et- ti miydi bine bin daha kondu de- mekti. ay Haşmet Çongurtekin Ka- raoğuz oturunca, bütün es nal ve tüccar elpençe divan durur- lar, ortada upuzun bir süküt par- çası uzanımdı. Müfettiş bey davu- di sesile bu süküt parçasınm orta- sma deve kuşu yumurtası bir İn- ci yumurtlardı. Tepeden tırnaj kadar göz kulık kesilmiş dinleyi- ciler, birden bire gayri mer'i bir yayla harekete gelmiş kuklalar gibi hep birden, sözün gidişine, ha- vanın esişine ve mevsimine göre “Evet efendim, ne İsabet buyurul- du.” derler; yahut “Amma da al- çak herifmiş! tütüne hiç dalavere katılır mi, amma da namussuz he- rifmiş. İnsan bayağı İnsan oldu- Yundan utrşyor.” diyerek Bay Ka- raoğuzun sözüne lâzım gelen tas- dik veya tekbih edici cevabi gü- rültüleri tedarik etmekte kusur et- mezlerdi, D ede kaptanı tam adr gibi idi. Dibine sondayla varılabile- cek denizi denizden saymazdı. Dört yüz kulaç suyu kara telâkki eder di. Böyle tabanı olmayan derin ve açik denizlerde yarım asır gezmiş- ti. Bir gün Hint okyanusunda A- den kıyılarında iki direkli yüz el- li tonluk kayığını, büyük bir fır. tnada kaybetmişti Vakayı bize anlattı: “Hava sıcaktı. İnsan sanki ateş te isrtilmiş bir kundakla sargılan- mıştı. Ufukta bir kara yer belirdi, Göklere doğru tırmandı. Kanadı doğudan batıya ulaşan bir kara kuş üzerimize abandı. Göz gözü görmez oldu. Bir çılgın yeldir esti. Direkler her halde vaktile orman- da birer dallı budaklı ağaç olduk larını hatırladılar ki haykırışıp ka- tıla katıla ağlamağa koyuldular. İpler, sanki yılanlar İimişler gibi ıslık çalıyorlardı. Dünya döndü, döndü. Kıyı yanındaydım. Ben kendimi bir kayanın üzerinde bul- dum. Denize baktım. Gemi yoktu. Denizin başı o kadar dönmüştü ki bizim kayığı ve tayfayı bile u- nulmuştu.” dedi. ede Kaptan, elinde kalan az buçuk parayla bir bakkal dükkânı açmıştı. A canım onmaz- sak ta donmayız a, demişti. Fakat yedi kuruşluk zeytini sekiz kuru- ga satmak için yaratılmamışlı. “Dükkânma: Malı veresiye veren, kuşu salverir gelesiye” diye bir tabelâ asmıştı. Fakat boynu bükük gelen züğürt gemiciye bir okka fasulye, Iki okka pirinç vermek- ten kendini alıkoyamamıştı. Hep alış veriş miskal ile dostluk kan- tarla deyip durmuştu. Fakat alış verişi de dostluğu da engin gön- lünün nâmütenahi ölçüsu ile ölç müş, ver Aliye, yaz duvara der- ken sermayeyi kediye yükliyerek, topu pek şahane atmıştı. Yetmi- şinden sonra bir kayığa gemici ya- zılmaştı. D ede Kaptan Bay Karaoğuzu götürecek kayıkta tayfaydı. Kayık açıldı. Denizde çit yoktu. Sanki ölen bir dünya kızgın buğu. lardan ibaret bir mezara yatırıl. mıştı, güneş hamam kubbelerinin © meme gibi camdan, pehcerele- rinden gelen işik gibi dumanlı yenmeğe uğraşıyordu. Gök görül- tüsünün koca sesi uzaktan uzağa homurdana homurdana mesafeleri arıyordu. Denizin: yüzü kabarıp İnen bir kurşun lâvha idi. Günün batışında ebedi bir gidiş hali var- dı. Dünya zindan oldu. Birden bire geminin yanı başlarından uzun w- zun çığlıklar, hiçkiriklear savurup geçti. Sanki müthiş bir faciayı gö- rerek, saçları diken diken, gözle- Tİ patlamış cinler haykırışarak ka- Çışıyorlardı. Akdenizi uysal bilir. ler. Rahvan stm ne pek tekmeli olduğunu unuturlar. Gökün her tarafı şimşek kesilmişti, Uzaklarda öten milyarlarca trampet, çalman milyarlarca tambur, koca Egenin en korkunç kastragsı Provezza'nm gelmekte olduğunu ilân ediyordu. Bu işte fırtınaların İmparatoru idi. O fermanlarını savurmaya başla” yınca, öteki fırtınalara baş eğmek düşerdi. F akat ak saçlı kaptan, ilk çığ. hkta mukadderatınm sesini duydu. Adende boğulan tayfasını hatırladı. Eski düşmanı karşısmda irkiliyordu. Kamburlaşmıys başla- yan sırtı elif gibi dikildi. Göfleri uyandı, Kafa tasnın içindeki be- yine, ve zincir kemiğinin içindeki mundar iliğe sadık bir adamdı. Motörün kaptanı kaptanlığı heman Dede kaptana verdi. Dalgalar onu sürüp götürmesin diye, onu dü- menin önündeki bodoslamaya bağ- ladılar, Aşağıda ambarda sarsımtılar müthişti. Safranın altinda sular, bütün farslari güverte bracyolları- na kadar yalıyordu. Bir sığırın boynuzundan koca göbeğini koru- mağa savaşan Bay Çongurtekin Karaoğuzun yüzüne bir inek kuy- ruğu çarpıyordu. Bay Karaoğuz lâf söyleyişte, kendisine kahve dö- lan Künbet oğlu ticarethanesi kardeşlerinin yüzlerini aradı. Fa- kat kulağında kamçı ipi gibi bir şey şakladı. Bu bir dolu tanesi idi. Bi- ber gibi yaktı. Ve hemen'ardı'sıra bir top patladı. Kocaman bir davul çalındı. Bu da yıldırımdı. .. sy Çongurtekin Karaoğuzun bildiği ........ mafevklerine hay hay demek, ve tepeden gelen güm- bürtüyü silsilei meratibe riayet &- derek, merdivenden gümliye güm- leye, basamak basamak inen bir ne malevke ne de maduna ben ziyordu. Şaşa kaldı doğrusu. Meselâ gök gürültüsüne bir emir savurunca, gürleyiş “evet efendim, sepet efen dim” diye teklalar kıla kıla, te- kerlene tekerlene tü ufkun ötesi- ne detolması lâzim gelmez miydi ya? Ne edeptiz, terbiyesiz bir gök gürültüsüydü bu! Fırtına müthişti, (o Siftah ola- rak Bay Karaoğuz hakiki bir şeyi duymağa başlamıştı, Korku- yordu! Kasırga denilen ejder, s0- lağile Bay Karaoğuzun sapa sağ- lam Kâlnat diyebildiği itibari ve yalancıktan binayı paldır küldür yıkıyordu. Birdenbire dalga değil, İskat kapkara (onâmütenahiliğin hangi karanlık kovuğundan geldi- ği belirsiz, eli sopalı kocs bir dev anira anira gemiye bir topuz vur- du. Motör tepe takla dikildi. Kara oğuz öyle bir çığlık saldı ki, eks- perliği derisinin içinden apâciz ve çırçıplak fırladı. İçi dışma çıktı. Unvanı ters döndürülerek atılmış bir eldiven gibi bom boş farsların üzerine atılmıştı. Y ukarda Dede kaptan, Provezza ile, bir hayat memat düello- suna girişmişti. Düşmanının ,gözüne bakıyor. Rüzgârı, denizi, karanlığı kolla- yor. Hasınm gizli niyetini, nasıl ve nereden vuracağını anlamağa uğraşıyordu. Ayağmın altındaki ge minin sıkıntısını duyuyordu. Çün- kü, ona tekne, giymiş olduğu bir syyakkabı gibi'altına konulan bir yabancı cisim değil, fakat kendi ayağı eli gibi âsapla merbüt. Göv. desinin bir kısmı idi. Artık dalga ve yalpa, dalga ve yalpa denemi- yecek kadar mübalâğalı bir aşı- nlik kesbetmişlerdi. Bir aralık, bütün Okyanus, top yekün, güver- teye binermiş gibi oldu. Herkeste artık geminin kalkamıyacağı inan- cı hasil oldu. Fakat gemi sancak ve İskele omuzluklarile bir dağı kaldırıyormuş gibi, bacakları titre- ye titreye irkildi. am bu sırada göklerden dolu- lar boşandı. Deniz kaynayan bir kazan gibi hışıldadı. Ceviz ka- dar dolular! Martı ve karabatak- lar, kafaları patlamasın diye sürü sürü gemiye uçuyorlar, baş ve kıç altlarma sığintyorlardı. Güver- tenin üstü doludan bir deniz kr yısı çakıllığına döndü. Provezza keşişlemeden, birdenbire doksan derece driça ederek batıda kırıl- miştir. Dede kaptani tebrik etmek ü- zere gemiciler ve yolcular güver- teye çıktılar. Dede kaptan yerin- de bağlı, haça gerilmiş bir İsa gibi duruyordu. Seslendiler. Gözleri bulut aralığından çakan Oriyon yıldızlarına bakıyordu. Cevâp ver- miyordu. Dümendeki Posidon ve Neptun'e benzeyen ak sakallı 2- dam artık bir cenaze idi. Seyahati- nin sonuna ermiş, son fırtmasını yenmiş, bir dakika evvel son ne- fesini vermişti. imana varıldı. Bay Çongurte- kin Karaoğuz sağında solun- da pür ihtiram yürüyen yarım mil- yonluk Günbet oğlu ticarethanesi memurlarına, “Eyi ki motörde biz vardık. Yoksa herifler bizleri kö- pek ölüsü gibi boğacaklardı. Efen- dim tedbirli davranmak İâzrm. Evveli de ahırda tedbir ve tecrübedir., diye öğüt veri- yordu. Gümbet oğlu ticarethanesi müstahdemleri ; “Evet efendim! ne isabet! tedbir! hep tedbirdir! çok doğru buyuruyorsunuz,, diye ce - vap veriyorlardı. e kiki

Bu sayıdan diğer sayfalar: