« San ULUS 23 / 4 / 1937 ——— yözlsaMAKDTTIL TTT TÜ & 'Kömürün Romanı Tanamamanmrem f di. Yukardan dökülen suların köpükle- rinin beyazlığı arasında, tamamiyle gö- remediği bir siyah taş parçası parıldı- yordu. Bir müddet bu siyahlığa gözle- rini alıştırdı. Sonra yavaş yavaş, sanki taşın gene yer yarılıp da kaybolmasın- dan korkarak, ağır ağır ilerledi. Yarı beline kadar suyun içine girmişti. Diz leri titriyor, gözleri kararıyordu. Ev- velâ elini ona dokundurdu. Sonra par- mağını güneşe tuttu. Evet.. Bu bir taş kömürdü. Kendisi Serajı Bahride tayfa iken, kazana attığı kömürler de elinde böyle bir iz bırakırdı. Taşı sökmek, kaldırmak istedi. Bu bir parça değildi. Suların tesiriyle top- rağın üst tabakaları kalkınca meydana çıkmıştı. Bu hal Uzun Mehmedi daha çok sevindirdi. Boğazı tıkanıyor gibi oldu. Galatalı ustayı hatırladı. Onun sesi hâlâ kulaklarında idi. “—..., taliine güven, ama cesaretini kaybetme...,, Etrafına bakındı. Kimseler yoktu. Belki de bu sarp, ekin ekilmez ve bağ yetişmez olan yere ilk gelen insan oğlu kendisi idi. Değneğinin demirli ucu ile siyah taştan ufak parçalar kopardı. Onları koynuna ve ceplerine yerleştirdi. Ak- şam oluyordu. Siyah taşmm üzerini top- raklarla örttü. Hazinesini gözlerden saklamak hakkı idi. Değirmene geldi ve ununun öğütülmesini beklemeye başladı. Uzun Mehmed bulduğu siyah taşın kömür olup olmadığını anlamak ve ken- di kendini inandırmak ateşiyle yanı- yordu. Herkesin uyuduğuna kani ol- duktan sonra yerinden yavaşça doğrul- du ve değirmenin ocağının yanına git. ti. Kimse görmeden cebindeki kara taşları ocağın içine attı. Dakikalar, o- nun ömründen yıllar alıp götürüyordu: işte ateş o siyah taşı evvelâ allaştırdı, sonra kızıllaştırdı. Uzun Mehmet, ci- gerlerini yağlı ve madeni bir kokunun . doldurduğunu, yüzünü odün ateşine hiç benzemiyen yakıcı bir sıctaklığın yala- dığıinı hissetti. Gözlerinin önünde si- yah taş parçaları kıpkızıl ateş parçaları halini almıştı. Gözlerinden damlayan yaşlar, kızgım yanaklarında sıcak izler bırakarak bu ateş parçalarının üstüne döştüler: uzun süren rüya, hakikat ol. muştü. Uzun Mehmed o gece, buğday çu- vallarının üzerinde mesud “ve şen bir uyku uyudu. Yanında yatanlar, içinden geçenler anlaşılmıyan bu gneç köylü- nün kendi kendine bir şeyler mırıldan- dığını duydular. O, uykusu arasında anlaşılmayan şeyler ösylüyor, bolbol gülüyordu. Sabah erkenden kalkınca, buğday çuvallarından birisini aldı ve gene ses- sizce derenin içine indi. Artık gideceği yeri biliyordu: siyah taş parçalarının bulunduğu yere gelince çuvalını yere koydu ve beraberinde getirdiği kazma ile ondan büyük parçalar çıkarmaya başladı. Bu çok zahmetli bir işti. Çün- kü yağmur süularının alıp götürdüğü toprak parçasından sonra onun gördü. ğü siyah kısım biraz sonra bitmiş, ge- ne toprak ve toprakla karışık çürüme- ye yüz tutmuş ağaç parçaları meydana çıkmıştı. Uzun Mehmed, kaygulu daki- kalar geçirdi. Kazmayrı brırakıp parmak- larınm ucunu kanatarak toprağı eşele. meye devam etti. Nihayet siyah dama - rin toprağın derinliklerine uzandığı ye- ri buldu. Bunun etrafını kazdı. Artık kazmasını nereye vursa bir siyah taş, yani taş kömürü, demiri eriten, maki- neleri döndüren, gemiyi yürüten kömür parçaları çıkıyordu. Uzun Mhemet, büyücek bir yığın o- lan kömürleri çuvalına doldurdu ve ge. ri kalan parçaları da gene toprağa göm- dü. Artrk bu yere gözü bağlı olarak da gelebilirdi. Sırtladığı çuvalını, değir- menin yolu üzerindeki bir fundalığın içine yarleştirdi ve unlarını almaya git- ti. Hazırlanmış olan un çuvallarını ara- basına yükletti. Değirmenci ve değri- mende olanlar, geldiği zaman düşünce- li ve hiç konuşmayan gencin, iki gün - Lövüne giderken neden bu kadar Uzun Mehmet kendisine uzatılan bu zehirli yemeği ş Mütesellimin adamları o gece ortadan kaybol - dular. Artık işleri bitmişti. Efendilerinden bir kan ve can karşılığı atiye alacaklardı. Ertesi gü- nü hancı, Uzun Mehmedi yatağında ölü olarak buldu. Dudakları morarmış ve şişmişti. şen olduğunu anlayamadılar. Uzun Mehmet, bu değirmene, ilk defa olarak bir türk köylüsünün bir köy değirme- ninin ocağında yaktığı türk kömürünün küllerini hâtıra olarak bıraktı. Ne de- ğirmenci ve ne de değirmendekiler; bu aslan yapılr delikanlının bir büyük kâ- şif olduğunun farkına varamamışlardı. Aradan bir asır geçtikten sonra cumhu- riyet çocukları, kurdukları millet en- düstrisinin canı ve kanı olan kömür ser- vetini bulan Uzun Mehmede bir şükran hâtıraları da topladılar. Bu ve Uzun Mehmedin geçtiği yol, kömü- rü bulduğu yer, hepsini biliyoruz. Bu toprakların bahtiyarlık vasıflarından biri olan kömür servetini bulan Uzu: Mehmedin feci âkibeti; bu değerli türk kâşifinin inkılâp gençliği tarafından tanınıp sevilmesini bir şükran borcu, bir memleket borcu yapıyor. Bundan sonra okuyacağınız satırlar; bu memlekette mesud olmak için en bü- yük imkânlardan birini veren temiz ve asil ruhlu kahraman Uzun Mehmedin; istibdad ve saray tarafından, eserine mükâfat olarak, nasıl kanının döküldü- güdür: Şehid Uzun Mehmed, cumhüri- yet çocuklarının tanıması ve sevmesi lâzım olan bir kahramandır. Arabasında dcğtli hazinesi, köyü - ne döndükten sonra Uzup Mehmet için yeni bir hayat faslı başladı. Yollar ka - palı, mevsim kıştı. Karadan İstanbula gidemezdi. Kışı, köyünde geçirmek lâ- zımdı. İçinde kömür bulunan çuval, köy e - vinin gözbebeği gibi saklanan kıymetli varlığı ol Uzun Mehmet, kış ge- celerinde ara sıra çuvaldan ufak par - An Si B çalar çikartır, ocağa atar, onların nasıl kızararak evvelâ ateş, sonra kül haline geldiğini seyrederdi. Sıkıntılı bir bekleme devresinden sonra nihayet bahar geldi. Uzun Meh- med, yol hazırlıklarını yaptı. İçinde kömür dolu bulunan heğbesini omuzu- na attı ve İstanbul yolunu tuttu. Aske- re giderken ve dönerken iyice öğren - diği bu yol, ona, bu seferki kadar uzun görünmemişti. Yolda plânlar hazırlı - yordu: Evvela gemisinin kumandanı - nı görecekti. Sonra onunla Bahriye Na- zırlığına gidecekler, kömürleri vere - ceklerdi. Uzun Mehmet işin bund ötesini düşünemiyordu. Serajı Bahri'de çalışir- ken; yalnız tek başına bu geminin bile yoğalttığı kömüre ne kadar para veril - diğini öğrenmişti. Eğer bu geminin bir yıllık kömürüne harcadığı para kendisi. ne verilecek olursa, uzun Mehmet hem köyün en zengin adamı olacak, hem de damardan bol bol kömür çıkarabilecekti. Bulduğu damarm nerede bittiğini ken- di de bilmiyordu. Yalnız damar, ler kazmayı vurdukça genişliyor, genişli - yordu. İ Nihayet bir akşam İstanbula vardı ve Mahmut Paşa'da bir hana indi. Üs « tünü başını temizledi ve kömür çuvalını alarak doğruca gemi kaptanına gitti. Kendisine eski askerlerinden hiri- nin geldiği haber verilen Serajı Bahti kaptanı; Uzun Mehmedi, elinde kömür çuvalı ile görünce, onu uzun zamandan- beri bekliyormuş gibi karşıladı. Kömür örneklerini aldı ve hemen Bahriye Ne- zaretine koştüu. Hâdise, derhal padişaha bildirildi ve — bütün İstanbula yayıldı. O halk taş kömürünün ne büyük bir servet ol- duğunu bilmiyordu. Çünkü memleketin de idi. Kapitülasyonlar memleketi ka - sıp kavuruyordu. Fakat bu buluşun bü- yüklüğünü galatalı taraflar ve yaban- cr sermaye mümessilleri anlamakta ge- lamıştı. Bir taraftan da kömürler tahlil e - dilmek üzere Avrupaya gönderilmişti. Netice merakla bekleniyordu. —Uzun Mehmede, Padişah 5000 kuruş ihsan etmiş ve ona kaydü hayat şartiyle 600 kuruş da maaş bağlamıştı. O; bulduğu kömürün memleket için ne büyük bir servet olduğunu, İstanmula geldikten sonra anlamıştı. ÂArtık etrafını alan ga- lata bezirganları, taraflar onu durma - dan sorguya çekiyorlar. Damarın bü - yüklüğü hakkında izahat istiyorlardı. Yurdsever türk köylüsü, kendi şuuriy - le bu memleket servetinin yabancı el - lerde sömürülmesinin günah olduğunu anlamıştı, Fakat saltanat idaresi, hâdi - seyi Uzun Mehmet gibi bile düşünme - mişti. Avrupaya gönderilen nümuneler merakla bekleniyordu. Eğer örnekler, istenen vasıflarda ise, saray için yeni bir gelir ve para bulma imkânı elde e. dilmiş olacaktı. Nihayet beklenen raporlar geldi. Türk köylüsü Uzun Mehmedin buldu- ğu kömür, en iyi vasıflarda bir kömür - dü ve ne Akdeniz çevresinde, ne de ya- kın şarkta bu kadar değerli bir kömür yoktu. * Bu haber, aradaki uzun mesafeye rağmen, Ereğliye kadar uzandı ve E- reğli mütesellimi Hacı İsmail Ağanın kulağına kadar gitti. Sultan Mahmudun müteselliminin kafası, bu hâdiseyi bir türlü hazmede - — medi. Kendi mıntakası içinde bir köy- Kü, vapurlari işleten, makineleri yürüten değerli bir nesne bulsun ve onu kendi- sine haber vermeden Padişaha takdim edip ihsan görsün buna imkân yoktu. Uzun Mehmed İstanbula götürdü. ğü kömür örneklerinin neticesini bek - lerken, Ereğli'de bir başka hâdise cere- yan ediyordu; mütesellimin adamları, zabtiyelerle birlikte köyü basmışlar, çevrede kömür arıyorlardı. Bütün tepe- leri, tarlaları alt üst ettiler. Uzun Meh- medin babasını, yakınlarını sıkıştırdı- lar döğdüler. Kömür bir türlü buluna - mıyordu. Sultan Mah İlimini hatırına bir başka şey gelmişti: kömü - rün yerini öğrendikten sonra Uzun Mehmedi öldürmek... kararını verdi ve adamlarından en emin olduğu üç kişiyi İstanbula gönderdi. t Hacı İsmail Ağanın adamları Uzun Mehmedi, İstanbuldaki Lir handa bul - dular ve onunla çabuk dost oldular. Fa- kat Uzun Mehmed, kömürün yerini bir türlü söylemiyordu. Çünkü, hükümet heyet göndermişti. Onların dönmesini bekliyordu. Kendisi de bu büyük bulu- şunun yalnız 600 kuruş maaş ve 5000 kuruş ihsan ile kalmıyacağına kanidi. Hacı İsmail Ağa, Ereğliye bir heye- di ve onlarla beraber kömürün bulun - duğu yere gitmeyi kararlaştırdı. Bu, Kömürün y c K”i hepsinden doğru olacaktı. uphelenmeden yedi yerini öğrenecek ondan sonra Uzun Mehmedi öldürecekti. O tarihlerde dünya yeni bir inkılâp içinde idi: buharın gemilere tatbiki dünya ekonomisine ynei bir hız getir - mişti. Kalyon devri tarihe mal olmuş- tu. Artık Sinop, İstanbul, İzmit tersa - nelerinin kıymeti, yavaş yavaş kaybolu- yordu. Yelkenli gemi, nihayet yakın yerler arasına inhisar ediyor, uzun se - ferler, muhakkak, buharlı gemilerle ya- pıliyordu. Navarin deniz harbının üzerinden ri ocağı kalkalı daha üç seneyi doldur- mamıştı. Böyle bir zamanda bile saray; taş kömürünün bulunuşuna lâyık oldu- maznun gibi sıkı sıkı sorguya çektiler. Nihayet, Eregliye bir heyet gönderme- ye karar verdiler. Bu kararda tersane ümerasının ısrariyle oldu. O zaman saraya verilen bir raporda “taş kömür diye tevsim edilen bu nesne,, olmazsa, kânsız olduğu ve buharlı gemiler için dışardan kömür almak için verilecek o- lan paraya hazinenin takatinin kâfi gel- İşte yalnız bu bakımdan saray, Zon- guldağa giden heyetin dönmesini heye- canla ve ümidle bekliyordu. Nihayet gidenlerden haber gelmişti: kömürün yerini bulamamışlardı. İş nihayet büyük türk köylüsüne düşmüştü. O, İstanbuldan kalktı ve Hacı İsmail Ağanm adamlarr yanında yola çıktı. Hiç bir şeyden şüphelenmi - yordu. Sultan Mahmudun Ereğli müte - selliminin; kendisini öldürteceğinden haberi bile yoktu. Buna nasıl imkân ve- rebilirdi?. Kendisi, senelerce süren bir , tabiatla ceenkleşmeden sonra kömürü Bulmuştu. Bu hem Ereğli için, hem de memleket için büyük bir kazançtı. Devletin bu işe verdiği ehemiyet, Ereğli mütesellimini büsbütün çileden çıkartıyordu. Bu köylü gencini kendi - sine rakib görüyordu. Kömürün büyük değerini, ondan hazinenin kazanacağını düşündükçe, tehlike gözünün önünde büyüyordu. O da, saltanatın her eline bıraktığı zorba ruhlu, iptidai ve vahşi bir adamdı. En büyük serveti kö- mür olan Karadeniz kıyılarının değeri o zaman hiç yoktu ve hiç denecek kadar az paralarla bütün gelirleri, halkın ha- yat ve varlığı “mütesellim,, denen bir sürü zorbanın keyfine bırakılırdı. Hacı İsmail Ağanın senelerdenberi biricik hâkimi olduğu bu topraklarda yatan böyle bir servetten şimdiye kadar nasıl haberi ol ştı? Yobaz mütesel- Hm, bu hâdiseyi de Uzun Mehmedi kö- tületmek için yeni bir fırsat bildi. A- d Tariyle kasab içinde şöyle bir şayia çıkarttı: “— Uzun Mehmet, İs - tanbulda askerlik yaparken gâvur ol - muş... Cinlerle, şeytanlarla konuşması- nı öğrenmiş. Şeytanlar ona Padişaha ve hükümete bir kötülük olsun diye bu kara taşların yerini göstermişler... Za. ten bu kara taşlar cehennemin taşları - dır. Yoksa taş hiç yanar mı?... Bu Uzun Mehmdein katli farzdır ve kanı helâl - Kpiç 'Zonguldağa gelen Uzun Mehmed, yanında sarayın adamlariyle beraber türk şehrini plânlara rağmen, Uzun Mehmedin bu ,ıııvı!hk oluşu karşısında büsbütün çi- Teden çıktr. Kömür gerçekten vardı. Ve bu bir servetti. Adamları köy köy dola- Mehmedi nerede bulursa- şıyor: | nız öldürünüz. Katli için fetva çıktı. Bu adam şeytanlarla konuşuyor. Yerin altında ne kadar cehennem taşı varsa hepsini bizim köylerimizin altında top- lattı. Yakında bu taşlar hep birden alev alacak ve biz de diri diri yanaca « ğız,, diyorlardı. Fakat mütesellim kurnaz bir adam- dr. Uzun Mehmedi kendi yakınlarına Ereğlide öldürtmenin tehlikeli olabile- ceğini düşünüyordu. Onu, başka bir yerde, başkalarınma öldürmeli idi. Ereğli müteselliminin işi kendi ken- dine yoluna giriyordu. Talisiz Uzun Mehmed, hiç bir şeyden haberi olma - dan İstanbula gitti. Arkasından çok geç meden Hacr İsmai) Ağanın adamları da onun peşinden imparatorluğun payitah- tına girdiler. Onlar biliyor ki, o zaman- lar İstanbulda bir türk, bilhassa bir köylü, hattâ bu köylü memlekete büyük bir hizmet etmiş birisi dahi olsa gene kolaylıkla öldürülebilir ve onu hiç kim- se sormaz. Onlar da Uzun Mehmedin eski hanına misafir oldular. Uzun Meh- med; tanışmış olduğu mütesellimin a- damlarını görünce gurbette yakınlarını bulmuş gibi sevindi ve memnun oldu. Onlar da, kendisini öldürmek için bir fırsat kolluyorlardı. Yabancı sermayenin imparatorluğu sarmakta ve memleketiri milli gelirle - rini sömürmeye başladığı bir zamana rastlıyan bu hâdiselere saray, ecnebile- rin ısrariyle ve onların bu mevzu üze « rindeki alâkası dolayısiyle bir ehemiyet veriyordu. Bir de kömürün bulunuşu, bazineyi dışardan getirtilen kömürlere verilmekte olan paralardan tasarruf e - dilecekti. İşte o kadar... Büyük facia, işte bu zihniyet içinde oldu. Ereğli müteselliminin adamları; bir gün Uzun Mehmedi yemeğe davet etti- ler. Temiz kalbli türk köylüsünün etra- fında dolağarı tehlikeden haberi yoktu. Katilleriyle beraber yemek yemeği ka - bul etti. Onlar, ' Hacı İsmail Ağanın kendisi gibi vahşi ve kalbsiz adamları, kömürü keşfeden kahraman Anadolu yavrusunu bugün öldürmeye kati ola - rak karar vermişlerdi. Onu zehirliye - ceklerdi. Bu arslan yapılı delikarılı ile merdce döğüşmeye kıyışamıyorlardı. Uzun Mehmed, kendisine verilen zehirli yemeği; hiç şüphelenmeden hu- zuür içinde yedi. Bütün hayatı, kalbi gibi tertemizdi. Kendisine zehir suna - cak biç bir düşmanı olmadığını zanne- diyordu. Mütesellimin adamları o gece orta- dan kayboldular. Artık işleri bitmişti. Efendilerden birkan ve can karşılığı atiye alacaklardı. Ertesi gün hancı; Uzun Mehmedi yatağında ölü olarak buldu. Dudakları morarmış ve şişmişti. Zehirlendiği, bir cinayete kurban gittiği besbelli idi. Kimse bu işin iç yüzünü karıştırma- dı ve hesab sormadı. Kömürü bulari türk köylüsünü, o zaman İstanbulda ö- len veya öldürülen birçok türk köylüle- ti gibi, bir hayir sahibi bilinmez bir ye- * Uzun Mehmedin Şşerefle başlayan hayatının feci ve yürekler acısı sönüşü- nün hikâyesi işte budur. Uzun Mehme- de, ölümünden tam bir asır sonra cum * huriyet çocukları Zonguldakta bir anıt dikmişlerdir. Her sene burada, kurmak- ta olduğumuz endüstrinin kanımı, ken- di kanı pahasına bulan Uzun Mehmed için bir tören yapılır, onun köyüne gi- dilir ve bu kahraman türk çocuğu SEV” gi ve saygı ile anılır. Bugün havzamız - tamamiyle milli uşun a Te sâyin ve milli sermayenin elindedir. ” rada ne Breğli mütesellimi İsmail Ağt» ne de Galatalt banker var. Bizim, UU? Mehmede, onu mezarında huzur iyla aai? uyutacak olan en büyük armağ budur. (BİTTİ)