3 Şubat 1930 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 9

3 Şubat 1930 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

zun dibınde kanımıza gibi dursun!Biz se bir 20 Şobaı - “. ba lerkeste yavaş yaveş yerleşen al var; (- Ayın sonuna ka- dar her şey bitecek... ) Gözel. alâ. fakat ne suretle?. Zaferle mi, zilletle mi çı Dişarı çıkmağa hazırlanıyor- duk, Ve muhacır Mehmet ağa ile ayakta konuşuyorduk. Köş- kün yakınından acı acı bir istim- dat sedası yükseldi. Nazımla derhal palaskalarımızı kaparak kapıdan fırladık. Arkamızdan Mehmet ağa da koştu. Yanımız- daki büyük dut bağçesinin Or tasında birkaç asker, gırtlak . a gelmişlerdi, bal oşduk. ir nara ez a işlemeyi darlık. İsticvap başladı. Hırpalandığı olan nefer söze başladı. — Efendim. bu bağçe, leva- ım reisi Mestan beyindir. Bende onun emirber neferlerindenim. 'Dutları kesmesinler diye bağçeyi bekliyorum. Bu dört nefer geldi. (Emir var. Dutları keseceğiz) dediler. Bende kestirmedim. LU > hücum ettiler... '—Âla... Sen söyle bakalım arkadaş... y Daha hâlâ asabiyeti üzerinde olan onbaşı, koynundan çıkar- dığı bir kâadı uzatarak: — Çavuşum... Malumya aske- iz. Emir kuluyuz. Biz, topçu onuncu O alaydınız. Zabitimize söğüt odunu götürüyoruz. Fakat söğüt odunu iyi yanmadığı için dut odunu istedi. (Nerede bulur- sanır: kesiniz. EKestirmezlerse dövünüz) dedi. Nah, işte.. eli mize de Şi kâadı verdi. Büraya ldi arkadaş mani oldu. boğuştuk... i rafa bırakalım. Se birbirimizle boğuşalım., Öylemir.. Onbaşının kabahati | yoktu. nkü elinde, iddiasını tevsik eden bir emir vardı. (Balât höyügün- den) yazılmış olan bu emirde (Yalnız dut ağacı kesilecektir.) yesliyordu. Müphem ve ustalıklı dillere destan olmuştur.” hanği vicdani selâhiyete eli koli sağ, arslan gibi feri cepheden ayırıyorda Yapıyor, şu ve © cepheyi bir tek silâb- mahrum etmek affe- bir ihanet değil mi? her H İ ; i tan 2 €, nöbet yer gün yüzlerce asker “ el a, e anz can Ayın sonuna kadar herşey bitecek! Ky “Neâlâ arkadaşlar! düşman şurada burnumu- susamış bir canavar i birimizi yiyelim!.... tir ki söğüt odununu beğenmiyor- da dut odununu arıyor ve bu- nun için de düşmanın her dakika büyük bir baskın yapmak ihti- mali olan şu zamanda bir onbaşı ile dört neferi Uvazifesinden ayınyor. ellerine birde emir vererek ( önünüze geleni dövü- nüz ) kapup koyuveriyor?. Hattı müdafaamız; aç, takatsiz bimecal Askerlerin ölümile her gün bir gediğini boş bıraktığı ve bölüklerin mevcudu, dörtte birine inecek derecede azaldığı halde, O güçlü kuvvetli efradı odunculuk, koruculuk, hizmetçi- lik gibi sefil hizmetlerde kullan- mak.. Onları askerliğin şeref, izzetinefis ve vekarından mah- rum bırakmak.. ne acı, ne çirkin bir şey.. » Öğleden sonra, onuncu fırka- ya mensup bazı arkadaşları gör- mek üzere Yanık kışlaya gitmiş- tik. Düşmenin dün akşam attığı mermilerden kışla epice ziyan görmüş, . Çoktanberi görüşece- sami bizi mus | ve epice de havadis verdiler, Donanmamizın himayesinde o Tekirdağına ve Dedeağace o mühim kuvvetler çıkmış. Selânik şömendöfer hat- tı kuvvetlerimiz tarafından ele geçirilmiş, Düşman, bugün yarın terki silâh edecekmiş. Bizim fabrikanın masnuatından olan bu havadisleri, lüzumu ka- dar ehemmiyetle dinledikten sonra, dün gece bizim çekirge aburuna iltica eden ve berayi muhafaza (kışlaya © gönderilen (Radinko) ismindeki Sırp neferi ile görüştük. Bir boşnak neferi- mizin tercümanlığile görüştüğü- müz Radinko, çok meyus bir halde idi. Sirp bir az daha de- vam ederse bütün bütün arka- daşlarının da terki silâh edeceği- ni söylüyordu. Kışlanın koridorları dumanlar içinde idi. Askerler, şurada burada ateş yakıyor ve karava- nalarm içinde karları eritip su yaparak kaynatıyorlardı. Genç ve münevver zabitlerin bu efradı mütemadiyen © kontrol ettiğini gördük; sebebini sorduk ve al- dığımız cevaptan pek çok müte- &ssir olduk. Meğer, askerlerden bazıları, şurada burada tesadüf ettikleri ölmüş bayvanların leş- lerinden parçalar keserek gizlice getiriyor ve bunları suda pışı- rerek yiyorlar mış... Daba neler işideceğiz yarabbil, * Akşam, avdet ederken tabur- dan malümat almak için çadır- lara uğramıştık. Ne kadar mü- teessir olduk. Üçüncü bölükten İzzet çavuş, istirahat için ka- rargâha gelmiş, Yarabbi; o, ko- ca dağ gibi adam nasıl erimiş! Yüzü sim siyah. gözleri ve w ai ımamen di seyi Bir Fransız muhabiri Türkiyenin #nkılâpdan sonrâ- ki vaziyeti hakkında fafsılâtiı mektuplar yaz Liyonda müniaşie GS apüblik gazetesi M. Lüsyen Misye is mindeki muhabirinin Türkiye- ye dair yazdığı mektupları meş retmektedir. Muhabir İstanbulun hali hazırdaki terakkisinden bah- settikten sonra Türkiyenin zirai ve iktisadi vaziyetini tetkik et- mekte ve demektedir ki: “Yunanlı, Ermeni ye Suriyeli anasırın memleketten ihracı bir hata (o addedilebili;g, | Fakat Türkler | bu hatayı yapmıya mecbur idiler, çünkü vahdeti milliye temin edilmeden Gazinin teceddüt ve ihya programının tatbiki imkânsızdı, . Türkiye harpten mukaddem ecnebi sermayesinin güfuzü al- tında idi. Şimdi iş, pir Devlet bankası tesisine teşebbüs edili- yor. 1928 de ilk defa olarak bütçe tevzin edilmiştir. Türk parasının kıymetini tesbit sırası geldiği hissolunmaktadır.,, adeta bükülmüş, Elinde kalın bir sopa. Dayanarak bile güç yürüyor. Halbuki pir zamanlar 9 davullu zurnalı öjemlerimizde bu adamın © kadar canlı bir meşesi, © kadar çeyik ve pür ahenk bir raksetmeşi vardı ki... Beni görünce ağlamağa başladı. Sarıldım. Onun yüzünden ve gözünden öptüm, Allahın emir- lerini ve vaatlerini. Çekilen bu kadar meşakkatlerin şeref we kutsiyetini katirlattın. Ben rı söylerken, Onun feri sönmüş gözlerinden süzülen yaş- lar çökmüş yanaklarından süzü- lâyor.. kırçıllaşmış sakalları ara- sında kayboluyordu. 20 Şabat » perşembe Ilk bir güneş» : O hafif ve beyaz sisler kalkıyor; içimizde, . menbal Meçhul. bir neş'e var, o(htimalki havanın düzelmesinden... Tam köşkten çıkacağımız za- man Nuri geldi. Telsiz telgraf- taki Ahmet Efendi gelmiş, Karaağaçta bizi bekliyormuş. Nazımı, Edirneye gönderdim. Onun orada göreceği İşler vardı. Ben Karsağaca gittim. Daha iik sözlerden Ahmet Efendinin çok ciddi. temiz ve hamiyetli bir gen$ “olduğunu anladım meğer, anlar da dertli, onlarda işlerin fena yollarda sürüklendiğini his ediyorlarmış. Ahmet Efendi bana, telsizin vaziyetini anlattı. Mevkilerinden pek emin olamıyan Mevkii müs- tahkem erkânı, ikinci defa harbe başladığımız gündenberi telsizi müthiş bir kontrol âltma almış- lar. Mülazim Cevat Efendi ile diğer bir zabiti V€ en emin oldukları üç neferi öraye yerleş tirmişler. Bu Efendiler nöbetle, ber dakika makine başında bu- lunuyorlarmış. Bunların orada olmadıkları zaman katiyen mo- tör işlemiyormuş. (Hatta, bu tedbir de kâfi gelmemiş. Telsiz civarma, ihtizazetı | havaiyeyi mevkii müstahkemdeki odalarına nakletmek için gayet hassas bir açık telefon koydurmuşlar, Ve bu telefonun önünede sünğülü bir nöbetçi koymuşlar. Bu suretle telsiz telgraftaki en küçük bir hareketten bile haberdar oluyor- Jarmış. i id i K .. - 9. — VAKIT. 3 Şubat 1930 — Zampara Kıral Luizon Mori kim idi ? “Kızı çırçıplak soyarak keyfimce seyrettikten sonra yıkanmak için kendisine altı ftank verdim,, Dördüncü bap Güzel Rum kızı « Jak Kazanova » 1752 de Pariste (bulunuyordu. (o Orada « Baletti » ailesi ile olan müna- sebeti sayesinde bir ri beee lere girmeğe muva ol « Klod Peyier Patu » ismindeki avukatla dostolmuştu. Bu avu- kat sonraları Komedi Fransez için bir kaç eser yazmıştır. Maamafih en büyük mahareti Parisin O©en bücra köşelerine kadar her tarafını tanımaktı. En büyük salonlardan en men fur köşelere kadar her yere girerdi. « Kazanova » bu adamın refakatinde bir çok kimselerle temas etti. Başma gelen hadise- lerden birini hatıratında şöyle kaydeder. “Dostum Patu,, ile “Sen Lo- heves uyandırmıyordu. Fakat dostunun arzusunu nasıl redde- bilirdim? Ona refakat ettim. Kızla yemek yedik, sonradan “Patu,, onunla” geceyi geçirmek istedi. i — eee dediğin u eğ Min azli yok ki mösyö... e yerde ağ u e vermi ke va So) e mı istiyordunuz? — Tabii değil mi? — Ne fikir bu! m çarşâfı- ımız yok ki. ay lbisenle mi yatarsın? — Hayır soyunurum... — Blüla ; ber vakliki yattı ğın gibi yat. sonra “ekü,, yü veririm. — Niçin böyle söylüyorsunuz? — Seni o halde görmek isti. da... iler sene bir şey yapmıyacak ? — Hiçbir şey yapmıyacağım. inderin Üzerine uzandı. ve üstüne bir kapı perdesi es- kisi çekti. Bu halinde etrafında- ki paçavralar gözümün önünden si indi ; yalnız vücudunun güzel- liğini seyrediyordum, Fakat mak- sadım onu tamamen görmekti. Her me vaziyette durmasını arzu ettimse o vaziyeti aldı. Bu genç fakat vaktinden evvel olmuş güzel vücudu bayretle ta- maşa ediyordum. Kar gibi be- yaz teni, iri mavi gözleri, cazip siması, altm gibi sar ve lüle lüle saçları can yakıcı i iade güzeliklein Denir olduğu halde görmek hevesine kapıldım. Tepeden tırnğa yıka- mak için benden altı frank iste- di. Eğer ismi «Elen» olan bu güzel kız esatir tarihindeki meş- bur "“Elen, e benzeseydi üç altın bile koparabilirdi. Çünkü damarlarımdaki kan kaynamağa başlamıştı, Aziz kari, sizde zahmetsizce anlarsınız ki, kapılmış olduğum vecit tezahür etmek ibtiyaci ile tev'em idi. Bereket versin kü- çük «Morfi» bütün arzularını tatmine hazırdı. Yalnız bir şeye razı değildi ki, onu yapmak emelim yoktu. Buna razı olmi- yacağını evvelden baber verdi. Ablasının kavlince o İş için yir mi beş altın vermek lâzımmış. Bu nokta hakkında ileride pazarlık edeceğimizi ve şimdilik yanaşmıyacağımızı söyledim. Bu bapta emin olunca, kendini ta- mamen teslim etti. Piç kurusu dedimyal Yaşmın küçüklüğüne rağmen neler bilmiyordu neler.. Küçük «Elen» altı frangı bem- giresine götürdü ve ne suretle kazandığını anlattı. Ben gitme- den evvel yanıma gelerek, para- ya muhtaç olduğunu, ve esas meselenin olması için istediği parayı tenzil edebileceğini söy- ledi. Ertesi günü kendini göre- ceğimi gülerek söyledim. İşi “Patu,, ya anlattım. «Patu» be- nim mubalâğa ettiğimi zannedi- yordu. Güzellikten anlar takım- dan olduğunu ispat için onun d «Elen» i- çırılçıplak görmesini istedim. «Patu», “Praksitelis,, in elinden bile bundan güzel ve nefis bir eser çıkmamış olduğu- nu ikrara mecbur kaldı. «Elen» bir zambak gibi beyazdı. Tabi- atin yaratabileceği bütün güzel- likleri Okendinde omezcetmişti. Hututu veçhiyesinin intizamı o derecede idi ki manzarası kalbe tarif edilmez bir his, leziz bir sükün bahşediyordu. Kumraldı fakat mavi gözleri en güzel ka- ra gözlerin revnakına malikti. Ertesi akşam onu görmeğe gittim. Bedelde uyuşamadık, O vakit hemşiresile bir mukaveleye giriştik, Altı yüz frank verecek kadar hevesim uyanıncıya kadar, istediğim akşam yanma gidip geceyi odasında geçirerek on iki tarnk verecektim. Faiz biraz bahalı idi. Fakat “Morfi,, aslan Yunanlı olduğundan ber türlü baya hissinden mahrumdu. Altı yüz frangı vermek niyetinde değildim; çünkü onun bana bahşedeceği şeyi elde etmeğe hevesim yoktu. On iki frangı saymakla bütün keyfimi temin edebiliyordum. Büyük hemşire beni o kazıkladığını o sanıyorduj çünkü iki ayda üç yüz-frank sarfettiğim halde henüz © mes- eleye yanaşmamıştım. Benim bu hareketimi hissete verivo:du. Bil- miyordu ki ben zevkimi o iş olmaksızın daha güzel tatmın ediyordum. (Bitmek,

Bu sayıdan diğer sayfalar: