16 Haziran 1930 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 4

16 Haziran 1930 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

— 4 — VAKIT 15 Haziran 1930 VAKİ > Türk.) ürk-Yunan itlâfı imz imza a edik | di. Senelerdenberi devam edip gelen ve bemen her kese hiç bir zaman bitmiyecek gibi görünen omüzukereler nihayet buldu. Yalnız itilâfesmenin bir maddesi mucibince mübadil em- | val ve emlâke ait takas ve mah- sup meselesi hakkında bitaraf aza tarafından hakem sıfatile ve- rilen kararın Yunan hükümetin- ce tastiki muamelesi kaldı. Fa- kat ihtimal ki bu makalenin ga- zete sütunlarında intişar ettiği sırada bu muamele de ikmal edil- miş olacaktır. Bu suretle Türki- ye ile Yunanistan arasındaki bil- umum muallik meseleler kat'i bir hel şekli almış bulunacaktır. , Malâmdur ki (Lozan ) muahe- sinden beri Türkiye ile Yunanis- tan arasında itilâfname akdi ilk defa vaki olan bir iş değildir. Bundan evvel tarafeynin salâhi- yeltar murahhasları arasında bir kaç defa muallak meseleler müzakere (edilmiş, (muayyen itilâfnameler şeklinde tesbit ve imza olunmuştur. Bununla bera- ber bu itilâfnamelerin hiç birisi Yunanlılar tarafından tatbik edil- mediği için ameli bir faide hasıl olmamıştır. Bunün için belki bazı kimseler yeni itilâfnamenin akt ve imzası haberini duyduk- ları vakit evvelki itilâfnameleri hatırkyacaklardır ve kendi ken- dilerine « itilâfname yapılmış, âlâ; Hele bakâlım, bunların tat- bikatı ne olacak?» diyecekler- dir ve bu sözlerle bugünkü itlâfnamenin neticesi hakkında bedbin görüneceklerdir. Fakat bugünkü itilâfname ile bundan evvelki itilâfnamelerin şekil ve mahiyetleri birbirleri ile epice mukayese edilir ise bu madığı derhal anlaşılır. Filha- da bilhassa şu noktadadır: Bundan evvel Yunanlılar ile aktettiğimiz itilâfnamelere göre mübadele işleri ber iki memle- ket içim harici mesail mahiye- tinde idi; çünkü bu itilâfname- ler mucibince ortada Yunanis- tandan hak istiyen birçok Türk tebaası vardı ve bu Türk tebaası Yunanistandan istedik- leri hakları almak için hüküme- timizin vesatatine müracaat et- mek zaruretinde idi. Diğer taraftan Türkiyeden Yunanistana gitmiş olan rumlar ile bir çok Yunan tabaası vardı ki bunlarda Yunan hükümetinin tevassutuna (müracaat ederek Türkiyeden bir takım haklar iddia ediyorlardı. Bu meseleler- de şayanı dikkat olan olan diğer bir nokta daha vardı; Bu nok- tada Yunanistandan hak talep eden Türklerin orada biraktık- ları emval ve emlâkin Türkiyede kalmış olan rum ve Yunan em- vel ve emlâkinden fazla oldu- an, buna mukabil Türkiyeden hak istiyen rumlar ve yunanlılar ise Türkiyede kalmış olan rum ve yunan emval ve emlâkinin Yunanistandaki Türk emval ve “külâtn — derecesi Yunan itilâfı l lik iaden da fazla bulundu ğunu ileri sürüyorlardı. Bu su- mesele ebedi bir ihtilâf şeklini alıyordu, işte bu defa aktedilen itilâf- namenin en esaslı vasfı — istisnai bazı ahkâm bertaraf edilirse — şimdiye kadar gerek Türkler, gerek Yunanlılar için harici bir mesele olan mübadele işlerini dahili birer mesele baline getir- miş olmaktır. Bundan' sonra Türkiyedeki Türkler mevcut iti- lâfname esasları dairesinde ta- nınmış olan haklarını kendi hü- kümetlerinden istiyecekler, Yu- nanistandaki Rumlar ve Yunan- hlar da kezalik şimdiye kadar Türkiyeden istedikleri şeyleri Yunan hükümetinden arıyacak- lardır. (Lozan) da aktedilen müba- badele mukavelesinin tatbika- tma taallük eden en müşkül ci- beti mübadillerin gerek Türki- yede, gerek Yunanistanda biı- rakmış oldukları emval ve em- lakin kıymetini takdir etmek meselesi idi. Bu husustaki müş- tamamen im- kânsızlıkle ifade edilecek kadar büyük idi. Bu itibar ile müba- dele meselelerinden mütevellit ibtilâflar o şarait dairesinde daha asırlarca Türkiye ile Yu- naniştan arasında münakaşa ve müzakerelere zemin olabilirdi. Esasen : Tarafeyn tabaasına ait hususi ve mali işlerden mü- tevellit olan bu ibtilâflarn iki memleket arasında mütemâdi- yen siyasi ibtilâllara meydan vermesi muhakkak birgün sulh ve süküt içinde tehlike olabi- lirdi. Onun için yeni itilâfname- ile gerek mübadiller, gerek gay- ri mübadiller için Türkiyenin Yunanistandan, Yunanistanın da Türkiyeden şimdiye kadar mik- tarı meçhul olan alacaklarını tayin ve tahdit ederek kat'i bir hesaba bağlanması ve bunun haricinde kalan şeylerin mah- sup olunması, ayni zamanda Türk tabaanın alacaklarını Türk bükümetinin, Yunan tabaasının alacaklarını da Yunan hüküme- tinin deruhte etmesi sulh ve sükünetin muhafazası namına bü- yük bir kazanç teşkil eder. Mubadeleden mütevellit ala- cak, verecek iddiaları bu suretle kat'i olarak tasfiye edilince Türkiye ile Yunanistan arasında iyi komşuluk ve dostluk münase- balının tesisine artık hiç bir mani kalmaz. Türkiye bu günkü budutları harıcında her hangi bir siyasi emel beslemediği için ne adalarda, nede garbi trakya- da Yunanistanın bir endişesine mahal ve mana yoktur. Fakat buna mukabil Yunanistanın da vaktile İstanbul hakkında bes- retle İ lediği beyhude hayallerden ta- mamile tecerrüt etmiş olması lâzımdır. Venizelosun muhtelif beyanatı ve tara hareketi Yuna- nistanın artık böyle makul bir siyaset yoluna girmiş olduğuna delâlet ettiği için Türk - Yunan dostluğunun bir gün hakikat halını almasına kuvveile ihtimal verilebilir, Mehmet Asım ücudu delik deşik olmuş bir frenk paşası, son günlerde Çanakkale- deki Fransız mezarlığını ziyaret etmi;ti, Guro, kendi bayrağı alında çarpışarak can veren- lerle beraber Türk şehitliğine de bir çelenk koydu. Dağlardan denizlerden aşarak, ta Fransadan kalkıp kurbanlarınm mezarıma koşan ceneral, yalnız değildi. Bu ziyarette ona yoldaşlık eden- ler diyorlar ki yüzden fazla ailede beraberdi. Şark topraklarında yatan ya- bancıların taşları temiz, tarbları nefismiş. Hisarlık tepelerinden kıyılara doğru bakanlar bahar güneşi altında parıldıyan bir mermer dünyası görürlermiş. Bu mermer putlardan sonra bir de abide gelirmiş. Sütunlarında Vik- tor Ügonun uğultulu bir şiirini taşıyan bu abide, ne bir zafer, ne bir kahramanlığın timsalidir. Hayır, o güzel tarhlar, o beyaz mermetler, yalaız kendisi, tari- hinin şerefi için ölenlere Fransa- nın minnet ve sevgisini bildirir. O meydanlarda genç damarlar boşaldı, canlı baharlar göğüsle- rinde son kanlı kancalar ile ora- larda yerlere serildi. Bunlar ha- tıraların süsüdür. Bunları yapın milletler hem ölen çocuklarına karşı vazifelerini yapmış olurlar, hem sağ kalanlarına vatan uğ- runda ölmek zevkini verirler. O yerlerde bizim de şehitleri- miz var. Öyle şehitler ki yalnız ölmemişler, nankör payıtahtın kapılarında kendi kemiklerinden aşılmaz bissrlar da kürmüşlardır. Çanakkale meydanı, Türkün bü- tün dünyaya karşı durduğu, bü- tün dünyayi yendiği yerdir. Bizim için iki kere büyük, kat kat mukaddes olan bu şanlı yer- de bizim toprak olmuş şehitleri” mizden başka me var. Görenler söylüyorlar, oradan geçerken her kesin üstü başı parçalanmış. Demek funda ve dikenlerin gölgeside olmasa, © gaza ve şan meydanına göm- düğümüz kardeşler, yaz güneş- leri altında yanıp kavrulacaklar, Orada can verenlerin yarat- tıkları destanı bilen, gören Ce- neral ne düşünmüştür. Yanında- kiler ne demişlerdir? Diye sor- mıyacağım. * Fakat biz nasıl onların yetim- lerinin, dullarının yüzlerine ba- kabiliyoruz? Diye sormamak da elimden gelmiyecek. Dünkü gazetelerde okudum ve sevindim. Bir beyet oraya lâyık olduğu abideyi kurmağa çalışacakmış. Allah sizden razi olsun efendi- ler. Ama çabuk olunuz. Çünkü bugün o kahraman şehitlerimizin baş uçlarında sevgi ve ayrık ateşile yanan kalplerimizin kan- dillerinden başka hiç bir şeyleri yok! Korkarım ki bu titrek ışık- larda söndükten sonra, tarihi- mizi aydınlatan nur kalmıyacak ve koskoca bir dasıtan okunmaz Neyzene! Gi güle Neyzen! Herkesin biraz nefes alayım diye daha serin memleketlere kaçtığı bir sırada sen hattı üstüvaya karşı beslediğin tahassürü da aza meydanlarında | Wuharriri: Ömer a Selâhattirin elçisi ne diyordu ? : Sultan Salâhattinin size karşı açtığı har? cesetler köpekle'e yedirilmiye kadar devam edecektir Ertesi sabah iki kardeş Meli- | retlerinin yakın akrabanın e keyi görebilmek ümidile etrafı kolladılar. Fakat ns Welikeyi, ne de Mesrureyi görmemişlerdi . “Nihayet Şeyhin zabitlerinden biri gelerek onlara kendisini tekip etmelerini söylemiş, zabit onları Şeyhul Cebeli ilk gördükleri taraçaya götürmüştü. Şeyh gene siyah sarığını ve siyah abasım giymişti. Melike gene muhteşem başından ayağına kadar mücev- herler içinde idi ve Şeyhin yanın- da oturuyordu. Zeydun ile Hal dun ona yaklaşarak onunla ko- nuşmak istemişler fakat muha- fızlar aralarına girerek iki kar- deşi dava ötede bir yere götür- mwüşler onlara orada göstermişlerdi. İki kardeş bura- da durdular. Bunu müteakip perdeler açıl mış, dailerden biri içeri > şeyhin kulağına bir şe damışlı. Şeyh daisne birşeyler söylemiş, o da tektar dışarı çık- mış ve birkaç dakika sonra içe- riye birkaç kişi getirmiş, Ge- lenler yeşil sarıklı, asil simalı adamlardı. Bunlar taraçaya kuv- vetli adımlarla ilerlemişler, yel nız Haldün ile Zeydunün yüz- İerime-bulamplaroiroe Mkolileye. dikkat etmişler, onu hürmetle selâmlamışlar, fakat şeyhe selâm bile vermemişlerdi. Sinan bunlara bâşladı: — Kimsiniz ne istiyorsunuz? Ben bu havalinin mutlak hâkimi Şeyhui Cebelim. Bunlar benim vezirlerimdir. Bu da benim ri- yaset ve emaretimin şiarıdır, Ce- di, ve evvelâ dailerini kıpkızıl hançerini gösterdi. Bunun üzerine gelen heyetin reisi söze başladı: — Sizin şiarınızı tamyoruz ve haramiler reisi olduğunuzu biliyo- ruz. Biz ise müminlerin emri ve Şarkın sultanı Salâhattinin elçi- leriyiz. — Salâhattin benden ne tiyor? — Mes'ele şudur. Sulta ve yer bakarak söze sonra iş- n haz- | gıtmak için Mısıra gidiy öz Kırk o senedir, lam mile gi dolusu içkinin bir iğne ucu ka- dar bile yıprandıramadığı tiğer- lerini Nilin buğulandırdığı Mısır havasile doldüracak ve o nsfe- si kanı sicak nağmeler. halinde Ehramlara karşı üfliyeceksin. Bu seyahat, senin için bir ziyaret olacak, fakat, torbanın içinde taşıdığın ise bir sıla... Çönkü malüm ya «ney» ler için İĞ nr , ihaneti yüzünden size tesli »tır. onların çoğu oralıdır. Hatta ben | son Mısır mışı getirmiştim de Fransız yol arkadaşlarımdan birisi bu sarı kamıştan nasıl nağme çikacağı- /$ nı hayretle sormuştu. Bakalım, Ankaranın Etlik bağ- ları gibi, Mısırın Nil sahilleri de sana ilham verip yehi yeni öğüt | yazdıracak mı? Toplu İğne seyahatimde Hakkı ! Sühaya oradan bir Nısfiye ka- İİ Güneşin değunz 38 — iie ği i İ i İl | i İ; 4g yi ni taşıyan gemi bir takım # # # 9 muş, bunun neticesi olar3' tanm yiyeni prenses Melike zin elinize düşmüştür. j Emin Haydar bamya senin tafsilâtinı sultana * miştir. Sultan sizden hürmetle iadesini ve tanın idamını istiyor. bildiriniz.. Sinan cevap verdi: — Hainin kellesi iki gör bedeninden cüda edi Fakat prenses burada kabi Buna karşı bir di var mi?. — O halde size Sultan” hattin namına şunu te yoruz: Sultan bazretleri karşı harp ilân etmiştir. Cebe'de taş üstünde tr yıncaya kadar devam ed& Bu harp bütün katillerini? edilinceye ve senin cesi yiyen bayvanlara atılındı” dar uzıyacaktır. : Sinan ayağa kalkmış, eline almış ve cevap ve — Derhal avdet edil sultan dediğiniz o köpeği veriniz ki ben ona Ki bile göremiyeceği bir bulunacağım. E!cebel | vefat etmiş olduğunda müdleti bitam bulurbu maf ses Melike onun makam çdecektir. Demindenberi geçen sükünetle dinliyen Melike hin son beyanatı üzerini ğ la sokulmuş gibi yerind ramış, iki elile yüzünü ve hıçkırmıştı. i Bu hareketi kaçırmıya” hemen Melikeye odöt ona: — Prenses Hz., bu sergerdesinin sözlerini di bize bir diyeceğiniz varı” Melike tereddüt etme vap verdi: — Ben burada âciz 9 rim. Dayıma deyiniz Ki kurtarmakta gecikmesin “5 nimle birlikte iki kardeşi dun ile Zeydunuda bir 49 buradan çıkarsın. ği v ( pine e a, Kü San, . —— —; ai : Pazartesi LG Haziran 1930 Ain doğuşu «24,52 PİL Nala vakitleri sabah Öğle ikindi Akşam iy” 220 1215 sig 1989 “ Bugünkü bsv? Bugün rüzgör hafJ iyi olacıdır ui

Bu sayıdan diğer sayfalar: