April 24, 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

April 24, 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Türk Safosunun Hayatı TERFİKA No. 13 Bafa Elini Uzattı Şehzadeye: "Elimi Tutunuz ve Beni Daireme Götürmek Lütufkârlığında Bulununuz,, Dedi Karakadı, tercümanlık , yapmak suretile, onu bu garip sarhoşluk- tan uyandırdı, kızın sözlerini ke- lime kelime tercüme etti ve so - nunda sordu: — Ne emrediyorsunuz şehza- dem, kıza nasil cevap verelim? radesini çoktan Bafanın ye- şil gözlerine feda etmiş, yü- reğini onun sarı saçlarına atıver- miş olan Murat, hiç düşünmeden şu cevabı verdi: — Kendileri esir değildir, çok kıymetli bir dosttur ve sarayımın ebedi süsü, hattâ ışığı olacaklar- dır. Hareme girer girmez daire rinin hazırlandığını, önlerinde di- zi dizi halayıkların diz çöktüğünü göreceklerdir. Bu vaziyetin, ben sağ oldukça devam edeceğine İ- nanmalarını rica ederim. Cücele- rim dedikleri şeyler, ufak ufak a- damlar İse sarayımda onlardan üç beş tane vardır. Kendilerininkini de onlara katarız. Karakadı bu cevabı itelyancaya çevirip Bafaya anlattı, o da değ- me aklın tahammül edemiyeceği kadar zarif bir tebessümle mem- nun kaldığını hissettirdikten son- ra, elini şehzade Murada uzattı, bir imparatoriçe vakariyle ve mir bir sesle vazifesini hatırlattı; — Elimi tutunuz, beni daireme kadar götürmek ( lütülfkârlığında bulununuz! Korsanlar, bu lâübelilikten $6- srıp kalmışlardı. Hele Şeyh Şüca, küçük ve büyük dillerini yutmuş gibi derin ve muztarip bir hayret içinde sahneye bakıyordu. Fakat şehzade Murat ne şaşırdı, ne kız- dı. Kendine uzatılan zarif eli me- Sut bir heyecanla tuttu, odadaki üç erkeğe selâm vermeği dahi ha- tırlatmıyan bir neşeli telâş içinde Bafayı yürüttü, uzaklaşıp gitti. O, Şeyh Şücam dairesinde ve korsanların yanında memnu bir meyva, memnu bir çiçek durumu- na düşen Venedik dilberini helâl bir meyva ve helâl bir çiçek ha- line çevirebilmek için kendi oda- sma hemen kapanmak ihtiyacm- daydı. Bafznm bir çift kızıl yakut üzerinde belirttiği tebessüm o ih- tiyacı coşkunlaştırmış, elini uzat- ması İse şehzadede şuur namına bir şey bırakmamıştı. Aç bir yü- çek ve aç bir Tuh ile dairesine doğru koşuyor, iliklerine okadar gülümseyen Bafayı da kendine uydurup koşturuyordu Odadakiler uzun bir lâhza bu şahane maskaralığın keyretini ta şdrlar, sonfa birbirlerinin yüzüne baktılar. Deli Caferle Karakadı, kisa bir bakış içinde kanaatlerini mübadele etmişlerdi ve bu kana- atler ayni şekilde olup şehzadenin bir kadın delisi olduğunu gösteri- yordu. Fakat Şeyh Şücaın düşüncesi başkaydı. O da korsanlar gibi şaş- kındı, şöyle böyle mürit edin- diği şehzadenin bir Frenk kızına çarçabuk tutkunluk göstermesine akıl erdirememişti. Lâkin şimdi onları düşünmüyordu. Kendi bu dalalığını ölçerek elemleniyordu ve korsanlarm ağızlarını kapamak için çareler araştırıyordu. Budalalık dedik. Çünkü şeyh, Bafayı gördükten sonra yaptığı densizlikten bilhassa nedamet ge- tirmişti, Kız onun da, mufassal bir dayak yemesine rağmen sarsılma- ş olan, şuuru üzerinde derin te- anları kızdır- deden önce ni- çin görmediğine ve görür görmez de niçin gizli bir köşeye kapama» dığına hayıflanıyordu. Fakat iş Iş- ten geçmişti, artık o bir içim suyu şehzadenin dudağından geri çek- mek mümkün değildi O halde yapılacak şey korsanlarm her do- laştıkları yerde şu dayak hâdisesi- ni anlatmamalarını ve kendi hay- siyetini yıkmamalarını temin et- mekten ibaret kalıyordü. Şeyh Şüca işte bu düşünce ile - henüz odadan ayrılmıyan - kor- sanlara yanaştı. — Yiğitlerim, dedi, sikkeme ve cübbeme saygı göstermediniz, bs- ni İncittiniz. Lâkin bir şeyh kin tutmaz, kimse için hmç taşımaz. Ben de işlediğiniz günahı unuta- cağım, sizi pirime havale edip ce- zalandırmıyacağım. Deli Cafer, act acı gülerek onun sözünü kesti: — Bizi, dedi, pirine mi havale edeceksin? Ulan, pirin yerin di- bine geçsin. Biz de seni Ulu Tan- rtya havale ederiz. Ve kollarını kavuşturarak sert sert sordu: — Pirinl, pireni bırak ta ne is- tediğini söyle. Çünkü dilinin al tında bir bakla döndüğünü görü. yoruz. eyh Şüca bu ihtar üzerine dileğini açığa vurdu, şura- da burada adının hakaretle anıl- mamasını ve dayak yediğinin kim- selere söylenilmemesini rica etti. Deli Cafer, dövülmekten değil de dövüldüğünün O duyulmasından korkan bu eli nasırlı şeyhe bakıp bakip başını sallıyordu, nihayet dayanamadı: — Sen, dedi, budala mısm, ne- sin, Biz, işimizi gücümüzü bırakıp seni mi düşüneceğiz?.. Yoksa &- dam dövmek hüner midir ki onun- Ja diyar diyar övünelim? Bununla gülünç tarafı var; Bizim şu eşikten çikar çıkmaz se- ni unutacağımıza şüphe yok. F'a- kat dayak yediğin sırada bizi çev- releyip seyre dalanların ağzını na- sıl kapıyacaksm? Şeyh efendi, önlarr da sustur- mıya çalışacağını söylediğinden I- ki yiğit denizci odadan ayrıldılar, sofada dolaşan uşaklardan birini önlerine katarak dairelerine doğ- ru yollandılar. Saraym bütün se- Yimlık dairelerinde, ahırlarında, mutfaklarında, o bahçelerinde, ©- beraber işi eeaseeeaeseeeeeaeeaekeeeaeeamesameeaaeaeeeseeeeseseseeei TAN dunluklarmde, çamaşırhanelerin- de, muhafız koğuşlarında bulu. anlar, Deli Caferle Karskadınm Şeyh efendi hazretlerine dayak attıklarını, şehzadeyle de senli benli görüştüklerini duymuşlardı. | Onun için adım başmda üç beş ki $i kenara çekilerek boyun kırıyor. lar ve ünlü korsanlara saygılarını bissettirmeğe savaşiyorlardı. cg bu selâmlarla ve se- lâmlanmalarla ilgilendikle- ri yoktu. Her boyun kıran küme- ye veya adama: “Aleykümse Yam” demekle iktifa edip yolla rına devam ediyorlardı. Fakat boylu boslu, pek yakışıklı ve pek zarif giyimli bir delikanlının ver- diği selâm onları avlunun ortas'r- da âdeta muhladı, ayaklarını yürü- mekten alıkoydu. İkisi de onu ta- nıdıklarına zahip olmakla beraber umulmıyan bir tesadüfün verdiği hayretle duralayıvermişlerdi. Hal- buki o güzel ve şık genç, kendile- rini tanımamış gibi görünerek &- dım adım uzaklaşıyordu. Bu vaziyete Karakadı, hâfıza ha tasile elemlenmek istemedi, he- men seslendi; —Bire doğaner, savuşma, dur. Genç erkek başmı çevirdi, geri dönmeğe lüzum görmeden sordu: — Beni mi çığırıyorsunuz? — Hele anladın. Bari beri gel de bizim kira olduğumuzu dahi anla! O, sırmalı kostümünün içinde Salına salına, fakat nâhoşnut, dön- dü, denizcilerin yanına geldi: — Ne istiyorsunuz ağalar, de- di, bana bir emriniz mi var? Karakadı, kaşlarını çatarak o- nu isticvaba girişti: — Sen, Beşinoğlu Kaya Beyin yanında değil miydin? — Evet! — Bir zamanlar adm da Artin- di. Sonra sünnet oldun, hak dini- ne girdin, Mehmet adını aldın. Bu da doğru değil mi? — Evet! — Ey, burada ne artyorsun? — Kaya bey beni doğancı ya- Pip yetiştirdikten sonra Şevketlü Hünkâra armağan etti. O da dev- letlü şehzadenin av merakını dü- şünüp beni buraya yolladı. Şimdi şehzade hizmetindeyim. Adım da Kara Mehmettir. — Memnun olduk. Lâkin bizi henüz tanımadığını da görüp şaş- tık. Ben korsan Karakadı değil miyim, yoldaşım da yine korsan Deli Cafer değil miy Kaya be- yin çiftliğine az mi gelirdik? ara Mehmet, dalgınlığınm afledilmesini rica etti, de- nizeilerin elini öptü: (Devamı Var) net etme!.. OHalük Giray..5 “hattâ mürekkebi kurutma» Kâğıdı katlamadan, Pirinç Mercimek Bezelye Yulaf Pirinç Nişastası Kornflör (Mısır Hülâsası) Bakla Fasulya Nohut Arpa ve saire Hububat Unları Bu mükemmel ve eşsiz 21.4-939 müstahzarat tabii ihtiyacımızın hakiki karşılığıdır. Tarihi tesisi: 195 İM, Nuri ÇAPA Beşiktaş sradieyide Karga Mücadelesi Sındırgı, (TAN) — Bir müddetten beri burada kargalarla mücadele €- dilmektedir. Kasabamız içindeki Çı- larına konan kargaları öldür- İ mek için rastgelenin vakitli vakitsiz silâh atması, halkı heyecana düşür- mektedir. Bunun önüne geçilmesi i- sin kargaların bir an evvel imhası a temenni Oi ağir. YED AY İM İnanlıda Bir Tarla Kavgası | Nevşehir, (TAN) — Inallı köyün- de Budak oğullarından Selimoğlu Osman, Mustafa oğlu Durmuş ve Dur mmuşoğlu Hasan, küçük bir tarla me- selesinderi kavga etmi müş ve Hasan, Osman: başımdan ağır surette yaralamışlar, kendileri de ha- fif surette yaralanmışlardır. Osman Demez e Yy kaldırılmıştır. 7m e A e PALM çe EŞİM İİ — Halük!,. maz çılgınlıklar | enlilinmülilekiii Yatıli Okul nızılcahamam (TAN; — Buradaki ilk okulun yatı kısmı lâğvedilerek yatılı talebenin Etimesut nahiyesin- deki yatı mektebine rakledileceği, bu sebeple kâtip ve ambar memuru ibi bazı mektep müstahdemlerinin de varifelerine nihayet verileceği ha- ber alınmıştır. < — İ Nevşehirde Kar Yağdı Nevşehir (TAN) — Ayın on altıst- na kadar baharı andırırcasına devam &den havalar birdenbire bözümui, fasılasız yirmi dört saat şiddetli rüz- gür etmiş, ve sulu kar da yağmıştır. Karın irtifa üç santimetreyi bul- muştur. Meyva ağaçları, bilhassa badem ve zerdaliler harap olmuştur. Sen şuuruna sahip değilsin. Akıl ak Yapıyorsun.. Söyle. Kimdi bu Günan Bende mi? .* Yazan: Kerime Nadir Diye kekeledi. Ben derhal sözünü haykırarak ta- mamladım: — Evet, benim! İhtiyar yıldırımla vurulmuş gibi olduğu yerde kalmıştı. Elleri titriyor, başını iki tarafa sallıyor, lâkin konuşamıyordu. Bu anda sanki birisi arkamdan iti. Bir ok gibi üzerine fırlıyarak iki elimle boğazını yakaladım ve; — Alçak!. Sefil!.. Diye inliyerek sıkmağa başla” dım. Çırpınıyor, kurtulmak için debeleniyordu. Hak buki kerpetenleşmiş parmaklarım onu boğuyor, bo- ğuyordu... Gırtlağından hırıltılar çıkmağa başladı. büyüdü.. Ve nihayet, cansız kaldı... Bir adım geri çekilmiştim. Başı göğsüne düşmüş, iki büklüm olmuş, ve elleri yanına sarkmiş olan bu ölüye bakıyordum... Şu elleri bir saat evvel, bana ettiği sonsuz iyilik- lere teşekkür için minnetle, muhabbetle öpmüştüm. Ah insanlık!.. Bazan, uzun yılların içine alama- dığı vakaları pek kolay ve pek tabii olarak bir kaç dakikaya sığdırabilmek, ne inanılmaz ve ne esrarlı bir hakikatti!, Bu hakikat artık tecelli etmişti.. Geri dönemez- Şuurum avdet ettikçe, işlediğim elnayetin vaha- metini idrâk ediyordum.. Ben, kontu değil, kendi kendimi öldürmüştüm. o Zira, bir gün, yahut bir saat sonra ele geçecek ve derhal kurşuna dizile- cektim... Gözlerim kararıyordu. Artık ne Nüvid, ne hayat, ne saadet bana sokulamıyacaktı.. İşte bu andan iti- baren kendime reva görmekte olduğum en fena va- sıfları taşımağa hak kazanmıştım... Akşam yaklaşıyordu. Hâlâ kararsız ve yarı deli bir halde ayakta duruyor ve kâh koltuğun içinde Gözleri TEFRİKA No. 34 **-:-- &bedi uykusuna dalmış olan konta, kâh aynanın içinde insana hiç benzemiyen korkunç hayalime ba- kıyordum.. Birdenbire silkindim.. Serbest yaşiyacağım şu, bir kaç saatten istifade edebilirdim. Nüvidi ölme- den bir kere daha görmek elbette hakkımdı. Bu ani »kararla kapıya doğru yürüdüm. Fakat biraz sonra babasını cansiz bulacak olan Piyere bir kaç satır yazıp bırakmayı hatırladım. Masanın üstünde kâğıt ve kalem vardı, Derhal $u pusulayı karaladım! “Piyer; Annemin oğlu olduğunu öğrendiğim andanberi seni böyle çağırmak hakkımdır.. Babanın katili benim.. Bir vasiyeti yerine getir- mek, ve ettiğim büyük bir yemini tutmak için bu cinayeti işledim.. Beni affetmiyeceğini biliyorum. Fakat, kendi kendisini affetmiyen bir insanı, senin affın asla ih- ya edemezdi. Cezama intizar ettiğim halde, söyliyeyim ki, bu ana kadar hiç bir iyiliği ve hiç bir fenalığı kendi kendime yapmadım. Beni daima idare eden, ihti- Yarımın haricinde harekâtımı tayine girişen âmil ler vardı. Eğer bunlar olmasaydı, namuskâr ve sa- de yaşıyabilecektim... Babanın katili olan kardeşini affetmezsen bile mazur gör. O, yıllardanberi omuzlarında taşıdığı vazifeyi tamamlamakla müsterih olmadı.. Bilâkis müthiş bir vicdan azabına uğradı.. Çünkü öldürdü- ğü adam, ona dünyanın en büyük iyiliklerini yap- mış, arzuları uğrunda çalışmış, evlâdından aytırmı- yacak surette hâmilik etmişti. Böyle bir hâmiye hürmet ve sevgiden başka nasıl bir his taşınabilir- di?. Beni mazur gör Piyer. Hayatımı, varlığımı ve şerefimi oyuncak eden âmilleri itham et!.. Bana lâ- dan öylece birakıp dışarı çıktım. Meydanda kimse- ler yoktu.. Büyük salonu geçtikten sonra koridor- dan bir ayak sesi geldi. Titriyordum. Bir an nefes almadan durdum. Sonra bir kaç adım daha attım. Ağır ağır yaklaşan kontun ihtiyar uşağıydı. Beni görünce hürmetle eğilerek: — Gidiyor musunuz mösyd?.. lacaklar mı?.. Diye sordu. Soğukkanlılığımı muhafazaya çalışarak: — Evet, kalacak! Dedim. Oğlu gelinceye kadar odasına girilmemesini söyledi. Uşak selâm verdi ve beni kapıya kadar geçirdi. Sokaklarda nasıl yürüdüm ve Nüvidin kapısına na- sıl geldim, bilmiyorum.. Kaputumun yakası kalk kıktı. Yalnız önüme bakıyor ve başka hiç bir yeri, hiç bir yüzü seçemiyordum. Kont hazretleri kas Hizmetçi beni doğrudan doğruya hastanın odası- na almak istedi. Lâkin o esnada sofaya çıkan Nü- vid, Ali Rizanın henüz daldığım ve uyanmaması için bitişik odaya girmemi rica etti. Bir dakika sonra, yalnız kalmıştık. Kaputumun içinde büzülmüş gibi, gözlerim hâlâ yerde düşünü- yordum. Yanıma geldi, kolumu tutarak: — Ne oldun Halük?. Yine nen var? Silkindim ve bir adım geri çekildim: — Bana dokunma!. Yanıma yaklaşma! — Ne var?, Bu halin nedir?.. Beni korkutuyor! sun... — Korki.. Artık benden korkmalısın., — Anlıyamıyorum.. Buraya niçin geldin?., — Seni son bir defa görmeğe.. Yahut vedaa'> — Ne diyorsun?.. Allah aşkına açık konuş Ha- lük!.. Meraktan çıldıracağım. Köllarım yana sarkmıştı. Gözlerim buğulanıyor- du. Onu «cı bir bakışla süzerek mırıldandım: — Bir saat evvel babamın vasiyetini yerine ge- tirdim.. Belki bir saat sonra da. Idam edileceğim.. Nüvidin gözleri büyüdü. OSonra yumruklarını göğsü üstünde birbirine kilitliyerek: — Sahimi?.. Bu işi yaptın mı?.. Diye haykırdı. Dedi, adam?. — Kont Voronikof!.. Zavallı kadın şaşkınlıktan ve helecandan cevap veremedi. Elleriyle boynunu tırmalar gibi hareket- ler yaparak, gözlerime son hadde varan bir ürkek- lik ve dehşetle bakarak oradaki bir kanapenin üs- tüne yığıldı Ağlıyamıyor, bağiramıyor; yalnız" — Allahım!,. Allahım!.. Diye inliyordu. Bir anda gözümden her şey silindi. Mülevves ek lerimi ceplerimden çıkardım ve onu bir hamlede kollarımın arasına alarak göğsümün üstüne bastır dım: — Beni affedecek bir sen varsın Nüvit!.. Senden istemiş olduğum emellerin, (o ümitlerin ve saadetin yerini affın tutaraktır.. Son dileğim budur. Söyle, beni affedecek misin?,. Bu anda eski karımın gözlerinden yaşlar boşan- dı. Kollarını hiç çekinmeden, iğrenmeden boynuma sararak ve gözlerini gözlerime vererek: — Sen benim nazarımda mücrim değilsin ki, sf- fedeyim, dedi. Sonra fısıltı halinde ilâve etti; — Her şeyi anlat bana!.. Bu işi nasıl yaptın?,; Gözlerimi bir noktaya diktim ve söyledim, söyle- dim. Sustuğum zaman Nüvidin hıçkırıkları dinmiş- ti. Bakışlarında ümit pırıltıları vardı. — Bu cinayet örtbas edilebilir, dedi. Güldüm: — Cürmümü itiraf ettim. Etmemiş olsaydım bi- le, uşak beni itham edebilirdi... — Umit kesilmez... — Çocukça konuşuyorsun Nüvidi.: , — Hayır!.. Sen hemen garnizona dön!,. — Bunu yapamam. Senin yanında bir dakika fazla kalmak... — Beni dinle!.. Hemen buradan uzak — İmkânsız sevgilim. Nüvid, eskiden yaptığı gibi yanaklarımı ve du- daklarımı hararetle öptü. Bunlar, benim, uzun yıl lardan sonra ilk defa tattığım aşk buseleriydi, (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: