Aboneler yüksek görüntüleme limiti, sayfa indirme ve diğer özel özelliklerden yararlanır.
â 1 4 — *-12. 1937 Edebi mükâfatlar| Bir fransız romancısını taclandıran Nobelden sonra, Fransa'da edebi Mükâfatların biribirini kovaladığı mevsimdeyiz. On gün sonra, aldık- ları mükâfatı ilân eden bandlara sarılı fransız romanları kütüphane- lerimizin vitrinlerini istilâ edecek, ve tozlu raflarında boynu bükülü kliyen türk romanlarının gıptalı bakışları ar da, t ıı'ıkllııız tarafından kapışılacaktır. ,Edebi mükâfat, bu leket edebiyatçılarının henüz tanımadıkları iİr mazhariyettir. O edebi mükâfat ki, tevcih edilene maddi bir refah getirmese bile, eserini kitleye tanıtma yolunda geniş bir reklâm olur ve edehiyalçılu arasında rakabet ve sivrilme arzularını besliyen bir mü- #evvik vazifesini görür. 4 Edebi mükâfatların, ne kadar haksızlıklara yol açmış olduğuna da- İr çok söz söylenmiştir. Fakat bu haksızlıklarla edebiyata yaptıkları hizmet bir ter: iki kefesine | lsa hangi tarafm ve ne kadar Ağır çekeceğinde şüphe asl acaiz değildir. Edebi mükâfatın edebiyatçıya doğrudan doğruya temin ettiği fayda- l“_'dln başka, halka edebiyatı tanıtma ve sevdirme hususunda gördüğü iZmet te inkâr edilemez. Mükâfatlar dolayısiyle, bu mevsimde, ede- 1yat, fransız politika gazetelerinin birinci sayfalarında yer alan bir aktüalite haline gelir. Edebi hâdiseye muhtacız. Edebi hâdise, edebiyatın havadisleşmesiyle, vadis kıymetini almasiyledir. ki, debiyatçıl kalmaktan kurtularak, memleket ölçüsünde 'bir ebemiyet | bilir. Edebi alâkayı yaymak, edebiyatçılarımızda edebiyatm — nankör — bir Meslek olduğu kanaatini yerleşmekten kurtarmak için edebi mükâfat- âr ar da büyük hi ler görebilir. Edebi mükâfat için büyük maddi fedakârlıklara da lüzum yoktur. Devleıin her sene, kendi büdcesind htelif ı himaye için Ayırdığı tahsisatın onda, hattâ yirmide biri nisbetinde bir para, bu iş için kâfi, hattâ fazladır bile. Fakat bu mükâfatlardan temin edilecek fayda, bu tahsisatın azlığı ile nisbet kabul etmez bir büyüklükte ola- Caktır. Her şeyden evvel, mükâfat, edebi eserin satışıma müessir ola- Saktır ki, edebiyatçıya hizmeti asıl bu bakımdan mütalaa edilmek lâ- Zımdır. Bu itibarla, hattâ, sad i bir tevcihten ibaret mükâfat- l_ll'l.n bile ayni hizmeti hiç masrafsız, görebileceğini de kaydede- lim. — YAŞAR NABİ *« Bernard Shaw'un nükt;eleri sofra başında hakkında ne düşündüğünü Shaw'a so- x Shaw, dans etmekten başka her şeyi- Oti seven bir adamdır. Fakat'buna rağ- jnen, sosyeteniti birinde dans etmek » Sorunda kalır. Kendisine, kaba adam Gdemesinler diye, tanınmış bir diplo- at olan ev sahibinin karısı ile dansa kalkar, Dans ederlerken, kadm, iltifatta bu- lunarak, Tej İyi dans ediyorsunuz; yalnız em- hiyetle idare edemiyorsunuz. Der. Shaw, kadının bu iltifatına, hi— Haklısınız, dansın, ata binmekten Ş ç fü'_kı yok. Başlangıçta, daima hay- :mu istediği istikamete sürmek lâ- Tmdiır; cevabını verir. Ho!uma gidiyor.. _Jfîhn Galsworthy, yazıcılık kariyeri- Rin ilk günlerinde neşretmiş olduğu i- Ş €serini heyecanlı — haşiyelerle aw'a gönderir. Galsworthy bir müd- t Sonra bir sırasını bularak, sserleri İ Hi Yeni İtalyan resmi Gino Seve rini - Terkip rar, Bunun üzerine, Shaw, — Sizin eserleriniz bana, gün geç- tikçe daha fazla şeyler Iham iediyor. Der. ai — — Aman efendim, iltifat buyuruyor- sunuz. Diyen Galsworthy'nin sözünü kese- rek, devamla, — Eserinizin birini okuyunca, obü- rü daha ziyade hoşuma gidiyor. Bunun üzerine ikinci eserinizi okuyorum, Bi- rinci eseriniz de de ayni intibar edini- yorum, Shaw'a nükte anlatılıyor. Bernard Shaw'a, hoş bir şey anlatan kadının biri, — Bu nüktenin bana aid olmadığını söylemenizi, doğrusu bir parça kaba buldum; der, Shaw da, — Bunun böyle olduğunu kabul et- miş olsaydım, asıl owvakıt kabalık et- miş olurdum. Ne de olsa, siz bu nükte kadar eski değilsiniz! cebarnı verir. Strozzi (1581 - 1644j Bas çalan kadın iir ÖI üyor mu? Genç şairlerimiz arasında açmış olduğumuz şiir anketi- ne Ahmed Kudsi, Ziya Osman, Behçet Kemal ve Ömer Bedreddin'in verdikleri cevabları daha önceki sayıfala- rımızda neşretmiştik, Bugün de “Çanakkale destanı” nın müellifi, kıymetli şairlertmizden Çankaya kayma- kamı B. Haluk Nihad Pepeyi'nin cevabını neşrediyor: Halük Nihad Pepeyinin cevabı — Şiirin dünya ölçüsünde bir buls ran geçirdiğinden sık, sik bahse- dildiğini işitiyoruz. Şiire karşı halkın gösterdiği alâkanın günden güne a- zaldığı, şiirin günden güne daha az arandığı inkârı mümkün olmıyan bir hakikattir. Bu hususta ne düşünüyor- sunuz? — Edebiyatını kısmen aslından, kıs- men tercemelerinden takib edebildi- ğim memleketlerde şiirin bir buhran .| değil istihaleler geçirdiğini zannet- mekteyim, Her devir mevkiini yenisine bırakır- ken bir durgunluk ve ya sarsıntı geçi- rebilir. Bunu buhran saymak ' doğru olamaz Bize gelince, şiirimizin yolunu bulduğuna ve nescini tamamladığına henüz kani değilim, Fakat şiire karşı halkın gösterdiği alâkanın günden güne azaldığı mu- hakkaktır. Alâkasızlığın derece ve se- bebi memleketine göre değişmektedir. Bu sebeb bizde mekteblerden baş- lar. Biz yaşta olanlar daha ilk mekteb- lerde okuma, yazmayla beraber şiiri de öğreniyordu. (Hüsnü hat) dersi veren hocaların — (Meşk) olarak gösterdik- leri parçalar en güzel şiir mısralariydı. Hangimizin hafızasındaki (Mısrar ber - ceste) ler halâ en neşeli veya musta- rib zamanımızda imdadımıza yetiş- mez. Çıktım semavata hak berser, İndim semavat ile beraber, Bu memlekette de bir gün sabah olursa Halük Evet sabah olacaktır, sabah olur geceler, Tulâu haşre kadar sürmez akibet bu sema. Bu mısraları okuduğumuz günlerde duyduğumuz heyecânı nasıl inkâr ede- biliriz? Biraz içimizi yoklıyalım? Ab- dülhak Hâmidi, Tevfik Fikreti ve da- ha bir çok şairlerimizi yarı ilâh bir varlık olarak tasavvur ediyorduk. On- ların, şiirleriyle bir meltemi kasırga- ya çevirebileceği kanatındaydık. Onla- ra dâhi diyorduk, yazılarından sarsı- lıyor, hatıralariyle heyecanlanıyor, kendilerine derin bir saygı gösteriyor- duk. Tevfik Fikretin(Aşiyan)ı herke- sin hâyâline göre şekil alıyordu. Onların şiirlerini bilmek gençlik i- çin bir üstünlük vasfı hattâ bir az da yüksek tahsil sayılıyordu. Halbuki şimdi (dünyanın hemen her tarafında) çok gençlerin kafasında si- nema artistlerinin hüviyetleri daha fazla yer almaktadır. Bizde şiire rağ- betsizliğin başlıca sebebini talebe ve gençliğe bu ruhun aşılanmamasında bulmalıyız. — Şiire karşı alâkanın azaldığını ka- bul ettiğinize göre bunun neticesinden endişe etmiyor musunuz? — Bu alâkasızlığın devam edeceğini iyorum. Şiir her zaman ve her yerde bir ihtiyaçtır. Ortada bir dur- gunluk varsa bu bir yanardığın uyku- suna benzer. Ben ezilmeğe mahküm, dağınık unsurları; kudretli bir desta- nın varlıklı bir millet haline getirdiği- ne inananlardanım. Bir (İlyada) doğmak için yalnız (Homere) mi lâzımdır? Zamanının e- pik vakaları olmasaydı o büyük Epope meydana gelir miydi? Buğün insanlığın içinde kıvrandığı istirabı terennüm edecek sanatkârla- tın bir vecd hattâ hamil sancıları i- ş_ın?de bulunmadığını kim iddia edebi- dir : Şair mevhümelerden bahsetmez. Şa- ir, onu kalbinden ve dimağından yaka- lıyan his ve heyecanların en sadık ve hassas âletidir. Hiç bir devirde şairle- re, bugünkü kadar, ilham ve coşkunluk verecek cömert kaynaklar mevcud de- ğildi. Yarım asır eveline kadar büyük şair- lere ölmez eesrler yazdıran kinler şim- di bir çocuk öfkesi kadar küçük kaldı. — O halde şiirin bünyesinde bir de- ğişiklik kabul ediyorsunuz. Bekledi- ğiniz şiir nasıl olmalıdır? Ve bu bizde de doğabilir mi? — Ben yeni şairin şiirini kitlede ve onun umman gibi hareketlerinde ara- dığına eminim. Artık yeni şair yaşa- dığımız devirde içine kapanır ve ferdi hassüslerinden bahsederse bu herke- si alâkadar etmez. Fakat içinde yuğ- rulduğumuz vakaların azamet ve ıstı- rabf önünde taşarsa beklenilen eseri verir. Bunu yapabilenler, yalnız bayrakla- rının değil, yer yüzünün benimsediği şair olurlar, Bö).'le bir şiirin bizde doğmaması i- çıin hiç bir sebeb yoktur. Yeter ki şii- rin h_aceri semavi gibi ineceğini zan- netmiyelim. Ve en büyük sırrın çalış- ma ve sabırla çözüleceğini bilelim. Roman nedir ? Romanın birçok tarifleri yapıl- mıştır. Bunlara yeni ikisini daha - ilâ- ve edelim. Fransız münakkidi Ed- mond Jaloux'ya göre: “Bir roman, prensip itibariyle, karie kendisi ta- rafından yaşatılmış bir şey hissini vermesi — lâzımgelen muhayyel bir hikâyedir.,, Leon Daudet de şu tari- fi yapıyor: “Roman, vezin ve kafiye- nin yardımı olmadan nesirle yazmak ve yaratmak ihtiyacının doğurduğu edebi şekildir. İnsan ihtiraslarının yok olacağına nasıl inanamazsam, on- ların şekli ve renklerine bürünen ro- manın da söneceğine inanamam.,, Edgar Poe'nun “Garip hikâyeler”. inden “Çalınmış mektub”un kahrama- nı Dupin, sekiz yaşında bir çocuk ta- nıdığını ve bu çocukta karşısındakinin düşüncelerini anlamak için emsalsiz bir küdret bulunduğunu anlatır ve bu kudrete dair çocuğun şu ifadesini nak- leder: “Birinin zekâ veya hamakat, iyi- lik veya fenalık derecesini anlamak ve- ya © anda zihnen nelerle meşgul bu- lunduğunu kavramak istediğim zaman çehremi, mümkün olduğu kadar sihat- la onun çehresine benzetir; sonra çeh- remin çizgilerine tekabul etmek üzere, zihnimde ve kalbimde hangi düşünce ve hislerin uyanacağını beklerim.” (1) Bu ifade, derin psikolojik bir haki- kata dokunur: Her ruh hali dışarıya vurur; kendisini yüzdeki ve bedende- ki değişikliklerle gösterir. Yeisli bir anımızda yüzümüzün ve bedenimizin hareketleri o yeise cevab verecek surette değişir; başka bir za- man o hareketleri, olduğu gibi vücuda getirirsek, ayni yeis kendiliğinden do- ğar. Bilhassa çehrenin sinir oyunları, el- lerin ve parmakları nbazan en firari ha reketleri “İç hayatımızın”, heyecan ve düşü kesidir. Iç hayat- la dış hayat bir kumaşın tersi ile yü- zü gibidir. Ayni varlığın iki görünü- şüdür. Görmesini ve anlamasını bilen- ler için dışarıya bakarak içeriye inti- kal etmek zor bir iş değildir. Dikkat edersek, sinemada bulundu- ğunuz bir sırada, beyaz perde üzerin- de geçen hareketleri nasıl içimizden tekrarladığımızı görürüz. Bu deruni taklit bazı hallerde tamamen haricile- şir. Böylece sinemada aynı jestleri tekrarlamak suretiyle o jestlere teka- bül eden düşü ve hisleri yaşamış o- luruz. Bu, romanda da, tiyatro eserle - rinde de böyledir. Edgar Poe'nun mü- imizin Edgar Poe'nun bir hikâyesinden — doğan düşünceler şahedesi bedii zevkte büyük bir tutuyor. Bu psikolojik, daha doğrusu psiko - fizyolojik hakikat sanatkâr için kud- retli, emsalsiz bir ifade vasıtası olmuş- tur. Sanatkâr, çehre ve bedende vukua gelen tahavvülü ve teşevvüşü bir iki kelime ile anlatarak hem uzun ve boş tasvirlerden kurtulmakta, hem de ifa- de olunmaz zan olunan karışık ve ka- ranlık ruh hallerini anlatmak imkânı- nı bulmaktadır. Ruh hallerini ifade hususunda yal- nız çehre ve beden değişiklikleri değil, eşya ve eşyadaki tahavvül ve hareket- ler de bulunmaz bir menba teşkil eder. Bu hususta, (Salom&)deki şeamet yük- lü vakalarla ayın hareket ve rengi ara- sındaki sım sıkı bağlılığı hatırlatirim, Bu piyeste Oscar Wilde, ayın vaziye- ti ve rengi ile, gelecek ve olacak hâdi- selerin faciasını duyurabilmiştir. Binaenaleyh etrafımızdaki eşya da- hi, hislerin ve düşüncelerin ifade va- yern sıtâsi olabiliyor. Eşya, ruh hayatına iş- * tirak ettikleri nisbette bir röliyef, bır mana kazanırlar, Tam yerinde bir kaç kelizne ile eşyadan ruha gitmesini bi- len sanatkâr, hakiki sanatkârdır. Hiç bir psikolojik fonksiyonu olmıyan tat- sız ve manasız tasvirleri bazı roman- larda gördükçe yeisten insanin ağla- yacağı değil tiksineceği geliyor. Ne- dir, o kılı kırk yararcasına bayağı rea- lizm! Edgar Poe'nun bir kaç satırlık bir müşahadesi bana bunları yazdırdı. Ve — Bu telâkkiye uygun kim var? Suali- ni kendime sorduğum zaman, gözle- rimde, atletik vücudiyle asırlara ba- kan Tolstoy canlandı — Suut Kemal YETKİN (1) — Ed Poe — Histoires extraordinai- res (La Lettre volâe “p. $6. öd. gründ.) Sovyetler, birliğinde edebiyat, ti- yatro, musiki ve umumiyetle güzel sanatlardan halk kütlelerinin istifa- de ettirilmesi için devletçe öteden- beri sarfedilen büyük gayretler ma- lümdur. Sanatın tezahür ettiği bütün saha- lara devletçe el konmuştur. Büdce- sinden büyük fedakârlıklarla yaptı- ğı himayelere mukabil, devlet, san- atların ihtilâl ideolojisi emrinde se- ferber olması prensipini esas tanı- mıştır. Tiyatro 1 1914 senesinde bütün Rusyada mevcud tiyatroların mikdarı 147 idi ki bu mikdarın 107 si nefsi Rusyada, 35 i Ukranyada bulunuyordu. 1937 senesinde Sovyetler birliğinin daha küçülmüş hududları içinde tiyatro mikdarı 625 e çıkmıştır. Bu mikda- rın 446 sı Rusyada, 83 ü Ukranyada, 14 ü Asya cumhuriyetlerinde, 8i Türkmenistanda, * si Özbekistan- da, 6 sı Tacekistanda, 26 sı Kaza- tistanda ve beşi Kırgızistandadır. Tiyatroların nevilerine gelince, o- pera 27, dram tiyatrosu 310, musikili tiyatrolar 29, çocuk tiyatroları 104, şehir tiyatroları 387, kolkoz ve sov- koz tiyatroları 200 dür. Bu tiyatrolarda 635 profesyönel temsil heyeti çalışmaktadır. 1937 se- nesi plânı mucibince, tiyatrolar se- nede 100 milyon seyirciyi istiab ede- cek hacme yükselecektir. Bütün ti- yatrolarda çalışan artist ve işçiler devlet memuru sıfatını haizdirler. Tiyatro sanatının bu inkişafı bü- tün Sovyetler birliği milletleri ara- sında milli dille tiyatro eserleri ya- zan birçok temaşa muharrirlerinin ortaya çıkmasına sebebiyet vermiş- tir, Eski eserler de muhtelif dillere tercüme edilmektedir. En fazla tercüme edilen Balzac, Şekspir, Lopez de Vega'dır. Çocuk tiyatroları — Sovyetler bir- liği çocuk tiyatrolarına en fazla ehe- miyet verilen ve bu yolda en fazla ileri gidilen memlekettir. 16 sene- denberi faaliyette bulunan bu tiyat- roların mikdarı 104 ü bulmuştur. Bunlardan 71 i sabit, 33 ü seyyardır. Çocuk - tiyatrolarının programları mekteb programına bağlıdır. Ciddi ve faydalı eserlerden başka, bu tem- Sovyet Rusyada sanat çalışmaları siller için adapte edilen masallar da büyük muvafiakiyet kazanmakta- dırlar. Çocuk tiyatrolarının gayesi, bir yandan çocuklara ahlâki ve ter- biyevi telkinlerde bulunmak, öte yandan da onlara küçük yaştan san- at zevkini aşılamaktır. Bu tiyatro- larda çocuklar değil, büyük artistler rol almaktadırlar. Bundan başka kukla tiyatrolariyle çocukların san- at ihtiyacını karşılamak yolunda mu- vaffakiyetle çalışılmaktadır. Musiki : Müusiki sahasında koro ve orkes- traların, şehir şehir ve fabrika fab- rika dolaşarak verdikleri konserler hatkın musiki terbiyesi gayesini güdmektedir. Musikiyle meşgül o- lanların devlet hizmetinde hayatla- rını meslekleri dahilinde kazanabil- meleri yüksek virtüozların yetişme- sine yol açmıştır. Bugün Sovyetler birliğinde mükâfatlar almış 72 ve en ternasyonal müsabakalarda taltif e- dilmiş 20 Sovyet musiki sanatkârı vardır. Resim : Kesinı sanatının inkişafı için ku- rulan sanatkâr birlikleri devletten yardım görür, ve azâları olan san- atkarlara bedava modeller ve leva- zım tedarik eder, sanata dair konfe- ranslar, kurslar tertib eder ve sergi- ler açar. Fırça ve kalemle çalışan sanatkâr- ların raydalanmaları !çin husüsi ko- operatitler kurulmuştur. Sanatkâr kooperatifleri, ressamıları konturata raptetmek suretiyle muayyen ücret- le angaje eder veya hususı sıparişler vererek hayatlarını temin eder, San- atkâr kooperatifleri müşteri ile san- atkâr arasında tavassut vazifesini de ifa etmektedir Geçen sovyet bayramında açılmış olan “Sosyalist endüstri,, sergisin- de 600 den fazla ressam ve grafikçi çalışmıştır. Görüldüğü gibi, ressam- lar aynı zamanda sınai bir sahada da ça_lfŞmaktadxrlar. Propaganda, san- atkârın esas vazifesi i - ĞKi esi telâkki olun. Müzeler komisyonu 1936 da 2 mil- Yon rubleye yakın bir tahsisat har- Cıyarak 500 tablo, 700 grafik eser ve 40 heykel satın almıştır,