11 Mayıs 1939 Tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8

11 Mayıs 1939 tarihli Tan Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Türk Safosunun Hayatı TEFRİKA No. 39 Sevinçle Cöyan Verdi : "Ömrümde İlk Defa İnsan Olduğumu Anladım, Büyük İnsanların Arasında Yaşamıya Hak Kazandım. us, Leh, Alman, Macar, Fran sız, İtalyan, Yahudi, Rum, Habeşi ve zenci binlerce dişi ve binlerce erkek hangi bir kuvve - tin ibramiyle — güle güle, sevine sevine — bu değişikliğe benlikle- Tini açmışlardır? zun tahlillere © girişmeden, kısaca söyliyelim ki, başka milletler tarihinde eşi görülmiyen ve asırlarca devam eden bu İsti- halelerin âmili “Türk medeniye. tindeki üstünlük,, ten başka bir şey değildir. O asırlar içinde top- tan veya perakende esir olarak Türk yurduna gelen muhtelif mik lete mensup dişili, erkekli kütle- ler, Türk gücünün © mukavemet kabul etmiyen yüksekliğini di vaziyetlerinde tezahür etmiş gör- mekle kalmıyorlar, Türklerin a- Tasında geçen kısa zamanlar için- de onların ne olgun birer mede. niyet unsuru olduklarını da an- yarak, ruhi bir incizapla “Türk- leşmek,, istiyorlardı. Bafa da sar'alı, sarhoş ve hattâ iradesiz bir genç olarak kabul et- tiği şehzadeyle baş başa kalınca, ve onun sinirlerini bözan gazap buhranı geçerek, samimi bir hal, vet âlemi başlayınca, bütün zekâ- sını seferber etmiş, genç prensin ruhunu okumağa çalışmıştı. vanlı odadaki sohbet sırasında, derin incelemeler yapmış değildi, Çünkü orada yalnız kendi güzel- liğini parlatmak, şehzadeyi teshir etmek, saraylılar üzerinde mües. sir olmak istiyordu. Şimdi o emel- lerden uzaktı. Hayatına tasarruf edecek ve o hayati temelinden de- ğiştirecek erkeğin özünü görmeğe savaşıyordu. Onun Türk gücü hakkındaki bilgisi mükemmeldi. Yalnız Tür. kün medeni seviyesini o ölçmek azmindeydi. Şehzadenin durumun. dan ve tutumundan daha önce kendisini, içine kapandıkları odâ- rıh duvarları, tavanı, penceresi Şir- ve odaya serilen halılarla asılan levhalar, öteye beriye konulmuş çekmeceler, peş tahtalar, minder- ler, yastıklar tenvir etti, Bunların bepsi Türk işiydi ve Türk ruhu - nun inceliğiyle beraber yaratıcı kudretindeki olgunluk bütün bu zarif eşyada pırıl pırıl parlıyordu. Bafa, nakışlı birer zümrütten farksız olan yeşil çinilerin, o renk renk camların, o sedefkâri kapı. ların, o tablomsu halıların, o bir kadın' saçı gibi lâtif sırma işlerin delâletiyle bu hakikate ulaştık. tan sonra, yuvasım, yurdunu, di- nini ve ailesini ebedi surette w- nutmak suretiyle tahakkuk ede. cek ruhi, kalbi, şuuri ve vic- dani değişikliği — şad ve mesut — kabul etmiş bulunuyordu. Şehzade Murat, erken erken, çifte cüceleri çağırarak Bafaya “Nasil, rahatsız olmadınız ya, alini tebliğ ettirdiği zaman o, ri- yasız bir sevinçle, (benliğindeki değişikliği açığa vurdu: — Ömrümde, dedi, ilk defa in. san olduğumu anladım. Çünkü büyük insanların yurdunda yaşa- mak hakkını kazandım. Şehzade, bu cevap üzerine cü - celere şu emri verdi: — Hasa adını Safiye koy. dum. Herkes onu bu le ans- cak. Yalnız ben kendisine Safo diyeceğim. Sizin de haberiniz ol- Sun! su du. Zaten hük işlerile rat, gecesini gün- düşünü Safo'suna hasretmişti, o- nun dizi dibinden ayrılmıyordu. Yemeğini onun elile, suyunu onun elile, hattâ uykusunu onun elile alıyordu. Gece yarılarından çok sonralara kadar süren cünbüşler- den Safoya yorgunluk gelince iki parmağını yavaşca şehzadenin göz- lerine kordu ve türkçe olarak: “Uyu, uyu!” derdi. Murat bu nur- lu ve büyülü ağırlığı göz kapakla- rümet Si balayı başlamış oluyor. rında hissetmedikçe uyumaz, uyu- yamazdı. Onlar, türkçe dersi sırasında bi- le aşk cilvelerine kapılmaktan ge- ri kalmıyorlardı, Dersi Cüce Nasuh fle Cafer nöbetle veriyorlardı. Fa- kat Safo, ana dilini yeniden öğren- meğe başlamış gibi garip bir alâka ile ders sırasında mutlaka bazır bulunan âşıkının başka dersleri hatırlamıya başladığını yüzünde beliren kargaşalıklardan sezer 507- mez muallim cüceye “Sus!” derdi, şehzadenin ellerini (o yakalardı, türkçede elde ettiği kazançların meselâ şu şekilde - © na hiesettirmeğe koyulurdu: — Sen çok güzel, sen çok iyi, sen çok arslan. Ben cariye, ben ha- layık, ben zavallı, ben çok sever, deniz kadar sever, gök kadar se- ver, deli kadar sever. Ve fikrini, hissini tamamile ifa- de edemediğinden müteessir olmuş gibi titizlenir, bağırmıya girişirdi: — Gir yürekte gör beni, gir i- çimde gör beni, Ateş oldu ben... YA alt bütün tâbirleri cüce- lerden öğrenmişti, bir kü- çük deftere kaydetmişti, sehzade- den ayri bulunduğu mahdut za- manlarda o tâbirleri hafızasına ge- çirir ve onlardan - yine cücelerin mahrem yardımile - cümleler teş- kil ederek - mânalarına göre - ya herkesin yaninda, yahut halvef”Â- derdi 'erennüm ded Çi Salo- nun sesinde gerçekten musik; hengi vardı. Güzel türkçe bu 7a- rif âhenk arasında bilhassa rakik bir eda alıyordu, âdeta semavileşi- yordu. Onun için Murat, Safo ko- nuşurken gözlerini ihtiyarsız yu- mardı, taklidi imkânsız bir teren- nüm dinler gibi o tebelbülü, o bül- bülleşmeyi vecd içinde dinlerdi. Fakat Safo, balaylarının hep şir- vanlı oda, hamam, yatak dairesi ve harem bahçesi arasında göçme- sine uzun müddet rıza göstermedi. > el e e Günah Bende mi? bide Yazan: Kerime Nadir Kulağıma bir su sesi geliyordu. ağaçlar arasındaki düzce bir yerde, bir arasından akan ince bir su gördük. Burası o kadar güzel bir yerdi ki, yere atlıyarak: — İşte eşsiz bir balkon, dedim. Ve Uzanıp giden kırları göstererek ilâve ettim: Çok geçmeden, kaç kaya TEFRİKA No. 51 - “Kanlı mazim ve işlediğim habasetler önündeydi. Insanlar ikinci ve üçüncü cürme götü ren, hep ilk cürümlerdir. Dalma bir iyiliği bir iyi- gözümü lik, bir fenalığı bir fenalık takip eder, Ben, bundan önümüzde sonra vledanımı temizliyemezdim. Bir dürüst iş, bir — Kendimizi manzaraya bak!.. Lizet te attan inmişti. Yular elinde olduğu hal de, gösterdiğim tarafa bakıyordu. Uzaklarda “Kules,, kasabası, ağaçlar arasındaki dağınık evleriyle o kadar lâtifti ki!.. Hele büyük fabrikanın, civarındaki birer kattan ibaret evcik- leriyle, ayrı bir küme teşkil etmesi, müstesna bir güzellikti. Hayvanlarımızı birer ağaca bağladık ve yan ya- Da suyun başına oturduk. Lizet, ellerini çırpıyor ve: — İnanmazsınız, ne kadar seviniyorum. Hiç de- ğişmiyen günlerime böyle başka bir eğlence, ilk defa katıldı. Size ne kadar minnettarım, diyordu. — Bu değişikliği icat eden sensin, dedim. — Evet ama, yine sizin varlığınız tatbikata hiz- met etti.. Ben yalnızca, hiç bir şey yapamazdım. Kalktı. Hafif şırıltılarla akan sudan içmek için, diz çöküp eğildi. Sonra avucuna dökülen suyu ses- siz yudumlarla içti, Yanıma döndüğü zaman, yanaklarında su habbe. cikleri parlıyordu. — Ne kadar soğuk.. Içmez misiniz? Dedi. — Elbette, dedim ve onun yaptığı gibi, bu taze ve serin sudan kana kana içtim. Hararetim, teskin olmuştu. Lâkin, içimde, men- bar meçhul bir arzu uyanmıştı. Şu küçük, sarışın kızla, bu 1ssız dağların yamaçlarında yapayalnız olmak, gönlüme tatlı bir haz veriyordu. Kafamı kuşatan fena düşünceleri sikip atmak istedim. Fakat muktedir olamadım. bir villâda kıyas edebiliriz. Şu feragat, bana namusumu iade edemezdi. Bun, yine o sefildim.. Ve o sefil olarak kalacaktım. Lizete daha dikkatli bakmağa başladım. Güzel değildi; fakat sevimliydi. Susamış ruhuma her hal- de kuvvetli bir aşk verebilirdi. Bakışlarını, onu huylandırmış olmalı ki, yavaş bir sesle: Niçin hep düşünüyorsunuz? Dedi, — Merak mı ettin? — Evet! — Öğrenirsin!.. Yüzüme bakıyordu. Endişeliydi: — Her halde vatanımız hatırınıza geldi değil mi? Belki de ailenizi düşünürsünüz?.. — Her halde! — Çocuklarınız var mı?.. — Evli değilim ki Gözleri hayretten büyümüştü: — Tuhaf, dedi. O halde arkadaşınız niçin sik sık karınızdan bahsediyor? Şaşaladım: — Evet, evvelce evliydim.. Sonra ayrıldım. Şe- rif bunu bilmez. — Niçin ona doğruyu söylemiyorsunuz?.. — Lüzum görmüyorum., Fazla gevszedir. Bana çıkışmağa kalkar. — Eer halde haksızlığı kendinizde buluyorsunuz. — Kimbilir?.. Relki!,, Lizet, beyaz dişlerini göstererek, gülüyordu. Ber- rak mavi gözlerinde zerre kadar endişe yoktu. Bu temiz çocuğa, etmek istediğim fenalık, belki bütün kabahatlerimden büyük olacaktı. Bunu ve TAN Sarayın yüksek kulelerinden gö- rünen ovayla Gedos çayını bir gün şehzadeye işaret ederek ânlatmıya çalıştı; Ben istemez kafes. Ben ister hava, ben ister su! Ve cücelerini bulunca da fikrini izah etti: — Arslanımın yarı dünyaya hâ- kim olduğunu biliyorum. Fakat şu saray içinde yaşamıya mahküm kaldığını da görüyorum. O bâkim- likle bu mahkümluk birbirine hiç uymıyan İki ayrı durum. Arsla nımdan isterim ki şu veya bu ka- nunun, kaidenin, an'anenin hatırı için mahbus yaşamıya tahammül. | göstermesin. Bugün burada ise ya» rın başka bir vilâyette, öbür gün daha başka bir yerde görünsün. | zak Güneşten doğduğunu, bizzat ta gü- neş olduğunu unutmasın. Sonra yalvarır gibi dav ellerini birleştirerek gam vır aldı, cücelere asıl düşüncesini tercüme ettirdi: — Ben de, ne yalan söyliy: üzülüyorum. Arslanımın tebaasi nasil giyinir, neler yiyip içer, $a- rayımızın yanında, yöresinde ns- ler var, bu şehrin mesireleri ne bi- çim şeylerdir, henüz görmedim. Bunları öğrenmekten, görmekten niçin mahrum kal kestire- mediğimden içime üzüntü yayılı yor. Şehzadeye "“Arslanım” diye hi- tap etmekte wrer ediyordu. Çün- kü o tâbirin Osmanlı saraylarında padişaha münhasır olduğunu öğ- Tenmişti. Veliahdin de padişah ıni dört gözle bekledi. ğini sezdiğinden bu hitap ile onun en İnee, en mahrem hulyasını ok- şamış oluyordu. Devlet Demiryol ruznamesi tir, mec: | © Devlet Dem de beda, ücrim düşünce taşıyanlar bu düşüncelerine ihanet ede- miyecek mevkide bulunanların kendilerini anlamalarından mem- mun olurlar. Çünkü vicdana ağır | gelen o mücrim düşüncenin sıkle- tini ancak o gibilerle paylaşabilir- ler. Murat ta Şeyh Şüca ile, Kadı Üveys ile - bu psikolojik âmilin ibramile » istikbal hakkında hasbi- haller etmekten geri kalmıyordu. Onlar, hemen hergün şehzadenin padişah olur olmaz yapacağı bü- tinenüştmei ite aterlar VE HERE liahde taç giymiş, tahta oturmuş olmak zevkini - hulya 'yolile'- aşı- lsyıp dururlardı. Fakat haremde hiçbir kız, o büyük hayale temas etmezdi, edemezdi. Çünkü babası- nın ölümile tahakkuk edecek bir | saadeti şehzadeye hatırlatmaktan -çoğu yufka yürekli olan- bu kızca- gizler ürkerlerdi. Safo, bir istisna teşkil ederek fakat uzaktan telmih suretile. e- fendisinin mahrem düşüncelerine parmak basmış oluyordu. (Devamı var) kâlâ idrâk ediyordum. £ Fakat, gönlümdeki sonsuz isteğe karşı koymuk için vicdanım ses vermiyordu. — Lizet, snna bir şey #oracağım, dedim, Ve ayni sükünetle devam z — Sen aşkın ne demek oldüğunu bilir misin?. Hayret etmiş göründü: — Niçin bu sual?.. Dedi. — Hiç!.. Mademki senin bocanım.. Gel bir felse. fe yapahım!.. Masum bakışalrında saf bir merak uyanmıştı. Sözlerimi daha dikkatli dinlemek ister gibi, dirsek- lerini dizlerine dayayıp, ellerini çenesinin altında kilitliyerek: — Peki!.. Dedi, — Fakat bahsimiz, aşka dair olacak!.. « Kabul mi Niçin susuyorsun?... — Sen hakikaten çocuksun T.izet.. Dinle beni. Bu kadar torman okuyorsun. Bunlar sana hiç bir gey öğretmiyor mu?., — Ben, çok roman okumuyorum kil. — Nasıl okumuyorsun?. Geçenlerde elinde “Tols- toi,, nin bir eserini gördüm. — Ha! Evet. Fakat o eser, çok ciddidir. Annem bu hususta pek titiz olduğundan, okuyacağım ki- tapları, kendisi intihap eder... — Güzel!,, Demek annen seni pek ciddi yetiştir. mek istiyor? — Şüphesiz... — O halde yaniliyor yavrum.. Hem bilmiş ol ki, hayatın daima iyi ve dürüs! taraflarını öğrenerek, bir melek gibi yetişen insanlar, muhakkak en ziya- de felâketzede olanlardır... — Ne demek istiyorsunuz?. — Şunu demek istiyorum ki; annen sana kapalı ve ciddi eserlerden ziyade, hayatın bütün kötülük- lerini açıkça anlatan eserler seçse, daha iyi eder... Çünkü İnsanların attıkları her adım iyiliğe gidiş değildir. — Belki doğru söylüyorsunuz.. Fakat eğer “Fel sefe,, dediğiniz bu sözlerse, ben bir şey anlamı. yorum... Bahsi kısa kesmek istedim, Ellerini, ellerimin ici ri ve alınmıştır cümeninin mazbatasında 1939 vari - dat ve masarifatı 1938 yılı için tah - lunan varidat ve masraflara na- zaran 3,340,600 lira fazlasiyle 39 mil yon 130,000 lira olarak tesbit etmiş-| Devlet Demiryollârı müstahdemleri için haftada beş, $e-|! nede 300 kiloyu geçmemek üzere &r- e eşya, evlilere senede iki bin ve bekârlara bin kilo için mahrukat anen nakledilecek olları, istasyonla - rında çalışan polis ve idare binaları müsalt old 11-5.939 Devlet Demiryollarının Ziraat Bankası Meclisi Yeni Bütçesi Ankara 10 (Tan Muhabirinden) — İdare Âzalığı Ankâra 10 (Tan Muh Zirmat Bankası na eski Antat zif ay birinden) — Limanları bütçesi (o Meclis yüz lira ücretle tayin © Bütçe En - Akrep İmha Cemiyeti Mardin (TAN) — Burada bir “Ak* müddeiumumi , kâtipliğe Mecit Özdener, e Tevfik Bakır, veznedar» Güven seçilmiştir. Cemiyet, âzasının aidatiyle diye ve hususi İlaresinin yardımla. rından varidat temin edecek, pars ile akrep alip bunları imha İcektir. Şehrin muhtelif | yi de hususi serum bulundurulacak, bunları akrep tarafından sokulanla. ra aşılamak için her ay sırsyla bir doktoru muvazzaf tutacaktır, memur jandarmalara Zöfumumi, Kansizlık, Romatizma, | Sıraca, Kemik, Sinir hastalıklarına, cılız yavrular, yürüyemiyen, diş çıkara- İ mıyan çocuklar, dermansız ihtiyarlar, solgun kızlar, vereme istidadı olanlar HASAN KUVVET ŞURUBU 'ndan içmelidir. Kanı arttırır, iştiha verir, şifa tesirleri çok- tur. Fenni surette imal edilmiş, içilmesi kolay ve lezzetli bir şuruptur. Küçük büyük her yaşta istimal edilebi be alarak gözlerimi, gözlerine mıhladım v. — Sözü dağıtıyoruz, dedim. Bize lâzım olan aşkı, kitap yaprakları arasında değil, kendimizde arr» yacağız... Korktu; geri çekilmeğe çalışarak — Bırakinız.. Bırakımz.. Diye mırıldandı. Bu sırada ben, vahşi kahkahalarımdan birini Ko- parıyordum. e a amet | .. — Bu 9 $ır, ikimizin arasında kalmalı ıdır Lizet. Ne annen, me başkası, hiç bir şey sezmemeli.. Bana söz veriyorsun değil mi?. Yaşlı gözlerini uzaklara çeviriyor ve mırıldanı. yordu: — Veriyorum. — Bana da, dargın kalmıyacağını bir daha söy- ler misin?.. — Evet!. Yüzünü soğuk su ile yıkadı. Ben, beygirlerin yu- larları elimde bekliyordum. Yanıma geldi: — Annem ağladığımı gözlerimden anlıyacak.. Bir yalan bulmak lâzım, dedi. — Attan düştüğünü söylersin.. — İnanır mı?. — Elbette!. Biraz topallarsın.” — Büsbütün merak eder. Muayeneye ve tedaviye kalkar... — O halâe, başka bir çare var:/Hemen dönme- yiz. Bir-iki saat oyalanırız... — Bu daha.fena!.. Nerede kaldığımızı sorar. — Öyleyse en yakın bir köye kadar gidelim. Ora. da öğle yemeğini yedikten sonra, biraz dinlenir ve akşam üzeri döneriz. Lizet, teklifimi kabul etti, Bu şekilde, esaslı bir mazeretimiz olacak ve kimse şüpheye düşmiyecekti Gün batarken, eve dönmüştük. Lizet, tenbihleri- mi tutacağına tekrar yemin ettikten sonra, odasına girdi. Ben de, odamın kapısını yaklaştım. Lâkin içeriden Şerifin sesi geliyordu. Bağırarak söyleni- yor, küfürler savuruyordu. Mutlaka bana öfkslen- mişti. (Devamı var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: