26 Temmuz 1930 Tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 4

26 Temmuz 1930 tarihli Vakit Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

AKIM Fazla. istihsal buhranı Meşhur Fransız muharrirlerin- den (J. H, Rosni) hali hazırda bütün cihanı istilâ eden iktisadi buhran hakkında şayanı dikkat bir makale yazmıştır. İktisadi cihan buhranının ancak milletler arasında mütekabil taavün ile tahfif edilebileceği noktai naza- rını müdafaa eden bu makaleyi aşağıya dercediyoruz : “Rusya noksan istihsalden muz- tariptir. Garbi Avrupa, Cemabi- ri mütefika ve Arjantin cümhu- riyeti ise fazla istihsalden ıztırap çekiyorlar. Böylece görülüyor ki fazlalık ve oksanlık - her ikisi muadil olmasu bile - az çok mü- şabih neticeler verebiliyorlar. Şüphesizdir ki az gıda bulan Rus adam akillı karnını doyuran Amerikalıdan çok azap çeker. Fakat Amerikada da miliyonlar- ca işsiz adam var. Mühim olan şu noktayı da ka- yit ediniz ki, fazla istihsal yalnız fabrikalardan çıkan masnuatta değil ayni zamanda mevadi zira- iyede ve bahusüs* buğdaydadır. Arjantin, Kanada ve hatta Cema- bir müttefika mehsullarını zor sü- rüyorlar. Bundan bir buğday buhranı husule geliyor. Böylece milyonlarca Asyali ve Rus ğıda- sizlik azapları içinde bıvranırken (son on iki ay zarfında üç mil- yon çinli açlıktan ölmüştür) ve hatta Avrupalılar arasında bile ma işet müşkülatına düçar olanlar varken satılmayan cesim buğdaz stokları mevcuttur. Bu vahşite- sine bir “Paradoks, gibi gözük- müyor mu? Amerikan nazariyesi istihsalin elde edildiği derecede istihlâkin tezayüdü şeklinde kabul edili- Bu mazariye görünüşte nekadar güzeldir! En arzu olu- nacak gey işçinin iştira kudre- tini yani refahını tezyit etmek değil midir ? Filbakika Amerikalılar vasati besaple diğer insanların kâffesin- den fazla refahtan müstefittirler, Maamafih bu, Amerikada s#efiller yok demek değildir. Ancak bun- lar nüfusun heyeti mecmuasına nispetle bir akalliyet vücude ge- tiriyorlar. Daha doğrusu düne kadar bir akalliyet vücüde ge- tiriyorlardı. Bugün buhran fazla ücret alan bir çok kimseleri dar- beledi, Bu da ispat eder ki A. merikan nazariyesi hesapla tat- bik edilecek bir nazariyedir. Amerikalılar bir taraftan ken- di icat ve imal kuvvetlerinden diğer cihetten memleketleri ar- zının feyyazlığından husule gel me zenginliklerine mağrur ola- rak nazariyelerini tıflane bir if- ret ile tatbik ediyorlar. Onlar fazla istbsal ediyorlar ve fazla istihlâk ediyorlar; yani israfta bulunuyorlardı. Bir İsta- tistike göre senevi elbise, ağ- diye, tütün, otomobil alât ve saire hesabına yüz milyar Frank sarf ediliyor. | Rivayete bakılırsa Amerikalı dilenciler bile ikişer üçer birleşip birer otomobil te- darik ederek bu otomobille yol- larda esans ve para dilenirler- miş!) Böyle umumi bir ısrafa dünya- nın en zengin memleketi taham- mül edebilirdi. Her şeye rağmen inbidam vukua geldi. Amerika sanayi aleminin palav- — VAKIT. 26 Temmuz 1935 ————— GÜZEL Bizim rakamlar mı, onların mütaleası mı? Zaro ağa bu yaşından sonra kocamış bir kurda döndü, rast gelen Avrupa gazeteleri kendi- sinden bahsedip duruyor. Bu, bir buçuk asırlık ihtiyar O hakkın- da ilk önce kem söz söyleyen ve kendisini 98 yaşına indiren Yunan gazeteleri oldu. Eğer bu küçültme çok yaşamasi arzusun- dan doğmuşsa teşekkür ederiz. Yok, Zaroyu yalancı çıkarmak içinse doğru değil. Zira, Zaro ağa yalan söylemesini becerecek derecede akıllı olsaydı bu kadar uzun yaşar midi? Ayni meseleye dairbir Ingiliz garetesinin mütelâaları tuhafıma gitti, Çünkü biri | 125, diğeri 169 yaşında ölen iki İngilizden bahseden bu gazete, Zaro ağanın 156 yaşında olduğuna inanmak istemiyerek «Türkçe rakamlar bir az hayali olurl»diyor. 169 ve 152 hayali rakam değil de,156- mı hayali rakam ? Bana öyle geliyor ki Türk ra- kamları değil, Deyli Meylin mu- hakemesi biraz hayali! Toplu. İğne acıları da, hakir Avrupa kar- daşları gibi mağlubiyet denilen nesneden nevalelendiler, * Bir nokta daha, İstihsali tez- yit etmek, işçiye aynı zamanda istihlâkini tezyit vesaitini temin eylemek büyük ve insani bir formüldür. Maamafih mubalağa &- dildiği takdirde bundan münasip bir netice elde edilemez. Zamanı hazır mihanikinin fevkalade kuv- veti, hatten füzun bir istihsale müsaade etmektedir. Fakat eğer bu istihsal Oilmi bir derecede tezayüt etmezse buhranlarla ne- ticelenir, İstihlâki tecavüz eder ve ordularca ameleyi açikta bırakır. Ücretleri mütemadiyen fazlalaştırmak kâfi değildir. Bu tarz umumi bir pahalılaşmağa sevkeder. Bundan başka ihracatın az çok tesiri varsa-ki zamanı hazır sanayiinin kısmı azamı ihracatâ tabidir - ücretin fazlalaşması is- tihsalatın mahdut bir miktannın harice sevkolunabilmesini intaç ettirir. Bilâkis ekseri ahvalde ücuratı yükseltmeksizin amelenin kuvvei iştiraiyesini fazlalaşırmalıdır. Bu mesele gayet nazik ve ekseriya na kabili haldir. Meselâ İngilterede madenci- lerin ücuratı nisbeten yüksektir. Fakat hayat bahalıdır. İşsizler daha az ücretle şerait kabulden istinkâf (o ediyorlar. Hükümetin işsizlere olan muavenetinden istifa- deyi tercih ediyorlar. Bu mua- venet ise ancak noksan yemek ve noksan giyimden başka bir- şey temin etmiyor. Hulâsa: (istihsal (o mes'elesi gayet müğlaktır. Umumi rekabet bunu daha içinden çıkılmaz bir hale sokuyor. Milletler yekdiğe- rine tamamen merbuftur. Cema- hiri müttefika bile harici müş- teriye muhtaçdır. Anlaşmak icap eder. Halbuki daha bu noktaya yanaşılmıyor. Ne kadar samimi bir el uzatsak şimali garbi ve cenubu (Ogarbi (“komşularımız diş göstermektedirler. Beride Balkanlarda, Lehistanda, Maca,- ristanda Rusyadaki vaziyete ne diyelim ? İN SEYAHAT Bir belâdan kurtulu- yoruz ! A Iman kimayegerleri sun'i mücevher yapmıya muvaf- fak olmuşlar. Dünya piyasaların- da şimdi tonlarca taklit taş var- mış. Bu haberi okuyunca bilmem niçin sevindim. Pahalı taşlara, kıymetli madenlere ötedenberi kinim vardır. Hem galiba kin kelimesinin de yeri bu değil, Mücevherleri, kinimi kıskanacal kadar küçük görürüm. İlkin osevincimin sebeplerini bulamamıştım, Şimdi düşündük- çe, bu sebepler bir bir mantı- ğımın adesesi içine girip beliri- yorlar. Bunları ikiye ayırmak lâzım. Biri ferdi, öteki ıçtimafdir. Ken- dime ait olan kısma ehemmiyet vermiyorum. Fakat tesirlerinden kurtulduğumu da ileri süremem. Evet, ben elmasla çakıl arasında fark görenlerden değilim. Sonra bunları bir gün pembe bir ku- lağın ucunda kibirle sallanır, bir başka gün güzel, beyaz bir ko- lu, âdeta kıskanç bir ibtirasla sıkmış görmek te gücüme gi der. İnce, zarif bir parmaktaki yüzüğün yükten ne farkı vardır ve yumuşak, bileklerde gördü- ğümüz bilezikleri kelepçelerden niçin ayıralım? Bu münasebetsiz şeylerin başka hiç bir kusurları olmasa bile-yalnız kadın gözellik- lerini yer yer kapamaları onlar- dan nefret için yeter. Saydıklarım kendime ait şey- lerdir. Herkesin böyle düşünme- sini istemiye hakkım yok. Am- ma - ikinci sebebin kökleri bu topraklara; daha derin dalmış, cemiyeti daha temelli yerlerin- den sarsmıştır. Bir yüzük, bir küpe, bir kolye, bir bilezik ba- zan bir yuvanın damına yıldırım gibi düşer. Bu taşlar ve bu ma- denler yüzünden kimbilir kaç ai- lenin saadeti bozguna uğramış, kaç yavrunun ömrünü karartan, alnını lekeliyen facialar kopmuş- turl,.. Gerdanlıkların zaman za- man namus boyunduruğu haline girdiğini hep görmüşüzdür. İn- san, tütün gibi, esrar, ispirto gibi kendini eritip bitirecek şey- leri niçin buldu, bilinmez kil... Ba taşlar da işte onlar gibi za- rarlı — varlıklardır. Şimdi fen, bunların asırlardanberi üstünde oturdukları ““nadirlik,, tahtına taklit damgasını vurarak kıymet- lerini tekmeledi. Yarin değilse bile pek yakın bir istikbâlde si- yah inci ile zeytin çekirdeği arasında ayrılık gayrılık kalmi- yacak ve insanlık eski bir belâ- dan daha kurtulmuş olacaktır!... Seyyah Amerika ve Hindistan Taymisin verdiği malümata göre Amerika Ayan azasından Mister Belen, Amerika o Ayan meclisine bir takrir vermiş ve bu takrirde İngilterenin Hindis- tanda ( itisafkârane (hareket ettiğini söyliyerek,Kelloğ misa- kını imzalıyan bir devlet tara- fından bu kadar gayrı insani büfe şayan oldugunu söylemiştir. M. Belen bolan bie; ee rika hariciyesinin bütün nufuzunu kullanarak (Hindistan halkinin hukukunu temine © çalışmasını talep eylemiştir . Taymis bu münasebetle bir baş makale yazarak bu hatti hareketin (Odögru olmadığım bareketler vuku bulmasının teleh- FEDAYİLERİ EEE Salâhattin hükmetti ? * Biriniz ölecek, biriniz gidecek ! ,, m MR e mak için hazırlanan tertibattan ha beriniz var mı? — Aslâ! — Siz buradan kaçmak emeli- ni besliyor musunuz? Melike kısaca: — Hayır, dedi. Daha sonra Mesrure dinlendi, o da doğruyu söyliyeceğine yemin! etti; sonra Sultan ona sordu: — Bu kaçma işini hazırlamağa iştirak ettin mi? — Hayır. — Bu teşebbüslerden haberin var mı? — Aslâ. Bunu müteakip kâtip ayağa kalkmış, bütün şahitlerin dinlenil- diğini, artık sultanm hüküm vere- bileceğini söylemişti. Haldun bir söz söylemek için müsaade istedi: — Verilecek olan hüküm han- gimize karşı olacak? Ölü ve diri bütün şahitler yalnız bir ses duy- duklarını tesbit ediyor, fakat içi mizden hangisinin sesini duyduk- larını tayin edemiyorlar. Mücrim olmıyan bir adamı mahküm etmek zannederim ki, doğru değildir. Sultan tekrar sordu: — Başka bir diyeceğiniz var mı? — Hayır. — O halde dinleyiniz. Emir Haldun ve Emir Zeydun, sizin işle- mek istediğiniz cürüm çok çirkin- dir. Siz cihadımıza iştirake ve bi- zimle birlikte harbe karar verdi- iniz halde muharebenin devam ettiği bir zamanda kaçmak istedi- niz. Bundan başka bizim ordumu- zun zabitlerinden birini iğfal ede- rek ve ona rüşvet vererek Balebek emiresini kaçırmak istediniz. Harp esnasında bu cürümlerin cezası i- damdan başka bir şey değildir. O- nun için içinizden birinin idamına; hükmediyorum. Ötekini de serbest birakıyor, ve onu maiyetimden ih- raç ediyorum. Mahküm olanınız bugün gurup anımda, cürüm irtikâ- bıma tahsis olunan sastte idam e dilecektir. Diğeriniz de bu akşam- dan itibaren orduyu terkederek is- tediği yere gidecektir. Haldun sordu: — Hangimiz ölecek ve hangi- miz gidecek? — Hakikati siz biliyorsunuz, hanginizin mücrim olduğunu itiraf etmek size düşer, — Biz bir şey itiraf etmedik, fakat mademki birimiz ölecektir, ben daha büyük olduğum, için bu cezanın benim üzerimde tatbikini istiyorum. Demindenberi ağzını açmıyan Zeydun ilk defa olarak söz istedi: ve şu sözleri söyledi: — Biliyorsunuz ki merhum e- mir Haydarın mücevheri bende i- di. Onu benden başka bir kimse veremezdi. O halde bu cezayı be- nim çekmem icap eder. Sultan Salâhattin başta olmak üzere mecliste bulunanlarm hepsi iki biraderin bu şehametini takdir lettiler, İ- Balebek emiresi ayağa kalka- İrak istirham etti: | — Bu iki genç benim amcazade ilerimdir. İkisinin de affını rica © diyorum. Bunların büyük ve şaya- in: iftihar hizmetleri vardır. Hattâ onlar sizi bir defa İsmatlilerin süi kastından kurtardılar. Daha evvel benim hayatımı onların kalelerin-i den halâs etmişlerdi. Şayet onların suçları varsa affedilmelerini niyaz ediyorum. Melikenin bu sözleri Sultan Sa-; — Balebek emiresi! Sizi kaçır-!lâhattin üzerinde derin bir tesir 1€ ra etti, fakat Sultan birdenbire ge" şemiyerek iki kardeşi sonüna ks" dar imtihan etmek ve bu fırsattaf istifade ederek Melikenin bu iki gençten hangisini sevdiğini ayni zamanda bu iki kardeşin her" kes tarafından takdir olunan fed#” kârlıklarınm derecesini istedi. Onun için Melike sözlerini bitirdikten sonra ona dönerek: — Balebek emiresi! dedi... Bu iki kardeşten suçlu olanı ceza gör€ cektir. İkisi de suçlu olanı sarih bri surette itiraf etmediklerinden ar#* larında kur'a çekeceğiz. Kur'a hani gisine isabet ederse ceza ona tat" bik olunacaktır. Sultan daha sonra adamların dan birini çağırmış, ona başkaları” nm duymıyacağı derece yavaş bir kaç söz söylemiş, bu adam dışari İçıkmış ve bir kaç dakika sonra elin 'de iki kutu bulunduğu halde avdet etmişti. Kutuların her biri ipekten bir bağ ile bağlı idi. Sultan kür'anın nasıl çekilece" İğini anlattı: — Bu kutuların birinde mer“ hum Emir Haydara ait kiymetli mücevher, diğerinde tam onun sik” İetinde olan bir taş parçası vardır, Balebek Emiresi bu kutulardan her birini amcazadelerinden biri" ne verecek, merhum Haydarın mü” cevheri kime çıkarsa ceza onun na“ sibi olacaktır. Bu kur'anin çekilmesi nçticesin de, hiç olmazsa Melikenin bu iki İgençten hangisine'merbut * olduğu meydana çıkacak, ve bu mesele halledilecekti. Fakat Melike kendisine yaptır rılması istenilen bu işi yapmak is temiyordu.. Melike tekrar ayağa I kalkarak rica etti: — Beni bu işten affediniz. Be- nim elimden başka bir el amcaza” delerimden birini ölüme mahküm etmelidir. Ben çocukluğumdanberi onlarla beraber büyüdüm. Kaderin kör kılıcı, onlara karşı benim elim le kullanılmasın. Onun için bu iş“ ten affrmı niyaz ediyorum. Fakat Sultan onu affetmemiş, ona bakarak: — Balebek emiresi! Biz sizin? buraya gelmeniz, ve aramızda bu lunmanız için azim fedakârlıklar ibtiyar ettik, size her türlü ikram- da bulunduk. Bununla beraber si- zin bizi birakıp gitmek fikrinde olduğunuzu biliyoruz. Gerçi siz ve sizin maiyetinizde bulunan bu ka” dın hazırlanan tertibat ile alâkanız bulunmadığını söyliyorsanız da bi- zim kanaatimiz bunun hilâfında- zim kanaatimiz bunun hilâfında- dır. Fakat bütün bu işlerin muhak- kak ki sizin emriniz ve kumanda nız ile yapıldığı meydandadır. Siz istemeseniz ve muvafakat etmese- niz bu gibi tertibata cesaret edile- mezdi. Siz bu suçunuz mukabilin- de emrettiğimiz vazifeyi ifa ede- ceksiniz. Demişti, Melike bir lâhza önünde duran kutulara bakmış, sonra gözlerini .— vom |yummuş. kutunun birini bir eline ötek ini diğer eline almış ve ellerini uzatmıştı. i Haldun ile kardeşi sıra ile iler- iliyerek her biri karşılaştığı kutuyu almıştı. Melikenin sol elindeki ku- tu Halduna, sağ elindeki Zeyduna isabet etmişti. Kutular aldıktan isonra Melike gözlerini açmış, ve sükünetle beklemişti. İki kardeşten biri de akibetle- rini anlamak için zerre kadar telâş göstermiyordu.

Bu sayıdan diğer sayfalar: